Milliyetçiliğe ceza kesin de bitsin! (2)

19 Ekim 2006

Kaldığımız yerden devam ediyorum. Fransa’da soykırım iddiası ile ilgili yasa meclisten geçtikten sonra Fransız TV’si 5. Kanal’da Ahmet İnsel’in konuşmasını dinleyince duygularını;“Günlerdir Fransız eşime anlatmaya çalıştıklarımın tam tersi bir söylemi yine eşimle izlediğim programda bir Türk’ün ağzından duyunca ne diyeceğimi şaşırdım. HAYRET, HÜSRAN ve ÇÖKÜNTÜ içindeyim, kendisini kınıyorum” sözleriyle anlatan Avni Can isimli Türk okuyucu 15 yıldır Fransa’da yaşıyormuş.Ben dün Ahmet İnsel’in Fransız TV’sinde “Türkiye’de bir Ermeni soykırım anıtı yapılmalı” dediğini yazınca Fransa’da konuya duyarlı bir başka Türk okurumuzdan; Selin Cotton’dan mail geldi, Cotton konuşmada “anıt” değil “plaket” kelimesinin geçtiğini, bunun da “savaşta hayatını kaybeden Ermeni ve Türk Osmanlı vatandaşları için plaket” şeklinde kullanıldığını bildiriyor.Kimseye haksızlık yapmak istemeyiz, onun için hemen bunu belirtme gereği duyuyorum. Burada amaç yurt dışında Türkiye ve tarihi hakkında neler konuşulduğunun o ülkelerde yaşayan Türk vatandaşlar tarafından çok dikkatle izlendiğini anlatmaktır.Soykırım iddiasıyla ilgili tüm gelişmeleri detaylarıyla yakından izleyen ABD’deki okurumuz İdil Aker ise New York Times’ın 16 Ekim 2006 tarihindeki baş yazısından söz ediyor. “Orhan Pamuk’un Nobel Ödülü” başlıklı baş yazısındaki şu cümlelere dikkat edin:“İslâmcılar ve Türk milliyetçileri özellikle geçen yıl bir İsveç dergisinde Ermeni soykırımı ile ilgili net açıklamasından sonra Mr. Pamuk’un edebiyatçı bir provokatör olduğunu düşünüyorlar. Ama biz onun gerçeği söylediğine inanıyoruz.” Ne güzel değil mi? Orhan Bey hem “Kar” romanında türban sorunundan İslâmcı militanlara, Kürt gerillalara (nedense terörist değil), ordunun rolünden MİT’e, Atatürk’ün kıyafet devriminin eleştirisine kadar satır aralarında siyasetin alâsını yapacak ve hatta Batman’da töre ve aile baskısı sonucu ortaya çıkan genç kız intiharlarını Kars’a “türban intiharı” olarak taşıyacak (böyle olunca işin içine din, inanç girdiği ve sanki sokakta bir “devlet baskısı” varmış gibi gösterildiği için yazar devlete karşı olma misyonu üstleniyor) ama Türkler onun “1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt” sohbetine itiraz ederse ya İslâmcı ya da milliyetçi olacak.Son derece adil ve “ifade özgürlüğü”nün herkese eşit uygulanmasına da uygun (!) doğrusu.Bir yanda bunlar olup biterken diğer yanda böyle bir soykırımın olmadığını, Ermeni çetelerinin sırf Türk topraklarında bağımsız bir Ermenistan hayaliyle başlattığı olayların sonunda mukateleye dönüştüğünü bilen ve anlatanlar ise belli isimler tarafından milliyetçi olarak sınıflandırılıyor ve “milliyetçiliğin yükseldiği” görüşü pompalanıyor.Salı günü Prof. Emre Kongar TV’de Mehmet Barlas’ın benzer bir tanımına “Ben ulus milliyetçisiyim” cevabını verdi. Evet çoğumuz öyleyiz; ırkçılık değil bu, ulusçuluk...Gurur duyulacak bir sorumluluk, bir aidiyet duygusu, kime ne?Ayrıca, her ülkede fazlasıyla var, kim karışabiliyor?

Devamını Oku

Milliyetçiliğe ceza getirin de bitsin!

18 Ekim 2006

Dün Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in Chirac’ın Fransa’da oylanan yasa tasarısıyla ilgili sözlerine verdiği cevabın yeterli olmadığını yazmıştım.Yeterli değil çünkü karşımızda tek dakikasını boş geçirmeyen bugünden başlayıp 10-20 yıl sonrasına kadar “soykırımı kabul ettirme” konusunda atılacak her adımı “Türklerden alınacak destek” dahil olmak üzere plânlayan, gözünü intikam, para ve toprak hırsı bürümüş bir kitle var.Bunlar ne piyasaya sürdükleri binlerce kitabı, ne ABD ve AB’de düzenledikleri sayısız konferansı, TV ve gazetelerde yapılan propagandayı yeterli bulmuyor, yabancı üniversitelere astıkları “bıçağından kan damlayan Türk” posterler ve müzik gruplarına hazırlattıkları Türk düşmanı şarkılarla giderek daha büyük kitleleri etkiliyorlar. Onun için bir yandan Chirac’a filan güvenmeyip BM veya AB’nin desteğiyle kurulacak ortak bir tarihçiler komisyonunun çalışmasını sağlamak, diğer yanda ise gerekli kitapları, arşiv belgelerini Avrupa’ya, Amerika’ya yaymak gerekiyor.Ermeni diasporası kendi kitaplarını evlere bile postalar, satışını yaparken Türkiye’den çıkan veya Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni’nin yazdığı “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok” raporu gibi kitapları anında kitapçılardan toplatıyor. Defalarca yazdım, yine yazıyorum; Türk Dışişleri artık işi ele almak ve bugüne kadar kaybettiği zamanı da telafi edecek şekilde gerekli kitap ve belgeleri Avrupalı parlamenterlere, kitapçılara, okul kütüphanelerine göndermek zorundadır.HALAÇOĞLU’NA BÜYÜK HAKSIZLIK!Kâmuran Gürün, Yusuf Halaçoğlu, Hikmet Özdemir, Bilâl N. Şimşir, Gündüz Aktan’ın yerli ve yabancı belgelerle hazırlanmış kitapları, Kemal Çiçek’in Ermeniler’in Zorunlu Göçü, Necdet Sevinç’in “Arşiv Belgeleriyle Tehcir-Ermeni İddiaları ve Gerçekler” kitabı, Hasan Dilan’ın “Fransız Diplomatik Belgelerinde Ermeni Olayları” kitapları bile olayları her yönüyle anlamak için yeterli.Bu arada Emre Aköz’ün 17 Ekim Salı günkü köşe yazısında Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu için yazdığı “Şu sıralar bütün enerjisini ‘soykırım olmadı’ tezini savunmak için harcıyor. Tersi çıksa koltuğuna veda edecek” sözlerinin büyük bir haksızlık ve hata olduğunu yazmadan geçemeyeceğim.Halaçoğlu ve senelerdir birçok tarihi olayı ve Ermeni olaylarını dünyada mevcut tüm belgeleri inceleyerek yazan ve anlatan diğer değerli tarihçilere teşekkür edeceğimize onları böyle iki cümlede karalamak işte biz Türklere özgü bir durum. Diğer toplumlarda benzerini görmediğiniz gibi onlar bu tür insanlarını şeref madalyalarıyla onurlandırıyorlar. Ermeniler ise “bir yalanı yayan” profesörlerine bile bin çeşit ödül veriyor. Emre Aköz sadece Vahakn Dadrian’a verilen ödüllere internetten bir bakmalı. Ayrıca Yusuf Halaçoğlu bunu söyleyen tek tarihçi olmadığı gibi “tersi çıksa koltuğundan olacağı” da son derece anlamsız bir iddiadır. Onların gerçekleri anlatmak için ellerinden geleni yapmaları ancak takdiri hakediyor, tekdiri değil!Keşke Avrupa ve ABD’de konferanslar veren, makaleler yazan Türk yazar ve akademisyenler de “Biz ne olduğunu pek bilmiyoruz ama biz zaten insanların hikâyeleriyle ilgiliyiz” diyerek Türkiye’ye büyük bir haksızlık yapmadan önce bu kitaplara hiç değilse birkaç saat ayırarak göz atsalardı.Elif Şafak’ın W. Post’ta yayınlanan ve “1915’te ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ama ben insanlarla, onların hikâyeleri ve acılarıyla ilgiliyim (...) Bazı Türkler’in 1915 hakkında konuşmamalarını üzücü buluyorum, bizimki ortak bir bellek kaybı görülen bir toplum (...) Ermeniler’in bir gün unutmasını ve affetmesini isterim ama önce biz Türkler hatırlamak zorundayız” şeklindeki makalesi 30 Eylül’de Kanada’nın yüksek tirajlı bir gazetesi olan The Gazette’de de yayımlanmış.Yine geçen Salı Fransız TV’si 5. Kanal’ında Yves Calvi’nin yönettiği bir programda bu konu tartışılmış ve tesadüfe bakın ki soykırıma inanan diğer Türkler gibi Ahmet İnsel de (onun dışında Ara Toranian isimli bir Ermeni ve iki Fransız varmış) Ermeni katılımcıya hak verdiğini, bu katliamdan söz etmenin Türkiye’de tabu olduğunu ve hatta Ermeniler’in acısını paylaştığımızı göstermek için Türkiye’de bir Ermeni katliamı anıtı yapılması gerektiğini söylemiş... Devam edeceğiz.

Devamını Oku

Dikkat çeken Türkler!

17 Ekim 2006

Fransa’nın kararı, Ermeni soykırım yalanının tüm ders kitaplarına ve ceza kanunlarına girecek olması, arkadan toprak ve tazminat talebi gelecek olması yanında ilerde AB’nin “Ermeni soykırım iddiasını kabul etme” şartını önümüze çıkarması açısından da çok önemli, onun için gündemi meşgul etmeye devam ediyor.Her ne kadar bugün AB’nin kendi içinden bu karara itirazlar yükseldiyse de birkaç ülke benzer yasalar çıkardığında o itirazlar susacaktır. Adalet Bakanı Cemil Çiçek Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın “Meclis’in yasa teklifi önüme gelirse imzalamam” sözleri için “Sonucu görmeden ikna olmayız. Bugün Chirac var, yarın olmayabilir. Bu tür beyanları teminat olarak göremeyiz” demiş. Çok doğru, tam verilecek cevap ama bu tür konuşmalar yapıp sonra da köşemize çekilmek olmuyor. Ve biz her zaman ne yazık ki bunu yapıyoruz.DÜNYAYI İKNA FAALİYETLERİBiz uykuya çekilirken Ermeni diasporası, Halil Berktay’ın onlara yazdığı bir maildeki “Bizimle aynı paralelde açıklama yapacak Türkler bulunmalı (...) İzlenecek strateji mümkün olduğunca çok insanı böylelikle soykırıma inandırmak olmalı” önerisine gayet uygun şekilde “Onlar gibi konuşacak Türkler” buluyor ve bu elbette dikkat çekecek konuma gelmiş veya getirilmiş, sözünü dinletecek güçte “Türkler”in son derece yararlı desteğiyle ülkelere tek tek soykırım olduğunu kabul ettiriyorlar.Bunu yapan grubun isimlerini “cesur ve şerefli Türk entelektüelleri” olarak Ermeni diasporasının sitelerinde görmek mümkün, hepsi tahmin ettiğiniz şahıslar.Örneğin, “Elif Şafak gibi birkaç yıl öncesine, ABD’ye gidene kadar bu olay hakkında bir şey bilmediğini” itiraf etmiş olan sosyolog Fatma Müge Göçek geçen hafta yazdığım gibi Londra’da “Royal Society of Medicine”de yaptığı ve “1915’te Osmanlı’nın yaptığının BM’nin soykırım tarifine uyduğunu” söylediği konuşmasını 400’e yakın İngiliz, Ermeni ve Amerikalı izlemiş. Orhan Pamuk (ki kendileri de olay hakkında bir şey bilmeden konuşmuştur, biliyorsa “1 milyon Ermeni” rakamını hangi belgelerden çıkardığını açıklamasını bekliyoruz) Nobel’i almasaydı 16 Ekim’de Ermeni diasporasının kontrolündeki üniversitelerden biri olan Minnesota’da Ermeni diasporasının önde gelen isimlerinden, “kendini soykırımı kabul ettirmeye adamış” Prof. Ohanessian’ın kürsüsünde Ermeni soykırım iddiası hakkında bir konferans verecekti. Nobel’i alınca, “siyasetle ilişkilendirilmesi daha da kolaylaşacağı için” olmalı bunu ileri bir tarihe erteledi.Kimi İsveç gazetesine açıklama yapıyor, kimi İtalyan, Amerikan gazetesine... Kimi Fransız TV’sinde konuşuyor, kimi Ohannesian kürsüsünde veya Minnesota’da... Kimi sosyolog olduğu halde tarih kitabı yazıyor, kimi ise romanında kahramanlarına söyletiyor. Ve tabii bazıları da Türk gazete ve TV’lerinde “görevlerini” eksiksiz yerine getiriyorlar.(Devam edeceğiz.)

Devamını Oku

İnkâr ve iftira!

16 Ekim 2006

Son haftalarda çok hızlı koştum ve biraz soluklanmak için bir iki gün durdum, malûm maraton koşusunda nefesi idareli kullanmak lâzım. Şimdi tekrar başlayalım.Biriken mektuplara ve gazetelere baktığım zaman hâlâ en çok tepkinin Ermeni soykırım masalı ile Orhan Pamuk’un Nobel’i konusunda yoğunlaştığını görüyorum.Önce şu Fransa’nın “Ermeni soykırımını inkâr” yasasından başlayalım. Yasa söz konusu olur olmaz ortaya bir “inkâr” sözcüğü çıktı, kimden çıktı bilmiyorum ama bizde hep böyle oluyor; bir kelime ortaya atılıyor ve anında yaygın şekilde kullanılmaya başlanıyor.İnkâr, mevcut bir gerçeği yokmuş gibi gösterme, varlığını saklama anlamına gelir. Oysa burada tarihî gerçeklerin aksine ortaya atılmış bir yalandan söz ediyoruz, onun için de Fransızlar bu kelimeyi tercih etse bile bizim ısrarla “Ermeni soykırım yalanını (veya iddiasını) reddetme” olarak kullanmamız gerekir.Köşe yazılarında dikkati çeken bir nokta bazı yazarların Orhan Pamuk’u demokrat birer vatandaş olarak kutlarken bu coşkuya katılmayanları kötüleyen, yerin dibine batıran ifadeler kullanmasıydı.Onlara ‘Bu sizinki nasıl bir demokratlık’ diye sormak isterim. Herkes sizin görüşünüzü paylaşmak zorunda mı? Sizin, Orhan Pamuk’un, Elif Şafak ve diğerlerinin hakkı olan ifade özgürlüğü, yapılanları onaylamayanların hakkı değil midir?Bu “herkesten aydın” aydınlar dünyaya Türkiye’yi her konuda şikayet etmek, kendi kafalarından, havaya bakarak tarih yazmak ve dahi yalan söylemek özgürlüğüne sahiptirler de, karşılarındaki “pek beğenmeyip, sınıflandırıverdikleri” millet değil midir?NEDEN, NEDEN?Öyle naif sorular soranlar çıktı ki bu arada, insanın şaşırmaması mümkün değil. Örneğin; “İsveç Bilimler Akademisi Fransa’da olanları izleyerek mi karar veriyor”, “Eğer bu tür konuşmalarla Nobel veriliyorsa herkes için çok kolay olurdu”, “Nobel ödülü siyasî değil edebî” gibi...Nobel sevincinizi bölmek istemem, elbette büyük bir ödüldür, aynen sinemanın artık jüriye ödenen paralarla elde edilebildiği anlaşılan Oscar’ı gibi... Gerçekten dün bir meslektaşımız bugüne kadar Nobel alanların çoğunda “muhalif görüşlü”, devlete, hükümete karşı ve özellikle mağdur durumda olma ya da insan haklarını, ifade özgürlüğünü savunma gibi ortak noktaların olduğunu pek güzel anlatmıştı .Eğer bu önemli değilse ve Orhan Pamuk zaten “sadece edebiyatçı” olarak yeterince takdir ediliyorsa o zaman neden tarihçi olmadığı ve gerekli donanıma, araştırmaya da sahip olmadığı halde damdan düşer gibi Avrupa’nın ortalık yerinde “1 milyon Ermeni’yi, 30 bin Kürt’ü öldürdük” dedi?Haydi bunu söyledi diyelim, neden hemen arkasından “Türkiye’de kimse konuşmaya cesaret edemiyor, ben konuştum” deme gereği duydu?İngiliz The Independent gazetesinin bu olayın hemen ardından onu “yılın kahramanı” ilân etmesi, Alman Yayıncılar ve Kitapçılar Birliği’nin “Barış Ödülü” vermesi onun iyi edebiyatçılığı ile mi ilgilidir?Orhan Pamuk barış adına ne yapmıştır ki bir barış ödülü alıp üstelik kahraman ilân edilmiştir?Orhan Pamuk neden yabancı basınla yaptığı konuşmalarda ve konferanslarında hep siyasi konulara girme; örneğin “hükümetin halktan bilgi sakladığını ve AB üyeliği kazanabilmek için baskıcı yasalar üzerinde kozmetik reformlar yaptığını” söyleme gereği duymuştur?Neden aynı gruptaki akademisyen arkadaşları gibi baştan beri “Türkiye’de mağdur edilen Türk vatandaşı” rolünü oynamıştır?ORHAN PAMUK AÇIKLAMALI!Washington Times gibi “Nobel bile siyasetten kaçamadı” diyen yabancı gazeteler mevcut ise de biz tabii ki bir Türk yazar için bunu söylemek istemeyiz ama soru sormaya elbette hakkımız var.“Protesto için Paris’e gidip soykırım yok” dermisiniz sorusuna Orhan Pamuk “Şova gerek yok” cevabını vermiş. Peki bir uzman tarihçi edasıyla ortaya çıkıp tarih açıklaması yapmak şov değil miydi?Şimdi, her ülkedeki Nobel anonslarında “1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt” açıklamasıyla tanıtılan Pamuk’un ödül töreninde yapacağı konuşma merak ediliyor. Ne konuşursa konuşsun Türkiye’ye söylemeyi borçlu olduğu birkaç cümle var:“Fransa gibi bir iddia üzerine yasa kararı alan ülkeleri protesto ediyorum. Yapılacak tek şey dünya tarihçilerinin bir araya gelerek belgelerin ışığında gerçeği ortaya çıkarmasıdır. Avrupa demokrat olduğunu iddia ediyorsa bunu sağlamak zorundadır.”Ve tabii “dürüst aydın” ise bir de hangi bilimsel verilere dayanarak “1 milyon Ermeni” rakamını bulduğunu mutlaka açıklamalı. Zira Ermeni diasporası onun 1 milyon, Hrant Dink’in “1,5 milyon” buluşundan sonra onları kaynak göstererek sayıyı giderek arttırıyor!

Devamını Oku

Bizim “aydın”ların gözü aydın!

12 Ekim 2006

Fransa’nın kendi toprakları içinde Ermeni soykırımını inkâr etmeyi suç sayan ve hapis/para cezası öngören yasa teklifi Fransız Parlamentosu’nda dün kabul edildi.AP üyesi Dennis Mc Shane’in “AB eğer tarihteki hatalar için özür isteyecekse halen var olan üyeler göz önüne alındığında kendini feshetmesi gerekebilir” açıklamasına, AB Komisyon Başkanı Barosso’nun ve birçok parlamenterin “Bu iddiaları kabule zorlamak veya Türkiye’nin AB üyeliği için şart olarak ileri sürmek sorumsuzluktur, kabul edilemez. Yapılan düşünce ve ifade özgürlüğüne aykırıdır” demelerine rağmen yasa oy çoğunluğuyla Parlamento’dan geçti. Şimdi “Senato”da kabul edilmeyeceği söyleniyor ama Chirac’ın Ermenistan’da yaptığı konuşmada açıkça vurguladığı “Türkiye için ön şart olması”nın yolu açılmıştır.ANCAK ŞİMDİ UYANDIKBizde hâlâ Ermeni iddiasının AB’ye giriş için şart koşulacağına inanmayanlar var. Oysa Ermeni diasporası “2015 yılına kadar...”ı telâffuz ediyor. Bunu nereden mi biliyorlar, bizim “destekçi aydın” takımının konuşmalarından...Zannediyorlar ki AB süreci içinde, zaman yaklaştıkça ülkelerin baskısı artacak ve Türkiye nasılsa bunu kabul etmek zorunda kalacak.HOLLANDA TV’SİNİN SORUSUPazartesi geleceklerdi ancak dün gelebildiler ve Hollanda televizyonunun “soykırım iddiası”, “Ermeni soykırımınının gerçek kabul edilerek Hitler’in Yahudi soykırımı ile aynı yasa maddesine konulması”, “Türkiye, Hollanda ve Fransa’nın tutumuna ne gözle bakıyor”, “Fransa’yı ikiyüzlü buluyor muyuz ve bundan sonra Türkiye ne yapacak” gibi konulardaki sorularını cevapladım.Onlara Chirac’ın “Parlamentolar tarih yazamaz” sözünden başlayarak AB’nin Türkiye’ye demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda ders vermeye kalkarken kendi içindeki ülkelerin bu konulardaki yaklaşımına gereken tepkiyi vermediğini; örneğin Fransa’da çıkarılan yasaya zamanında ve bize müdahale ettiği gibi “yapamazsınız” diye itiraz etmediğini, bizim arşivlerimizin açık, Ermenistan’ın ve Rusya’nın arşivlerinin kapalı olduğunu, bizim TV ve gazetelerimizde olayı çok yönlü olarak yıllardır tartışıp onların tartışmadığını, tarihin yalanlara inanarak ve gökyüzüne bakarak değil tarihe, arşive, belgeye bakarak, bu belgeleri masaya yatırarak anlaşılabileceğini anlattım.Tabii bu yaptıklarının koca bir ulusu ve gelecekteki kuşakları etkileyeceğini, Türkiye’yi AB’den uzaklaştıracağını, onun için de Fransız Senatosu ve diğer ülkelerin kararlarını ona göre vermesi gerektiğini ve Türkiye’nin sonsuza kadar böyle bir yalanı kabul etmeyeceğini ısrarla vurgulayarak... Hollanda TV’sinin programcısı Jan Eikelboom benimle görüşmeye gelmeden önce Elif Şafak’la konuşmuş. Bayan Şafak ona “Bu kararın Türkiye’deki Ermeni vatandaşlara sorun çıkarmasından korktuğunu” söylemiş. Duyunca “saçma” dedim, “Ne alâkası var, onların bunda ne suçu var, Türkler durup dururken kimseyi suçlayacak, zarar verecek insanlar değildir.” Bugüne kadar Amerika ve Avrupa’da “Türkiye soykırım yaptı, bunu itiraf etmeli” diye tef çalan, çırpınan, Fransız TV’sine çıkıp aynı cümleleri tekrarlayanların (ki bunlar tarihçi bile değil, ya gazeteci veya sosyolog) şimdi “Fransa’ya gideriz, protesto ederiz” demeleri de çok ilginç.İşte istedikleri oluyor ve Avrupa’nın Türkiye üzerindeki baskıları giderek artıyor. Daha ne istiyorlar?Ama itiraf edin ki Orhan Pamuk’un Nobel’i bu kötü günü “aydın”lattı. Oh, nihayet bir Türk edebiyatçısını farkettiler ve bugüne kadar gelmiş geçmiş onca mükemmel edebiyatçımızı bir türlü beğenemeyip Orhan Pamuk da karar kıldılar.Evet sonunda bir Nobel’imiz olması sevindirici ama maalesef ben bazılarını pek kızdıracağını bilsem de “Ne pahasına” sorusunu sormadan edemeyeceğim. TV’lerde konuşan ve “Bugüne kadar daha çok siyasetimizle ilgileniyorlardı ama nihayet edebiyatımızla ilgilendiler” diyenlere de gülmeden geçemeyeceğim.Orhan Pamuk’un sadece edebiyatıyla ilgileniyorlarsa ödülü neden geçen yıl vermediler?*****ABD’nin BOP’u varsa, Türkiye’nin neden olmasın?Engin Aksaç’ın maili beni çok eğlendirdi. ABD’nin kendi kafasından kurduğu plânlara, masa başında aldığı kararlara istediği ülkeleri alet etmesi ve yakın gelecekte Türkiye’yi de BOP plânının parçası yapmaya kalkması gerçekten insanın tepesini attırıyor.Engin Aksaç’ın da tepesi atmış ve işte sonucu... Okuyun bakın.“Bu da Türkiye Ortadoğu Planı (TOP)..Suriye bile harita dağıtıyor, biz de dağıtalım, yayın bu haritayı..İmkanı olanlar, adres bilenler yurt dışına da göndersinler...Bölgenin bir salağı bizmiyiz, haritaysa harita, al sana harita...Haydi Türkiye bu haritayı CNN habere konu yapmaya yemin ettik!!!”*****İşte doğru adres!Önce ‘indeks’ yazıldı çıkmadı, yeniden verdim. Bu kez de tek bir harf unutulmuş ve tabii sayfa açılmıyor. Okurlarımızın ilgisine teşekkürler, çok sayıda doğru adresi soran mektup geldi, tekrar veriyorum:http://www.ermenisorunu.gen.tr/english/index.html(Dilek Tekbaş’a ve Ali Akdülgen’e doğru adresi bildirdikleri için ayrıca teşekkür ederim.)

Devamını Oku

“1.5 milyon Ermeni” lâfı kimden çıkmış?

11 Ekim 2006

Türkiye’de Ermeni soykırımı en az son 5 yıldır (ben 10 yıldır yazıyorum) yoğun şekilde tartışılmakta... Bu konudaki tartışmaların “hain-kahraman söylemine sıkışıp kalmış olduğu” görüşüne de ben hiç katılmıyorum. İçimizden bazılarının kendi ülkelerine gerçekten de pek dostane bir yaklaşımda olmadıkları açıkça görülmektedir.Örneğin yazılarımda birkaç kez adı geçen Fatma Müge Göçek dün Londra’da (eğer bir aksilik olmadıysa) bir konuşma yapmış. “Hangi Göçek” demiyorsunuzdur artık umarım ama hâlâ diyenler varsa küçük bir hatırlatma yapayım;“1915’te Ermenilere yapılanlardan dolayı suçlu değilim ama sorumluyum” incisini patlatan ve Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olan Göçek... Sadece bu cümleyle bile “Ne olacak canım, iddia Osmanlı Dönemi’ndeki olaylarla ilgili, bizi neden ilgilendirsin ki” diyenlere gelecekle ilgili ipuçları veren şahıs... Michigan Üniversitesi’nde sosyolog ama maşallah benim diyen Ermeni tarihçi, Ermeni soykırım iddiasını onun kadar ateşli savunamaz.Ben size onun çalışmaları (!) ve konuşmaları hakkında bilgi aldığım kaynaklardan ikisini son yazılarımda vermiştim ama okurlarımızdan biri; Gökçen Taner onun hakkında yeni bazı bilgilerle birlikte haberler de göndermiş. Bunlardan biri yukardaki haber; Fatma Müge Göçek’in ABD’deki faaliyetlerden sonra Avrupa’ya da uzanarak Londra’da bir konferans vermiş olması.KARAR VER ARTIK!Royal Society of Medicine’de yapılan konuşmanın detayları konferans öncesinde şöyle anlatılmış;Michigan Üniversitesi sosyoloji doçenti Fatma Müge Göçek; (Prof. değil miydi o, bir yerde prof. bir yerde doçent geçiyor) bize katılarak etkileri bugüne kadar devam eden ve sürekli olarak inkâr edilen tarihî bir şiddetin öğretilmesinin önemini anlatacak. Yakında çıkacak olan kitabının adı; “İnkârın şifresini çözmek: Türk Devleti ve 1915’te Ermenilerin Etnik Temizliği” Vay vay vay! Hanımefendi gerçekten de tarihi; hem de daha birkaç yıl öncesine kadar aynen meslektaşı Elif Şafak gibi “hiçbir şey bilmiyordum” dediği tarihi önce konferanslar, röportajlar verecek kadar ve şimdi de tarih kitabını emin bir dille yazacak kadar öğrenivermiş.Neymiş demek ki “tarih tarihçilere değil, sosyologlara bırakılmalı”ymış. (Acaba içinde herhangi bir belge var mı? Varsa bunlara Vahakn Dadrian’ın ne ölçüde yardımı olmuştur?)Tabii “Türk devletinin ısrarlı inkârı” türü suçlamaların kendi vatandaşları tarafından yapıldığı bu konuşmalar sadece o salonlarda kalmıyor, Ermeniler tarafından Internet sitelerinde, kitaplarda, konuşmalarda bol bol kullanılıyor. Örneğin “2015 yılına kadar soykırımın Türk devleti tarafından tanınacağına inandıklarını” söylemeleri gibi... Örneğin Elif Şafak’ın “İnkâr Duvarındaki Çatlak” yazısı gibi... Bu “inkâr duvarı” ve “çatlak” meselesinin Ermeni diasporasına ait kişilerin konuşmalarında, Türk destekçilerini tanıtımlarında geçmesi ÇOOK ilginç...Göçek, Şafak ve Akçam’ın UCLA konferansını düzenleyen Hovannisian’ın cümlesini yazmıştım;“Resmi Türk inkârının duvarını çatlatmayı amaçlayan Türk aydınları...” Oğlu Raffi Hovannisian’ın Ermenistan’daki Yerkir gazetesindeki bir cümlesinde bu kez sessizlik duvarındaki çatlak olarak geçiyor: “Devletin sessizlik duvarında açılan bu çatlak başlangıçlarıyla yavaş yavaş Ermeni soykırımı dört yol ağzına yaklaşıyor.” 2000 yılında Chicago Üniversitesi’nde düzenlenen ve Taner Akçam, Halil Berktay, F. M. G (onun adını kısaltalım, çok uzun), Selim Deringil gibi Türklerle, Libaridian, Bardakjian, Vahakn Dadrian, Aram Arkun gibi Ermeni akademisyenlerin katıldığı bir seminer yine bir Ermeni olan Vincent Lima tarafından; “Sessizlik Duvarında Bir Başka Çatlak” başlığıyla yazdığı yazıda anlatılmış.SAKIN GÜLMEYİN!Hepsi bu kadar da değil, bunların benzeri çok.Ortada bir çatlak var ama kim acaba?Her neyse gelelim şu “1,5 milyon Ermeni” hikâyesine... Fatma Müge Göçek, Londra’da dün yaptığı konuşmanın tanıtımında geçen, Ermenilerin yazdığı “yaklaşık 1 milyon Ermeni...” cümlesinin aksine uzun zaman (yani birkaç yıl) önce “1,5 milyon Ermeni”yi telâffuz etmeye başlamış. Ve sakın gülmeyin, tabii günün birinde, bir röportajda kendisine “bu rakamı nereden bulduğu” sorulunca şöyle cevap vermiş:“Agos gazetesinden Hrant Dink özellikle bu konuyla ilgilidir; benim söz ettiğim 1-2 milyon rakamı onunla yaptığım konuşmalardan çıkmıştır. Henüz öğrendim ki ‘1,5 milyon civarında böyle aile olduğu’ tahmini Türk-Ermeni entelektüel Etyen Mahcupyan’a aitmiş.” Ah canım, ah canım, Göçek hanımın ne kadar bilimsel verilere dayanarak konuştuğunu görüyor musunuz?Yalnız o değil, Temel’in trafik fıkrasında olduğu gibi “hepisi, hepisi” böyle... Ben şimdi Orhan Pamuk’un “1,5 milyon” lâfını düşünüyorum. Tarih bilmediğine göre o da Etyen Mahcupyan veya Hrant Dink’ten duymuş olmalı.Durun gülmekten yazamıyorum artık, rahat bırakın beni!

Devamını Oku

Dışişleri’nin acil görevi

10 Ekim 2006

Zoryan Enstitüsü’nün sitelerini inceledikçe dünyayı soykırıma inandıracak ne kadar tek yanlı kitap varsa hepsinin bu çok şubeli enstitülerde bulunduğunu, kitapçılara yayıldığını hatta postayla evlere gönderildiğini görüyorsunuz.Sadece “Soykırım ve İnsan Hakları” bölümünün (Holdwater bu bölümün adını “Bazı İnsan Hakları” olarak değiştirmiş) direktörü olan Vahakn Dadrian’ın bile sayısız kitabı olduğu gibi Avrupa ülkelerinin parlamento ve üniversitelerinde de aralıksız bunları anlatan dersler veriyor.Bizde de artık çok sayıda kitap çıkarıldı. Yusuf Halaçoğlu, Gündüz Aktan, Bilal Şimşir, Kâmuran Gürün kitapları, ATO’nun çıkardığı kitap, İngiltere’de Mavi Kitap’ın asılsız olduğunun ortaya çıkışı ve İngiltere’nin “soykırım yoktur” açıklaması ile diğer tüm belge ve bilgiler Avrupa’ya, ABD’ye gönderilmeli. Yeni büyükelçiler konferanslarla bilgilendirilmeli ki konu açıldığında ve gerektiğinde çıkıp gerçekleri belgelerle anlatabilsinler.Dışişleri Bakanlığı bu görevi acilen ve ciddiyetle yapmak zorundadır. Bazı sivil toplum kuruluşları bu konuda ellerinden geleni yaptılar ama karşı tarafta azgın ve aralıksız bir faaliyet sürerken asla yeterli değil. Doğru kitapların yaygın şekilde kitapçılarda bulunması, parlamenterlere tek tek gönderilmesi Dışişleri’nin vazifesidir.Bu arada “tıklanması için” yazdığım adresi bir kez daha veriyorum:http:www.ermenisorunu.gen.tr/english/index.htmVatandaş sorumluluğu taşımak da bizim görevimiz!*****Hrant Dink bir şey daha yapsın!Fransa’nın Ermeni soykırımını suç sayan tasarıyı oylama kararını eleştirmiş Hrant Dink...Bugüne kadar grup halinde, sırayla Fransız kanallarına çıkıp hep Türkiye’yi eleştiriyorlardı, nihayet bir eleştiri de Fransa için duyduk iyi oldu.Gerçi tarihin; aslında bir ülkenin geleceğini büyük ölçüde etkileyecek, geçmişini de büyük ölçüde karalayacak bir “tarihi saptırma”nın düşünce, ifade özgürlüğüyle filân alâkası yoktur.Hiç kimse kafadan “büyükanneleri, büyükbabaları dinledim” diye uydurma beyanlarda bulunma hakkına sahip değildir. Ortada belgeler vardır. Ona göre uzman tarihçiler, diplomatlar oturur, belgeleri masaya yatırır, inceler ve karar ancak öyle çıkar.Hrant Dink madem ki bu karar alınırsa Fransa’ya gidip “soykırım yoktur” diyecek, o zaman kendisini yakaladıklarında “Dürüstseniz masaya oturursunuz” da desin.Zira nedense haklılığına (!) dünyayı inandırmakta pek mahir olan Ermeniler kadar Avrupa da bu doğru çözüme bir türlü yanaşmıyor. Ve nedense Hrant Dink ile arkadaşları da bunu hiç önemsemiyor!*****Bunu okumak lâzım!Ahmet Hakan’ın CNN’deki programında cemaat ve tarikatlarda lidere, şeyhe kayıtsız şartsız teslimiyetten, müritlerden para toplandığından söz ettiğimde diğer konuşmacılardan epeyce itiraz dinlemiştik. Şimdi bu konu Hürriyet gazetesinde açıkça yayımlanmaya başlıyor. Merak edenlerin okuması gerekir diye düşünüyorum.

Devamını Oku

Keyfe göre etiket dağıtılır!

9 Ekim 2006

Bayılıyorum bu “entelektüel”lere... Kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayanlar veya Türkiye’nin çıkarlarını açıktan açığa dürüstçe savunanlar ya hemen milliyetçi oluyor, ya sağcı, ya muhafazakâr veya biraz daha küstahlaşırlarsa yarı aydın...Son günlerde moda entelektüel tarifi; Türk olmakla gurur duyulacak her noktayı, her olayı alaya almak ve hatta Atatürk’ü; bir imparatorluğun küllerinden o sünepe popolarını yayacak muhteşem bir ülke yaratarak dünyayı hayran bırakan büyük devlet adamını bile küçümsemek.Fransa’da, Amerika’da, Yunanistan’da ve birçok ülkede “ulusal çıkar” deyince birbirine kilitlenen, yüzünü örneğin Fransız bayrağı gibi boyayarak sokaklara dökülen milyonlarca vatandaşı görmüyorlarmış gibi Türkiye’de birileri ulusunu, vatanını düşünerek konuşuyor veya yazıyorsa hemen etiket geliyor: milliyetçi!Bu etiketi yapıştırdıklarında kendileri sıradışı, yenilikçi, liberal oluyorlar, karşılarındaki modası geçmiş, tutucu bir ulusalcı...Ulus ve ulusalcılık “cıs” tanımlar, yenilikçi veya aydın olmak istiyorsanız ağzınıza almayacaksınız. Alırsanız ağzınıza, yapıştırıverirler alnınıza, kalırsınız hayat boyu ulusalcı... Zira onlara göre yeniliğe, değişime açık, liberal ulusalcı yoktur. Ulusalcılık onların kafasında “tutuculuk”la eş değerdir. Yani hem tarihine, ulusal değerlerine hem de çağdaş değerlere sahip çıkan vatandaş olmak im-kân-sızdır. Hele biraz daha ısrarcıysanız milliyetçi derler ki bu “köktendinci” benzeri bir “kökten ulusalcılık” anlamında kullanılmaktadır, işte o zaman yandınız.Beni de “milliyetçi” olarak tanımlayan biri çıkmış duyduğuma göre... Benim “tarihi çarpıtmaları nedeniyle” karşı çıktığım kısa yoldan şöhret arkadaşlarını memnun etmek için midir bilinmez övüyor edasıyla çaktırmadan küçümseyen bazı ifadelerin arasına bir de milliyetçiliğimi yerleştirmiş.Ne olduğumu ve ne olmadığımı iyi bilirim ben zahmet etmesinler. Benim bildiğim gibi, okurlarım da iyi tanırlar, eh 20 yıla yakın bir beraberliğimiz var sonuçta, olacak o kadar... Üstelik Türk okuru o kadar dikkatli, o kadar uyanıktır ki yazar çizer takımının hepsini iyi tanır, yüreğinin/beyninin kıvrımlarını okur. Evire çevire, kıvırta dolandıra söylemek istediğini bir türlü söyleyemeyen veya gizleyerek söylediğini sananlara da kahkahalarla güler. Onun için okur adına da zahmet etmesinler.Atatürk’ü tanıma ayrıcalığına sahip olmuş değerli tarihçimiz, rahmetli Cemal Kutay sağlığında bana kitaplarını gönderir, içine de“Atatürk kızına,Büyük kurtarıcı bugün yaşasaydı eminim size böyle hitap ederdi” diye yazardı. O artık yok ama bu sözleri hep aklımda...Ve eğer ülkesini, atasını sevmenin, tarihine saygı duymanın ve geleceğini düşünmenin adı milliyetçilik ise, hemen söyleyeyim ben gururlu bir milliyetçiyim.Sonuna kadar da öyle olacağım!***** Babacan ak kaşık!Bir meslektaşımız şu meşhur Merkel/iftar/Ali Babacan olayından iki gün üst üste öyle bir anlatımla söz etti ki dersiniz ortada bir olay yok durup dururken Sezer’in tepesi atmış.Aman efendim; Cumhurbaşkanı ne yapmış da ne yapmış... Aslında iftar lâfı geçmemiş de, Sezer eski bir olayı hatırlamış da, çıkışı hiç nazik değilmiş de, Erdoğan’ın anlık öfkesi bundan daha sağlıklıymış da... Her köşeden Erdoğan’ı çıkarmakta da üstümüze yok... Ama peki ev sahibi suçlu da hırsızın hiç mi kabahati yok?Babacan’ın yaptığı akıl alır gibi bir olay değil ve bu yazılanlar onun bile üstüne tuz biber ekiyor. Sen bir cumhurbaşkanının karşısına bakan olarak çıkacaksın, randevuya geç kaldığın gibi bir de üstelik -özür dileyeceğine- o konuşmaya başlamadan Alman Başbakan’ın önünde atılacaksın; “Fazla zamanımız yok, sohbet kısa sürecek, bizi bekliyorlar, İstanbul’a yetişeceğiz.” Olayın Merkel’in önünde olmasının sorumluluğu çıkartandadır, başlatandadır. Böyle tarihte eşi görülmemiş saygı dışı bir davranışa dayanmak için evliya olmak gerekir ki Cumhurbaşkanı buna mecbur değil.Ayrıca, Merkel’le Babacan’ın o görüşmeden sonra İstanbul’daki iftara gidecekleri zaten biliniyordu, tekrar söylenmesine gerek yok.Bence Babacan köşe yazarlarına sızlanacağına kesinlikle telefon ederek Cumhurbaşkanı Sezer’den özür dilemeliydi.Yorulduk artık bu “öyle değildi, böyleydi” oyunlarından!

Devamını Oku