O artık Kemal

23 Mayıs 2010

CHP Kurultayı görülmemiş bir coşkuyla başladı. İlk CHP Kurultayını mesleğe başlamadan önce izledim. Sanıyorum 1974 yılıydı. Pek çoğunu bizzat salondan da izledim. Ama bu Kurultay kadar heyacan veren bir Kurultay yanılmıyorsam hiç olmadı.Açıkçası benim için salonun içinden çok dışı önemliydi. Sonuçta salonda 1200 delege, 96 milletvekili, parti meclisi üyeleri, davetliler, 500’ü aşkın medya mensubu vardı.Ama dışarısı farklıydı. Hiçbir CHP Kurultayı’nda görmediğimiz bir kalabalık Kurultay salonunu sarmıştı. Ki bence asıl önemli olan budur. Hiçbir CHP Kurultayı halkın akın akın salonun çevresinde bu çapta toplanmasını sağlamamıştı.Daha önce de yazdığım gibi bunu sadece CHP’ye bağlamak çok doğru bir saptama olmaz. Bu halkın öfkesinin dışa taşmasının bir sembolüdür.CHP’ye Genel Başkan seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması ise “halka çok yakın” bir üsluptaydı. Söylediği her cümle anlaşılırdı. Halkın özlemlerini dile getiriyordu.Yandaş medya “alay” etse de Kılıçdaroğlu’nun işsizlik, yoksuzluk, açlık konularını ana tema yapması sanıyorum halkın büyük ilgisini çekti.Her ne kadar medyamız ısrarla “Gandi” yakıştırmasını yapıyorsa da, Kurultay’da bu lakap hemen hiç kullanılmadı. Ama bunun yerine “Kemal” dendi.Bütün sloganlar “Kemal” diye başlıyordu. Ellerde taşınan dövizlerde “Kemal” adı büyük yazılıydı.Şu anda parti içinde hiç kimse “nezaket gereği” Kılıçdaroğlu’ndan “Kemal” diye söz etmeyecektir belki ama bundan böyle halkın ağzında “Kemal” diye anılması kimseyi şaşırtmasın. Özellikle seçim ortamına girildiğinde “Kemal” adının daha sık kullanılacağını sanıyorum. *****Kritik zamanlarda hatayı önce kendimde ararımPerşembe sabahı gazetemi okurken Reha Muhtar’ın köşesine geldiğimde gözlerime inanamadım. Reha Muhtar hakkımda çok ağır bir yazı kaleme almıştı. İnanılmaz hakaretler içeriyordu. Muhtar, Beşiktaş’la ilgili yazdığım, ironik bir yazıyı üzerine alınmış. Adı hiç geçmediği halde alınganlığını garip bir öfke ile çıkartmaya çalışmış.35 yılda 10 kere karşılaştığım, belki beşinde selamlaştığım, aynı çatı altında olmaktan öte hiç birlikte çalışmadığım, toplam 3.5 dakika bile sohbetim olmayan Reha Muhtar ayrıca benimle ilgili derin bir karakter analizi de yapmış.Anlıyorum ki hiçbir ortak yanımız olmamasına rağmen yüreğinde derin bir kin ve nefret büyütmüş.Reha Muhtar, Türkiye’nin en sevilen, en çok okunan, televizyonlarda en çok izlenen gazeteci yazarı. Çevresi çok geniş, itibarı çok yüksek. Türkiye’nin en önemli iş adamları, siyasetçileri, sanatçıları, aydınları, spor adamları onunla birlikte olabilmek için yarışıyor.Böyle durumlarda hatayı kendimde ararım. Neden hiç tanımadığım Reha Muhtar’ı kendime karşı bu kadar kin ve nefret dolu hale getirdim acaba? Neden Hasan Cemal dedikodumu yapar? Neden gazeteciler “Böyle bir yazı yakışık almaz” demek yerine “Bakalım Can Ataklı ne yazacak, nasıl çakacak” diye kan koklamak ister. Neden gazeteciler düşünce ve fikirlerini söylemek yerine tanımadıkları insanlara hakaret eder? Neden bir yazıya öfkelenenler, yanlış düzeltmek bahanesiyle kişiliklere kusar gibi saldırır?Bu sorulara cevap bulursam belki ben de çok okunan, çok sevilen, çok itibarlı bir gazeteci olabilirim. *****En büyük alkışı ‘Hesap sorulacak’ dediğinde aldıKemal Kılıçdaroğlu’nun Kurultay konuşması iyiydi. Gündemdeki her konuya değindi. İktidarı “taşeron iktidar” olarak tanımladı. Kılıçdaroğlu’nun her cümlesi alkışlarla kesildi. Özellikle yolsuzluklarla ilgili sözleri sırasında çok alkış aldı. Ama gözlediğim kadarıyla en büyük destek “Bu iktidardan hesap sorulacaktır. Artık yapanın yanına kâr kalmayacaktır” dediğinde geldi.Aynı tepkinin salon dışında toplananlar arasında da yoğun biçimde yaşandığı televizyon ekranlarına yansıdı.Bu şunu gösteriyor: AKP iktidarı boyunca yapılan yolsuzluklar her ne kadar medyada çok yer almadıysa da, vatandaş durumu biliyor.İhalelerin nasıl kotarıldığı, yandaş isimlere nasıl ayrıcalıklar tanındığı, yandaş olmayanlara neredeyse hayatın zehir edildiği, yandaş gazetecilerin görülmemiş bir lüks ve ihtişama kavuştuğu, yoksulluk edebiyatı yaparak oy alanların şimdi nasıl bir zenginlik içinde yaşadığı gözlerden kaçmıyor demek ki.Ve halk artık bu sömürüden büyük pay alanların bugüne kadar hiç hesap vermemiş olmasından çok rahatsız. “Hesap sorulacak” cümlesi bile kitleleri harekete geçiriyor.*****TarafDeniz Baykal tam Kurultay günü, o ana kadar kendisi hakkında tek olumlu cümle sarf etmemiş olan, kendisini statükocu, darbeci, asker vesayetinden yana olarak niteleyen Taraf Gazetesi’ne özel demeç vermiş. Ve demiş ki “Hakkımdaki komplonun arkasında medya da var.” Deniz Baykal herhalde şu anda müthiş bir duygusal travma içinde. Ama birkaç gün sonra sakinleştiğinde herhalde o garip demeci neden Taraf’a verdiğini ve gazetenin bu demeci neden manşete taşıdığını da değerlendirecektir herhalde.*****Bu Recep nedir? Kemal Kılıçdaroğlu Kurultay konuşmasında Başbakan’dan söz ederken hiç adını soyadını telaffuz etmedi. Israrla “Recep Bey” dedi.İktidarı da “Erdoğan’la bütünleştirerek” her eleştirisine “Recep Bey” diyerek başladı.Kılıçdaroğlu “Recep Bey” dedi. Sonra bir daha “Recep Bey” dedi. Açıkçası ben izlerken her seferinde gülüyordum.Sonunda salon da gülmeye başladı. Her “Recep Bey” sözünden sonra salondan kahkahalar yükselmeye başladı.Sahi ne var bunda? Kemal Kılıçdaroğlu her “Recep Bey” dediğinde salon neden gülüyordu ki? “Recep” deyince milletin aklına ne geldi?*****CHP’ye akıl veren çok Daha önce de yazdım ama Kurultay aşamasında daha da belirgin hale geldi. Bugüne kadar AKP iktidarını şirin göstermek için akıl almaz çaba harcayan çevreler Kılıçdaroğlu’nun önceliği işsizliğe, yoksulluğa ve yolsuzluğa vermesiyle adeta alay ederek “CHP halkı yanında tutacak politikaları geliştiremezse başarıya ulaşamaz” diyorlar.Halkı yanında tutacak politikalar olaraksa, işsizliğin, yoksulluğun önemi olmadığını vurgulayıp “Yargıyı baskı altına alan değişikliklere destek ver” çağrısı yapıyorlar.Kıymetleri kendinden menkul bazı akademisyenler, iş dünyası temsilcileri, maskeli faşistler kanal kanal gezip “CHP açıklasın değişim programını” akılları veriyorlar.Oysa sokağa bir baksalar yetecek ama...

Devamını Oku

CHP Kurultayı Baykal gölgesinde yapılmamalı

21 Mayıs 2010

Şu ana kadar kime söylesem “Yok artık daha neler” diyor ve ekliyor: “Bu söylediğinin gerçekleşmesi mümkün değil, artık o iş bitti.” Söylediğim ve merak ettiğim konu şu: “Baykal Kurultay’a iki gün kala görüntülerdeki kişilerin kendisi ve Nesrin Baytok olmadığını açıklattı. Yani ilk kez inkârda bulundu. Bazı CHP’liler ‘Bu durumda herkes vicdanının sesini dinlemeli’ demeye başladı. Kurultay öncesi 260 delege Baykal’ı aday göstermeye kalkar mı?” Soru bu kadar basit.Çünkü Baykal istifa ettiğinde en geçerli senaryo aday olmasa bile Kurultay’ın Baykal’ı tekrar Genel Başkan seçmesiydi.Baykal ortamın uygun olmadığını gördüğü için “kendisine rağmen” seçilirse bile bunu kabul etmeyeceğini kesin dille açıklayınca, Kılıçdaroğlu faktörü güç ve önem kazandı.Ancak Baykal önce “benden habersiz oldu” diye kırgınlık belirtti, hemen ertesinde de görüntülerin düzmece olduğunu “gayriresmi” bir inceleme sonucuna dayanarak açıklattı.Avukatların görüntüleri anlatan basın toplantısı açıkçası kuşku yarattı. “Acaba Baykal, kasetin sahte olduğunu söyleyerek aklandığını düşünüp, tekrar aday olmayı planlıyor olabilir mi?” düşüncesi ister istemez zihinlerde canlandı.Böyle bir durumun CHP için felaket olacağını harhalde bütün parti yönetimi ve delegeleri biliyordur. Ama bana göre bu da yetmez. CHP’liler bugün Baykal gölgesini Kurultay üzerinde hiç hissettirmemek zorundadır.Baykal’ın durumuna üzülmek, yapılan alçaklığı lanetlemek ayrıdır, toplumda esen rüzgârı bir fırsata çevirmek ayrı.Artık her söze önce Baykal’a bağlılığı bildirerek başlamanın da anlamı yoktur. CHP, öyle ya da böyle ve beklenmedik biçimde yepyeni bir konuma geçmiştir, bu durumda da “Baykal ne der, Baykal’a ne olacak” gibi sorulara da yer yoktur.Bugünkü CHP Kurultayı’nın demokrasiye katkı ve Türkiye’nin sorunlarına çözüm umudu olması dileklerimi sunmak istiyorum. *****Tavşanın teziBir tavşan önüne bir daktilo almış, tak tuk tak tuk birşeyler yazıyor. Oradan geçen bir tilki: - Hey tavşan, ne yazıyorsun?- Doktora tezimi yazıyorum.- Ha öyle mi, çok güzel, ne hakkında?- Tavşanların tilkileri nasıl yedikleri hakkında.- Yok canım, olur mu öyle şey, hiç tavşanlar tilki yerler mi?- Olur canım, gel istersen, sana ispat edeyim.Beraberce tavşanın yuvasına girerler. Biraz sonra tavşan tek başına çıkar ve yine daktilosunun başına geçer, tak tuk birşeyler yazmaya devam eder. Oradan geçen bir Kurt, tavşanı görür.- Hey tavşan, ne yazıyorsun?- Doktora tezimi.- Ne hakkında?- Tavşanların kurtları yemesi hakkında.- Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır?- Gel istersen göstereyim...Yine beraberce yuvaya girerler. Tavşan biraz sonra tek başına dışarı çıkar. Tavşanın yuvasını merak mı ettiniz? Manzara şudur: Bir köşede tilkinin kemikleri... Bir köşede kurdun kemikleri... Diğer köşede ise bir aslan, kürdanla dişlerini temizliyor!Gönderen okurum altına bir yakıştırma eklemiş. Ben “herkes kendi yakıştırmasını kendi yapsın” istedim.*****Bugün geçer yarın daha önemliDeniz Baykal’ın müdahale etmemesi halinde CHP Kurultayı bugün çok sakin geçer ve Kılıçdaroğlu Genel Başkan seçilir.Ama asıl şenliğin yarın yaşanacağını söylemek gerek. Çünkü parti içi yönetim ve örgüt seçimleri yarın yapılacak. Genel Başkan üzerinde oybirliği sağlansa bile sıra yönetici seçimine gelince büyük tartışmaların çıkması kimseyi şaşırtmasın.Yarın Kurultay salonunda kavga bile olabilir ki bu hiç de önemli değildir. Çünkü sonuçta demokrasinin bazı anları da böyledir. AKP iktidarı 8 yıldır kongrelerini çok sakin geçiriyor. Ne Genel Başkanlık kavgası, ne listeler hiç sorun oluyor. Bu istikrar gibi gözükse bile demokrasi adına da kuşku yaratır. Elbette herkes görüş birliği içinde olabilir ama, baskı olduğu izlenimi de verebilir. CHP yarın örgüt seçimlerinde önceden kesin bir anlaşmaya varamazsa kıran kırana bir sandık savaşı yaşar. Ortaya çıkacak durum bana göre çok sakin geçen bir Kurultay sonucundan daha da önemlidir.****Kemal Kılıçdaroğlu neden bu kadar destek görüyor? Çünkü dürüst siyasetçi özlemi çeken halk, Gandi Kemal’in “indragandi” yapmayıp cebini doldurmayacağına inanıyor. (Gani Yıldız)

Devamını Oku

CHP yelkenini dolduran rüzgârın asıl amacı ne?

19 Mayıs 2010

Tam 32 yıl sonra işçinin, emekçinin, aydının, sanatçının, halkın 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmasını 2 Mayıs günü “Dün bir kırılma noktasıydı” başlıklı yazıyla değerlendirmiştim. O gün 8 yıla yaklaşan AKP iktidarına karşı ilk kez halkın bütün kesimlerinin katıldığı bir gösteri yapıldı. Hangi partiden olursa olsun yüz binlerce kişi bu iktidarın artık gitmesi gerektiğini haykırdı.Çünkü o gün siyasetlerin çok üstündeydi, halkın dilek ve özlemleri dile getirilmişti. Bu da AKP iktidarını tehdit eden “ilk kırılma noktasıydı” bana göre.Bu açıdan bakınca CHP’de yaşananları da bu paralelde değerlendirmek gerek. Kimse CHP’de olanları parti içi hesaplaşma, Baykal’ın satılması, büyük patronların bir oyunu, tamamen dış güçlerin yarattığı bir komplo olarak nitelemesin. Elbette bu faktörler de mutlaka hesaba katılmalıdır ama buradaki asıl güç halkın artık üzerindeki ölü toprağını atmaya karar vermesidir.CHP’deki yeni durum, AKP iktidarından memnun olmayan, bu iktidarın Türkiye’yi tehlikeli bir uçuruma doğru götürdüğüne inanan milyonların, görünmeyen gücünün baskısıyla yaşanmaktadır.Alelacele yapılan ilk anketler bile CHP’deki bir yönetim değişikliğinin partiye güç ve oy kazandıracağını gösteriyor. CHP’nin yelkenlerini doldurmaya başlayan bu rüzgâr sadece soldan, CHP’lilerden, küskünlerden gelmiyor. Halkın her kesiminden ve görüşünden bu yelkenlere üfleyenler var.Çünkü ezilen, işsiz kalan, itilip kakılan, yandaş olmadığı için işleri bozulan, yaratılan korku ortamından şiddetli rahatsız olan, Türkiye, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığının neredeyse resmi ideoloji haline getirilmesinden, laikliğin, çağdaşlığın alay konusu yapılmasından, milliyetçi duyguların hakarete uğramasından rahatsızlık duyan milyonlar “Evet, bu iktidardan kurtulalım da, kime gideceğiz” telaşı ve endişesi içindeydi.Gidilecek yerlerden biri CHP’ydi ama bu partinin yönetimi de milyonların içine pek sinmiyordu. Sonuçta bu güç CHP’yi en derin yerinden vurdu, bir kaset bahanesi bu talebin patlamasına neden oldu.Kılıçdaroğlu yeni ekibiyle birlikte bu gerçeği mutlaka iyi anlamalı ve yönetmelidir. CHP yelkenlerini dolduran rüzgârın birinci amacı iktidarı ilk seçimde indirmektir. Hesaplar buna göre yapılmalıdır. Ana politikalar, parti içi güç savaşları, yeni liderlik alanları ondan sonra düşünülmelidir.*** Sana ne be kardeşim?İktidar, CHP’de yaşanan olayları, bizzat Başbakan’ın ağzından belden aşağı çekmeye çalışıyor ve diğer gelişmeleri sessizce izliyor. Buna karşın yandaşlar ve özellikle maskeli faşistler çılgın gibi.Hepsi maaşallah bir inciler döktürüyorlar ki, insana parmak ısırttırıyorlar.Hepsi Kılıçdaroğlu’nun hangi politikaları izleyeceğini “şiddetle” merak ediyor. Her cümlelerinde “Kılıçdaroğlu ne yapacağını açıklasın, halka umut verecek mi görelim” vurgusu yapıyorlar.Sonra da hükmü veriyorlar: “Kılıçdaroğlu’dan bir şey olmaz.” Eee olmasın, size ne? Niye bu kadar üzülüyorsunuz ki? Fena mı, Kılıçdaroğlu’ndan bir şey olmayacaksa CHP’nin oyları artmayacaksa daha iyi ya işte. Şuursuzca savunduğunuz AKP iktidarına da bir şey olmaz o zaman.***Sert sessiz Kılıçdaroğlu’na “Gandi Kemal” yakıştırması galiba “fiziğinden” ötürü yapılıyor. Sessiz sakin görünümü ve Gandi’ye benzeyen yüzü bu lakabın kendisine yapıştırılmasına neden oldu.Kemal Kılıçdaroğlu ile kısa süreli birkaç konuşmam oldu geçmişte. Bu birkaç görüşmede çok sakin görünümünün arkasında ilkeli ve kararlı bir karakter olduğu izlenimini edinmiştim.Ancak diyorum ki bu sessiz, sakin ve uysal mizaç kimseyi aldatmamalı.İki nokta dikkatimi çekiyor: Birincisi Kılıçdaroğlu uzun yıllar SSK Genel Müdürü oldu. Burası çok çetrefilli bir devlet kurumu, sevk ve idaresi çok zordur. Atılan her imza başa dert açabilir.Ancak bu zor görev sırasında Kılıçdaroğlu hakkında tek bir şaibe bile duyulmadı. SSK’nın Kılıçdaroğlu döneminde başarılı olduğu da kayıtlarda.Bir bürokrat bir dönemi hem başarılı hem de şaibesiz olarak atlatıyorsa demek ki sakin görünümünün altında son derece sert yöntemler kullanarak yönetmiştir o kurumu.İkinci dikkatimi çeken nokta ise aile içinden aldığım bir izlenim. Kılıçdaroğlu’nun müzisyen bir oğlu varmış, yeni öğrendim. Baterist olan Kerem Kılıçdaroğlu’nun bir rock grubu varmış. Ve adı da “Sert sessiz.” Kişiler isim koyarken çevrelerinden de etkilenir büyük oranda. Ve Kerem grubuna “Sert sessiz” adını veriyor. Babadan esinlenmiş olabilir mi?Diyeceğim şu ki kimileri eğer “Kemal Bey halim selim adam, sessiz ve sakin, istediğimizi yaptırırız” diye düşünüyorsa fena halde hayal kırıklığı yaşayabilir.***Beşiktaşlıların üzülmesine gerek yokÖnce dünkü yazımdaki bir maddi hatayı hemen düzelteyim. Bursaspor Başkanı ile yemek yiyen kişi Beşiktaş’ın eski futbol şubesi sorumlusu. Hata benim, mevcut futbol sorumlusunun telaşlanmasına gerek yok.Gelelim konuya. Dünkü yazım bir kişinin istediği an nasıl spekülasyon yapabileceğini göstermek için yazılmıştır.Bu yazı Fenerbahçe’nin attığı bir golü “Kaleciler şike yaptı” iddiasıyla ciddi ciddi yazanlara “Peki ben de böyle yazarsam ne olacak?” hatırlatmasıdır. Başka bir amacı yoktur.Anladığım kadarıyla bazı Beşiktaşlılar alınmışlar, üzülmüşler. Hiç gerek yok, yazıyı bir daha okumaları yeterlidir. Ama gerçekten üzülenlerden de özür dilerim.Fenerbahçeliler de (ben dahil) şu gerçeği beynine sokmalıdır. Şampiyonluğu son maça taşıyan, Trabzon’u yenemeyen biziz. Fenerbahçe Trabzon’u yenseydi, Bursa Beşiktaş’a 10 tane atsaydı da fark etmeyecekti. Kimse bahane aramasın.Fenerbahçe Başkanı dün tatlı sert yine polemik yaratacak sözler söyledi. Bence buna da gerek yok. Konuyu istediğiniz kadar uzatırsınız ama gerçeği değiştiremezsiniz.Bursa şampiyon olmuştur ve kutlamaktan başka yapılacak bir şey de yoktur.Beni asıl üzen, diğer tüm takımların Fenerbahçe’nin şampiyon olamamasına sevinmeleri. Hedef Fenerbahçe’yi “Fenerbahçeli olmayanların düşmanı” konumundan çıkartmaktır. Fenerbahçe bu düşmanlığı hak etmiyor.***CHP’li bir grup statükonun devamı için çırpınıyor. Bu enerji, “Politbüro” yerine seçim bürolarında harcansaydı, CHP çoktan iktidar olmuştu. (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Ben de Beşiktaş maçı bilerek kaybetti dersem?

18 Mayıs 2010

Fenerbahçe için en önemli maçlardan biri Galatasaray’la yaptığı maçtı. Fenerbahçe bu maçta puan kaybetse zaten son maçın da bir anlamı kalmayacaktı. Fenerbahçe bu maçı Selçuk’un çok uzaktan attığı golle 1-0 aldı.Maçtan sonra bazı yazarlar bu 1-0’lık galibiyete “gölge düşürecek” yazılar yazdılar. Galatasaray kalecisinin 30 metreden yediği golü dile dolayıp “Hiçbir kaleci o golü yemezdi” dedikten sonra cümlelerinin sonuna da ünlem işaretleri koydular.Tabii Fenerbahçeliler ve gerçek Galatasaraylılar bu komik iddialara gülüp geçtiler. Ama ne olursa olsun bazı zihinlerde ister istemez “Acaba?” sorusu da kaldı.O halde gelin bir “spekülasyon” da ben yapayım.Son hafta maçlarını herkes heyecanla bekliyor. Perşembe günü Etiler’deki Paper Moon’da bir masada çok ilginç üç isim oturuyor. Biri “Galatasaray kalecisinin Fenerbahçe’den bilerek(!) gol yediğini” ima eden gazetecilerden, diğeri Bursaspor Başkanı, üçüncü isim de Beşiktaş’ın Futbol Şube Sorumlusu.Üçlü diğer masalardan duyulmayacak şekilde hararetli bir sohbet içindeler. Meraklı gözler bu üçlü yemeğe pek akıl sır erdiremiyor.Yine aynı gün, akşam üzeri saat 16.00 sıralarında Bursaspor Başkanı, Beşiktaş’ta yöneticilik yapmış çok renkli bir kişiyle birlikte Emirgan’da görülüyor.Bu bilgileri bazı spor müdürlerine anlattım. “Bir şey olmaz, hiçbir hükümleri yok ki” cevabını verdiler. Ben bilemem, öyle söylüyorlarsa öyledir.Sonra pazar gününe geldik. Beşiktaş, Bursa karşısında üst üste iki gol birden yedi. Şimdi ben de şunu söyleyebilirim: “O gollere hiçbir savunma oyuncusu izin vermezdi. Bu işin içinde mutlaka bir iş var.” Hatta daha da ileri gidip “İlk golde hatası olan futbolcu, ikinci golü kendi kalesine attı, olur mu böyle şey” de diyebilirim.Spekülasyonun sonu yok. Fenerbahçe’yi şaibe altında bırakanlar kendi davranışlarına da dikkat etmeli diyorum. *****Hiç üzülme FenerbahçeElbette son maçta şampiyonluğu kaybetmek çok kötü bir duygu. Üstelik avantajı elinde tutarken şampiyonluğu kaçırmak daha da acı. En acısı ise bir dakikalığına şampiyon olduğunu zannedip sevinmek, sonra da derin bir hayal kırıklığı yaşamak.Ama belli ki yüce Rabbim de Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu istemedi. Yoksa hangi maçta 4 top direkten döndü, kaleye 17 şut çekildi, 13 korner atıldı, hepsi gol olabilecek 11 pozisyon yakalandı.Olmadı, olmadı, olamadı... Top o kale çizgisini bir türlü geçemedi.Ama maç da pazar gecesi saat 22.00 itibarıyla bitti. Şampiyonluk gitti. Karalar bağlamanın, öfke içinde sağa sola saldırmanın, kelle istemenin âlemi yok.Kimse son maç için bahane aramasın. Fenerbahçe belki de yılın futbolunu oynadı o gece. Hata şampiyonluğu sona maça bırakmak, aradaki basit maçlarda cömertçe puan dağıtmaktı. Onun hesabı sorulsun tabii.Bu arada Başkan Aziz Yıldırım da takımı bırakacağı söylentisi yayıldı. Öfkeli taraftarlar da zaten “Yönetim istifa” diye bağırdı.Çok da haksızlık yapmamak gerek. Aziz Yıldırım Fenerbahçe’ye çok şey kattı. Son maç bahanesiyle şimdi herkesin düşmanlığa soyunması en azından yakışık almaz. Başkan yerinde kalmalı.Ama ille de gidecekse, bir; sonradan “Taraftar istedi döndüm” dememeli, iki; yerine birini önermeli ama dışarıdan yönetmeye kalkmamalı.Ve başkan gerçekten bırakıyorsa, benim gönlümden geçen ismin de Mehmet Ali Aydınlar olduğunu söyleyeyim bu arada.*****Milletvekili dokunulmaz, o halde can güvenliği tehlikede değilGüneydoğu’daki askeri operasyonlara karşı çıkan BDP’liler “canlı kalkan” olmak üzere operasyon bölgelerine akın etmeye çalışıyor. Diyarbakır Lice’de toplanan kalabalık Jandarma tarafından durduruldu ve ileri gitmelerine engel olundu.Ancak kalabalık içinde BDP milletvekilleri Bengi Yıldız, Ayla Akat Ata da vardı. Güvenlik güçleri durdurdukları kalabalığa “Valilik can güvenliği olmadığı gerekçesiyle bu eyleme izin vermiyor. Bu nedenle buradan ileri geçemezsiniz” uyarısı yaptı.Ancak aynı güvenlik güçleri milletvekillerine “Sizin dokunulmazlığınız var, size karışamayız, isterseniz siz geçin” dediler.Dokunulmazlık ve can güvenliği... Anlaşıldığı kadarıyla dokunulmazlık olunca can güvenliği de teminat altında. Dokunulmaz olunca can güvenliğinize de halel gelmiyor.Güvenlik güçleri acaba milletvekillerini tek başlarına dağlara mı göndermek istediler yoksa dokunulmazlığın ne anlama geldiğini yorumlayamayınca kolay yolu mu seçtiler?*****Kayseri’ye ikinci üniversiteAbbas Güçlü’nün Genç Bakış programı için geçen hafta Kayseri Erciyes Üniversitesi’ne gitmiştik. 800’e yakın öğrenci “eldivensiz” soru ve yorumlarıyla programın diğer konuğu Süheyl Batum’la beni hayli terletmişti.Programdan sonra üniversite görevlileri ile konuşurken Kayseri’ye ikinci bir üniversite yapılacağını öğrendim. Kuruluştaki adı “Kayseri Üniversitesi” olacakmış. Ancak üniversitenin adı daha sonra Abdullah Gül Üniversitesi’ne dönüştürülecekmiş.Eski cumhurbaşkanlarının adına üniversiteler olduğu için Abdullah Gül de kendi ilindeki üniversiteye kendi adının verilmesini istemiş veya ona önermişler o da kabul etmiş.*****İş çıkarmaGeçen hafta saat 23.00 sıraları. Levent’ten Maslak’a doğru gidiyorum. Akıl almaz biçimde trafik tıkandı. Bir kaza olduğunu sandım. Değilmiş, Harp Akademileri önündeki ana su borusu patlamış. İSKİ yolun tam ortasını kazmış, onarıyor. (Sabaha kadar bitirip asfaltını da dökmüşlerdi. Tebrikler...)O sıkışıklık içinde kendini uyanık sanan sürücüler boş buldukları yere dalmayı marifet sayıp yolu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyordu.Tam yanımda bir ambulans belirdi. Önümdeki araç da ani bir hareketle bir arabalık boşluğu(!) değerlendirmek için sola kırdı. Aynı anda ambulanstan şöyle bir anons yükseldi: “34 D.. 5... arabanı adam gibi kullan da bize iş çıkarma.”

Devamını Oku

Baykal için daha fazla direnmemek gerek

17 Mayıs 2010

Cumhuriyet Halk Partisi artık Baykal’a tuzak şokunu üzerinden atmalıdır. Partililer elbette başkanlarına sahip çıkacaklardır, elbette bu çirkin tuzağı ortaya çıkarmak için çaba harcayacaklardır, ama Baykal’ı geri döndürme hayalinin hiçbir işe yaramayacağını da herkes anlamalı.Kimileri Baykal’ın dönüşünü “intihar” olarak niteliyor. Bana göre daha da kötüsü. Eğer Baykal örgütü tarafından ikna edilirse “intihar bombacısı” durumuna düşer. Üzerine sardığı bombalar patladığında sadece kendisini değil partisini de öldürür.Baykal’a rağmen ya da Baykal’ın onayıyla, Kemal Kılıçdaroğlu dün adaylığını açıkladı. Artık “İlle de Baykal dönecek” diyerek ortamı gerginleştirmek ve CHP’yi bir iç çatışmanın yaşandığı odak gibi göstermek kimsenin işine yaramaz.Kamuoyunun tepkisi ortadadır. AKP’nin icraatından ve Türkiye’yi getirdiği noktadan şikâyetçi olan ama gidecek yer de bulamayan milyonlarca kişi, yapılacak ilk seçimde CHP’yi bir umut olarak görebilir. Bunun işaretlerini her gün alıyoruz.Kamuoyu araştırmaları yapan şirketler resmi olmasa da Baykal’ın çekilmesinin CHP’ye oy kazandırdığını belgeliyorlar artık. CHP bu fırsatı iyi değerlendirmeli ve anlamsız bir iç çatışmaya sürüklenmek yerine Baykal dışındaki bir isim etrafında kenetlenerek, önce referanduma sonra da genel seçime hazırlanmalıdır.CHP’nin kaderi Kurultay’dan önce bugün belli olacak. Eğer il başkanları Baykal ısrarını bırakır ve Kılıçdaroğlu veya başka bir aday üzerinde uzlaşma sağlarlarsa CHP yenilenmiş yüzüyle pek çok kişinin ilgisini çekecektir.Şu anda yapılmaması gereken şey, öfkeye kapılıp CHP’ye sırt çevirmektir. Türkiye’nin en eski partisinin mensuplarının böyle bir hataya düşeceklerini hiç sanmıyorum.Kılıçdaroğlu kamuoyu gözünde bir umut olmuştur. Bunu değerlendirmek başta Baykal olmak üzere şu anda parti yönetiminde olan herkesin görevidir.İnanıyorum ki Baykal’a en yakın olan isimler bile, yeni bir genel başkanın CHP’ye soluk aldıracağını ve partiyi cazibe alanı haline getireceğini biliyorlar. Ama aynı isimler “Ya biz de gidersek” telaşına düşüyor olabilirler.İşte bu noktada kişisel çıkarlar bir kenara bırakılmalı ve fedakârlık gösterisi yapılmalıdır. Parti yöneticileri ve özellikle delegeler kişilerin peşinde koşmak yerine Türkiye’yi ucuna geldiği tehlikeden nasıl çekip çıkartacaklarını düşünmelidir.*****CHP MYK’da akıl tutulmasıCHP’nin olaylı geçen MYK’sından sonra canlı yayında Mustafa Özyürek’i dinliyorum. “Bu kadar deneyimli kişiler nasıl böyle bir akıl tutulmasına uğruyor” diye geçirdim içimden.Bu beyler hiç mi sokağa çıkmazlar; halkın endişelerini, beklentilerini, umutlarını hiç mi görmezler?CHP MYK’sının aldığı “Baykal’dan başkası olmaz” kararı “İktidara gelmek, Türkiye’yi uçurumun kenarından çekmek bizim umurumuzda bile değil, yeter ki biz partide egemen olalım bu bize yeter” mantığından başka bir şey değildir.Belli ki CHP’nin “Politbürosu” iktidara gelmeyi hiç aklına getirmiyor, parti içi iktidar onlara yetiyor da artıyor bile.Politbüro artık şunu bilmeli: Baykal kendi iradesiyle istifa etti. “Geri dön” diye ağlaşmak bir yarar getirmeyeceği gibi halkı da CHP’den yine uzaklaştırır. Adı halk olan parti halkın sesine kulak vermek zorundadır.*****PensilvanyaDeniz Baykal, genel başkanlıktan istifa ederken, çok kişiye meraklandıran bir “Pensilvanya” göndermesi yaptı. Doğal olarak Fethullah Gülen’in burada yaşadığından yola çıkılarak, bu gönderme üzerine yorumlar yapıldı.Ama ilk gün benim de atladığım bir detay var. ABD Başkanı’nın ülkeyi yönettiği Beyaz Saray “Pensilvanya Caddesi” üzerinde.Baykal’ın bir Pensilvanya ile iki kuş vurduğunu söyleyebilirim.***Fenerbahçe ile ilgili ise yazacak çok şey var. Ama bugün diğer yazılar ağır bastı. Yarını bekleyin....*****19 Mayıs için iki anlamlı kutlamaAtatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışını kutladığımız Gençlik ve Spor Bayramı için Ankara ve İstanbul’da, üniversitelilerin düzenlediği iki anlamlı şölen yapılacak.Ankara Üniversitesi ve Kültür Bakanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği 19 Mayıs Gençlik Konseri yarın saat 19.30’da Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleştirilecek.Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Rengim Gökmen’in şefliğinde klasik eserlerden, senfonik türkülerden, çok sesli Türk müziğinden örnekler verecek. Konserde ayrıca Üç Tenor olarak ünlenen Ayhan Uçtuk, Şenol Talınlı ve Aykut Çınar da sevilen eserleri seslendirecek. Konsere giriş ücretsiz. İstanbul’da ise 33 üniversitedeki Atatürkçü grupların düzenlediği şenlik saat 17.30’da Kadıköy Caferağa Kapalı Spor Salonu’nda yapılacak. Müjdat Gezen, Banu Avar ve Mustafa Türkel’in konuşmacı olacağı şenlikte Fuat Saka da konser verecek. Üniversiteli gençler daha sonra iskeleye kadar meşalelerle yürüyecekler.Bu arada Türkiye’nin pek çok yerinde büyük ilgi gören “Biz Atatürk’ün çocuklarıyız” resim sergisi de dün Samsun 75. Yıl Kültür Merkezi’nde açıldı. Açılışı Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe yaptı. Sergi 22 Mayıs’a kadar gezilebilir.

Devamını Oku

Türkiye yeniden kuruluyor, Erdoğan da gidecek

17 Mayıs 2010

Bu yazı geleceğe yönelik bir gözlem-tahmin yazısıdır. Özeti şudur: Türkiye sıkıştı, siyaset içinden çıkılmaz hale geldi, Cumhuriyet’in temel ilkeleri, demokrasi ve hukuk düzeni tehlike altında. Bunun için de muhalefette de iktidarda da çok ciddi bir tasfiye olacaktır. Bu yazının vadesi 18 aydır. İsteyen bu yazıyı kesip saklayabilir ve 18 ay sonra tahminlerin önemli bir bölümü gerçekleşmezse hesabını sorabilir.Sevgili okurlar; Anayasa’nın bazı maddelerindeki değişiklikler AKP’lilerin oylarıyla kabul edildi ve Cumhurbaşkanı’nın da “jet” onayıyla referanduma sunuldu. Cumhuriyet rejimini tamamen ortadan kaldırmaya yönelik bu değişikliklerin hayata geçmesi halinde Türkiye dönüşü olmayan bir yola girecektir. Demokrasi, özgürlükler, hukuk düzeni ve çağdaşlıktan yana olan herkesin bu gidişe dur demesi gerekir.Güçler dengesiAncak, AKP iktidarının seçim sisteminden de yararlanarak parlamentoda çok güçlü olması, yaratılan korku imparatorluğu sonucu toplumun sindirilmesi, muhalefet boşluğu güçler dengesi arasında orantısız bir durum yarattığı için şimdilik gidiş dinci bir diktatörlüğün zaferine ulaşmak üzere olduğu izlenimini doğurmaktadır. Bu durum içte ve dışta kaygı yaratmaktadır.Baykal’ın tasfiyesiBaykal içeriğinde yasak aşkı barındıran bazı mahrem görüntüler nedeniyle istifa etmiş görünebilir. Oysa aslında Baykal mutlaka tasfiye edilecekti, bu yolla olması sadece üzücüdür. Bu nedenle Baykal’ın “örgüt baskısıyla geri döneceği” ve tekrar “partisinin başına döneceği” bir temenniden öteye gidemez. Buna rağmen Baykal dönerse bu zaten CHP’nin de sonu olacaktır.Türkiye’nin DNA’larıTürkiye’yi sadece Cumhuriyet döneminden ibaret saymak yanlıştır. Türkiye sadece Anadolu topraklarında 1000 yıldır devlet olarak yaşamaktadır. Son 87 yıldır da 1000 yıllık tarihin üzerine kurulan Cumhuriyet’in DNA’ları toplumun içine işlemiştir ve nihayet bu DNA harekete geçmeye başlamıştır.İslamcı Türkiye olmadıElbette bu DNA’nın harekete geçmesinde bazı dış güçlerin rolünün olduğunu da kabul etmeliyiz. Türkiye’yi, bir İslam ülkesi olarak, başında İslamcı kimliğini öne çıkaran bir liderle İslam ülkelerinin moderatörü olarak konumlandırmak isteyen zihniyet bunun yanlışlığını görmüştür. Kapitalist batı bloku Türkiye’nin laik, demokratik bir hukuk devleti olarak yürümesinin daha akılcı olduğunu fark etmiştir.Operasyon kaçınılmazdıO halde bu zorlama yapının tasfiye edilmesi gerekmektedir. Türkiye’nin harekete geçen DNA’sı ile bazı dış güçler zorunlu bir işbirliği yaparak bu operasyonu başlatmak zorunda kalmışlardır. Ancak, Türkiye’nin geldiği noktada muhalefetin de payının ortada olduğu da ayrı bir gerçektir. Bunun bir numaralı sorumlusu ise CHP ve lideri Baykal’dır. O halde işlem Baykal’la başlayacaktır.Baykal farkındaÖyle sanıyorum ki Baykal tasfiye edileceğinin farkındaydı. Sadece bu yöntemi aklına getirmemişti. Ama her şeye rağmen, kaset olayının ortaya çıkmasından sonra yaptığı ilk açıklamada (üç gün geçmesine rağmen) CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa etmiştir. İşi uzatmamıştır. Oysa Baykal, kaset doğru ya da yanlış içerikli olsun, direnebilirdi ki bunu yapmadı. Kaçınılmaza boyun eğdi.Karar vermemesinin nedeniŞimdi en çok tartışılan konu şu: Baykal dönecek mi dönmeyecek mi? Baykal’ın işi uzatması döneceği yolundaki düşünceleri güçlendiriyor. Ancak şunu da görmezden gelemeyiz. Baykal’a rağmen bir kişinin ortaya çıkması parti içinde sıkıntı ve hatta bölünme bile yaratabilir. O halde Baykal’ın bir konsensus araması çok normaldir ve doğrudur. Dönmeyecektir ama partiyi de ayakta tutmak zorundadır.Yeni aday çıkarKurultay’dan önce CHP Genel Başkanlığı için bir isim üzerinde anlaşılacağını tahmin ediyorum. Bu aday kim olursa olsun parti içinde homurdanlamalar olacağı da kesindir. Bazı ayrılıklar da yaşanabilir. Buna karşın CHP’ye gelecek oylar gidenlerden kat kat fazla olacaktır. İktidardan endişe eden çevrelerin yenilenen CHP’ye umutla sarılması kimseyi şaşırtmamalıdır.Pensilvanya göndermesiİlk anda da yazmıştım. Baykal’ın istifa konuşmasındaki Pensilvanya göndermesi istifadan bile önemliydi. Pek çok kişi bu göndermeyi farklı biçimlerde yorumladı. CHP’nin laik çizgiden kaydığı kuşkuları bile getirildi. Oysa Türkiye’nin en deneyimli siyasetçisi Baykal’ın istifa anında böyle bir gönderme yapmasının nedeni herhalde çok daha farklıydı.Erdoğan’ın telaşıBaykal’ın istifasında hükümeti sorumlu tutması ve “Bunu çıkarın ortaya” demesinden sonra Başbakan Erdoğan çok sert bir açıklama yaptı. Burada en dikkat çekici nokta, Erdoğan’ın ilk defa içinde hakaret geçen bir konuşmayı irticalen yapmaması, kâğıttan okumasıydı. Demek ki hakaret dolu bu konuşma üzerinde çalışılmış ve metin haline getirilmişti.Öfke neye karşıAcaba Erdoğan Baykal’ın kaset konusunda hükümeti sorumlu tutmasına mı çok öfkelendi yoksa Pensilvanya göndermesine mi? Bana öyle geliyor ki, Erdoğan hükümetin sorumlu tutulmasından, hiç öfkelenmeden hatta esprili cevaplar vererek sıyrılabilirdi. Ama Erdoğan’ı asıl öfkelendiren ve hakareti yazmaya iten asıl neden Pensilvanya göndermesiydi.Cemaatin desteği Baykal madem kendisine moral veren bir mesajdan söz edecekti, Pensilvanya yerine Amerika’da yaşayan bir din adamından ya da direkt Fethullah Gülen’in adından söz edebilirdi. Öyle yapmadı, bilerek “Pensilvanya” dedi. Bu cemaatin olduğu kadar Amerika’nın da AKP’den umudunu kesmeye başladığının bir mesajıydı. Erdoğan ve çekirdek kadrosu bu mesajı alacak kadar akıl ve izan sahibidir.Cemaat de endişe ediyorHer ne kadar başta Ergenekon olmak üzere Türkiye’yi sarsan olayları diline doluyorsa, her ne kadar Türkiye’yi uçuruma götürecek anayasa değişikliklerine açık destek veriyorsa da Fethullah Gülen gelinen noktanın kendileri adına da tehlikeli olduğunu görmektedir. Cemaat maddi manevi olarak çok büyümüştür ve bu hızlı büyüme bir anda bitirilme tehlikesini yanında taşımaktadır.Büyük uzlaşmaŞurası kesindir ki küçük bir dini hareket olarak başlayan Gülen hareketi şu anda milyarlarca dolara hükmeden bir ekonomik yapıya, yüz binleri aşan bir gönüllüler kadrosuna sahiptir. İnançlar konusunda sürdürülen kampanyalar sonunda halkın duygu ve düşünceleri de etkilenmiştir. Bu durumda Cumhuriyet ile yeniden bir uzlaşma sağlanması herkesin yararına olacaktır.Tayyip Erdoğan da giderTürkiye’nin kamplaşması, özellikle inananlar-inanmayanlar, Türkler-Kürtler, Müslümanlar-gayrimüslimler gibi ayırımların kimseye yarar sağlamadığının herkes farkında. Bu ayrımı yaratan da bizzat bugünkü iktidardır. O halde ilk seçimlerde Tayyip Erdoğan’ın da gitmesi kaçınılmazdır. Ama bu yapılırken muhalefet liderine de kimse zafer kazandırmak istemez. Yani önce Baykal gider, peşinden de Erdoğan’ı sürükler.Türkiye rayına otururSıkıntılara rağmen Cumhuriyet rejimi farklı etnik kimlik, ırk, mezhep ve inanç sahipleri arasında bir dengeyi kurmuştu. Küçük bir azınlık hariç dindar kesim laiklikle barışık yaşıyordu, bu dengeler bozuldu. Şimdi Türkiye yeniden kurulurken bu dengeler de yerli yerine oturtulacak ve Türkiye rayına sokulacaktır. Bu hem Türkiye hem de içinde bulunduğumuz ittifaklar için zorunludur.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

Tesadüfen haber atlattığım Uğur Dündar

15 Mayıs 2010

Yıllar nasıl da akıp geçiyor insan anlamıyor bile. Belki de anladığımız sırada artık yılların da tükendiğini fark edeceğiz.Uğur Dündar’ı anlatan “İşte Hayatım” kitabını okurken, geçen yıllar da gözümün önünden akıp gitti. Uğur Dündar’ın meslekte 5-6 yıl fazlası var benden, bu nedenle son 35 yılın pek çok olayını aynı anda yaşadık, aynı anda gözlemledik.Nedim Şener’in kaleme aldığı Uğur Dündar’ın “İşte Hayatım” kitabı son 40 yılın da bir özeti. Uğur Dündar aktif gazetecilikten hiç kopmadı ve yaşadığı her olay, başardığı her iş aynı zamanda Türkiye’nin son 40 yılının da kilometre taşlarıydı.Kitabı okurken bir kere daha gördüm ki, Uğur Dündar olmak kolay değil. Ortaya bir başarı öyküsü koyabilmek için işte bütün bunların da yaşanması gerekiyor. Sonuçta Uğur Dündar’ın başarı hanesinin büyüklüğünü ve bunun da boşuna kazanılmış bir zafer olmadığını anlıyorsunuz.Kitabı bitirdikten sonra Uğur Dündar’ın “hayatına” kitapta olmayan bir anıyı eklemek istedim. Hatırlayacak mı bilemiyorum tabii.1990’dan önceydi. Doğuş Grubu, Yemen’de bir baraj inşa etmişti. Ayhan Şahenk bir grup gazeteciyi açılış töreni için Yemen’e davet etmişti. Sabah Gazetesi adına da davete ben katıldım. Uğur Dündar da o sırada Hürriyet’te.Ayhan Şahenk Swissair’den bir uçak kiralamıştı. Bir büyük salon, 20 koltuklu oturma bölümü, bir yatak odası, bir yemek salonu ve banyo vardı uçakta.Yemen’deki törene Turgut Özal da katılmıştı, başbakan olarak. Suyu pek olmayan Yemen’de baraj çok önemliydi. En çok da halkın baraj gölü kenarına oturup saatlerce suya bakması ilgimi çekmişti. Suya hasret bir ülke tabii.Her neyse, Başkent Sanaa’daki Hint Oteli’nde sadece “aşırı körili” yemekleri yemekten hepimize bir haller olurken Uğur Dündar “Sanaa’nın dışı çok ilginçmiş. Köy bakkallarında Kalaşnikof bile satılıyormuş, keşke gidebilsek” dedi.Doğuş Grubu yetkililerine sorduk, “Çok tehlikeli” dediler. İkimizin gözü kara, ille gideceğiz. De nasıl?Gezinin ikinci günü Uğur Dündar, biriyle röportaj yapmak için gitti, diğer gazeteciler dağıldı, ben de Doğuş’un şantiyelerinden birine gittim. Mühendislerden biri “Köyleri gezmek ister misiniz” dedi. Canıma minnet. Aklıma Uğar Dündar’ın söylediği “Kalaşnikof satan bakkallar” geldi. Çıktık yola. Yemen dağlık, Sanaa 2 bin metrede. Dağların arasında dolaşıyoruz. Bir köye geldik. İndik arabalardan, herkes bize bakıyor ama Doğuş’un amblemi tanındığından rahatsız olmuyorlar.Benim derdim bakkaldaki tüfekleri görmek. Derken bakkalı bulduk. Aaaa, gerçekten de silah var. Üstelik kapı önünde. Çocuklar için oyuncaklar, ayakkabılar, tişörtler, arada da Kalaşnikoflar ve yerlerde mermiler.Çekinerek birkaç resim çektim sonra makinamı sakladım ne olur ne olmaz.Akşam geri döndüğümüzde Uğur Dündar’a olanları anlattım. “Tüh be” dedi sadece ama üzüldüğünü fark ettim.Dönüş yolunda “Uğur abi” dedim, “Tüfek konusunda sana haber atlattım, ama bu gerçekten tesadüfen oldu. Bilgi senindi, ama haber benim oldu. Bunu içime sindiremiyorum. Şimdi lütfen bu makinanın içindeki filmi al.” Önce itiraz etti Uğur Dündar, ben de ısrar ettim. Uğur Dündar’ı atlatmak güzeldi belki ama, hem bilgi onundu hem de bir tesadüf sonucu atlatmayı da kendime yakıştıramadım.Dönüşte ikimiz de Yemen gözlemlerini yazdık uzun uzun, ben tüfek olayını yazıda anlattım, Uğur Dündar ise fotoğrafları da kullandı.***Pazar fıkraları, hepsi taze taze Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralardan bu hafta için ayırdıklarımı birlikte okuyalım... Muhteşem haberPolis müfettişi, karısı denizde kaybolan adamın kapısını çalmış. “Size bir kötü, bir iyi, bir de mükemmel haberim var efendim” demiş, “Hangisini önce söylememi istersiniz?” Adam “Kötü haberi önce verin” demiş. “Karınızı körfezin dibinde bulduk efendim.” Adam “Aman Tanrım” diye olduğu yere çökmüş, daha sonra müfettişin söylediklerini hatırlayıp “İyi haber nedir?” diye sormuş. “Şeyy, mayosunun içinde bir sürü istiridye bulduk, hepsinin de içinde maddi değeri son derece yüksek inciler var.” Adam “Peki muhteşem dediğiniz haber nedir?” diye sorunca müfettiş cevaplamış “Hanımefendiyi yine aynı yere salladık, yarın sabah erkenden çekeceğiz.” Tercihİki arkadaş barda sohbet ediyormuş. “Offf” demiş biri, “23 yaşında, mankenlik yapan, beş kuruşsuz bir sevgilim var, diğer yanda 63 yaşında inanılmaz serveti olan ve benimle yaşamak isteyen yaşlı bir dul, geleceğimi hangisiyle kuracağıma karar veremiyorum.” Diğeri “Saçmalama” demiş, “Bu şartlarda bir saniye bile tereddüt etmezdim doğrusu. Ömründe bir daha 23 yaşında bir fıstığın ilgisini çekebilir misin sanki? Gençlik ve güzelliğin yerini ne tutabilir ki? Hemen o yaşlı yarasaya boşver ve koş o güzel peri kızının kollarına.” Arkadaşı “Haklısın” demiş, “İşte arkadaşlık bu. Akıl dolu desteğine ne kadar teşekkür etsem az.” Diğeri “Önemli değil” demiş “Bana şu yaşlı dul kadının telefonunu verir misin?” Malum işte Kadının biri petshop’un önünden geçerken dükkânın kapısının önündeki papağan “Hey bayan” demiş, “Ne kadar çirkinsiniz.” Şaşkınlığını attıktan sonra son derece sinirlenen kadın kaçarcasına uzaklaşmış oradan. Ertesi gün yine işine giderken aynı noktada “Hey bayan” uyarısı gelmiş yine o papağandan ve arkasından “Ne kadar çirkinsiniz.” Bu sefer kadın içeri girip papağanı dükkân sahibine şikâyet etmiş. Binbir özür dileyen adam kadına bir daha asla böyle bir şeyin olmayacağı teminatını vermiş, ama aynı günün akşamı kadın evine dönerken papağan tekrar “Hey bayan” demiş. “Ne var?” diye kaşlarını çatarak sormuş kadın. Papağanın cevabı geç kalmamış: “Malum. Biliyorsunuz işte!” Gerçek haberBir gazete sahibi kendisine ilginç haber getirecek okuyucularına ödül vadetmiş. Hemen kendisine bir telefon gelmiş, “Biraz evvel kamyonun birinin freni patladı, yokuş aşağı hızlanarak girdiği bir evi paldır küldür yerle bir etti.” Patron “Beni hiç ilgilendirmedi” demiş, “Sıradan.. Her zaman olan bir şey.. Benim için bir haber değeri yok.” Telefondaki adam “Anlıyorum” demiş, “Şöyle anlatırsam sanırım ilginizi daha çok çeker sanırım.. Bahsettiğim ev sizin eviniz!” TeksaslıTeksaslı çiftçi Avustralya’daki çiftçi arkadaşına ziyarete gitmiş. Arkadaşının buğday tarlasını gezerken sırf hava atabilmek için “Aa.. Bu ne?” demiş, “Bizdeki başaklar bunun iki mislidir!” Daha sonra bir koyun görüp “Bu ne be?..” demiş adamı aşağılayarak “Bana bunun bir koyun olduğunu söyleme sakın... Bizdeki koyunlar sizdeki inekler kadardı.” Bir müddet sonra hayatında ilk defa gördüğü iri kangurunun tarlanın ortasında zıp zıp zıplayarak koştuğunu görüp ne olduğunu merakla sorunca “Yok artık” demiş Avustralyalı sinirini belli etmemeye çalışarak, “Sakın bana ’Bizim Teksas’ta çekirge yok’deme!”

Devamını Oku

En doğru seçim Gürsel Tekin

14 Mayıs 2010

İlk günden beri söylediğim gibi Deniz Baykal’ın “parti içi baskı” ne kadar büyük olursa olsun asla geri dönmemesi gerek. Baykal sadece “kaset olayının bir komplo olduğunun kanıtlanması ve bunu yapanların ortaya çıkarılması” halinde geri dönebilir. Ki o zaman beyaz bir ata binip iktidara doğru yürür zaten.Baykal’ın dönmesi ya da baskıyla döndürülmesi CHP’yi çok geri düşürür.Şunu bilmek gerek: Baykal’ın gölgesi parti üzerinde durdukça ortaya ne aday çıkar ne de bir isim önerilebilir.Gözlediğim kadarıyla Baykal da bu durumu fark ettiği için görüşme trafiğini hızlandırdı. Bu trafikten “bir karar” çıkması ihtimalini çok yüksek buluyorum.Gelelim CHP’yi kimin sırtlamasının daha iyi olacağı konusuna. Kamuoyuna bakılırsa en büyük destek Kemal Kılıçdaroğlu’na geliyor.Kemal Kılıçdaroğlu CHP’ye genel başkan olabilir mi? Olur tabii de, birincisi Kemal Kılıçdaroğlu (yüreğinde bir fırtına esiyor mu bilemem) bu görevi pek istemiyor. İkincisi Kılıçdaroğlu çok dürüst, namuslu, bilgili, kaliteli ama çok sakin. Oysa seçime bir yıl var, önümüzdeki referandum belki bu seçimlerin kaderini belirleyecek. Böyle bir ortamda CHP’nin daha atak, daha heyecanlı, daha cevval ve “savaşa hazır” bir genel başkana ihtiyacı var.Bu nedenle bana göre Gürsel Tekin bu aşamada CHP’nin başına geçecek en iyi isim. Çok çalışkan, savaşçı ruhu taşıyor, örgütçü ve örgütünü çok iyi tanıyor. Baykal’ın emir eri olmaz ama uyumsuzluk da yaratmaz.Gürsel Tekin İstanbul’da çok önemli çalışmalar yaptı. Pek görülmüyor ama kurduğu parti teşkilatı, AKP’nin imrendiren halkla ilişkiler çalışmalarını daha da ileri taşımış durumda. Son gördüğüm güvenilir bir kamuoyu anketinde CHP İstanbul’da AKP’yi geçmiş. CHP bunu Tekin’e borçlu.En akılcı yöntem Gürsel Tekin’in genel başkan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun da genel başkan yardımcısı olarak CHP tarafından kamuoyuna sunulan ikili olmalarıdır. Bu ikili CHP’nin oylarında ciddi bir sıçrama yaptırabilir.*****İsmi anketlerde öne çıkmasına rağmen, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı “politbüro” engeline takılabilirmiş. Gel de CHP için, “Sol bir parti değil” diyenlere inan! (Gani Yıldız)*****DP’de sancılı günlerDoğal olarak şu anda öncelikle CHP’nin durumu konuşuluyor. Anayasa değişiklikleri, referandum, yaklaşan seçimler de gündemdeki sıcak gelişmeler...Ancak bu konular arasında tartışılması mümkün olmayan merkez sağdaki gelişmeleri de dikkatle izlemeye çalışıyorum. Her ne kadar “Boşuna yazıyorsun” eleştirileri alsam da, DP’nin önemsenmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü şu anda merkez sağda bir boşluk var, DP’nin de bu boşluğu doldurması gerek. Bu, demokrasimizin sağlıklı yürümesi açısından gereklidir. Ancak gözlediğim kadarıyla DP kendi iç sorunlarını aşmakta zorlandığı için bir türlü başını kaldıramıyor. Her ne kadar iki parti birleşmiş gibi görünse de, DP hâlâ heterojen bir parti. Özellikle ANAP tarafı DP’nin homojen hale gelmesini istemez bir tutum içinde ve her konuda “eşitlik” adı altında tıkayıcı bir işlev görüyor. Daha önce de yazmıştım. DP’nin başı Yargıtay’la dertte. Çünkü Yargıtay birleşme günü ANAP’tan gelen Genel İdare Kurulu üyelerinin partilerinden istifa etmeden DP’de seçildiklerini saptamış ve bu durumun düzeltilmesini istiyor. Bu düzeltilmezse kapatma davası bile açılabilir.Ama sorunu “hülle” yoluyla aşmaya çalışanlar var. Bunun üzerine Genel Başkan Hüsamettin Cindoruk “Genel Başkanın da seçileceği bir Olağanüstü Kongre kararı alınmasını” istemiş. Parti şimdi kongreye hazırlanıyor. Peki bu kongre sıkıntıyı çözebilir mi?O konuda kuşkularım var. Çünkü henüz oy oranını yüzde 5’lere bile taşıyamayan DP’de “parti örgütü” denilen iki partiden oluşan yapı, DP’nin biraz daha dışa açılmasını, kadrosunu zenginleştirmesini ısrarla engelliyor. Varsa yoksa “bizden gelen sizden gelen” kavgası... O zaman da merkez sağ cazibe alanı olamıyor, kendisini yenileyemeyince de başta büyük şehirlerde olmak üzere bir türlü dikkat çekemiyor.Konuya “ısrarla” devam edeceğim.*****Yüksek Seçim Kurulu pişmanlığıBir AKP klasiğini daha yaşadık. Yüksek Seçim Kurulu “Anayasa değişiklikleri ile ilgili referandum 120 gün sonra yapılacak” kararı alınca AKP ve yandaşları ile maskeli faşistler yine ayaklandı: “Bu karar siyasidir. CHP’nin dediği oldu.” Harika. Yargı AKP’nin istediği doğrultuda karar alırsa “yaşasın yargı” kazara tersi olursa “Ben böyle yargının...” Neyse ki Yüksek Seçim Kurulu’nun henüz AKP tarafından zaptedilmediğini öğrenmiş bulunduk bu arada.Ama bir şey de söylemek istiyorum: Yüksek Seçim Kurulu sadece seçim işlerine bakar ve kararları kesindir. Referandumu düzenlemek bu kurula verildiyse, kurul da uygulamayı seçim açısından yapar. Siz hem uygulamayı seçim işlerini yürüten kurula vereceksiniz hem de “Ama bu seçim değil ki” diye itiraz edeceksiniz. En azından mantıklı olmak gerekir.*****CHP uçağı, Baykal muhalefeti yüzünden bir türlü havalanamıyordu. İktidar yolculuğu için kalkış izninin verilip verilmeyeceğini önümüzdeki günler gösterecek. (Gani Yıldız)*****Bunlara cevap lütfenCevabını bulamadığım birkaç konu var. Sizlerle de paylaşmak istiyorum:* AKP’li medya ve yandaşları Baykal’la ilgili kaset için “uygunsuz görüntüler” tanımını kullanıyor. Uygunsuzun ne anlama geldiğini anlamıyorum. Uygunsuz denilen şey aynı zamanda hepimizin de dünyaya gelmesini sağlamıyor mu?* Askerler porno film izleyen genç subaylar hakkında dava açmış. Bu gençlere 9’ar yıl hapis isteniyormuş. Ahlak bekçiliğinden mi yoksa ahmaklıktan mı?* Baykal’a ait olduğu söylenen görüntüler internette yayınlandı. Yerel seçimlerden önce Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olmak isteyen Turgut Altınok’la ilgili de bir kaset olduğu dedikodusu yayılmıştı. Altınok olayı da Baykal olayının aynısı değil mi? * AKP medyası ve yandaşlarla özellikle maskeli faşistler referandum tarihinin 12 Eylül olmasını intikam günü olarak niteliyor. İyi de 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbeydi. 12 Eylül 2010’daki sivil darbenin halka onaylatılmak istenmesi değil mi?

Devamını Oku