Bu kitabı okuyanın yaşamı değişecek!

22 Mayıs 2004

Güneş pırıl pırıl. Mevsim harika. İçim kıpır kıpır. Konu okumak olunca canım, ağır eserlere girmek bile istemiyor" diyenler için muhteşem bir önerim var. Kitabın adı "30 Mumlu Pasta", yazarı Banu Özdemir. 195 sayfa. Bir başladınız mı bırakmanız mümkün değil. Banu, ev hanımı annesinin yönlendirmesiyle "İlk önce eğitim tamamlanacak, sonra da çalışarak özgür olacaksın kızım" sözleriyle yüksek tahsilini bitirdikten sonra iş yaşamına giriş yapar ve hızlı adımlarla mesleğinde yükselir. O toplantı senin bu toplantı benim. Paris'e, Tokyo'ya seyahatler, iş bağlamalar, kendi dairesine geçme, altında arabası, elinde her ay kazandığı yüksek maaşlar, primler, ikramiyeler... Banu bir de bakar ki yaşı otuza gelmiş. Bir kulak vermiş ki annesi şimdi de başka bir melodi çalıyor: "Artık evlenip yuva kurmalısın kızım. Anne olmalısın yavrum."Hoppalaaaa! Firene basma, başka bir sese kulak verme! "Kadınlar 35'inden sonra çocuk doğurmamalılar." Duble Hoppalaaaa! Tüm kadın doğum uzmanları aynı nakaratı durmaksızın yineliyorlar. Banu da bir panik başlar! Aslında Banu burada bir sembol. Yaşadığı endişeleri, kendi platformundaki tüm arkadaşlarının yaşadığı bu sendromu konu olarak işlemiş kitabında. Komik mi? Hem de nasıl!!! "Kentli, kariyerli ve bekâr kadınların otuzlu yaş halleri" diyor kapakta. Üç beş arkadaş deneyimine dayanan bir kitap değil "30 Mumlu Pasta", 50 kişiyle yapılmış bir araştırmanın sonucu.İlginç bulguları var Banu'nun. Kendisi gibi başarılı iş kadınlarının oturdukları dairelerin dekorları, üç aşağı, beş yukarı aynı düzende. Nasıl yani? Bol bol mum! Misafirler gelince, mum ışığında ağırlanıyor. Her tarafta mum var. Yermez. Tütsü tarçınlı, baharatlı, naneli iğne yapraklı tütsüler her akşam yakılıyor.İkram, hemen hemen hepsininki aynı. Bu kadınların mutfağa girip, saatler geçirecek vakitleri de istekleri de yok! Gelsin fındık, fıstık. Gitsin panço, cips. Aç paketi, doldur etnik kaseleri. Acıkan mı var İşte, "havuç, salatalık, roka yüklü" sebze tepsisi!Bazen yıkarsın, bazen soyarsın, iki limon, bir tuz. Olay bitmiştir! Öyle dolma sar, imam bayıldı, içli köfte... Deli misiniz ayol! Hayatta yapacak o kadar daha değerli işler var ki! Mutfağa esir olamaz bu kadınlar. Onlar İtalyanca, Fransızca, Japonca, Rusça kurslarına devam ederler.Harley'e biner, tekne kaptanlığı bröveleri alırlar. Pekin'i görmüş, Rio'da denize girmiş, para glidingi, buzda ve roller bladeyle kaymayı, Schumacher'in Ferrari pilotluğu kadar geliştirmişlerdir. Alın bunlan yemekte Prens Charles'in sağına oturtun. Camilla arka kapıdan postalanır. Bakım düşkünü kadınlar bunlar.İlla spor kulübü! Arada bir yoga. Muhakkak masaj. Kaçınılmaz manikür, pedikür. Kremler en pahalısından, kokular en egzotik. Kuaför, tercihen her sabah. Hemen hemen hepsi san meçli! Hele bir saç krem-lenmesin? Asla ve kafa!Son çıkan kitaplar okunur. Sinema şarttır. Tiyatro arada bir. Neden? Davetlerde konu açılıyor da ondan. Aval aval bakamazsınız. "Evet evet, gördüm tabii. Hatta şu noktasına itirazım var..." diye başlayacaksınız. Atmak olmaz! Yutmazlar!Becerikli ve pratik kadınlar bunlar. Toplantıyı takip ederken kafalarında binbir tilki döndürebilen çağdaş kadınlar bunlar. Toplantıya, söylemleriyle damgalarını vuran kadınlar bunlar. Gelgelelim anne sözleri, alt beyinde durmadan tekrardadır. "Evlenip yuva kurman gerek. 35 yaş var ya? Haaa!!" Bir de etraflarına bakarlar ki, "Aaaa, doğru düzgün erkek kalmamış." Nereye gitti bunlar? Kaçırdık mı treni yoksa?Banu Özdemir, genel durumu çok güzel analiz etmiş. Kadınsı hatalara da işaret etmiş. Çareler de önermiş. Örnek veriyorum: "Çok akıllı bir kadınsınız. Müthiş bir kariyeriniz var. İyi kazanıyorsunuz. Hoş ve alımlısınız. Erkeğin ilgisini çekmeyi başardınız. O sizin dış görüntünüze bakıp, iç dünyanızın da çok zengin olacağını hayal ediyor. Belki aylarca peşinden koşuyor ve sonunda gönlünüzü çalmayı başarıyor. Mutlu son mu?Hiç kuşkusuz hayır! Çünkü çok büyük bir ihtimalle, ilişkinin içine girdikten sonra siz de aynen diğer kadınlar gibi davranmaya başlıyorsunuz. Erkeği alıyor ve hayatinizin merkezine oturtuyorsunuz. Tüm ilginiz onun üzerine yoğunlaşıyor. Aradı-aramadı! Görüştük-görüşmedik! Gitti-geldi! Takvime bakıp secere tutmaya başlıyorsunuz...."Demedim mi size? Herkes bu kitabı okumalı!Okuyucu mektubuİmar Bankası bonozedeleri feryat ediyor* Ben, İmar Bankası bonozedelerindenim. Bu konuda çok yazılıp çizildi fakat derdimize hâlâ çare bulunmadı. Devlet güvencesinde olan bir banka, gazetelerde aylarca ilan vererek hazine bonosu sattığını belirtiyor. Bunda vatandaşın suçu ne? Gelin görün ki, bu konuda yasa çıkarılırken ticari mevduat ve bunun üstündeki paraları garanti altına alıyor, hazine bonolarını kapsam dışı bırakıyor (tasanda bonoların da ödeneceği varken sonradan her ne hikmetse çıkarıldı). Bu konuyu lütfen köşenizden Başbakanımıza hatırlatmamızda yardımcı olur musunuz? (Çetin Tüner)* Başbakan durumunuzu dikkate alıp bir düzeltme yoluna gider mi? Onu bilemem. Tabii ki bonozedelerin paralarını geri alabilmelerini arzu ediyoruz. Paranın ağaçtan toplanmadığını biliyoruz. Kimbilir hepiniz ne çok fedakârlıkla bu paralan biriktirdiniz? Maliye Bakanımız Kemal Unakıtan sizin için bir formül düşünüyordur eminim. Bir haber gelirse köşemizden duyuracağız.

Devamını Oku

Sardunya kıskançlığı

21 Mayıs 2004

Oturduğumuz dairenin ön cephesinde küçücük bir balkonumuz var. İki iskemle atıp oturulacak büyüklükte değil. Ama yemyeşil yaprak ve rengârenk çiçeklerle dekore edilmeye müsait. Parmaklıklara asılı saksılarıma ilaveten, yan duvarımın üzerinde de üç saksı, yerde de 4 saksı var. Toplam 11 saksı, minik balkonumuzu doldurmuş durumda.En sevdiğim saksı çiçeği sardun yadır. Özellikle kırmızıları beni mest eder. Sardunya yaprağını elleyip, parmaklarımı koklamaya bayılırım. Başka hiçbir bitkide o iç açıcı taze yeşillik kokusunu bulamam. Bu bahar da TRT'nin yakınındaki bir çiçekçiden, henüz açılmamış ama tomurcuklarla dolu 14 adet sardunya fidesi aldım. Bitki vitamini, taze toprak, ellerim dopdolu eve geldim. 11 saksıya fideleri ekip, neticeyi beklemeye başladım.Karşı apartmanın birinci katındaki komşum da benim gibi. O da yatak odalarının arka pencerelerinde sardunya yetiştirir yıllardır.Sokakta karşılaşınca hem onunkilere hem de benimkilere bakıp, "Sizinki daha güzel", "Hayır hayır, sizinki daha güzel gelişmiş" deyip birbirimize güzel duygular aşılarız. Gelgelelim bu yaz bir değişiklik oldu. Karşı komşumun hemen yanındaki apartmana yabancı bir aile taşındı. Baktım o da yatak odasının penceresine 6 adet saksı koydu. Üzerinde pek durmadım. Geçenlerde sabah balkonumda çiçeklerimle haşır neşir olurken gözüm yeni taşınılan daireye takıldı. Tamer Karadağlı'nın kulakları çınlasın. "Anaaaaa! O da ne?" demek geldi içimden.İyice rahatladım...Niçin? Çünkü bu saksılardaki fideler, yün yumak boyunda, kıpkırmızı sardunyalarla bezenmişti. Nasıl olurdu? Benimkilere baktım. Çat pat, bir iki minik, küçük, patlamış patlayacaklar. Eski komşumun saksılarına baktım. Aynen benimkiler gibi. Tek tük! İçime bir hüzün, ruhuma bir kıskançlık girdi. O zaman, aklıma geldi. "Yahu bunlar yapmadır yapmaaaaa!" Çok kaliteli. Avrupa plastik sardunyaları almış, saksıya taze gibi sokuşturmuş, herhalde. Çünkü tazeleri bu kadar büyük, bu kadar yuvarlak, bu kadar canlı kırmızı olamaz. İyice rahatladım. Dün çekimden eve gelip arabamı park ederken eski komşumla karşılaştık. Üç beş sohbetten sonra, "Yeni taşınan komşunun sardunyalarının farkında mısınız?" dedim."Sormayın Ayşe Hanım. Her çıktığımda, gıptayla izliyorum. Bizimkiler öyle büyümüyorlar" dedi. Sesinde tanıdık bir hüzün vardı. "Hiç üzülmeyin. Onlar plastik yapma çiçekler. Yoksa böyle sardunya görülmüş müdür?" "Acaba?" İçinde bir ümit doğmuştu."Gelin bakın beraber kontrol edelim" diyerek ikimiz de kıpkırmızı sardunya saksılarının altına geldik. Benim boyum daha uzun olduğu için iyice uzanıp yakaladığım bir yaprağı iki parmağım arasında okşadım. "Anaaaaaa! O da ne? Sahi gibiydi, sahi!!!" Parmaklarımı burnuma götürdüm. Böyle kesif bir sardunya kokusuyla karşılaşmamıştım.Komşum, tedirgin tedirgin bana bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden parmaklarımı onun burnuna yaklaştırıp koklattım. Hektor ve Paris gibi başlarımızı öne eğdik. İkimiz bir anda, "Sahiciymiş! Haydi iyi akşamlar!" deyip evlerimize yöneldik.Okuyucu mektubuVergi vermekten yorulan bir vatandaşın mesajı* Geçen hafta gazetelerde, "Toplanacak verginin yarısı toplanamıyor" diye haber vardı. Demek ki tahakkuk edecek verginin yarısı alınabiliyor. Alınamayan kısmı yine vatandaşa rücû ediyor! Öyleyse bizim polise, maliyeye, belediyeye, devlet düzenini sağlayacak görevlilere yardımcı olmamız gerekiyor. Cumhuriyet ve demokrasi düzeni böylece daha sıhhatli çalışmaz mı? * "İş bilenin işine, bilmeyenin maaşına zammedilir" sözünü bilir misiniz? Vergi verenin vergisine, vermeyenin de vermemesine zammedilir!

Devamını Oku

Irak'ta durumlar zor ve karışık

20 Mayıs 2004

Çarşamba günü Washington'da, Irak'taki Ebu Garib hapishanesinde tutuklulara yapılan Cenevre Konvansiyonu'na aykırı hareketlerin soruşturmasına yetkili generallerle devam edildi. General Abizaid'e, Demokrat Senatör Evan Bayh şöyle yaklaştı: "Bir diktatörlüğü yıkmak ve hiç tecrübesi olmadığı halde, o ülkeye demokrasi getirmek için yapılan harekât planlamasında kullanılması tahmin edilen askeri güç miktarı yeterli miydi? Bana öyle geliyor ki, başından beri tüm hesaplar, gerçekleşenin çok altındaydı. Bu harekâtın cesametinin farkında mıydık? Belki de bu yanlış hesaptan doğan hallerdir bu gelişmeler."General Abizaid şöyle diyor: "Evet. Belki de ben yanlış hesap yaptım. Asker adedimiz yeterli değil. 21'inci yüzyılda böyle bir savaşı kazanmak için gerekli ön önlemleri almadan işe giriştik. Ön yapımız eksikti. Bir de şuna işaret etmek istiyorum. Uluslararası ordu birlikleri de yetersizdi. Bu askeri bir savaş değil, siyasi bir savaştır. İşin cesametini kavramak bile son derece zor. Ordumuzun gücü, askeri bir yenilgiye uğramayacak kuvvette ancak siyasi savaş kazanabilecek mi?" Senatör Bayh'in düşünce yapısına göre askeri gücünü Irak'ın her bir köşesine yığıp kuş uçurtmazsan, diktatörü hapse atarsan, haydi en iyi ihtimalle diyelim ki karşı grupları da etkisiz hale getirirsen Irak'ta demokratik bir rejim kurabilirsin. Yeni konzervatiflere kâğıt üstünde işlemesi çok muhtemel görünen bu plan, uygulamada gerçekleşemez. Neden?Çünkü Türkiye Cumhuriyeti demokrasisinin kuruluş deneyiminden biliyoruz ki bir ulus, bırakınız Bremmer'i, kendi içinden Mustafa Kemal gibi bir lider çıkarsa dahi, o doğru rotayı çizip halkını demokrasi kulvarında yürütmeye başlasa dahi, bu yürüyüşü yapması beklenen halkın da bir aydınlığı, bir bilgeliği, bir dünya görüşü, uyumlu bir tarafı, esprisi, olgunluğu, dünya insanıyla karışmışlığı, alışmışlığı, affedici ve hoşgörülü tarafı olması gerekir. Başarının yarısı lider ve kadrosu ise diğer yarısı da muhakkak ve muhakkak halkın ta kendisidir.Irak'ta genel kanı şu olmalı: "Bakın, bizim petrolümüz var. Yabancı güçler buna göz koydular. Yıllardır bizi eziyorlar. İşgalden itibaren de tüm petrol kuyularımıza ve gelirimize el koydular. Kendi malımızın ortasında oturuyor ama yabancı güçler tarafından yokluk içinde esir tutuluyoruz."Ben tam bu düşünceler içerisindeyken tekrar CNN haberlerine gözüm ilişti. Irak Geçici Konsey üyelerinden bir grup bugünlerde BM'ye bir ziyarette bulunuyormuş. Biliyorsunuz Irak'ın işletilen kuyularından çıkan tüm petrol gelirinin kontrolü BM'de. Konsey üyesini dinliyorum: "Petrolümüzü biz kontrol etmeliyiz. Bizim en büyük gelirimiz bu. BM'ye geldik ve bu isteğimizi dile getireceğiz."Son dakika: Irak'ta dün şaşırtıcı gelişmeler oldu. Irak Geçici Konsey üyesi Çelebi'nin evine CIA, FBI ve Iraklı polislerce yasal olmayan bir baskın gerçekleştirildi. Çelebi, bunun üzerine düzenlediği basın toplantısında, BM'nin petrole karşılık gıda programında yolsuzluklar yapıldığını ve bunu yakında açığa çıkaracağını, ABD'ye teşekkür ettiğini ancak Irak'tan çıkıp gitmeleri gerektiğini, Irak'ın kendi yöneticiler tarafından özgürce idare edilmesinin şart olduğunu belirtti. Çelebi, baskında kan dökülmesine ramak kaldığını da sözlerine ekledi. Koalisyon sözcüsü Dan Senor ise baskının Irak emniyet güçlerince yapıldığını belirtti.Irak'ta durumlar son derece zor ve karışık.Sayın Erkan Mumcu'nun dikkatine!Geçen gün, "Truva" filmiyle ilgili yazımda belirttiğim yöredeki çirkin kahverengi tahta atın yerine, filimde görünen gri renkli atın kopyasının yapılıp tarihi bölgeye yerleştirilmesi gerekliliği üzerinde hassasiyetle durmuştum. Bana gönderilen birçok mesajda, vatandaşların da bu konuda benimle aynı fikirde olduklarını memnuniyetle gördüm. Gelecek olan turistler filimdeki atı görürlerse çok heyecanlanacaklardır. Bir çok okuyucu atı, yapımcı firmadan istememizi öneriyor ancak bence senaryo gereği bu at yakılmıştı. Türk ustalarının resme bakarak atın aynısını yapabileceklerine eminim. Yoğun okuyucu ilgisine de çok teşekkür ediyorum. A. Ö.

Devamını Oku

Garanti belgelerinizi saklıyor musunuz?

19 Mayıs 2004

Haluk ile bir konuda o kadar farklıyız ki, gerçekten şaşarsınız! Mutfağa elektrikli bir alet aldığımızı farzedin. Bu alet ister hamur yoğurma veya ekmek pişirme makinesi olsun, ister ekmek kızartma makinesi olsun, ben aleti derhal fişine sokar, içine iki dilim ekmeği atar mutfaktaki diğer işlerime girişirim.Haluk ise hiçbir aletin çalıştırma talimatını okumadan hiçbir fişi, hiçbir prize sokmaz. Bu yetmezmiş gibi bütün garanti şartlarını ve kartlarını da gözden geçirmezse o gece uyuyamaz. Bana gelince, garanti belgelerine hiç dikkat etmem. Çoğu yanlışlıkla, aletin geldiği kutunun içinde çöpü boylamıştır. Böylesine müthiş bir fark vardır aramızda. Geçenlerde bir portakal sıkma makinesi aldık. Derhal fişini soktum prize tabii. Portakallan ortadan bölmeye başlamıştım ki, Haluk mutfak kapısından başını uzattı."Neeeeee? Ne yapıyorsun Ayşe? Ben daha talimatı okumadan, kullanmaya kalkma o aleti!""Amaaan Haluk. Ne var ki bunda? Portakalları ikiye bölüyorum ki, hemen suyunu içebilelim. İşler kolaylaşıyor böylece şekerim.""Dur, dur bakayım. Bir dakika! Ver şu talimatı bana. Bakalım voltajı doğru mu? Kordonu doğru takılı mı? Garanti kâğıdı nerede, garanti?""Amaaaan Haluk! Ne garantisi ayol? Bu alet en aşağı 2-3 yıl işimizi görür. Portakalına buz koyayım mı?""Ahh Ayşe ahh! Garanti belgesini ver bana bakayım. Nerede?""Bir bakalım önce hem sağa, hem sola dönüyor mu?""Ayşe? Garanti belgesi, işletme talimatı... Nerede bu kağıtlar? Yoksa attın mı gene onları?""Bilerek bir şey atmadım...""Anladım zaten. Kutusu nerede, bu aletin kutusu?""Kutusunu aşağıya, çöp bidonuna gönderdim.""Aşağıya gitti mi bile? Hay Allah, şimdi çöplerin arasında aramam gerekecek kutuyu! Bana sorsana Ayşe? Hep böyle yapıyorsun!"Bu sözlerle Haluk dört kat aşağıya inip, kutuyu bulur, hem talimatı hem de garanti belgesini alıp yukarı geri gelir. Salona girip en sevdiği koltuğa oturur. Okuma gözlüklerini takar. Kullanma talimatını okumaya başlar."Halukçuğum, bardağını sehpana koydum. İçsene portakalını!"Haluk içmeye başlar ve der ki: "Harika olmuş. Hine sağlık. Şu talimatları okumadan bu aleti işletme Allah aşkına Ayşe! Yıllardır hep aynı şeyi yapıyorsun."Ben için için gülerim. O da talimatları okuyup durur. Bu konuda farklıyız dedim ya...Düzeltme: 18 Mayıs Salı günkü, "Yunan mı, ton mu, Türk mü?" başlıklı yazımla ilgili dün bir düzeltme yayınlanmasını telefonla rica etmiştim. Bu düzeltmede, Kral Priamos'un sözlerinin Paris'e ait olduğu belirtiliyordu. Halbuki benim düzeltmem, ağabeyim Uluç'un Kral Priamos değil, Paris olduğunun farzedilmesi gerekliliğiyle ilgiliydi. Bir yanlış anlama sonucu ortaya çıkan bu durum nedeniyle tüm okuyucularımdan tekrar özür diliyorum.Okuyucu mektubu"1 milyar 400 milyonumu ödemediler"■ Hırsızlar, komşumun aracını çalma teşebbüsü sırasında benim park halindeki aracıma çarpıp kaçtılar. Her iki aracın da kaskosu yok. Güneş Sigorta eksperi, hasar ödenir deyince 1 milyar 400 milyon liralık bedeli ödedim. Ama Güneş Sigorta hâlâ ödeme yapmadı. Lütfen mağduriyetimi köşenizden duyurunuz. (Muzaffer Dede)* Evet, Güneş Sigorta yetkilileri, okurumun iddiası böyle. Niye, önce "öderiz" deyip, müşteri parayı verdikten sonra ödemiyorsunuz? Bunun vebali müşteriye mi aittir? Bir açıklama lütfeder misiniz?

Devamını Oku

Vatandaşlarımız daha temiz olmalı...

18 Mayıs 2004

Uzun yıllar dış ülkelerde yaşadıktan sonra İstanbul'a döndüğümde en fazla hayret ettiğim neydi biliyor musunuz? Biz üçüncü katta oturuyorduk. Yan tarafımızdaki apartmanın beşinci katında oturan hanımın, evin tüm çöpünü bir poşete tıkıştırıp balkondan sarkarak, iki apartman arasında, köşe kaldırımdaki kapağı doluluktan yarı açık duran çöp kutusuna nişan alarak fırlatmasıydı. Tüylerim ürpermişti. Tabii ki torba bidonun yanına patlayarak varmış, tüm pisliği, bütün haşmetiyle kaldırıma yayılmıştı. Yer Arnavutköy'dü ve saat sabahın 11'iydi.Aynı hayret verici manzaraları özellikle son zamanlarda, Çanakkale Şehitliği'nde görmek mümkün. İstanbul'dan, Bursa'dan, İzmir'den velhasıl ülkenin her köşesinden her gün ve her hafta sonu, yüzlerce otobüs şehitlerimizi ziyarete geliyorlar.Bu ziyaretçiler, dinlerine bağlı, şehitlere saygılı, takdir ve huşu içinde gelen vatandaşlarımız. Ama bir de yöreden ayrıldıktan sonra geride bıraktıkları çöp yığınlannı görseniz, "Müslüman böyle mi olmalıdır? Hani temizlik imandan gelirdi?" dersiniz. İnanınız bana, tam Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne kıvrılan yokuşun solunda yer alan piknik alanını, vatandaşlar pikniklerini yaptıktan sonra bir görseniz veya otobüsler aynldıktan sonra Seddülbahir köyü meydanına bir baksanız, gözlerinize inanamazsınız.Çok utanıyorumOysa piknik alanının bulunduğu yerdeki büfenin sahibi, bu leş gibi kirlenmeye mani olmak üzere bölgeye 5 değil, 6 değil tam tamına 9 kocaman çöp bidonu koymuş. Ama ne fayda? Sen pisliğini, kağıdını, kola şişeni, peçeteni, yumurta kabuğunu, salatalık kabuğunu, portakal kabuğunu, sucuğunu, dolmanı, yarı ısırılmış EKMEĞİNİ doğru düzgün bir çöp torbasına koyup, en çok 30 adım yürüyüp o bidona atmazsan senin havadaki kargadan, sudaki balıktan, topraktaki böcekten farkın kalmaz! İnan bana burada değilse bile öbür tarafta bunun hesabını sana sorarlar.O kadar utanıyorum ki, anlatamam. İnsanlığın, vicdanın, uygarlığın en basit bir ölçüsü sayılabilecek bu hareketi yapmaktan aciz, ihmalkâr ve düşüncesiz bir toplum muyuz?! Kendi pisliğinizi toplayıp, çöp bidonlarına atınız. Sizden sonra gelen misafirler de var. Hiç kimse sizin kuyruğunuzda bıraktığınız pisliği toplamak zorunda değil. Her birinizin başına polis dikmemiz de mümkün değil.İnsanlığınıza, düşünce kabiliyetinize güvenmekten başka hiçbir şansımız yok. Halkını yöreye gönderen belediye başkanlarından rica ediyorum. Otobüs şoförlerine hatırlatıyorum. Lütfen her koltuğu dolduran müşterinize birer sanayi boyu çöp torbası hediye edin ve en kutsal yöremizi, bu pislikten kurtaralım. Yetti gayri!Düzeltme: Dünkü "Truva" filmini konu alan yazımda geçen, "Çok savaşlar yaptık, toprak için, şerefimiz için... Şimdi de aşk için yapacağız. Bu da iyi bir sebeptir..." sözleri Priamos değil, Paris tarafindan söylenmektedir. Düzeltir özür dilerim.Okuyucu mektubu'Sınav giriş belgem, sınavdan sonra geldi'■ 9 Mayıs Pazar günü yapılan LES sınavına için zamanından önceden müracaat etmiş, "sınav giriş belgemi" alma için bankaya 50 milyon lira yatırmıştım. Ama maalesef bu belge, sınav gününden bir gün sonra elime geçti. Parama mı yanayım, kaçırdığım çok önemli sınavın yaratacağı umutsuzluğa mı? Bir hafta önce Acıbadem PTT yetkililerini arayarak evrakımı sorduğumda bulamadıklarını söylemişlerdi. Nedirbu sorumsuzluk? (Özge Önal)* Çok üzüldüm. Haklısınız. Yetkililer sizden özür dilemeli ve paranızı iade etmeli. Ancak bu hiçbir zaman kaçırdığınız sınavın yaşamınızda yaratacağı umutları ve istediğiniz geleceği geri getiremez.

Devamını Oku

Yunan mı, İon mu, Türk mü?

17 Mayıs 2004

Truva filmini gördüm. Çok beğendim! Bu topraklarda geçen benzer konuları işleyen filmler furyasının başlamasını istiyorum. Bu filmin İngilizlere, Anzaklara, Fransızlara, Ghurkalara vs. ithaf edilmesini istiyorum. Neden? Çünkü Birinci Dünya Savaşı'nda Ege kıyılarımıza göz koyarak gelen armadanın gerekçesi, Alman harekâtına ilaveten Yunanlıların özellikle İngiltere ve Fransa hükümetlerine yaptıkları kulis ve baskı sonucu gerçekleşmiştir ve 250 bin yabancı asker topraklarımızda yaşamını gereksiz yere yitirmiştir.Filmi izleyecek her dünya vatandaşı, Çanakkale ve Ege kıyılarımızın adeta doğuştan Yunanlara ait olmadığını esaslı bir biçimde anlayacaklardır. Bu topraklar aslen burada doğup, gelişip, büyümüş İon halkına aitti. Rahmetli Halikarnas Balıkçısı Çevat Şakir Kabaağaç, söylem ve eserlerinde bu gerçeğin batılılar tarafından kabulü için didindi durdu. Bir türlü kabul ettiremedi. Daha çok İngiliz arkeolog ve tarihçilerin hazırladığı tarih kitaplarında bu yöre her seferinde, "Grek / Yunan" olarak tanımlandı. "Truva" filminde ise gerçekler ortaya çıkıyor.Gelelim eleştirilerime: Paris rolünde daha yakışıklı bir aktöre ihtiyaç vardı. Helen'in o bızdık, çelimsiz, karizması olmayan Paris'e aşık olması bence gerçekçi olmamış. "Yüzüklerin Efendisi" bir yana, Priamos'un oğlu diğer yana. Bence olmamış!Hele Kral Priamos'un, "Çok savaşlar yaptık, toprak için, şerefimiz için... Şimdi de aşk için yapacağız. Bu da iyi bir sebeptir" sözleri daha da ilginç geldi bana. Değerli Haluk Şahin de Troyalıların Türk kökenli olmalan ihtimalini ileri süren tarihi kaynakları belirtiyor. Bence bu mümkün değil. Çünkü Kral Priamos'un ılımlı reaksiyonunu Türk asıllı babaların gösterme ihtimali kanımca pek yoktur. Rahmetli babamı ele alalım. Ağabeyim Uluç, Priamos'un yerinde olsaydı ve yeni barış paktı yapılan bir hükümdarın hanımıyla kaşla göz arasında ilişki kurduktan sonra gemisiyle kaçırsaydı, babacığım ağabeyimin haddini bildirirdi.Çirkin ki ne çirkin"Heyyytt! Paris (veya Uluç!!!) Ne oluyorsun sen? Deli misin oğlum? Kendine gel. Bir ilginç duygu yüzünden tüm ülkeni ateşe atamazsın. O kadınla beraber ya geri dön ya da çık git buradan" derdi ve muhteşem bir İon medeniyeti de iki günlük bir bakışma neticesi ortaya çıkan eften püften bir sebepten dolayı tarih sahnesinden silinmezdi. Ben Haluk Şahin'in tüm güvenilir kaynaklarına rağmen Truvalıların (indigineous), yani İonyalı yöre halkı olduğuna inanıyorum. Olan olmuş bir kere, elden ne gelir? Efendim çok önemli bir şey isteyeceğim! Filmdeki at heykelinin aynısının derhal ve behemehal tarihi noktaya dikilmesi şarttır. Acabası macabası hiç yoktur. Her ziyaretçi şu anda orada bulunan saçma sapan bir yapıya bakıp duruyor. Çirkin ki ne çirkin. Şimdi aynı filmdeki gibi gri tahtalardan (gerekirse tahtaları hafif közleyin, sularda bırakın ama o doğallığı yakalayın) yapılmış aynı ati, filmi izlemiş turistler görünce çok heyecanlanacaklardır. Bizim nice ustalarımız vardır ki aynısını yapar. Bugüne kadar mevcut eski kahverengi ata bakanlar, "Aaa demek böyleymiş?" demişlerdir ama artık filmden sonra mümkün değil, değişmelidir!Senaryo, görsellik, cesamet, hepsinin fevkalâde işlendiği Truva filmini, üzerinde yaşadığımız toprakların sahipleri olarak hepimizin izlemesi lâzımdır. İzledikten sonra da tüm ansiklopediler karıştırılmalı, ilave bilgiler edinilmelidir. Neden biliyor musunuz? Çünkü Truva'dan çok daha muhteşem ve görkemli hikâyelerin yaşandığı bu topraklarda bizler dünya insanlığı adına nöbet tutmaktayız. Neyin nöbetini tuttuğumuzu bilmemiz, hem bizim menfaatimizedir hem de insanlığın yararınadır.Dikkat... Dikkat...Teşekkürler Kiss FM9 Mayıs Pazar günü, yani Anneler Günü'nde Kiss FM'de Serhan'ın programına konuk olmuştum. Dün, benim adresine bir paket geldi. Açıp baktım. Kiss FM, bana bir Anneler Günü hediyesi göndermiş. Gucci'nin özel olarak anneler için hazırladığı harika bir koku! Zarif düşüncesinden dolayı Kiss FM'de çok seviyeli program yapan Serhan'a çok teşekkür ediyorum. A. Ö.

Devamını Oku

Gaziantep Öğretmenevi'nde neler oluyor acaba?

17 Mayıs 2004

Geçenlerde Gaziantep Öğretmenevi'nde bir hadise oldu. Bir bayan, dört yıldır devam ettiği, hiçbir sorunla karşılaşmadığı öğretmenevine gelmiş ancak bu kez kendisini kapıdan sokmamışlar. Bu nasıl oluyor?Öğretmenevinin önceki gün görevden alınan Müdürü Zekeriya Elifoğlu'nu dinliyorum:"Efendim, hiçbir sorun yok. Böyle bir olay yaşanmadı. Bu haberler de nereden çıkıyor?"Muhabir soruyor: "Ama efendim bir şeyler olmuş, bunu araştırmak bizim görevimiz.""Hiçbir şey olmadı.""Bir şey olmadıysa bu haberler nereden kaynaklanıyor?""Canım olmadı dediysem, basının söylediği gibi olmadı.""Efendim, siz bize olanları söyleyiniz o zaman.""Canım bir şey yok. Gelen arkadaşımızın üyelik kartı yanlış düzenlenmiş. Bundan kaynaklanan bir durum var ortada.""Yani, üyelik kartı mı yanlışmış?" "Evet. Yani burası için yeni üyelik kartları düzenlendi. Bu yeni kart kendisinde yokmuş." "Bu yüzden mi yani?" "Evet, bu yüzden, yeni kartı olmadığı için içeri alamamışlar." "Siz kendisiyle konuştunuz mu?" "Hayır, o gün ben konuşmadım, kendisiyle bugün konuştum.""Bugün de mi geldiler? Efendim, lütfen anlatınız da bizler sizi bir daha rahatsız etmeyelim.""Peki peki... Bakınız öğretmenevlerinde belirli bir kılık kıyafet uygulanır. Buraya gelenlerin yakınları da düzgün ve sade olmalıdırlar. Tutanaklarımıza göre bu hanımın üzerinde beyaz ince tül, yani tenini gösteren, iç çamaşırlarını gösteren bir bluz varmış. Pantolonu ayaktan basene kadar devam ediyormuş!"Daha fazla dinlemeye dermanım kalmadı sayın okuyucular! Ekranda o esnada öğretmenevinden çıkan bir hanım dikkatimi çekti. Ocakta yemeğim vardı. Hemen mutfağa koştum.Dikkat... Dikkat...Evimizdeki telefonlar artık lüks mü?Geçenlerde evindeki telefonu, hastanede yattığı süre boyunca kullanmadığı için Telekom'dan gelen yüksek faturaya itiraz eden bir beyefendinin şikâyetini bu köşede duyurmuştum. Durumu gözden geçiren Telekom Müdür Vekili Mükerrem Ekmen ve Basın Yayın Müdür Vekili Ayşe Aktaş'tan aldığım açıklayıcı yazıda, "... Hat kontrollerinde fazla ücret kaybına neden olabilecek herhangi bir olumsuzluğa rastlanılmadı. Ücrette hesap hatasının olmadığı hususu müşterimize 4.4.2004 tarih ve 4194 sayılı yazıyla bilgilendirildi" deniyor. Ayrıca, "2002 Aralık ve 2003 Ocak dönemi toplam ücretleri olan 184.100.000 TLnin ödenmemesi üzerine ihbar mektubu gönderilmiş, buna rağmen ödeme yapılmadığından..." diye uzun açıklamalar belirtilen mesajda neticede telefon iptal edilmiş ve faiz toplamı, şubat (31.500.000 TL.) ve mart (6.600.000 TL.) 2003 dönemleri masraflarına ilaveten icra masrafı, vekalet ücreti ve faiz ücreti de ilave edilmek suretiyle borç hesaplanmıştır. Eski yıllardan da başka borçları çıkartılan abonenin borçlarını tahsil etmek için durumun bir "anlaşmalı avukata" verildiği belirtiliyor. Son cümlede de "itiraza konu telefonun bağlı olduğu santralin teknik özellikleri nedeniyle görüşme ayrıntıları verilememektedir" deniyor. Ben Telekom'a bu ayrıntılı açıklama için teşekkür ediyorum. ABD'de de uygulanan bu "anlaşmalı avukat" sisteminden son derece çekindiğimi de belirtmek istiyorum. Başka söyleyecek söz de bulamıyorum. Artık telefonlarımız birer "lüks" aracı olma yolunda mı diye de merak ediyorum.

Devamını Oku

Üçkağıtçı avukat Albert ve Albert ve Albert

15 Mayıs 2004

Üçkâğıtçı bir e-posta mesajı daha aldım geçen gün ve bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mesajı gönderen, Albert Mayer Albert ve Albert Chambers Avukatlık Bürosu. Adresi ise şöyle: 14 zr Atrtades des speart 98000 Amsterdam / Hollanda.Bu bir teklif mesajıymış! Nasıl bir teklif? Gene ve tekrar gerçekten inanılmaz bir teklif! Kullanılan İngilizce? Tamamen hukuki jargon! Paylaşıyorum.Petrol tüccarıAnladığıma göre Albert Mayer Albert ve Albert Chambers (şu isme bakınız ve dakikalarca gülünüz), Mısırlı petrol tüccarı Bay Abdel Rahman Amin'in hukuk danışmanlarıymış! (Bu arada benim adresimi, e-posta adresleri arasında tesadüfen bulmuşlar!!) Neyse bu Bay Abdel Rahman Amin, 11/02/1999 tarihinde Amerika'da düşen Boeing 767 tipi Mısır Havayolları'na ait uçakta yolcuymuş. Şanssızlığa bakınız ki eşleri Alia Abdon Amin de kendileriyle berabermişler.Arayan soran yokBu tüccar beyefendinin, Hollanda bankalarında tam tamına 12 milyon 700 bin doları varmış. Gel zaman, git zaman bankaya hiç uğrayan olmayınca banka yetkilileri, Bay Amin'in hukuk müşavirleri olarak Albert Mayer Albert ve Albert Chambers beyleri aramışlar."Yahu müvekkiliniz nerede? 12.700.000 dolarlık hesabı ne alçalıyor, ne de yükseliyor."Tabii tam olarak bunu söylememişler ama duruma dikkat çekmiş olmalılar ki avukatlar derhal Mısır'da bu ikilinin en yakın akrabalarını yani varislerini aramaya başlamışlar. Şu kadere bakın, şu şansa bakın ki böylesine zengin petrol tüccarı ve eşinin koskoca Mısır'da bir tek tane akrabası bulunamamış! Benim tek acaba dediğim nokta da burası!Yoksa hikâyenin diğer tarafları mantıklı ve olabilir gibi!!!Şimdi bu avukat Albert ne diyor biliyor musunuz? Okuyunca yere düşecektim! "Sadece Allah'ın takdiriyle sizi bulabildim!"Şükürler olsun yarabbi! Çünkü beni buluncaya kadar ne derece yorgun ve ümitsiz bir arayış içinde olduğunu defalarca belirtiyor avukat Albert Bey!Ama iş burada bitmiyor. Albert'in bazı istekleri var!"Bırakın da sizi yetkililere, talihsiz müvekkilimin en yakın akrabası olarak takdim edeyim" diye rica ediyor.Peki bu nasıl olacak? Ben bu adamı daha önceki hayatımda mı tanıdım? Hollanda hukuk ve banka sisteminde çalışan yetkilileri, reinkarnasyona inandırabilir miyiz?"Siz, o işleri bana bırakınız. Sizden tek bir ricam olacak. Sizin dürüst işbirliğinize gerçekten çok ihtiyacım var!"Çıkarım ne olacak?Bu dürüst işbirliğimi avukat beye vereyim mi vermeyeyim mi? Peki bundan benim çıkarım ne olacak? Hemen açıklanıyor:"Bu 12.700.000 doların yüzde 55'i sizin, yüzde 40'ı benim olacak. Yüzde 5'i de bürokratik masraflara gidecek."Tabii ki kabul edemedim. Cevabım hazırdı tabii:"Sayın Albert! Ben bu paranın yüzde 55'ini kabul edemem. Siz yüzdenizi azaltıp bana yüzde 98 verirseniz düşünebilirim. Zavallı petrol tüccarı amcam ve yengem bu paraların keyfini çıkartamadan aramızdan çekip gittiler.Boşuna heveslenmeZaten uçağa binmeden önce beni aramış ve Ayşe tek varisim sensin. Benim Hollanda'da üç Albert isimli bir avukatım var. Üçkâğıtçının tekidir. Şayet bana bir şey olur da sana gelirse ona git ve şunları söyle: Amcam Rahman tüm hazinesini bana bıraktı. Sana küçük bir ücret veririm. Boşuna heveslenme' demişti."Bu mesajı çektim ama henüz hiçbir cevap alamadım. Ayşe ve Ayşe olarak koydum elimi şakağıma, bekliyorum!Okuyucu mektubu"İmam hatip konusunda bizleri yanılttılar"* Bugüne kadar Avusturya'da çeşitli platformlarda AKP hükümetinden özellikle demokratikleştirme ve Kopenhag kriterleri konusunda girişimlerinden dolayı sitayişle bahsettik ve destekledik. Fakat bu İHL'ler konusunda bizleri yanılttılar. Çünkü değiştiklerini ve Milli Görüş gömleklerini çıkarttıklarını söylüyorlardı. Bizler de bunu, bu şekilde iletiyorduk. Artık kesinlikle inanıyoruz ki, İHL'ler Yasası'nı Türban Yasası takip edecek. AB'den tarih alma öncesi çok büyük bir tarihi hata yapıyorlar. AB'de böyle aşırılıklara yer yoktur ve olmayacaktır. Bu ülke doğduğum ülke dahi olsa bütün gücümle diğer arkadaşlarımla birlikte mücadele edeceğim. Lütfen bu konuyu köşenizde yansıtır mısınız? (Sermet San / Yeşiller Partisi Viyana Bölge Meclisi Üyesi)* Endişelerinizi köşemizden aynen yansıtıyoruz Sermet Bey.

Devamını Oku