‘Anayasa değişiklikleri için dışarıdan dayatma yapılıyor’

16 Nisan 2010

Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan’la konuştum hafta içinde. Tantan siyasi ortamın giderek gerginleştiğini söyleyerek “Türkiye uçurumun kenarında, siyasi farklılıkları bir yana bırakıp ortak değerlerde bir araya gelmemiz ve bu iktidardan kurtulmamız gerek” dedi.Tantan’a göre AKP’nin bir seçim daha kazanması halinde Türkiye tamamen dönüşecek ve bundan geri dönmek artık çok zorlaşacak. Bu nedenle bütün siyasi partilerin akıllarını başlarına toplaması gerek.Tantan sözü anayasa değişikliğine de getirerek “AKP’nin birdenbire anayasa değişikliğini gündeme getirmesi manidardır. İktidarın, bir takım çıkarmalar ve eklemelerle gündemde tuttuğu değişikliğin, AKP kurmaylarının değil de Birleşmiş Milletler’in ‘bizim gibi ülkelere’ gönderdiği bir çalışma mı şüphesini uyandırmıyor değil” dedi.Ardından “Bakın, bizim gibi ülkelere, bu ülkeleri kullanmak üzere anayasa değiştirilmesi için baskılar yapıldığı bilinen bir gerçek” diyen Tantan şöyle devam etti: “Bu çalışmanın Türk milletinin ürünü olmadığı ortaya çıkmaktadır. Anayasa çalışmaları, Türk milletine danışılmadı! Neden? BOP yüzünden mi danışılmadı? Bu soru en yakıcı sorudur ve derhal yanıtlanmalıdır!” Silahlı Kuvvetler ve yargının yıpratıldığını hatırlatan Tantan “Üstelik bu kurumlar kendi içindeki aktörler eliyle yıpratılmıştır. Halk yoksullaştı, yolsuzluk ekonomisi çığ gibi büyüdü, en büyük tehdit göz ardı edildi, hâlâ da ediliyor. İki stratejik kurumun halk nezdinde mahkûm edilmesi ve iki kurumun da bugün ‘dizayn’ edilmesiyle karşı karşıyayız” diye konuştu.Tantan anayasa çalışmalarının hiçbir dış baskıya boyun eğilmeden millet önünde yapılması gerektiğini belirterek, “Yerli anayasa çalışması halka sunulmalı, siyasi kimlikler kenara bırakılarak gerçek anlatılmalı, bütünleşme sağlanmalıdır” dedi.Bazı büyükelçilerin “Anayasa çalışmalarını destekleyin. Referandum olursa desteğinizi verin” sözlerini eleştiren Tantan şu soruları sordu: “Bu büyükelçiler Türkiye’yi çok sevdikleri için mi bu telkinlerde bulunuyorlar? Yoksa, Anayasa çalışmasını, referandumu, emperyalizmin birinci derecede Müslüman coğrafyasına, Afrika’ya, Asya’ya, Balkanlar’a, Kafkasya’ya el koymak için mi destekliyorlar?”*** Silivri’den hazin bir mektup Mektup Silivri Cezaevi’nden geldi. Ama bildiğimiz Silivri değil. Çünkü burada sadece o bildiğimiz kişiler kalmıyor. 3 No’lu cezaevinde başka suçlardan hükümlü ve tutuklular da var.Mektubu yazan kişiyi dolaylı olarak tanıdığım için yazdıklarına inanıyorum ve bir tür suç duyurusu olarak sizlerle de paylaşmak istiyorum.16 aydır bu cezaevinde tutuklu olan Adem Şeyhanlıoğlu’nun 1. Müdür Duran Ceylan, 2. Müdür Gürsel Yüksel ve 3. Müdür Halit Çete ile başı dertteymiş.Şeyhanlıoğlu’nun yazdığına göre bu üç müdür cezaevinde bazı mahkûmlardan yana tavır alırken bunları korumak için kendisi gibi kişilerle uğraşıyormuş.Şeyhanlıoğlu diyor ki “Lütfen adımı da yazarak bu mektubumu Adalet Bakanlığı’na ve Silivri Cumhuriyet Savcılığı’na verin, çektiğimiz çileyi bilsinler.” Adı geçen mahkûmun müdürlerle neden ters düştüğünü elbette bilemiyorum. Ama belirttiği somut bir olayı yazayım: 17 Mart’ta cezaevinde iki kişinin yaralandığı bir kavga çıkmış. Bu kavgadan sonra müdürlük kamera kayıtlarını inceleyerek Şeyhanlıoğlu’na da ceza yazmış. Şeyhanlıoğlu “Bir saat süren kavganın ilk 45 dakikalık bölümü savcılığa gönderilmedi. Son 15 dakikada benim de göründüğüm kareler üzerine karar alınarak bana ceza verildi. Oysa ilk 45 dakikanın kayıtlarına da bakılsa benim olayla hiçbir ilgimin olmadığı görülecek” diyor. Şeyhanlıoğlu’nun sıkıntısı alacağı ceza yüzünden açık görüşe çıkamayacak ve ailesini göremeyecek olmasından kaynaklanıyor.Cezaevi kişilerin elbette pek çok haktan mahrum bırakıldığı bir yer. Buralarda yaşamak herhalde sanıldığı kadar kolay değil. Ancak buralarda da yasa ve hukuk gereği herkesin haklarının korunması gerek.Bu yazıyı, Şeyhanlıoğlu ve kendisini benzeri durumlarda hisseden mahkûm ve tutukluların seslerini duyurmaları için yazdım.*** Q, W, X harfleri Kürt kimliği ve kültürü konusunda ısrarlı tartışmalar sürdürenler ikide bir “Kürtçe’deki Q, W ve X harflerine de özgürlük verilmeli” diyerek alfabemize bu harflerin de girmesini istiyorlar. Kürtlerle ilgili bir konuda da ısrarla bu harfleri kullanmaya özen gösteriyorlar. Hatta geçenlerde “Van” ilimizin adını bile “Wan” olarak yazdılar.Tamamen cahilliğime verin, oturup kendi başıma da araştırmak istemiyorum şu anda, öğrenmek istediğim bazı şeyler var.1- Kürtçe alfabe var mı?2- Kürtler hangi harfleri kullanıyorlar? (Arap, Latin, Kiril...)3- Atatürk harf devrimini yapıncaya kadar Kürtler hangi harflerle yazıyorlardı?4- Kuzey Irak’ta devlet kurmaya çalışan Kürtler hangi harfleri kullanıyorlar?5- Arapça harflerde Q, W ve X’e tam karşılık gelen harf var mı?Gerçekten bilmiyorum, bilenlerden bilgi bekliyorum.***Mustafa Balbay, Cumhuriyet’in Ankara Temsilciliği görevinden alındı. Geç kalmış bir karar, zira adamcağız 400 küsur gündür Silivri Temsilciliği’ni yürütüyor! (Gani Yılız)***Askeri yalnız bırakmak Poyrazköy davası nedeniyle aylar sonra ilk kez yargı önüne çıkan emekli binbaşı Levent Göktaş’ın verdiği ifadenin ayrıntılarını internet sitemizde ve haber sayfalarımızda okumuş olmalısınız.Bektaş gömülü silahlarla ilgili çok ilginç ve ayrıntılı bilgiler veriyor. Bunları okurken çok şaşırdım. Ama beni asıl şaşırtan konu başka: Bir SAT komandosu olan Bektaş, tamamen askeri bilgilerle gömülü silahlarla ilgili iddiaları tek tek çürütüyor.Peki bu emekli binbaşı bugüne kadar neden yalnız bırakıldı? Neden Genelkurmay’ın bir uzman ekibi bu konularda gerekli açıklamaları hiç yapmadı da görev aylarca tutuklu bırakılan ve binbir türlü hakarete maruz tutulan bir emekli binbaşıya verildi.Bir kurum kendi adamlarına sahip çıkmazsa, o kuruma güven kalır mı? Bugün hangi aklı başında subay örneğin terörle mücadeleyi düşünür. Arkasında kendisini terk edecek bir kurumu gördükçe bunu yapabilir mi?Levent Bektaş dürüst bir subay olarak kendisini çok iyi savunduğu gibi Genelkurmay’ın takındığı “satış” taktiğini de çok iyi ortaya koydu. İnsan artık kime güvenebileceğini hiç bilemiyor.

Devamını Oku

Devletler aptallık yapmak zorunda mı?

14 Nisan 2010

Açıkçası başka kelime bulamıyorum. Neye mi? “İt dalaşı” denilen akılalmaz askercilik oyununa.İt dalaşının ne anlama geldiğini herhalde herkes biliyordur ama kısaca anlatayım yine de. Komşumuz Yunanistan ile çok uzun yıllardır oynanan bir oyun bu. Diyelim ki bir Türk jeti Ege semalarında havalanıyor. Aynı anda bir Yunan jeti de havalanıyor ve neredeyse aynı rotada uçmaya başlıyor. Pilotlar çoğu kez kanatları değecek kadar yaklaştırıyorlar uçaklarını birbirine.Tabii tersi de geçerli. Bir Yunan jeti kalktığında mecburen bir Türk jeti de havalanıyor ve aynı oyun oynanıyor.İt dalaşının kurallarından (ne demekse) biri de bir taraf kaç uçak kaldırıyorsa karşı taraf da aynı sayıda uçağını havalandırıyor. Hemen bilgi vereyim. F-16’nın bir saatlik uçuş maliyeti 25 bin dolar yani 37 bin 500 lira.İşte bu “it dalaşı” oyununda geçen hafta garip bir olay yaşandı. Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un katıldığı bir tatbikatta, Bandırma 6. Ana Jet Üssü’nden 18 F-16 uçağı havalandı. (Maliyet 675 bin lira.)Bunu gören Yunanistan da uçaklarını kaldırdı. Normal koşullarda onların da 18 uçak kaldırması (675 bin lira harcaması) bekleniyordu ama Yunanistan ancak 4 uçağını yerden kesebildi. (150 bin lira.) Çünkü Yunanistan tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Bu nedenle aynı anda 18 uçağını kaldıracak gücü kendinde bulamıyor.Yunanistan ve Türkiye, NATO ülkeleri. Bu iki ülkenin savaşması teknik olarak mümkün değil. Ama Yunanistan’ın paranoyası yüzünden bu “aptal” oyun hemen her gün oynanıyor. Gerçek gün gibi ortada. Bu aptal oyun nedeniyle iki ülke de her gün yüz binlerce dolar kaybediyor. O paralarla her iki ülke de pek çok sorununu halledebilir. Krizler çok sıkıntı verseler de çok şey öğretir. Umarım ve dilerim, Yunanistan içine düştüğü krizden gereken dersi çıkarır ve bu aptal oyundan vazgeçer. İçine düştükleri rezillik akıllarını başlarına getirir.*****Türkiye sevgisizlerinin yeni sevinciTelevizyon kanallarının birinde “Pasifik” adlı bir dizi başlıyor. Bu dizinin bir sahnesinde Amerika’da yaşayan bir Rum “Türkler işgal ettikleri İzmir’de evlerimizi yaktı” diyor senaryo gereği. İşte buradan yola çıkan Türkiye sevgisizi bir grup, içlerindeki kin ve öfkeyi adeta kusarcasına “İşte bir tabu daha yıkılıyor. Resmi tarihte gizlenen gerçek ortaya çıktı” diye avaz avaz bağırıyor.Hangi tabu yıkılıyor be kardeşim? Ne yalan söylenmiş ki?İlkokul, ortaokul tarih kitaplarında ne yazmasını istiyordunuz? Emperyalist güçler adına İzmir’i işgal edip Anadolu’ya yayılmaya kalkan Yunan Ordusu’nu topraklarımızdan atan Türk Ordusu’nun zaferini mi karartsaydık yani?Yunan askeri İzmir’i terk ederken götüremediği silah ve mühimmatını imha etmiş, bunların bulunduğu binaları yakmıştır. Türk Ordusu’nun intikam alacağından korkan gerçek İzmirli bazı Rumlar da kaçmışlardır. Yanlış bir uygulama ile bu kaçanların evleri de işgal sırasında ateşe verilmiştir. O günkü akılla güya “Gidiyorsunuz ama geri gelseniz de artık burada kalacağınız yer yok” mesajı verilmiştir.Okul kitaplarında sadece “Rumlar kaçarken binaları ateşe verdiler” bilgisi vardır ama diğer gerçeği de herkes bilir. Bilmek başka her fırsatta bağıra çağıra bunu ilan etmek başkadır. Sonuçta bir imparatorluğu bitirip yerine bir cumhuriyet kuruyorsunuz. Hiçbir devlet kuruluşunu utanacağı bilgilerle süslemez.Şurası da unutulmamalı. Gerçekler asla saklanamaz. Bazı gerçeklerin açıkça söylenmemesi saklandığı anlamına gelmez. Türkiye beğenmediğimiz bazı gerçekleri asla gizleyip söylenmesini yasaklamamıştır. Bu tür gerçekler tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de bilimsel konumlarda konuşulur tartışılır ve yayınlanır.İzmir’in kurtuluşu ile ilgili tüm gerçekleri anlatan pek çok kitap da şu anda serbestçe satılmaktadır.Kimse Türkiye sevgisizlerinin hezeyanlarına kapılmasın. ***** Tayyip Erdoğan’ın çok haklı olduğu bir konu Başbakan Erdoğan muhalefetle tartışırken sıklıkla aslında bu muhalefetten “memnun” olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Çünkü Erdoğan’a göre muhalefet bazen öyle işler yapıyor ki, AKP’nin işleri kolaylaşıyor. İşte son örnek Adana’da yaşananlar.MHP’den Adana Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Aytaç Durak bazı yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alınmıştı. Gerçi bu görevden alma tartışmalı bir konudur ama sonuçta Adana’ya yeni bir belediye başkanı vekaleten de olsa seçilmesi gerekiyordu.Bu seçimi de Belediye Meclisi kendi içinde yaptı. MHP ve CHP çoğunluğu elde tuttukları halde aralarında anlaşamadılar ve başkanlık AKP’nin oldu. Önümüzdeki 4 yıl kenti AKP’li başkan halk tarafından seçilmediği halde yönetecek.İktidarda olsam tam da böyle bir muhalefet isterim.Bu nasıl bir anlayıştır, bunlar nasıl muhalefet partileridir ve bunlar nasıl genel başkanlardır? Böyle önemli bir konuya genel merkezler neden müdahale etmezler, neden bir anlaşma zemini bulamazlar?Sanıyorum şimdi iki muhalefet partisi de “Meclis’te çoğunluk bizde, AKP’li başkanın burnundan getiririz” diyeceklerdir. İyi de, siyaset böyle mi yapılır, halka hizmet bu mudur?“Ben yapamam, ama kimseye de yaptırmam” mantığı ile halka çektirmek siyaset olursa, bundan sonraki seçimlerde halk size neden oy versin? ***** Baykal’ın Anayasa paketiyle ilgili önerisine cevap için Başbakan’ın dönüşü bekleniyor. Bu kritik süreçte, Başbakanlık kapısında, “ABD’YE GİTTİM, DÖNÜCEM” yazıyor. (Gani Yıldız) *****Samsun yolundaHep aklımdaki bir konuyu yine yaşayınca tekrar yazmak istedim. Dün gece Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nden yayınlanan Abbas Güçlü ile Genç Bakış programındaydım. Bu nedenle dün uçakla Samsun’a geldik.Yazmak istediğim şu: Galiba dünyada havaalanında çifte güvenlikten geçirilen tek ülkeyiz. Son bir ayda üç kez yurt dışına gittim. Zürih, Paris ve Nice havaalanlarından geçtim. Hiçbirinde ana girişte de güvenlik kontrolü yapılmıyor. Sadece uçağa binecek yolcular güvenlikten geçiriliyor.Anlamadığım şu: Avrupalılar için güvenlik önemli değil mi? Ya da acaba göremediğimiz biçimde bir güvenlik mi alıyorlar? Bizimkiler ise beceriksizlik nedeniyle mi insanları bu kadar sıkıntıya sokuyorlar?Ayrı bir yazı konusu ama dünyada hiçbir yerde otel ve alışveriş merkezi girişlerinde bizimki gibi arama yapılmıyor. Ama hiçbirinde de terör olayı yaşanmıyor. Demek ki güvenlik kapı araması yapılmadan da sağlanabiliyor.

Devamını Oku

Kimse bahane aramasın

13 Nisan 2010

Ahmet Türk Samsun’da saldırıya uğradı. Şimdi herkes olayı lanetleme peşinde. Suçlu da bulundu: Emniyet.Ahmet Türk gerektiği gibi korunamamıştır. Doğru.Polisler adeta kasıtlı biçimde yavaş hareket etmiştir. Doğru.Samsun Emniyet Müdürü olaya 1 dakikada teşhis koymuştur. Doğru.Saldırgan tıpkı Ogün Samast gibidir. Doğru.Bütün bu doğrular yaşadığımız gerçeği değiştirmiyor.Açılım adı altında sadece kin ve düşmanlık tohumlarını serpenler şimdi eserleriyle övünebilirler. Kendilerine “demokrat” süsü veren maskeli faşistler amaçlarına ulaşmanın keyfiyle kınalarını yakabilirler.İstenen olmuş, bugüne kadar aralarında sorun olmayan Türk ve Kürt halkı düşman haline getirilmiştir.İktidar ve yandaşlarının her fırsatta dostluk kardeşlik nutukları atmalarına bakıp da aldanmayın sakın. Dostluk kardeşlik diye diye, sözde kültür adına etnik kimlikleri vurgulaya vurgulaya bu halkı böldüler. Araya kin ve nefret soktular Samsun’daki saldırı “dangalakçadır” ama bu neyi değiştirir ki? Olan olmuştur. Emniyeti suçlasanız da, saldırganın provokatör olduğunu ortaya çıkarsanız da, ağır cümlelerle bezenmiş kınama mesajları yayınlasanız da atılan kin ve düşmanlık tohumlarını geri çekemezsiniz. Çünkü o tohumlar çoktan atıldığı topraklarda filizlenmeye başladı. Ülke göz göre göre bölündü. Bölünme ille de sınırların değişmesi demek değildir. Olanlara kimse bahane aramasın. Bizi bu hale getirenler oturup düşünsün.***Ermeni protokolleri Meclis’ten geçmezmişBaşbakan, Amerika’ya kafa tutar görünmek için “Gitmem” dediği Amerika’da Ermenistan Devlet Başkanı Sarkisyan ile görüştü. İzleyenler görüşmenin çok soğuk ve gergin geçtiği yorumlarını yaptı. Anlaşıldığı kadarıyla şimdilik “görünen” bir sonuç yok ortada. Erdoğan yine iç politikaya yönelik hafif kabadayı tavrını burada da göstermiş.Ancak başta ABD olmak üzere Batı’nın baskılarına bakarsak, önümüzdeki dönemde hayli ilginç günler yaşayacağız. Muhtemelen yine “Asla olmaz” dediğimiz bir konuda yine taviz vereceğiz.Başbakan’ın Sarkisyan’la yaptığı görüşmede söylediği bir cümle çok dikkatimi çekti: “Protokoller şimdi Meclis’e gelirse reddedilir.” Yani Başbakan’ın üstü kapalı söylediği şudur: “Bu protokolleri Meclis’ten geçirmeye benim bile gücüm yetmez. Kaldır parmak indir parmak bu işte geçerli olmaz.” Şimdi gelin o fotoğrafı hatırlamayın. Masada Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları oturuyor. Arkada da ABD, Rusya ve İsviçre Dışişleri Bakanları dikilmişler. Sanki zoraki bir nikâh kıyılıyor. Peki şimdi sormak gerekmez mi? O biçimsiz fotoğrafı çektirirken imzaladığınız protokollerin Meclis’ten geçeceğine inanıyor muydunuz?Aslına bakarsanız Ermenistan ile protokoller imzalandığı günden beri bu gerçek biliniyor. AKP kurmayları protokolleri tutabildikleri kadar tutacaklarını ve Meclis’e indirmeyeceklerini söylüyorlardı. Hani Başbakan CHP’yi eleştirmek için “Şark kurnazı” sözünü kullandı ya. Bu söz tam da bu durum için geçerli: “Durumu kurtarmak için şimdilik imzayı atarız, sonra bunların onayı için Meclis’e getirmeyiz.” Tamam da iç politikada geçerli olabilir bu tutum. Ama dünya öyle bakmıyor işte. Sayılı gün çabuk geçiyor ve imzayı attıranlar sormaya başlıyor “Hani, ne zaman onaylayacaksınız?” diye. Şimdilik “Bekliyoruz bakalım ABD 24 Nisan’da ne yapacak” diyebilirsiniz. Ama o tarih de gelecek 10 gün sonra. Ardından ne bahane bulunacak? Göreceksiniz, şu 24 Nisan’ı “hayırlısıyla” bir atlatalım, protokoller “zafer nutuklarıyla” Meclis’ten geçiriliverir de şaşar kalırız.*** Hastalığa karşı ne yapıyorum?Yatağa yapışıp kalınca bir tür “hastalık edebiyatı” yapmak niyetinde değilim elbette ama, artık ayağa kalktığıma göre yaşadıklarımdan çıkardığım dersleri de paylaşmak istiyorum. Başkalarının da işine yarayabilir.Öncelikle dün yazdığımı tekrarlayayım: İlaç kullanmaktan nefret ederim. Ama bu hasta olduğumda kullanmadığım anlamına gelmez.Olur olmaz zamanlarda ilaç almam. Başkasına iyi geldiğini duyduğum bir ilacı alıp kullanmam. Eğer hastalandığımı hissediyorsam hiç zaman yitirmeden hemen doktora giderim. En azından “erken teşhis” adına bu çok önemli bence.Ağır bronşit sıkıntısı yaşadığım sırada da hemen doktora gittim. Bana bir antibiyotik, öksürük şurubu ve nefes açıcı verdiler. Bunların adını yazmam, çünkü her ilaç hastanın kendi özel durumuna göre veriliyor.Ama bu ilaçların dışında vücut sağlığıma yaradığını gördüğüm doğal destekler de aldım ki bunları yazabilirim. Öncelikle belki 30 yıldır hemen her gün mutlaka doğal bitki çayları içiyorum. Zencefil (ginger) ve rezene neredeyse her gün içtiğim bitkiler. Ama geçirdiğim hastalık sırasında bunları daha da artırdım.Kekik, ıhlamur, çubuk tarçın, karanfil ve zencefili birlikte kaynatıp içine bal koyarak ve biraz da limon sıkarak sık aralıklarla içtim. Bol limon suyuna birkaç kaşık bal çok iyi geliyor örneğin. Belki de işin önemli püf noktalarından biri, ağır öksürüklerde bol sıvı tüketmek. Bu su da olabilir ama tercihen bitki çayları bence daha iyi. Bitki çaylarını poşet yerine güvendiğiniz bir aktardan alacağınız gerçek bitkilerden yapmanızı ayrıca tavsiye ederim.***Bu gece Genç Bakış’tayımKanal D’nin en çok izlenen siyasi-sosyal programı Genç Bakış bu hafta Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nden seslenecek kamuoyuna. Programın yapımcısı ve sunucusu Abbas Güçlü bu anlamlı haftada yapılacak programa beni de davet etti.CHP’li milletvekili Muharrem İnce’nin de katılacağı programda Türkiye’nin nereye gittiğini 19 Mayıs Üniversitesi öğrencilerinin sorularını yanıtlayarak anlatmaya çalışacağız. Bu gece 0.30’dan itibaren yayınlanacak programı her hafta olduğu gibi bu hafta da kaçırmayın derim.

Devamını Oku

Baykal’ın sözlerine kulak verilmeli

12 Nisan 2010

AKP sözcüleri daha duydukları anda “Olmaaaaz” dediler sonra “Başbakan’ı beklemeye” karar verdiler ama CHP Genel Başkanı Baykal’ın “anayasa değişikliği paketini ikiye ayırma” formülü en makul çözümdür.Çünkü iktidar, cumhuriyet değerlerini dönüştürme planı içinde bu anayasa değişikliği oyununu oynamak istiyor ama bu konu artık deşifre oldu. Değişiklik paketinin amacının “hukuk ve demokraside atılım yapmak” olmadığını, biraz aklı olan herkes biliyor artık.Oyun açığa çıktığına göre Türkiye’yi uzun bir dönem gerginliğe sokacak bu planı yürütmenin âlemi yok.Baykal’ın önerisi çok basit ve akılcıdır. Anayasa değişikliği paketinde hak ve özgürlükleri genişleten, çalışanların durumunu düzelten, çocuklarımızın zararlı etkilerden korunmasını sağlayan maddeler üzerinde zaten büyük bir tartışma yok.Hatta tam tersine bu konularda mutabakat sağlanmış görünüyor. Muhalefetin de katkılarıyla bu maddelerde yapılacak bir iki küçük değişiklikle Meclis’te 367 sağlanır. Böylelikle Anayasa’nın bu maddeleri değiştirilmiş olur.Ancak AKP iktidarı bu maddelerin arkasına sığınarak asıl amacını gerçekleştirmek istiyor. İster istemesine de oyun ortaya çıktı. İşin inandırıcılığı kalmadı. O halde hukukla ilgili üç madde ayrılabilir ya da şimdilik askıya alınabilir. Bu iktidarın işine gelmiyor. Çünkü iktidar gerçek anlamda bir demokrasi ve hukuk hizmeti vermek yerine, toplumu anlayamayacağı kavram tartışmalarının içine atıp, kafaları karmakarışık etmeyi amaçlıyor.İktidar oyunu böyle oynamak isteyebilir ama yaratılacak gerginlik beklemediği anda kendisini de altına alabilir.*****Sadaka EkonomisiGeçen hafta pazartesi günü özellikle çiftçilerin ve esnafın içine düştüğü sıkıntıları anlatan bir yazı yazmıştım. 9 bin 900 ailenin yaşadığı bir ilçede 10 bin icra davası bulunduğunu belirterek “İktidar sadaka ekonomisinde yeni aşamaya geçti. Şimdi bu borçların birkaç yıla yayılacağı fısıldanıyor kulaklara” demiştim.Artık bu yazıdan mı kaynaklandı bilemiyorum Öge Demirkan ve İlker Akgüngör çiftçilerin içine itildiği bataklığı mercek altına aldı. İcra davaları, örnekleriyle sergileniyor iki gündür.Sadaka ekonomisinin vardığı nokta da tüm çıplaklığı ile ortaya seriliyor. İki arkadaşıma bu başarılı çalışmasından ötürü teşekkür etmek gerek.****Muhalefetle paralel olmakİktidar sözcüleri Türkiye’yi dönüştürme yolunda önlerinde kalan son engel yargıyı da “halletmek” için son atışlarını yaparken, yargının karşı çıkışını “muhalefetle, özel olarak da CHP ile paralel olmakla” karalamaya çalışıyorlar. “Yargı CHP gibi konuşuyor” diyerek güya hakaret etmek istiyorlar ama yanıldıkları noktalar var:Öncelikle bir konuda “muhalefetle aynı görüşte olmak” yanlış değildir. Gün gelir aynı görüşte olursunuz, gün gelir farklı görüşte olursunuz. Bu ölçü olamaz. Sorun şudur: İktidar Türkiye Cumhuriyeti ile son hesaplaşmasını yapmaya hazırlanıyor. Eğer yargı alanındaki anayasa değişikliklerini dilediği gibi geçirebilirse bunu büyük ölçüde başaracak.O halde Cumhuriyet’ten, ilkelerinden ve temel ruhundan yana olan herkesin bu değişikliklere karşı çıkması gerekir. Yargı da temel olarak laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinden yana taraf olduğuna göre bu değişikliklere karşı çıkacaktır.İktidar sözcüleri bu gerçeği dile getiremedikleri için yargıyı muhalefetle ortak gibi göstermeye çalışmaktadır. Bu oyuna gelinmemelidir.*****Olmaya devlet cihandaHani “Allah nazardan saklasın” denir ya, ben kolay kolay hasta olmam. Olursam da bu genellikle kocaman bir şey olur. Örneğin belimden ayağıma şiddetli bir ağrı vuruyordu, doktora gittim, “Bel fıtığı olmuşsun” dedi, bir hafta sonra ameliyat oldum.Bir gün Sabah’taydık, henüz İkitelli’de, arabama bindim, kontağı çevirdim, başım döndü, kendimden geçiyordum ki, o zaman araba telefonu vardı, gazetenin santralini arayıp “Amanın acıdan kıvranıyorum, kapının önündeyim” diyebildim. Hemen hastaneye yetiştirdiler, doğru ameliyathaneye aldılar, böbreğimden ceviz büyüklüğünde taş çıktı.Bunların dışında sağlık sorunlarını belki de çok önemsemediğimden, hastalık da pek bulaşmaz. Lüzumsuz yere asla ilaç almam, vitamin, güçlendirici, gençleştirici gibi yan sanayi ilaç sektörüne de hiçbir katkım olmaz.Ama her gün mutlaka doğal (poşet değil) bitki çaylarımı içerim. Kahvaltıda tereyağını eksik etmem, yemeklerde zeytinyağından şaşmam, sebzelerin olabildiğince organik olmasına dikkat ederim.Soğukta ve sıcakta kendimi korumaya çalışırım. Oramda buramda normal ötesi bir durumla karşılaştığım an hemen bir doktora gider ve almak zorundaysam onun yazacağı ilaçları içerim. “Karnımda bir ağrı var, ne iyi gelir?” diye sorup, asla bir şey bilmediği halde doktorculuk oynayanların dolduruşuna gelerek cebimi ilaçlarla doldurmam.Münasebetsiz bir saatte hastalık ya da benzeri bir durumla karşılaşırsam kendime sürekli “iyi olmam gerektiğimi telkin ederim”ki bu pek çok kere işe yaradı, ister inanın ister inanmayın.Ama bu kez hiçbir şey fayda etmedi. Hafta başında hafif öksürükle başladı, iki gün içinde doktora gidip ilaçlarımı aldığım halde adeta boğmacaya çevirdi, üstüne bir de ateş bastırınca belki yıllardır ilk kez yatağa çakılıverdim.Ve yanılmıyorsam ilk kez “hasta olduğum için” yazı yazamadım. Çünkü ne yazdığımın bilincine varamamaktan çekindim. Oysa böbrek ameliyatı olduğumda bile yazılarıma ara vermemiştim. Ama bu farklıydı; öyle bir öksürük ki, uyku uyutmuyor, boyun ve göğüs-karın bölgesi acıdan adeta tutmuyor.İşte böyle birkaç gün geçirdim. Şimdi yine ayaktayım. Sesim biraz “buğulu” çıkıyor ama olsun, yazmama engel değil.Bu sırada sizlerden gelen geçmiş olsun mesajları ise en büyük desteğim oldu. Biliyorum, kendi kurallarımı bile çiğneyip hiçbirinize cevap yazamadım, beni bağışlayın. Bu arada neredeyse yazdığım her yazıyı en ağır biçimde eleştiren birkaç okurum var, onlardan da “geçmiş olsun” mesajı geldi. Sağolsunlar, görüş farklılığı ile insanlığı birbirine karıştırmadıkları için...

Devamını Oku

Telefon dinlemeleri bu kadar ayağa düşmüş

7 Nisan 2010

Şu işe bakın. Adamlar çete kurmuşlar. Tarife belirlemişler. Kim kimi dinlemek istiyorsa servis veriyorlar. Karınızdan mı şüpheleniyorsunuz. Bu çeteye gidiyorsunuz, veriyorsunuz numarayı, karınızı dinletiyorsunuz. Ya da iş alanınızdaki rakip bir firmanın kimlerle neler konuştuğunu, kimlere ne teklifler verdiğini öğrenmek istiyorsunuz. Yine aynı yöntemle telefonları dinletip bilgi sahibi oluyorsunuz.Peki bu çete bu cesareti nereden alıyor?Çok basit, devlet ciddiyetinin olmamasından.Yoksa normal bir ülkede kim çete kurup da para karşılığı telefon dinlemeleri yapabilir? Bizde bu da oldu.Şimdilik medyaya yansıyan fiyatlara bakınca bu işin ayrıca son derece ucuza yapıldığı da anlaşılıyor. Demek ki dinleme çetesi kuranlar işi o kadar genişletmişler ki sürümden kazanıyorlar.Anlayamadığım, birini dinletmek isteyenler bu adamlara nasıl ulaşıyor? Kim bilir belki gazetelerde, internet sitelerinde okuyunca herkesin anlayamayacağı şifreli ilanlar bile veriyorlardır.Aslına bakarsanız eğer işin içinde Rıdvan Dilmen ve Tanju Çolak gibi ünlü isimler olmasaydı, kamuoyu bu olayı da “sıradan” bir olay gibi algılayabilirdi. Muhtemelen gazeteler de manşetlere taşımazdı olayı.Çünkü telefon dinlemeleri ve bunların herkese ilan edilmesi o kadar kanıksandı ki, telefon dinleyenlerin bunu yasal olarak ya da yasa dışı yaptığına kimse aldırmıyor bile.Hatta iş öyle bir hâl aldı ki, biri hakkında yapılan bir suçlamada millet “Telefon kayıtlarında ne demiş?” diye sormaya bile başladı.Çok basit biçimde yazıyorum ama durum aslında çok vahim. İnsanların özel yaşamlarına girilmesi, en mahrem konuların adeta işportada satılır gibi elden ele gezmesi hukuk ve demokrasinin içten içe nasıl çürütüldüğünün bir kanıtı.Nitekim, hukuk ve demokrasiden özellikle insan haklarından çok söz edenlerin, iktidara destek olmak amacıyla gururlarını bile ayaklar altına alarak yürüttükleri propagandalarda en önemli silah olarak telefon dinlemelerini kullanıyorlar.Kendi çağdışı anlayışlarını devlet düzeni haline getirmeyi ve bunu da değişim diye sunmaya çalışanların açtığı bu ahlak dışı uygulama sonunda bu kadar ayağa düştü işte.İnsan üzülsün mü üzülmesin mi ona bile karar veremiyor.*****Türkiye İstatistik Kurumu’nun araştırmasına göre Türk halkının yüzde 85’i kendisini mutlu hissediyormuş. Bari mutluluğumuzun sırrını açıklayalım da, Danimarka ya da İsviçre gibi ülkeler de mutluluğu yakalasın! (Gani Yıldız) *****Cunta mı ordunun bütünü mü?AKP ve yandaşı maskeliler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik operasyonları savunurken “Değişim yaşıyoruz. Türkiye artık askeri vesayet altında olmamalı. Ordudaki cuntalar temizleniyor, kirliler ayıklanıyor” tezini öne sürüyor.Bunlara göre “ordu çok önemli ve saygıdeğer, ama içinde bazı çürük dişler var.” Millete yutturulmak istenen bu.Oysa işin gerçeğine bakıyorsunuz öyle değil. Ortaya atılan iddialar, planlar, taslaklar ordu içindeki bir cuntayı değil, tüm orduyu hedefliyor.Darbe planı diye sunulan belgelerin hepsi emir komuta zincirini işaret ediyor. O halde buna nasıl cunta denebilir ki?Dün sorduğum soruya okurlardan çok farklı yanıtlar geldi. Soru basit: “AB ülkelerinde bir savcı 70 muvazzaf subayı birden tutuklatabilir mi?” Kendini demokrat sananlar tam tahmin ettiğim gibi “hak, hukuk, eşitlik” gibi ilkelerin arkasına gizlenerek “Ne var bunda, tabii ki olabilir” demişler.Ama şunu da görmek gerek: Cumhuriyet Başsavcısı söz konusu soruşturma nedeniyle savcılara “Bana bilgi vermeden harekete geçmeyin” talimatı veriyor. Buna rağmen iki savcı, bir iki de değil, 25’i general tam 70 muvazzaf subay hakkında tutuklama istiyor.Bu en azından bir üstün emrine ya da ricasına karşı çıkmaktır ki, herhalde bu bile bir kastın olduğunun kanıtıdır.Bunun yanı sıra, operasyonlara baktıkça, bunun artık bir darbe soruşturmasından çıkıp bir başka hesaplaşmaya dönüştüğü izlenimine kapılıyorum.Şu anda terörle en ciddi mücadeleyi veren 9. Kolordu Komutanı’nın “terörist olduğu şüphesiyle” tutuklanmak istenmesi “Acaba bu PKK terörüyle mücadele edenlerden hesap sorulması anlamına mı geliyor?” sorusunu ister istemez akla getiriyor.*****İki noktadan trafik şikâyetiİstanbul’da trafik her gün biraz daha keşmekeş haline gelirken, yeni yollar, yeni kavşaklar da açılıyor sorunu halletmek için. Bazıları işe yarıyor bazıları ise yaramıyor. Ayrıca her trafik sıkışıklığını gidermek için kavşak açmak, yol genişletmek de pek çare değil gibi. Bana göre İstanbul’un trafik sorununun ana nedeni sürücülerin kurallara ve özellikle yol çizgilerine uymaması.Bugün dikkatimi çeken iki noktayı yazmak ve ilgileri uyarmak istiyorum:Birincisi Şirinevler’de Carrefoursa önünde yeni bir kavşak yapılmış. Ancak hayli geniş olan ama sinyalizasyonu henüz yapılmayan bu kavşak büyük tehlike yaratıyor. Yarın öbür gün ciddi kazalar olursa yine “Neden önlem alınmadı?” diye saçımızı başımızı yolmayalım. İlgililerin burada özel bir çalışma yapması gerek.İkinci nokta ise Baltalimanı’ndan Armutlu üzerinden Etiler’e çıkan yeni bir yol var. Bunun tam ortasına çok büyük bir döner kavşak yapıldı. Sonra da ışıklar kondu.Fikir iyi de bu ışıklar trafiği ciddi biçimde aksatıyor. Sanki ışıklar olmasa trafik daha rahat akacak. Bakılmasında yarar var.***** Başarı sponsorları da getiriyorFenerbahçe Acıbadem Kız Voleybol Takımı’nın Avrupa ikincisi olduğu Cannes’dan bir notum daha var. Amatör sporların başarılı olması için arkalarında bir maddi destek olması da gerek. Acıbadem Hastaneleri sahibi Mehmet Ali Aydınlar gönül verdiği voleybol sporunu maddi olarak destekleyerek Fenerbahçe’ye tarihi bir başarı armağan etti.Elbette bu başarı Acıbadem Hastaneleri’ne de çok güçlü bir reklam desteği olarak geri döndü. İşte bu başarı Cannes’a gelen bazı iş adamlarının da ilgisini çekti. Sohbetlerde başka amatör dallara da sponsor desteği sağlayabileceklerini söyleyen iş adamlarıyla karşılaştım.Yakın bir gelecekte, örneğin hem erkek hem de kız basketbol takımına çok ünlü bir giyim markası sponsor olabilir. Arkasının gelmesi de hayli yüksek. Çünkü destek sayesinde başarıya ulaşılması Fenerbahçe kadar sponsora da büyük katkı sağlıyor.

Devamını Oku

Kapatma davası dedikoduları

6 Nisan 2010

Üzerinden üç hafta geçti. AKP’nin yayın organlarından biri “Bugün kapatma davası açılıyor” haberi vermişti. Ama dava açılmadı. Gazete “Biz yayın yapınca ertelediler” bahanesini sundu. Ancak o günden beri bir “kapatma dedikodusu” aldı başını gidiyor. Hatta bazı yazarlar ne kadar demokrat olduklarını göstermek için “Böyle bir dava açıldığı an karşı çıkarım, AKP’nin yanında yerimi alırım” diye bile yazdı. Elbette herkesin bir kapatma davasında alacağı tavır kendini ilgilendirir. Ama demokratlık adına bunu peşinen açıklayanların, AKP’nin hazırladığı Anayasa’da neden kapatma maddesinin hâlâ var olduğunu da sorgulamaları gerekiyor.Son gelişmelere bakınca iktidar ve yandaşlarının adeta bir “hasret ve hararetle” kapatma davası açılması için çabaladıkları izlenimi alıyorum. Hızlı bir karar alınması bekleniyor sanki.Peki neden bu izlenimi edindim? Çok basit. Yargıyı teslim alacak Anayasa değişiklikleri konusunda AKP müthiş bir dayatma yapıyor. Ancak bunun ardında bir tehlike var. Eğer bu değişiklikler Meclis’ten geçerse muhalefet iptal davası açabilir Anayasa Mahkemesi’nde.İptal gerekçesi olarak da “Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez” hükmündeki ikinci maddesinin ihlali gösterilebilir. Ve Eğer Anayasa Mahkemesi bu yönde bir karar alır ve değişikliği iptal ederse AKP hakkında “kapatma davası açılması” kaçınılmaz hale gelir. Anayasa değişikliği talebinin “ikinci madde ihlali” olduğuna karar veren Anayasa Mahkemesi’nin bu gerekçeyle açılacak bir davada kapatma kararı vermesi de şaşırtıcı olmaz.O halde AKP şöyle düşünüyor olabilir: “Sınırları zorlayalım. Kapatma davası açılsın. İddianame için Google iddinamesi diyecek yandaşlarımız nasıl olsa bol miktarda var. Medyadaki gücümüzle yargının siyasete girdiğini, hükümeti devirmek için planlar yapıldığını daha rahat anlatırız. Hemen seçim kararı alıp mağduriyet siyasetini de propaganda malzemesi olarak kullanırız. Yüzde 50 ile tek başımıza tekrar iktidara geliriz. Ondan sonrası zaten kolay.” Hatta erken seçim kararı alındığı için anayasa değişikliği dayatmasından da vazgeçilir. Böylelikle dava sürerken “ek iddianame” hazırlanmasının da önüne geçilmiş olur. *** AB ülkelerinde bir savcı aynı anda 70 subayı tutuklatabilir mi?Gerçekten yukarıdaki sorunun cevabını çok merak ediyorum. Kesin cevabını bilen varsa çıksın söylesin. Ben böyle bir şey olacağını hiç sanmıyorum, onu öncelikle söyleyeyim. Bir ülke ne kadar demokratik, hukuka ne kadar bağlı olursa olsun, bir savcı tek başına oturup da “Şu 70 subayı gönderin bana, mahkemeye sevk edeceğim, tutuklanmalarını isteyeceğim” demez, diyemez. Kimse “Hukuk, herkes eşittir, yargıya güven” çığlıkları falan atmasın. İşin gerçeğine bakın siz.Eğer aynı anda 70 subayın tutuklanmasına yol açacak kadar güçlü bir iddia varsa, bu hükümeti de silahlı kuvvetleri de çok yakından ilgilendirir ve operasyon başlamadan önce mutlaka ortak bir mutabakat sağlanır. Çünkü hiçbir ülkenin hükümeti kendi ordusunun bu kadar büyük bir suç örgütlenmesi içinde olduğunu kabul etmek istemez, varsa bile bunu usülüne uygun biçimde halleder, hesabını sorar. Oysa her nasılsa durdurulan son operasyonda bunun yapılmadığı çok ortada. Başsavcı müdahale ettiğine göre ilgili savcı kararı tek başına almış ve yürürlüğe koymuş. Bu cesareti nereden bulduğu şimdilik bir sır tabii. Ama tahmin etmek sır değil. *** Cannes’dan kısa kısa izlenimler Fenerbahçe Acıbadem Kız Voleybol Takımı’nın Avrupa Şampiyonası’ndaki final maçlarını izlemek için gittiğim Cannes’dan bazı izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.- Sabiha Gökçen Havalimanı’nda bizleri Acıbadem Hastanesi sahibi ve Kız Voleybol Takımı’nın sponsoru Mehmet Ali Aydınlar karşıladı.- İlk kez karşılaştığım Aydınlar, o andan itibaren tutum ve davranışlarıyla bir nezaket timsali olarak zihnime yerleşti.- 160 kişilik grupta medyanın spor yöneticileriyle, kameraman, muhabir ve fotomuhabirlerinin yanısıra aralarında benim de olduğum birkaç köşe yazarı vardı.- Grubun en ilginç isimlerinden biri Beşiktaşlı, Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’dı. Ünal maçlar boyunca gösterdiği destekle tüm Fenerbahçelilerin sevgisini kazandı.- Spor medyasının ne kadar farklı olduğunu bir kere daha yaşadım. Konuştukları pek çok konuyu anlamak için onlarca soru sormak zorunda kaldım.- Spor yöneticileri sohbet ederken ara sıra “Bakın bazı söylediklerinizi anlamıyorum, sonra gider yazarım, sıkıntıya girersiniz” diye takıldım.- Bizden ayrı olarak gelen Fenerbahçe yönetimi etrafta müthiş rüzgar estirdi. Ama nedense hiç birinin aklına biz gazetecileri, özellikle sırf Fenerbahçe’yi desteklemek için gelen yazarları aramak, bir kahve içimi olsun davet etmek akıllarına gelmedi.- Mehmet Ali Aydınlar’ın yakın ilgisi ve nezaketi karşısında Fenerbahçeli yöneticilerin bu davranışı bana garip geldi. demek nezaket-para ilişkisi birlikte olmuyormuş.- Devlet erkanının gelişi ise çok tantanalıydı. Korumalar, iki büklüm yürüyen adamlar, bizim gibi daha rahat ve özgür olanları biraz şaşırttı.- Maçı izlemeye gelen bir devlet bakanının da nezaket gösterip gazetecilerle görüşmek yerine, kese kağıdı içinde kabuklu çerez göndermesi ise gülümsememize neden oldu.- Genellikle AKP’li tavırlarıyla tanınan bazı işadamlarının aslında bundan nasıl sıkıntı duyduklarını özel sohbetlerimizde (bir kere daha) öğrenmeme pek şaşırmadım.- Cannes’daki neredeyse tüm otobüs duraklarındaki ışıklı billboard’larda takımımızın fotoğrafını görmek hepimizin göğsünü kabarttı.- Kimi beş dakikalığına kimi saatlerce kumarhanelere girenlerin hiçbirinin para kaybetmediğini (!) öğrenmekten çok mutlu olduk.- Dönüş için erken gittiğimiz Nice Havalimanı’ndaki bütün restoran ve cafelerin kapalı olması karşısında çok şaşırdık.- Alanda 300’ün üzerinde yolcu varken ve hepsi de Free Shop’u doldurmuşken “mesai bitti” denilerek kepenglerin indirilmesinin anlamını çözemedik.- Saatlerce bekledikten sonra bindiğimiz THY uçağı hepimize “çöldeki vaha” gibi geldi.- Uçakta beni de eve bırakma sözü veren sevgili yazar arkadaşım, bavulumu beklerken beni unutup gitti.***Birkaç ay önceki ıslak imza tartışmasında tozu dumana katanlar, ortada Anayasa değişikliği yokken atıldığı anlaşılan imzaların “ıslaklığını” sorgulamıyor! (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Futbol dışındaki sporları ancak böyle hatırlıyoruz

6 Nisan 2010

Hafta sonunda Fransa’nın en güzel yerlerinden Cannes’daydım. Fenerbahçe Bayan Voleybol Takımı’nın Avrupa Şampiyonası’ndaki final maçlarını izledim. Kızlarımız müthiş bir başarı göstererek finalde mücadele etti ve ne yazık ki bir şanssızlık sonucu ikincilik kupasıyla yetinmek zorunda kaldı.Ama açıkçası hiç önemli değil. Gelinen nokta ve kazanılan başarı hepimizi “şampiyon olmuş kadar” sevindirdi.Spor konusunda biraz “entelektüel” takılanların en önemli eleştirisi şudur; “Bu ülkede futboldan başka spor yok mu?” İlk duyulduğunda “haklı” gibi görünen bu eleştiri aslında çok da haklı değil. Futbol tüm dünyayı kasıp kavuran bir seyir şöleni. Büyük kitleleri statlara toplayan, artık spor dışına çıkmış, kazanılan büyük paralarla ciddi sektöre dönüşmüş bir olgu futbol.Medyanın ilgisinin bu yönde olması da çok doğal, ki dünyada da bu böyle.Diğer sporlar ise bizim gibi “yetenek çıkarmakta” pek başarılı olmayan ülkelerde diğer sporlar gibi ilgi görmeyebiliyor. Nereye kadar? Öyle ya da böyle bazı yeteneklerin ortaya çıkması ve başarılar kazanmasına kadar.Voleybol bir süre önce bayan milli takımımızın başarısı üzerine dikkat çekmiş ve ilgi alanı haline gelmişti. Yıllarını bu spora verenler bu ilgiyi çok iyi değerlendirdiler ve bu spora gönül verecek yetenekleri keşfetmeye başladılar. Ancak işin bir de maddi boyutu var. Yetenekler ne kadar çok olursa olsun, amatör olarak yapılan bu sporlara para yatıran olmazsa, o yetenekler yine bir işe yaramayabilir. İşte Fenerbahçe’nin başarısının arkasında, voleybola para yatırmaktan çekinmeyen bir iş adamı var.Acıbadem Hastaneleri sahibi Mehmet Ali Aydınlar, Fenerbahçe sevgisini, futbol dışı, ama giderek ilgi görmeye başlayan bir spor dalında göstermek istiyor. Voleybolu seçiyor ve bayan takımının sponsoru oluyor.Genç yetenekler, dünya çapındaki yeteneklerle bir araya getirilip, başlarına da iyi bir hoca konunca işin çapı değişiyor. Fenerbahçeli kızlar bu alanda tarihi bir başarı kazandılar, ama önemli olan bu başarının sürmesi ve başta voleybol olmak üzere tüm spor alanlarında benzer başarılar için kolların sıvanması.Bugünlük bu kadar, Cannes izlenimlerine devam edeceğim. *****Yaz bir ihbamektubu! Türkiye’de en kolay şeylerden biri galiba kafanızı bozan biri hakkında “ihbar mektubu” yazmak. Yazıyorsunuz bir ihbar mektubu, savcılık hemen harekete geçiyor. Doğru olsun olmasın, işaret ettiğiniz kişinin başı derde giriyor.Tabii buradaki temel kıstas, ihbar edilen kişinin aynı zamanda “iktidar zihniyetinin de işine gelmeyen biri” olması. O zaman galiba iş çok daha kolay yürüyor.Koskoca “darbe iddiaları” dahi imzası bile olmayan ihbar mektuplarına dayanılarak açılmıyor mu?Geçen hafta yaşanan bir olay “ihbar mektubu” furyasının, eğer iktidar mensuplarının işine geliyorsa her alanda kullanıldığını gösterdi bizlere.CNR kısa adlı fuarcılık şirketi ile İstanbul Ticaret Odası davalık. Kim haklı kim değil, bilmem mümkün değil tabii. Ama CNR bu davalardan birini kazanmış. Ticaret Odası Başkanı AKP’nin kurucularından. Zaten bu davaları da anladığım kadarıyla iktidar gücüne dayanarak açtı.Dava kaybedildikten sonra savcılara bir ihbar mektubu gidiyor ve kararı alan hâkimin rüşvet aldığı iddia ediliyor. Savcılık harekete geçiyor, kararı veren hâkim hakkında dinleme kararları çıkarılıyor, yani bildiğimiz süreç.Gerçi rüşvet olayının doğru olmadığı, ihbar mektubunun da sahte olduğu anlaşılıyor da ne fayda? Hâkim dinlenmiş, izlenmiş, hakkında raporlar tutulmuş, rencide edilmiş. Kimin umurunda? O hâkim iktidar yanlılarının açtığı bir davada ters karar vermiş. Hak etmiş mi yani?Nasıl bir ülke burası yarabbim? ***** Anlamadım, yazamamAslına bakarsanız bugün gözaltına alınan, tutuklanan generallerin “tutum ve davranışlarını” konu alan bir yazı yazacaktım. Tam başlayacaktım ki, Balyoz Operasyonu’nu yürüten savcılarla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın “görev değiştirme” kararı haberi geldi.Tabii doğal olarak ben de “Nedir bu, ne anlama geliyor?” diye düşündüm. Güvendiğim bir iki hukukçuya sordum. Net cevap alamadım. Tamam, Başsavcı’nın böyle bir yetkisi var. Ama niye şimdi kullandı? Daha önceki tutuklama kararları ne olacak? Balyoz durduruldu mu?Bu sorulara sıcağı sıcağına cevap bulmak mümkün değil göründüğü kadarıyla.Ancak belli ki iş artık çığırından çıkıyor. Kendilerini herkesten fazla demokrat ve hukukçu görenler, bunu iktidar lehine mi kullanmaya çalışıyor yoksa? Ve acaba Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek hâkimleri, savcıları, hukukçuları harekete mi geçiyor? Bu garip gidişe bir “dur” deyip neyin ne olduğunu tekrar düşünmek mi istiyor?Sorular çok. Konuyu anlamak zor. Hepimize biraz zaman gerek.*****Tayyip Bey bunu mu kastetmişti? Daha önce de görüşlerimi yazmıştım. Başbakan’ın muhalefeti kastederek “Bunlar Sivas’tan öteye gidemezler” sözünün yanlış olduğunu belirterek “Başbakan bu sözü çok kullanıyor, muhalefete gözdağı mı veriyor, giderlerse başlarına bir şey geleceğini mi ima ediyor” diye de sormuştum.İşte CHP Genel Başkanı Baykal Van’a gitti ve taşlı yumurtalı bir saldırı gerçekleşti.Şimdi Sayın Başbakan’ın eleştirmek adına aklına her geleni söylemeden önce düşünmesi gerektiğinin önemi de ortaya çıktı.Ana Muhalefet liderine taşlı saldırı yapılabiliyorsa, bunun sorumluluğu iktidara düşer. Demek ki iyi güvenlik alınmadığı gibi istihbarat çalışmaları da yeterince yapılmamış.Ama iktidarın asıl amacı muhalefeti korkutup “Gidersen başına bunlar gelir” demekse, yapılacak bir şey kalmıyor.***** Halkımız, dağıtılan yardımlardan sonra seçim sandığını, “geçim” sandığı olarak görmeye başladı! (Gani Yıldız)

Devamını Oku