Gerard Depardieu’nun ‘Aşk Mektupları’

17 Ocak 2015

S‘Çocukluk aşkı’ denilen naif esinti, eminim, bir çoğunuzun dudaklarında tatlı bir tebessümle hatırladığı anılarınız arasındadır. Aslında ‘aşk’ denilen yoğun ve derin duyguyla hiç bir ilgisi yoktur çocukluk aşkının. Zira ‘aşk’ı gerçekten bilmekten, anlamaktan, kıyaslayıp değerlendirmekten ırak, sadece sahiplenmek ve parçası olmak arzusuyla yaşanan bir his algılamasıdır çocukluk aşkları. Genellikle de, zaten ismi üzerinde, çocuklukla bağlantılı olduğundan, çok çabuk uzaklaşır gider. Çok nadiren, mesafeler açılsa, hayatlar farklı yönlere sürüklese de bir şekilde haberleşme, bağlantı devam eder. Olgunluk yaşları ilerledikçe bir diğerini uzaktan uzağa arzulayarak, özleyerek, çocuklukta olduğundan daha farklı, daha kuvvetli bir tensel beraberliği hayâl ederek yaşayabilirler. Geçen zaman içinde, duyguları azalmadan sözlü veya yazılı olarak hayatlarının akışını paylaşmaya devam ettilerse, bir diğerinin varlığında sadece ‘çocukluk aşkı’nı değil, ‘sırdaş’lığı da keşfederler.

Müşterek yaşanan veya sansürsüz paylaşılan yaşamlar birbirine bağlanır, bu kaçınılmazdır. Sanki aynı geçmişe sahip duygusu verir bu ilişki zinciri... Üstelik sadece o iki kişinin bildiği geçmiştir söz konusu olan. Birbirini daha değerli kılar. Bazı çocukluk âşıkları yıllar sonra bu sebepten çok büyük bir güven duygusuyla bir araya gelebilirler, çok da mutlu olurlar; şayet yılların getirdiği olgunlukla çocuksu heyecanları, hayattan bekledikleri, umutları, hayâlleri ile der dest edip yetişkin dünyalarına taşımayı başarabilirlerse.

Çocukluk aşkları

Diğer taraftan ısrarla yaşanmak istenen bir çok çocukluk aşkı hüsran olur. Çünkü, kişileri hâlâ daha aynı o kişiye âşık olduğunu sandıran şey; aslında onu düşündüğü veya onunla olduğu zaman, çocukluğunun, gençliğinin o müdanasız yıllarını ve hiç bir sorumluluk almadan yaşadığı ve aşk zannettiği duygunun rehavet getiren anılarıdır... ve böylesine beraberlikler tamir edilemeyecek bir hayâl kırıklığıyla sonlanır.

Devamını Oku

Kar taneleriyle bir yolculuk...

10 Ocak 2015

Zihnimin Kanatları’ hep bahane arar ya bir yerlere doğru kanat çırpmak için, işte şimdi de kar taneleriyle beraber uçmaya hazırlanıyor, çırpın çırpın, yerinde duramayarak. Hangi kar bulutuna takılıp ne tarafa ineceğimizi bilmeden yola çıkıyoruz. Bebek sırtlarından süzülüp Boğaz’ın çözülmüş buz mavisindeki sularının üzerinden Kadıköy yakasına geçiyoruz.

Birden, kardan ıslanmış zihnimin kanatları kuruyuveriyor, kapanıyor, tenim ısınıyor. 1963 yılındayım. Yoğurtçu’da, cadde üzerindeki bahçeli evimizde, pencere kenarında kanepeye dizlerimi çökmüş, dirseklerimi pencere pervazına dayamış lâpa lâpa yağan karı seyrediyorum. Salonun diğer köşesindeki odun sobasının çıtırtılı sesleri kulaklarımı, sıcaklığı bacaklarımı ısıtıyor. Mutfaktan annemin pişirmekte olduğu pandispanyanın rayihası yayılırken yanan odunların kokusunu bastırıyor. Kütüphanenin raflarından birinde duran kırmızı lâmbalı radyomuzda şu an ne olduğunu hatırlayamadığım ama kesinlikle romantik bir kış gününü anlatan bir müzik çalıyor. O kadar mutluyum ki... Şu an, ne masal okumama gerek var, ne de dinlememe. Manzara, kokular, müzik, her şey kendi başına yepyeni bir masal anlatıyor gibi. Caddenin diğer tarafında, yeni yapılmış bir kaç modern apartmanın aralarında kalmış konakları izliyorum, her birinin içinde yaşanan hikâyeleri düşünerek, insanlarının hayatlarını düşleyerek. Tam karşımızdaki eski köşkün ikinci katındaki pencerelerinden birinde yaşlı ev sahibesi, henüz yeni doğmuş torununu kucaklamış, benim gibi, karı seyrediyor. Öyle sıkı kucaklamış ki bebeği, onu tutarken sanki kendi yaşamına sarılıyor gibi... Bana öyle geliyor. Sanki, o minicik bedenine ve acizliğine rağmen bebecik babaannesinden çok daha kuvvetli.

Aynı bankta her mevsimden bir resim yaptırıyor bana

Anneciğim bir termosa sıcak sütlü kakao hazırlıyor. Mis gibi pandispanyadan bir kaç dilimi kolalı beyaz bir peçeteye sarıyor. İki minik yastık, resim defterim, kurşun kalemim ve silgimle beraber bir çantaya koyuyor ve evden çıkıyoruz. Elim annemin avucunda Kurbağalıdere’ye doğru ilerlerken, yumuşacık hışırtılarla botlarımı içine alan kar öbekleri, atkımla sarmalanmış ağzım ve burnumdan tekrar yüzüme yayılan sıcak nefesim içime sıcacık duygular veriyor. Kendimi çok şanslı hissediyorum. Kurbağalıdere Köprüsü’ne geldiğimizde anneciğim kenardaki bankın üzerindeki karları temizleyip minik yastıkları yerleştiriyor. Kar havayı yumuşatmış olmalı, ya da ben ılık hissediyorum, bilmiyorum. Annem sanki içimden geçenleri duymuş gibi: “Zaten çok kalmayacağız. Hemen bir eskiz yapar, kakaomuz bitince de toparlanırız.” diyor. Benim kartopu oyununu sevmediğimi biliyor. Resim bahanesiyle kar zevkini yaşamam için fırsat yaratıyor. Birilerine kartopu atmaktan hiç haz almadığım için, oynayanlara katılıp sadece kartopu yemenin de aptalca olduğuna inandığımdan, hiç oynamamayı tercih ediyorum. Ama kardan adam yapmayı seviyorum. Döküm, oymalı korkuluklarıyla bana masal yolunu hatırlatan bu köprücüğü çok seviyorum. Annem her mevsimden bir resim yaptırıyor bana burada, aynı bankın üzerinde. Yazla, sonbaharı yapmıştık. Şimdi sıra kışta. Sonra da ilkbaharı resmedeceğiz ve zaten yaz başı Nişantaşı’na yollanacağız. İleride bu kara kalem resimlere bakınca sadece Kurbağalıdere Köprüsü’nü de hatırlıyor olmayacağım ayrıca. Bu siyah beyaz çizimler bana karın ne kadar sıcacık, ne kadar sevgi dolu olabileceğini hatırlatacaklar...

Devamını Oku

Yeni yıl dileklerim

3 Ocak 2015

Sevgili okurlarım, 2015’in ilk Pazar gününde hepinize merhabalar!

Umarım her birinizin hanesine huzurla, mutlulukla, sağlık ve bereketle gelmiş olsun yeni yıl. Umutları tükenmiş olanlar varsa geçen yıl, tazelenmiş olsun hayâlleri. Var ise kırılmış kâlpler, onarılsın. Acı çekmiş olanlar teselli, hasret çekmiş olanlar kavuşmalar yaşasın. Düşmüşse birilerinin aklına kin, nefret, intikam duyguları; yeniden huzura kavuşsunlar. Varsa yolunuza çıkmak isteyen şeytaniler, şeytanla beraber sizden uzaklaşsınlar. Başkalarına, dünyaya mutluluk sunmak isteyenlerinizin yolları açık, koruyucu melekleri çoğalmış olsun. Aşkı hâlâ bulamadığına veya kaybettiğine yanıp yakılanlar, yüreklerinizi yeniden kanatlandıracak, ayaklarınızı yerden kesecek ve sizinle kalacak bir aşkla gelmeye hazır olsun bir âşık. Sevgiyle dolsun, taşsın kâlpleriniz. Bedenlerinizi, ruhlarınızı ve cüzdanlarınızı ele, güne muhtaç etmeyecek bir bereketle gelmiş olsun yeni yılınız. Hayırlı kazançlarla donanmış olsun bereketiniz. Daha çok güzellik yaşamaya, daha çok güzel dostlarla, sevdiklerinizle daha çok vakit geçirmeye zamanınız olsun bu yıl. Güzellikleri, mutlulukları, bereketi yaşamak şansı olmayanlara el uzatmaya, imkânsızlıklarına çare bulmaya, yaralarını sarmaya olanak versin imkânlarınız ve duyarlılığınız... Sahip olabildikçe paylaşmak fırsatınız çoğalsın. Yaşamda yıpratıcı, yıkıcı, yok edici, negatif ne varsa, bunlara teslim olmadan karşı durabilin ve teraziyi, sabır ve inatla, güzelden, yaratıcılıktan, yapıcılıktan, pozitiften yana ağırlaştırma gücünüz hep taze kalsın.

Özgürlüğün olmadığı bir yaşamda hayal kalmaz

Bütün bunları gerçekleştirmeniz birilerinin hoşuna gitmeyecektir elbette. Çünkü, her zaman sizin mutsuzluğunuzdan, düşkün, muhtaç durumunuzdan, umutsuzluğunuzdan, yalnızlığınızdan ve bedbinliğinizden gizliden gizliye keyif alacak birileri olabilir. Kendiniz için, sevdikleriniz ve toplum için yapmadığınız veya yapamadığınız her olumlu davranışın ve seçimin boşluğuyla yaşama geçecek istifadeci bir kötülük, bir negatif olacaktır. Şayet bu dileklerin peşinde koşmazsanız, sizin her geri durduğunuz kapıdan geçip aksini yaşatmaya programlı nice insan var. Hiç bir şey için değilse bile, onlara fırsat vermemek uğruna umutla beslenip güzel dileklerinizin peşinden gitmelisiniz.

Devamını Oku

Yeni yıl yaklaşırken

20 Aralık 2014

Duygularımı en yoğun yaşadığım zamanlarındayım yılın. Hayâllerim çoğalıverir ileriye dönük. Anılarımın arttığını hissederim. An ve an duygularım yoğunlaşır, yeni yaşadıklarımın dahi mazi olup eski yılda kalacaklarını bilerek. Dinlediğim müzik, içinde olmadığı kadar burukluk barındırır, bir o kadar da neşe. Tek duyguyla hatırlanmak istemez melodiler. Hüznü de, keyfi de sahiplenirler. Hayâllerimin henüz gerçekleşmemiş olanları bitmekte olan yıla biraz sitemle bakar ama bir o kadar da coşkuyla yaklaşırlar gelmekte olana. Âdeta koşarak kucağına atlamak isterler yeni yılın, bir an evvel gerçekleşmek arzusu ve gerçekleşeceklerine inançla. Bu sene ayrıca kırgınım bitmekte olan yıla. Anneciğimi aldı benden diye. Ama aynı zamanda müteşekkirim... On ayı boyunca Lemanuçka’mızı bizde bıraktığı için... Ve şükran duymaktayım sahip olduğum diğer sevgileri bana bağışladığı için. Şimdi onları “Daha çok seviyorum.” demiyorum zira zaten sevgimin en sınırsız büyüklüğünde sevmekteyim. Belki de deniz ve dalga örnekleriyle anlatabilirim bu farkı:

‘O kadar çok dalgayım ki’

Çırpın çırpın kaynaşan, birbirini sarıp sarmalayıp bir diğerinin içinde devrilip bir diğerine karışan coşkulu dalgalar gibiyse sevgim, şimdi açıklardan kopup gelen, kabarırken sudan oluşmuş bir dağ cüssesiyle yükselip sonra sakince, sanki okyanusun dibini de beraberinde taşır gibi, ağır ağır, uzun dalga boylarıyla yayılan ve tekrar yükselmeye geçen okyanus dalgaları gibi. Her bir dalgam kendi içinde bir sevdiğimi barındırıyor. Çocuklarım, sevdiceğim, torunlarım, can dostlarım, beni yüreklerine almış okurlarım... Hayatıma sevgi vermiş, veren ve sevgimi kazanmış olanlar... O kadar çok, o kadar çok dalgayım ki; ağırlaştığımı hissettiriyor bana. Biraz yavaşlatıyor beni bu ağır zamanlar ama içimi dinlememe izin veriyor sakin aralıklarda. İçimde, çok konuşmayı sevmeyen ama konuşunca da akıllı şeyler söyleyen abdal kimliğim dilleniyor bu durağan gibi hissettiren ama çok derin yaşanan zamanlarda. Bana beni anlatıyor, geçtiğimiz sene boyunca benden memnun kalıp kalmadıklarıyla. Hesaplaşıyor ben, benimle. Artılarım, eskilerim, artıklarım, arttırdıklarımla, eksiklerimle... Taze yaşanmış kadar yakınıma getiriyor hepsini. “Anladım” deyip teşekkür ediyorum içimdeki dervişe. Her zaman olduğu gibi bu sene de vaz geçeceklerim var, hiç vazgeçmeyecek olduklarım da. Bu sene, yeni yılda sarılıp sahipleneceklerimin, vaz geçeceklerimden çok çok daha fazla olması sevindiriyor beni. Hani neredeyse vazgeçeceğim bir şey yok gibi. Demek ki bir sene evveline kıyasla daha akıllı yaşamışım bitmekte olan yılı. Vazgeçmem gerekecek insanlarla, ‘şey’lerle bağlamamışım kendimi. Bu durum beni yaklaşmakta olan yılla ilgili daha da keyifli kılıyor. Böyle akıllı yaşamaya devam edersem, önümüzdeki sene bu zamanlar hayatımdan neyi atıp, neyi saklayacağımı düşünmek zorunda bile kalmayacağım demektir. Bunu şimdiden duyumsuyor olmak bile kapıyı vurmak üzere yaklaşan yılla ilgili heyecanlarımı artırıyor. “Keşke”siz, “acaba”sız geçen bir yıl insana yaşadığı ve ardında bıraktığı zamanı çok değerli kılıyor. Bu arada bir şeyler üretebildiyseniz, birilerinin yüreğine dokunup, birilerinin zorluğunu aşılır kılabildiyseniz, umut verdiğiniz birileri olmuşsa daha da zenginleşiyor geçen yıl.

‘Benim kanatlarım mı var?’

Devamını Oku

Cihangir’in konuşan tarihi

13 Aralık 2014

Bazen yaşayıp bitirdiklerimiz masal olur, bazen de masal içine düşüveririz yaşarken. Anlayamayız, hangisi masal, hangisi gerçektir. Bir masal vardır da, biz ona misafir mi olmuşuzdur başka bir zaman diliminde, yoksa, soluduğumuz zamanı masala mı çevirmişizdir, fark edemeyiz... Kimi, sesler, kokular, dokular, renkler, bizi, gerçekle düş arasında böylesine tatlı bir sersemlikle mest edebilir. Bazen de mekânlardır bize bu hoş sergüzeşt duyguları yaşatan. Çünkü mekânlar, bütün bu masal renklerini, kokularını, dokularını, seslerini bağırlarında barındırırlar. Artık orada olmasa da bazı şeyler, kimi insanlar ve yaşanmışlıklar zamanın içinde izini bırakıp öyle gitmişlerdir mekânın anı fotografında. Öylesine kuvvetli kazınmıştır ki anılar, âdeta dövme yapılmış gibidir zamanının hafızasına. Geçmişini bilmeseniz, orada doğup büyümemiş, hâtta orada daha evvel hiç oturmamış dahi olsanız, içine girdiğiniz an, sizi masalının içine alır bu mekânlar. Konuşmaya başlar sizinle. İstediğiniz kadar söz anlamaz olun, istediğiniz kadar zamandan yana telaşınız olsun, sizinle konuşur ve dinletir kendini size. Şaşarsınız sustuğunda, “Ben ne kadar zamandır buradayım, bütün bunları ben yaşadım mı, yoksa sadece masal mıydı dinlediğim? Düş mü gördüm, bir masal mıydı anlatılan, yoksa ben bir masal mı yazdım farkında olmadan... diye zihninizde sorular üşüşür. Hâtta mırıldanırsınız aklınızdan geçenleri, mekânın dışına doğru giden yolda ilerlerken, ardınıza bakıp, düş ülkesini geride bıraktığınız için pişman... ve işte o an... durursunuz... Tekrar önce geriye, sonra da, sizi o masaldan çıkaracak önünüzde uzanan giden yola bakarsınız ve fark edersiniz ki, siz, oradan ayrılmak istemiyorsunuzdur. İçine girmek, parçası olmak istediğiniz masalı bulmuşsunuzdur, artık terk etmek istemezsiniz. “Ben burada kalmak, hep burada yaşamak istiyorum.” dersiniz. Yol, kaldırımların parke taşları, binalar, çatılar, mahallenin kedileri, hepsi sizi davet etmektedir sanki, “Gel, bizimle yaşa” diye... İşte.. Benim için böylesine mekânlardan biridir Cihangir...

Fotoğraflar: Barış ACARLI



Cihangir’in beni tarihe çeken dünyası ile tanışmam, yıllar yıllar önce, Fındıklı sahilinde bugün D.G.S.A bünyesinde olan binaya, Atatürk Kız Lisesi’ne girişimle olmuştu, semtte oturan birkaç arkadaşım sayesinde. Bu arkadaşlardan gazeteci Gül Demir’le, birbirimize sevgimizi, güvenimizi, yıllardır devam ettirdik ve pekiştirdik. Canım arkadaşım Gül, bir arkadaştan da ötedir benim için. En güvenilir, en yakın, gerçek aydın dostlarımın başında gelenlerdendir. O hep Cihangirliydi ve hâlâ daha Cihangirlidir. Semtle özdeşleşmiştir âdeta. Bana gelince, ortaokul, lise yıllarında misafir gezindiğim bu semtte, o günlerden yıllar sonra bir gün en masalsı apartmanlardan biriyle kaderimin bağlanacağını o gün nasıl bilebilirdim ki... Hem de büyük bir aşkla... Tutkuyla... Hiç Cihangir’de yaşamamış olmama rağmen, sanki Cihangir kurulduğundan beri orada bir yerde, sokaklarından birinin bir köşesinde, yaşamışım kadar bağlılık hissettiğim ve nostaljik bir sahiplenme duygusu yaratan aşırı bir duygusallıkla... Sanki bir balkonundan yıllardır Boğaz’ı, tepelerini, yalılarını, Marmara’ya açılan derinlikte Kız Kule’sini, Haydarpaşa’yı, diğer tarafta Yenicami’nin minarelerini, Topkapı Sarayı’nı seyretmişim, manzarayı, tarihiyle beraber içime çekerken, nice fincan kahveyi, nice kadeh içkiyi yanında meze yapmışım lezzetiyle...

Devamını Oku

Yağmurda saklanan hayâl

6 Aralık 2014

Sağanak yağmura karışan hırçın dalga sesleri gecenin karanlığını aşıp odamıza suyun tuzunu, iyodunu ve saflığını bir arada getiriyor. Keyifle içime çekiyorum rayihayı. Sadece aşkla tabiatı yaşamanın keyfi değil hissettiğim. Hep hayâllerimden biri olan özel bir ânı yaşıyor olmanın verdiği tatmin dolaşıyor burun kanatlarımda, kulaklarımda, yüreğimde. Evet, bunca sene bu kadar yer gezmeme, bir çok değişik coğrafyada, farklı iklimlerde, farklı mevsimlerde bulunmama ve hepsinin hakkıyla tadını çıkarmama rağmen, her nedense bu gecenin bu anının verdiği duygu hayâlimde olan, yaşamayı azu ettiğim küçük lezzetlerden biriydi... ve yaşıyorum işte... “Bu hayâli kurulacak bir şey mi?” diyebilirsiniz. Benim için; evet... Geldiği zaman sürpriz olan küçük detayların hayatı ne kadar güzelleştirdiğini biliyorum. İşte, bir yaz mekânında, yazın kalabalık yorgunluğundan, güneşlenme ve denize dalma telaşından uzak bir mevsimde, haftanın hangi gününde, günün hangi saatinde olduğumuzu önemsemeden, dalgaların sesini ve yağmuru dinleyerek, hiç uyanmak zorunda değilmişcesine huzurla uyuyabilmek benim hayallerimden biriydi ve bunca sene bu muhteşem sürprizle karşılaşmamış olmanın da getirdiği bir beklentiyle şu anda ölçülemeyeek bir keyifle gözlerimi açmadan tadını çıkarıyorum. Bazen çok sade, varlığı da çok ehemmiyetsiz gibi görünen hayâller, aslında çok nadir yaşanabileccek ve yaşandığı zaman da devleşecek hayâllerdir. Bu onları çok özel yapar. Aynen, şu anda, bir yazlık mekânda, gecenin sabaha doğru oldukça ilerlemiş bir saatinde, sevdiceğimle beraber bu kış ânının tadını çıkarıyor olmamız gibi... İnsana ait her sesten, her gürültüden ve koşuşmadan uzak, sadece tabiatın kışını dinleyerek, koklayarak, dalgalara ve yağmura dokunarak yaşamak... Muhteşem bir duygu, çok özel bir an, çok özel bir tatmin... Dilerim herkes, “bu da hayâli kurulacak şey mi?” denecek minyatür hayâller kurabilsin. Sonra o minicik hayâller gerçekleşiverdiğinde o tarifi olmayan keyfi, mutluluğu yaşayabilsin. Kim bilir, belki siz de karşılaşıyorsunuz da, hayâlini kurmadığınız için sevincini yaşayamıyor olabilirsiniz.

Ata’mızdan size selam getirdim

Selânik kıyılarından yukarılara doğru çıkarken tarihin bize eşsiz armağanı büyük insanın ayak izlerini de izliyorum. Atatürk’ün doğduğu eve doğru ilerliyoruz, sevdiceğimle. İkimiz de çok yakından tanıyıp, çok çok sevdiğimiz ve aramızda olmadığı için her geçen gün daha fazla hayıflandığımız bir aile büyüğümüzü ziyarete gidiyor duygusundayız. Ancak bu duygumuz hep resimlerinden bildiğimiz pembe boyalı iki katlı evin önüne geldiğimizde âdeta bir mabede giriyoruz hissine dönüşüyor. Yaradan’ın zamana, tarihe, dünyaya armağan olarak gönderirken bize bahşettiği eşsiz varlığın dünyaya gözlerini açtığı ev, tatlı bir yağmurla ıslanan Selânik kışında görünen sadeliğinin çok üzerinde bir ihtişam anlatıyor. Çok sade fakat rafine bir hayatın yaşandığını gösteren evi dolaşırken Ata’nın özel eşyalarının teşhir edidiği bir kaç vitrinde sergilenen objeler, O’nun dillere destan şıklığını mal edinme hırsından ne kadar uzak bir asaletle yaşamış olduğunu bir kez daha gösteriyor. Acaba diye düşünüyorum, Atatürk’ten sonra hiç olmadı ama, bundan sonra bir devlet başkanımız daha çıkacak mıdır, O’nun gibi tüm varlığını Türk milletine miras bırakacak? Atatürk’ü, ne ondan önce, ne de ondan sonra gelen ne komutanlarımız, devlet adamlarımız, ne eğitimcilerimiz, ne demokrasi, ne kadın, insan hakları savunucularımızla kıyaslarım. O ancak takip edilebilir, taklit edilebilir, özenilir veya maalesef nefret edilir. Yıllar önce Mısırlı bir arkadaşın, kendi devlet başkanları Nasır’ı Atatürk’le kıyaslayarak anlattığı üniversite tezinin giriş yazısındaki şu cümle belki bizim yerli tartışmacılara ve megalomanlara örnek olur diye paylaşıyorum: “Tarih taklitlerle doludur ama orjinal her zaman tektir.”

Tek ve benzersiz O büyük adamdan, Atamız’dan hepinize selamlar var.

Devamını Oku