Özgü Namal da anne oldu. Allah bebeciğine uzun ve çok mutlu bir ömür versin.
Doğumunu evde yapmış ünlü oyuncu.
İnsanların nefes alıp vermelerinden gördükleri rüyaya kadar koçluk yapan yeni çağın yeni iş kolu mensupları boş durmamış bu alana da el atmış tabii.
İşini doğru düzgün yapan üç beş kişiyi ayırıyorum elbette ama bu koçluk meselesi giderek daha saçma bir hal almaya başladı.
Doğumunu hipnoz yöntemiyle evde yapan Özgü Namal herhangi bir komplikasyonla karşı karşıya gelmediği için çok şanslıymış doğrusu. Allah aşkına ne hipnozu ne evi? Bu zamanda evde doğuma ne gerek var?
O riski almaya yani...
Bu tür doğumlarda evin bir odası tıpkı SPA merkezi gibi düzenleniyormuş.
Üç yıl önce kaybettiğimiz Meral Okay’ı anmak için mezarı başında bir araya gelenlerden Atilla Saral, sanat camiasının vefasızlığından dert yanıp açmış ağzını yummuş gözünü: “Maalesef mezarın başında 15 kişiydik. Bebek Camii’nde kendini yerlere atanlar, ‘ömrüm gitti, hayatımın yarısı gitti’ diyenler, ekmeğini yiyenler, ‘o bizim her şeyimizdi’ diyen oyuncu arkadaşlar, bir yıl sonra Meral Akay’ı anma gecesinde en şık kıyafetleriyle poz veren arkadaşlar bugün yoklar” demiş. Son derece lüzumsuz bir sitem.
Bir insanı anmak için illa gidip bir mermer taşı okşamak mı gerekiyor?
Vefanın ölçüsü gidip toprak avuçlamak mı?
Örneğin, Okay deyince ilk akla gelen isim olan Sezen Aksu, Okay’ın gidişine Atilla Saral’dan daha mı az üzülüyor yani?
Ya da o muhteşem kadının yokluğu Sezen’in ciğerini Saral’dan daha mı az acıtıyor? Saçmalık ve şekilcilik. Ve asıl şov, işte bu Saral’ın yaptığı oluyor.
İvana’da vites hep ileri
İvana Sert yine ‘fırtınalı bir aşk’ yaşıyormuş.
Hey maşallah, insanlar bırak fırtınalısını, hafif üfürüklüsünü bile bulamıyor. Ama İvana bu durur mu? ‘Ara veren yanar’ misali hiç boş kalmıyor.
Seda Sayan cırcır mı olmuş n’olmuş?
Tavuk falan yediyse yapar o, dikkat etmek lazım...
Fakat internetten bulduğu sevgilisi meşhur söz yazarı, sosyal medya ve bilişim uzmanı, evlilik programı bardağı (temsili) Erkan Çelik çok yaman da bir magazinci çıktı.
Magazin dünyasının nabzını elinde tutuyor artık.
Atlatma haberlerle benim diyen duayen gazetecilere hendek atlatır gibi haber atlatıyor.
Bak bak son bombaya bak...
Sevgilisi Seda Sayan bi’şey olmuş işte, hastalanmış mı uf mu olmuş artık her ne ise, eve doktor çağırmışlar. Serum merum..
İşte bu çok çok özel anları Erkan kardeşimiz kare kare görüntüleyerek basın tarihine adını gururla yazdırmış.
Ne reyting sisteminden anlarım ne de işleyişi merak ederim.
Beni hiç enterese etmeyen bir mevzu...
Ama yazılan çizilenlere bakılırsa reyting sistemi değişince kanallar kan ağlar olmuş. İmdat freni çekilmiş...
Bu işten anlamıyorum tamam ama şunu da anlamıyorum: Reklam kuşaklarının süreleri üçe katlanıp izleyiciyi canından bezdirdikçe, yani bu kadar çok reklam alındıkça nasıl oluyor da hâlâ para kazanılmıyor acaba?
***
Bezdirdiniz bizi!
Artık bir yayını zamanında seyreden pek yok zaten. Herkes istediği diziyi, yarışmayı, haber programını, artık her ne izlemek istiyorsa ya internetten ya da kaydedip bıktırıcı reklam kuşaklarını atlayarak izliyor.
Program bölümleri 25 dakika, reklam kuşakları 40 dakika...
Işın Karaca içini dökmüş. Eşi Sedat Doğan’ın ihanetiyle ilgili “Hayatımda en utandığım kare eşimin telefonuna bakarken görüntülenmiş olmamdı ve beni aldatıyordu. Masayı kafasına geçirmek istedim, magazinciler bakıyordu, kendimi zor zapt ettim” itirafında bulunmuş. O fotoğrafı çok iyi hatırlıyorum. Hatta o zaman üzerine yazı yazmışlığım bile vardı. Çok tanıdık bir andı o. Her kadın bilir o ‘acaba ne yazıyor çaktırmadan bakayım?’ çabasını...
O yüzden hiç utanmasın bence... Orada yaptığından ve eşini düşürdüğü durumdan utanacak biri varsa o kendisi değil çünkü. Herkes en az bir ilişkisinde o yollardan geçiyor, yapacak bir şey yok. Bir kadın eğer beraber olduğu kişiyi kıskanıp böyle dedektifliğe soyunuyorsa, bu sadece o adamın sürekli gizem yaratmasından, bir şeyleri adeta ‘göstere göstere saklamasından’ kaynaklanır. Her ne kadar şikayet etseler de çoğu erkek eşi tarafından kıskanılmayı, adım adım takip edilmeyi sever, ister. Bu yüzden de kadınını sürekli ‘yemler’. Eve geldiği anda telefonunu ya kapatır, ya sessize alır ya da sehpaya ters çevirerek koyar mesela. Tuvalete giderken bile pijamasının beline sıkıştırıp öyle girer içeri... Bir işler çevirsin çevirmesin, gittiği yerler hakkında anlamsızca yalanlar söyler, gereksiz yere gizler vs. Kadını zorla delirten erkekler vardır yani... O yüzden Işın Karaca utanmak yerine o fotoğraf aklına geldikçe eğlenmeli. Hayat böyle tufalara düşmeyi önemsemeyecek kadar kısa çünkü. Bu gibi anılar akla gelince ‘Allah beni kurtarmış’ deyip gülüp geçmek en güzeli!
Yine çok güldük
Beyazıt Öztürk dünyanın bir toz bulutu olduğu zamandan beri aynı formatta sürdürdüğü programını bırakıp skeç işine girmeli. Ünlü isimleri de dahil ettiği kısa prodüksiyonları bu kadar sevilmişken artık bir değişikliğe gitse ne güzel olur! En son yaptığı Beyaz Futbol skecine yine kahkahalarla güldük. Ki adı geçen yayının ne sporla ne futbolla bir ilgisi olduğunu zaten hepimiz biliyoruz. Başından beri sunucunun da yorumcuların da oyunculuklarını konuşturduğu bir komedi programı olarak izleniyor Beyaz Futbol. Futbolla ve sporla en ufak bir alakası olmayan insanlar bile açıp ‘bu adamlar bu akşam nasıl bir şov yapacak acaba?’ diye merakla bekliyor. Beyazıt Öztürk’ün skecinde de hepsi yine ne döktürmüş ne döktürmüş! Hele o herkesin eline geçeni yere attığı final sahnesinde gözümden yaş geldi. Programı sürekli takip edenler için yapılan her hareket ve edilen her söz daha anlamlı ve daha komikti tabii... Skecin skeci yapılmış gibi bir durum söz konusuydu yani... Ahmet Çakar’dan Sinan Engin’e herkes oyunculuğunu bir kez daha konuşturdu. Çok eğlenceliydi çok. Keşke devamı gelse...
Dehşet verici
Babasını öldüren oyuncu Orhan Şimşek’in ifadesini okurken kanım dondu. Daha önce kendisine bipolar bozukluk ve esrar psikozu teşhisi konduğunu söyleyen Şimşek, anladığımız kadarıyla tedavisine devam etmek yerine Adıyaman Menzil’deki şu meşhur hocadan medet ummaya çalışmış. Hani şu kadınlarla görüşmeyen, sadece erkekleri huzuruna(!) kabul eden, müridleri arasında ünlü isimlerin de bulunduğu efsanesi yıllardır kulaktan kulağa yayılan, alkol ve uyuşturucu bağımlılarını tedavi ettiği iddia edilen Menzilli Hoca... Benim bir yakınım da alkol illetinden kurtulmak için doktorların tedavisini dinlemek yerine bu hocaya defalarca gitmişti. Ve her seferinde bağımlılığı daha beter geri geldi. Ruhsal ve fiziksel hastalıklarda maneviyata sarılmak da çok önemli tabii ama tıp bilimini tamamen yok sayarsanız sonuçlar gerçekten çok üzücü olabiliyor. Orhan Şimşek olayı gibi sadece üzücü değil dehşet verici de... Allah’tan yardım istemek için aracıya ihtiyacımız yok. Bunu artık bir öğrensek!
Geçen ay Dora magazin dergisine beşi İzmirli 35 kadının başarı hikayelerini aktardı. Teveccüh gösterdiler, içlerinden biri de bendim. Sordular, anlattım...
Herkesin mutluluk formülü ve hayat beklentisi farklı... Ama özetle başarı dediğin, hedeflerine bir bir kavuşmak ise evet vay be, o zaman ben başarılı bir kadınım. Daha liseye başladığım sene “Ben Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyacağım” deyip bunu gerçekleştirdiğim için... Üstelik hem genel kültür hem de Sinema-TV-Fotoğrafçılık bölümünün her bir sınavını birincilikle kazandığım için... Fakülteye bu havalı girişim, kendime olan güvenimi pek cilalamıştı doğrusu...
“Demek ki ben istersem yaparım”ı ilk hissettiğim andı... Sonra daha okulun ilk yılında “Bir an önce çalışmak istiyorum” deyip, sadece yol ve yemek fişi karşılığı bir spor gazetesine fındık fıstıktan da olsa kapağı attığım için de başarılıyım herhalde... O gazetede bana verilen her görevi küçümsemeyip sanki Pulitzer kazanacakmışım gibi büyük bir ciddiyetle üstlendiğim için de...
Görev dediğim, ilkokul hentbol maçlarını takip etmek, Pazar günleri stadyumlardan gelen maç kritiklerini telefonda almak ve redakte etmek, sonra Yeni Asır’a geçtiğimde Hamamcılar odası, Fırıncılar odası gibi olağan kurullarını takip etmek... Öyle demeyin, belki iç sayfalarda pul kadar çıkıyordu yaptığım haberler ama altında imzam vardı ya o bana yeter!
***
Gazete kağıdının üstündeki adımı ve soyadımı dünyanın en güzel manzarası gibi seyrederdim, hatırlıyorum. Sonra baktılar bu genç kız en antin kuntin haberlere bile bir savaş muhabiri edasıyla saldırıyor, giderek terfi ettirdiler. Bir süre sonra politikacıları falan takip eden meslek büyüklerimle aynı işlere verilmeye başlamıştım ki artık kim tutardı beni... Derken... Aşk tuttu beni... Aşık oldum, evlendim ve “Ben çalışmayacağım evimin kadını olacak evde boy boy bebeler büyüteceğim” dedim ve çok kısa bir dönem ev kadını modunu da denedim. Olmadı... Kimyam evlilik müessesesiyle uyuşmadı. Önce işime geri döndüm sonra da evliliğimi sonlandırdım.
Her zaman söylerim ve savunurum evlilik ve çocuk sahibi olmak herkes için uygun değil. Ben onlardan biriyim, bunu erken kabullendim. Benim başarı hikayemde eş ve anne olmak yoktu. Kendimi erken tanıyıp, yanlışlarda ısrarcı olmamamın ödülüdür bugünkü hayatım. Burnunun dikine gitmenin, toplumun genel geçer kurallarını elinin tersiyle itmenin, “istediğini yap, istemediğini yapma” gibi dünyanın en basit kuralını uygulamanın, kendi doğrunda ısrar etmenin ödülü... Bu dediklerimi yaparken yaşananlar içinde, kendimi duvardan duvara çarpmak isteyeceğim yanlışlarım da oldu, yanlış seçimler yüzünden ciğerimi kavuran acılar yaşadığım da...
***
Normal bir ülkeyi aylarca sarsacak olaylar bu ülkede peynir ekmek gibi tüketiliyor malum...
Dün de ne gündü be arkadaş!!!
Ben bu yazıyı yazarken saat 15:00 civarı idi ve henüz bir meteor çarpmamış, uzaylılar inmemiş, İsrafil Sur’a üflememişti...
Üçü aynı anda olsa da şaşırmazdık zaten artık...
Ben hiç erkenci bir insan değilimdir.
Sabah insanı değilim yani...
Ruhsal ve bedensel enerjim erken saatlerde eksi bakiyede olur genelde...
Kahveyi küvete doldurup içine girsem, öğleden sonra saatlerine kadar ne miskinliğim geçer ne de zaten az randıman alabildiğim beynim çalışır.
Alaçatı’yı ilk keşfedenler kadınlardır.
Yıkık dökük Rumlardan kalma bir köyden Türkiye’nin en önemli tatil beldelerinden birini yaratan, kadın elidir.
Dışarıdan gelip, o evleri tarihi dokularını bozmadan ayağa kaldıran, köyün (en azından) merkezini betonarmeye ve plastik doğramaya teslim etmemek için mücadele edenlerin başını hemcinslerim çeker.
O eli bu köyden çekemezsiniz!
Çekerseniz sonuç bu olur.
***
Yıllardır bahar bayramı havasında geçen artık gelenekselleşmiş Alaçatı Ot Festivali’ni gerçek sahiplerinin elinden alırsak işte böyle elimizde mercimek köfteleriyle, plastik masalarla kala kalırız.