Deniz Gezmiş’le özdeşleşmiş parkasının, ona ait değil de “araklama” olduğu rivayetini duymuş muydunuz? Peki ya “Gerillaburger” ve “Devrimci Ayılar”ı bilir misiniz? Bunun gibi birçok ilginç bilgi, eski devrimci İnönü Alpat’ın “Türkiye Solu Sözlüğü”nde yer alıyor.
İnönü Alpat’ın ilk kez 1998’de yayınladığı sözlük, güncel olaylar, deyimler, sözler ve terimler eklenerek yenilendi. Geride bıraktığımız hafta ölüm yıldönümünde anılan Abdi İpekçi’den Aziz Nesin’e, Can Yücel’den Ataol Behramoğlu’na, Deniz Gezmiş’ten Mahir Çayan’a, Süleyman Demirel’den Kenan Evren’e ve Hopa olaylarında hayatını kaybeden Metin Lokumcu’ya kadar birçok ismin, olayın ve sözün, az bilinenlerin yer aldığı sözlük, okuyanlara hafızalarını tazelettiriyor. Dördüncü baskı için, “İnsanın gönlünden geçmiyor değil, yüzyıl sonra gencecik bir delikanlı kitapçıdan içeri girsin ve eli sol sözlüğe uzansın” dileğini yazan Arpat’ın güncellediği kapsamlı sözlükten bir derleme yaptık.
ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ?: Kenan Evren, 3 Ekim 1984 tarihinde Muş’ta yaptığı konuşmada muhalefete çatarak, “Ben onları idam etmeyeceğim, ömür boyu besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?” diyerek idamları savunacaktı... Daha sonraki yıllarda idam cezası taraftarlığının bir ifadesi olarak kullanılmaya başlandı.
AZİZ NESİN SEN NESİN: Siyasal duruşu öğrenmek için sorulan soru. Aziz Nesin, sol tandanslı bir yazar olmasına karşın, herhangi bir grup ya da çevreyle yakın ilişkisi yoktu. Herkese aynı uzaklıkta ve yakınlıkta durmasını bildi. Bu durumu bazı sol grupların tepkisini çekti. 1970’li yıllarda özellikle TİP’liler “Aziz Nesin sen nesin” diyerek, Nesin’i protesto ediyorlardı.
Osmanlı’da yılbaşı, Hıristiyan vatandaşlar ve İstanbul’da yaşayan yabancılar için geçerliydi. Osmanlı devlet adamları ilk kez 1829’da Haliç’te bir gemide yapılan baloya katıldılar... Cumhuriyet döneminde ise yılbaşı, “yerli malı” eğlenceye dönüştü. Bu eğlencenin vazgeçilmezi de
piyango çekilişiydi...
Bugün yeni bir yıla “merhaba” diyoruz. Kimimiz evinde, kimimiz eğlence merkezlerinde karşıladı yeni yılı... Dizilerle hayatımıza yeniden giren Osmanlı döneminde yılbaşı kutlanır mıydı, merak ettiniz mi hiç? Atlas Tarih Dergisi, Aralık sayısında bu konuyu işlemiş. İşte bazı bölümler...
Yatsı namazından sonra yılbaşını kutladılar
Osmanlı’nın yılbaşı ile ilk teması, 1829 yılında İngiliz elçisinin Haliç’te bulunan bir gemide verdiği baloda gerçekleşir. Baloya Osmanlı devlet adamları da çağrılır. Davetliler, yatsı namazını Tersane Divanhanesi’nde kıldıktan sonra, sandallarla gemiye giderler ve sabaha kadar eğlenirler. Aradan bir çeyrek yüzyıl geçtikten sonra, 1856 yılında, bu kez bir Osmanlı padişahı, Sultan Abdülmecid, Fransız elçisi tarafından düzenlenen büyük baloya gider, dans edenleri seyreder ve saraya izlenimlerinden memnun olarak döner. Özellikle Hıristiyanların oturduğu bir semt olan Beyoğlu ise, o dönemde de eğlence yerleriyle doluydu. Yılda iki kez büyük bir şenlik havası yaşar; biri apakurya şenliklerinde, ikincisi de Noel’in devamı niteliğindeki yılbaşı gecesinde... Beyoğlu’ndaki Rum ve Levanten kesim, şehrin diğer Hıristiyanlarından farklı olarak yeniliklere ve eğlence yaşamına daha açıktır. Müslümanlar arasında Batılaşmaya yakın çevreler de, bu eğlence yaşamından nasiplenmek adına Beyoğlu’na çıkarlar. Yılbaşının daha özel bir gece haline gelmesi, İstanbul’un işgal günlerine rastlar. Bu dönemde İstanbul’a, Ekim Devrimi’nden kaçan Beyaz Ruslar akın akın gelirler. Eğlence yaşamına damgalarını vururlar ve elbette yılbaşını da farklılaştırırlar.
Refik Halit Karay bu günleri şöyle anlatır: “Mütareke yılbaşılarına kadar bizler, saat alafranga on ikiyi çalarken, ışıkların söndürülmesi düzenbazlığını bilmezdik, limandaki vapurların da bu merasime düdük çalarak katılmalarını, yine o işgal senelerinde öğrenmiştik. Esasını ararsanız, Müslüman halkı büyük sayıda Beyoğlu tarafına alıştıran da haraşolar oldu. Arkasından gelen Garblılaşma hareketi, kaç göçün kalkması, balolara rağbet bize yılbaşı geceleri sabahlama adetini de kabul ettirdi. Ama dikkat ediniz; bu adetin sadece eğlence tarafını almışızdır. Zira bizdekinin Hristiyanlardaki gibi dinle hiç alakası yoktur, hayır ve hasenat işlemekle de, hele bir hafta evvel gelen Noel ile de... Tuhaf olan şudur ki, tek geleneğimize dayanmayan bu yepyeni adete, yani yılbaşı sabahlamasına, bütün adet ve bayramlarımızdan fazla bir gayretle, dört elle sarılmış haldeyiz şimdi. Meğerse lazım imiş. Bakalım şehirden köye gidecek mi?”
Yayımlanmaya başladıktan kısa süre sonra fenomen haline gelen Behzat Ç. dizisinin baş karakterlerinden birisi de “Hayalet”...
Adı Sabri, 30’lu yaşlarda, Cinayet Büro’da komiser...
Ankara’daki tüm mekânları bilen, insanları tanıyan, bir “iz sürme” ustası...
Behzat Ç.’nin ekibinin sessiz, oturaklı, duygusal elemanı...
“Hayalet”e can veren İnanç Konukçu 26 yaşında, tiyatro eğitimi almış, “çiçeği burnunda” bir oyuncu...
Canlandırdığı karakter gibi Ankaralı...
Sakin, esprili, sıcak kanlı...
Albümünü dinlediğimden beri kulağımda insanın içine işleyen sesi, ağzımda “Ada Sahilleri” şarkısı var... Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin başarılı sanatçısı, soprano Selva Erdener’den bahsediyorum. 10 yıl aradan sonra ikinci albümü “Düşlerimin Toprağı”nı çıkardı. Albüm, sosyal paylaşım sitelerinde müzikseverlerin tavsiyesiyle kısa sürede tükenme aşamasına geldi. Erdener ile hem yeni albümünü hem de operayı konuştuk...
* Hem Türkiye’de hem yurt dışında pek çok sahnede izleyici karşısındasınız. Ama albüm konusunda biraz “tembel” misiniz?
Haklısın, birinci albümden sonra uzun zaman olmuştu. On yıl kadar uzun bir sessizlik dönemi oldu. Aslında hep istiyordum yeni birşeyler yapmak. Ama birincisi, proje konusunda epey bir zaman karar veremedim, ikincisi karar verdiğim projeler üzerinde de yoğun çalışma imkanım olmadı.
* Sonuçta Türk bestecilerin eserlerini seslendirdiniz?
O, ana muhalefet partisi CHP’nin en çok konuşulan ismi... Kadıköy Belediye Başkanvekilliği ve İstanbul İl Başkanlığı yaptığı dönemlerdeki “sıra dışı” uygulamaları, popülaritesi, iktidar partisine yönelik çıkışları ve parti içindeki yükselişiyle dikkatleri çekti... Kimileri onu takdir ederken, kimileri -ki bunların bir kısmı kendi partisinden oldu- ona karşı sert eleştiriler yönelittiler... CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, parti genel merkezinin 11. katındaki makam odasında başlayan, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de evinin bulunduğu Güniz Sokak’ta kiraladığı “bekâr evinde” ve Kuğulupark’ta süren sohbetimizde sorularımızı yanıtladı.
Siyasete nasıl “bulaştınız”?
Siyasetin içinde doğdum desem yeridir. Ağabeylerim, amcam siyaset yapıyordu. 80 öncesi siyasi hareketlerin yoğun döneminde, kendimi o mecranın içinde buldum.
ABD’li gazeteci Clarence K. Streit, 1920-1921 kışında Türkiye’ye geldi. Anadolu’yu gezdi, Ankara’da 26 gün kaldı. Başta Atatürk olmak üzere birçok kişiyle tanışıp, konuştu. Mustafa Kemal Meclis Başkanı olduktan sonra onunla ilk röportajı yapan da Streit oldu. “Bilinmeyen Türkler”i anlatan Streit’in kitabı yıllar sonra Osmanlı tarihçisi Heath W. Lowry tarafından yayımlandı.
Philadelphia’da çıkan “Public Ledger” gazetesinde çalışan Amerikalı gazeteci Clarence K. Streit, Türk Milli Mücadelesi’ni görmek için Ankara’ya yolculuğa çıkar. 25 yaşındaki genç gazeteci, Anadolu’da iki ay geçirir. Yüzlerce fotoğraf çeker, başta Mustafa Kemal olmak üzere yeni ülkeyi kuracak kadroyla mülakatlar yapar. Türkiye’den ayrıldıktan sonra bir ulusun mücadelesine dair röportajları derler, “Bilinmeyen Türkler” ismini verdiği kitabın taslağını oluşturur. Ancak Mustafa Kemal’i öven yazıları nedeniyle kitap, İngiltere ve ABD’de basılmaz. Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Osmanlı tarihçisi Heath W. Lowry, 1983’te Washington’da yaşarken Türk Büyükelçiliği’nde Üçüncü Sekreter olan eski öğrencisi Uğur Doğan vasıtasıyla, Clarence K. Streit’la tanışır. Sonraki görüşmelerinde Streit, Lowry’den kitabın İngilizce ve Türkçe yayımlanmasını ister. Ancak başka projeler devreye girince kitabın yayımı gecikir.
90 yıl sonra yayınlandı
Heath W. Lowry’nin hazırladığı kitap, Streit’in ilk taslağından 90 yıl sonra Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları’ndan çıktı. Streit’in, Milli Mücadele sırasında Mustafa Kemal ile yaptığı mülakat kitaptaki en dikkat çekici bölüm. Streit şöyle yazmış, “Bana mülakattan hoşlanmadığı söylendiği için 9 soruluk yazılı bir liste hazırladım. Cevapları Fransızca’ydı, dokuz daktilo sayfası tutmuştu. Daha sonra beni gayriresmi kabul etti ve hakiki bir Türk konukseverliğiyle kahve ve sigara ikram etti. Duyduklarımdan sonra onunla yaptığım mülakatın çok rahat geçmesi beni şaşırttı. İki saat boyunca tüm sorularıma etkileyici bir açık sözlülükle cevap verdi.”
Halide Edip’in imzalı fotoğrafı
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen, geçtiğimiz günlerde, “38 yaşına kadar tüm bale sanatçılarının her sabah yapılan derslere katılmaları, 38-45 yaş arasındaki dansçıların görev verilmesi durumunda derslere katılmalarının zorunlu olduğunu, 45 yaşından sonra derse katılmayabilecekleri, ancak emekli oluncaya kadar görevlendirildikleri takdirde etkinliklerde yer almaları gerektiğini” içeren bir genelge yayımladı. Balerin ve baletlerin dans edemeyecek özel durumları var ise bunu doktor raporu ile belgelendirmeleri gerektiği de vurgulandı. Gökmen’le hem bu genelgeyi hem de üzerinde çalıştıkları düzenlemeleri konuştuk:
* Neden böyle bir genelge yayımladınız?
DOB bir devlet kurumu. Belirli disiplin ve çalışma ilkeleri çerçevesinde faaliyetlerini yürütür. Ancak bu ilkeler, zaman zaman tavsayabiliyor. Bunu yalnız bale için söylemiyorum. Solistler, orkestra, koro gibi değişik çalışma yöntemleri ve düzenleri olan gruplarımızın da çalışmalarının belirli ilkeler çerçevesinde olabilmesi için Çalışma Yönetmeliği üzerinde de hazırlıklarımızı sürdürüyoruz.
* Genelgede bale sanatçılarının “Derslere girmekle yükümlü” olduğu belirtiliyor. Bu ne demek?
2011 Nobel Edebiyat Ödülü, bir şaire verildi. Nobel Komitesi, 80 yaşındaki İsveçli şair Tomas Tranströmer"in "yoğun ve şeffaf imgeleri aracılığıyla gerçekliğe yepyeni bir yol açtığı için" ödüle layık görüldüğünü açıkladı. Nobel Edebiyat ödülünün bir şaire verilmesi, şiiri de yeniden gündemimize taşıdı... Nazım Hikmet, Edip Cansever, Atilla İlhan, Cemal Süreyya, Can Yücel, Ece Ayhan"a göndermeler yaparak, "Böylesi şiirler
artık yazılmıyor", "Şiir öldü" görüşünü savunanlar da var, "Hayır şiir yaşıyor", "Çok başarılı şairlerimiz var" diyenler de... Yazarlar ve şairlere "Şiir öldü mü?" diye sorduk:
Şiir bir yerlere sürgüne gönderildi
Zülfü Livaneli: Şiir okuyan azaldı, çünkü hayatın şiiri bitti. Eskiden milyonlarca insan Cahit Sıtkı’nın 35 yaş şiirini bilir, Orhan Veli’den ezbere dizeler okur, hatta bu genç şairin bazı dizelerini tekerleme olarak kullanırdı. Çünkü hayatın şiiri vardı ve gerçek şiir insanların yüreğine kadar ulaşabiliyordu. Şimdi şiirsiz ama manzumelerle dolu bir dönemde yaşıyoruz. Piyasa şarkılarının berbat nakaratlarıyla yetişen kuşaklar, şiiri nereden bilecek? Unutmayalım; “cahiliye” dönemini yaşıyoruz. İşin acısı, bu döneme bir aydınlanma çabasından sonra girmiş olmamız. Şiir Osmanlı"nın can damarlarından biriydi. Cumhuriyet döneminde de önemli şairler bu "can damarı"nı sürdürdüler. Ama artık şiir bir yerlere sürgüne gönderildi. Onun yerine manzume gibi satır satır yazılan, basmakalıp köşe yazıları dönemindeyiz.