Hedefi koyun, çözüm bulmak kolay

28 Haziran 2010

Türkiye büyük bir ülke. Büyük ülke olunca sorunlarınız da büyük oluyor. Aslına bakarsanız “sorun” kelimesi hep “ürkütücü” olmuştur. Çünkü sorun varsa çözmek de gerekir. İşte çözüm deyince de sıkıntı başlıyor.Gerçekte Türkiye’nin elbette pek çok sorunu var. Ama şunu da biliyoruz ki sorun ille de çok büyük olmak zorunda değildir. Daha da doğrusu sorunlar eğer siz büyütürseniz büyük gibi görünür.Eğer sorunu kafanızda büyütmezseniz çözümü de çok kolaylaşır. Bu açıdan bakınca Türkiye’nin çok büyük sorunları olduğuna inanmıyorum. Bunları büyüten biziz.Sorun çetrefilli gibi görünebilir, sanki çözümü yokmuş gibi durabilir.Oysa akıl ve mantıkla çok kolay çözümler bulabiliriz. Üstelik bir tane de değil çok sayıda.Temel konu şudur: Önce sorunu saptayacaksınız. Sonra da hedefi.Çözüm bu hedefe giden yollardır.Kürt sorununu alalım örneğin. Öncelikle bu sorunu saptayacağız, onu tarif edeceğiz.Sonra da hedefimizi belirleyeceğiz. “Ne istiyoruz?” sorusuna cevap bulacağız. Çözüm ondan sonra gelir.Hürriyet Gazetesi yazarlarından Şükrü Kızılot‘u Sabah’ta yazdığı dönemlerden tanıyorum. Konusunda uzman. Her yazısı bilgi dolu olduğu için ben de her gün yeni bir şey öğreniyorum. Özellikle vergi, mali mevzuatlar ve en önemlisi çalışan hakları konusunda ne çok bilmediğim şey varmış, Kızılot‘u okudukça öğreniyorum.Şükrü Kızılot pazar günleri kendi konusunun dışına çıkıp çok hoş mizahi yazılar yazıyor. Fıkralar, güzel sözler, komik olaylar veya çok ilginç bilgiler veriyor köşesinde. Benim için tiryakilik.Hatta aramızda kalsın, pazar günleri kendi köşeme gündemin dışına çıkıp fıkra ve esprili yazılar koyma fikri Kızıot’un verdiği cesaretle oldu.Şükrü Kızılot 2 Mayıs günü küçücük bir soru koydu köşesine: “Sadece 6 tane 9 kullanarak 100 sonucunu nasıl bulursunuz?” Kendi cevabını da verdi.Şimdi 2 Mayıs’tan bu yana her pazar günü Kızılot’un köşesini açıyorum ve her seferinde de 6 tane 9 kullanarak 100’ü bulma konusunda yeni bir çözüm buluyorum.İşte bu yazıda da anlatmak istediğim bu. Önemli olan hedefi saptamak. Çözüm yolları çok.6 tane 9’la 100’ü bulmak! Burada 100 asıl hedef. Bu hedefe giden sayısız çözüm var. Hiçbiri bir diğerinden daha doğru ya da daha akıllıca ya da daha pratik değil. Hepsini kullanabilirsiniz. Yeter ki 100’ü bulun.Türkiye önce hedefi bulmalı. Çözümler sayısız.*** Kırklareli Valisi, “DP’nin CHP’yi kapatmaması talihsizliktir” demiş. İktidar, vali eliyle dağıttığı seçim yardımlarını şimdiden başlatsa iyi olur. Zira bazılarının eli boş durunca ağzına vuruyor! (Gani Yıldız)***Hedef: 100’ü bulmakÇözüm: Kim bilir kaç taneŞükrü Kızılot 2 Mayıs 2010 pazar günü köşesinde sordu: “6 tane 9 kullanarak 100 sonucunu nasıl bulursunuz?”Kızılot’un verdiği ilk çözüm aşağıdaki gibiydi:99 + 99/99 = 100 Arkasından 6 tane 9’la 100’e varan çözümler yağmaya başladı. İşte 9-16-23-30 Mayıs Pazar ve 6-13-20-27 Haziran Pazar günü gelen diğer çözümler; sanıyorum daha çok çözüm yolu bulan çıkacaktır:- [(99+9) + (9/9)] - 9 = 100- (9/9) x (9/9) + 99 = 100 - 99 x (9/9) + (9/9) = 100- [(9/9)+9] + [(9/9)+9] = 100- (9x9) + (9+9/9) + 9 = 100- (99-9) + 9 + (9/9) = 100- 99 + (99/99) = 100 - (999-99) / 9 = 100 - (9x9) + (9+9) + (9/9) = 100 - [(99/9)x9] + 9/9 = 100- (9x9) + (9+9) + (9/9) = 100- 99 / (9/9) + 9/9 = 100*** Antalya’da Baykal’ı sormak ayıp CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Antalya’ya gitti. Sanıyorum Baykal’ın bile görmediği bir ilgi ve izdihamla karşılanan Kılıçdaroğlu’na herkes “Baykal neden yok?” diye sordu.Soru aslında mantıklı. Çünkü bir genel başkan bir ili ziyaret ediyorsa o ilin milletvekilleri de orada hazır bulunur. Bu, bir siyasi nezaket olduğu gibi görevdir de aynı zamanda.Ancak belki sadece bu kez ve Antalya için durum farklı. Baykal uzun yıllardır CHP’ye damgasını vurmuş bir lider. Seçim kaybederek değil, tatsız bir olay nedeniyle genel başkanlığı bırakmak zorunda kaldı.Olayın sıcaklığı henüz sürerken Baykal’ın Kılıçdaroğlu’nu karşılayan milletvekilleri arasında olmasını istemek en azından yakışıksızdır, ayıptır.Sanmıyorum ki Kılıçdaroğlu da konuyu düşünsün ya da gurur sorunu haline getirsin. Ama ona yönelik ısrarlı sorular sadece CHP’nin iç huzurunu kaçırmaya yöneliktir ki bu da kimsenin hakkı olamaz.***Anayasa yeminiTerör olayları artınca “Acaba terörle mücadelede tekrar OHAL denense mi?” soruları ortaya atılmaya başlandı. Çünkü terörle mücadele kentlerde polis (terörle mücadele birimi) kırsalda ise jandarma tarafından yürütülüyor.Şehitler de özellikle kırsal bölgelerde olduğu için jandarma hep hedef oluyor ama bunun kamuoyundaki algılanması asker, Genelkurmay olarak görülüyor.Bu nedenle “OHAL ilan edilirse, Silahlı Kuvvetler en seçkin birimleriyle teröre karşı devreye girer” görüşü “mantıklı” gibi görünüyor.Şahsi fikrimi söyleyeyim, ne OHAL ne sıkıyönetim çözüm olabilir.Ancak OHAL talepleri gelince iktidarın ve yandaşlarının paniklediği gözleniyor. Başbakan OHAL’e biraz da sert sözlerle karşı çıkınca yandaşlar da OHAL’i karalamaya başladılar. Vatandaş OHAL’in ne kadar kötü bir şey olduğunu öğrenmekle meşgul şu günlerde.Oysa OHAL anayasal bir uygulama. Eğer bu kadar kötüyse “demokratikleşen ve asker vesayetinden kurtaran anayasa değişiklikleri!” sırasında bu madde de kaldırılır ya da değiştirilirdi.Oysa AKP iktidarı kendi hazırladığı anayasada da OHAL ve sıkıyönetimi aynen koruyor.Hem kötüyü koruyacaksınız hem de demokrasi ve hukuktan söz edeceksiniz.İşin özü şudur: İktidar hiçbir konuya demokrasi ve hukuka uygun mudur diye bakmıyor. Sadece “Ben kullanırsam iyi, kullanmazsam kötü” diyor.Bu nedenle parti kapatmada örneğin “Parti kapatma yetkisi benim elimde olursa iyi, olmazsa kötü” mantığını savunuyor.

Devamını Oku

Beklemeyin hiç, Kürt sorununu hiçbiri çözmez

27 Haziran 2010

Sevgili okurlar; geçtiğimiz hafta terör şehitlerimiz için yapılan yürek burkan cenaze törenlerinde hepimiz gözyaşları döktük. Bu yürek burkan manzaralar arasında ise sorunun çözümü için daha radikal öneriler ortaya atılmaya başlandı. Özellikle, her ne kadar Güneydoğu’ya neredeyse hiç yatırım yapmamış olsa da TÜSİAD’tan fışkıran görüşler haftaya damgasını vurdu.Kürt açılımının nedeniAslında ortaya bir hedef konulmadığı için Kürt sorunu adı verilen konuyu çözmekte zorlanıyoruz. Ama ondan önce iktidarın “neden bir Kürt açılımı yaptığı” konusuna kesin bir açıklık getirmemiz gerekiyor. İktidarın Kürt açılımına sağlıklı yaklaşırsak sonuçlarını veya sonuçsuzluklarını anlayabilmek daha kolay olacaktır. Temel soru şudur: “İktidar gerçekten bir açılım istiyor mu?”Zorlama kavramlarŞu bir gerçek ki Kürt sorunu da, Kürtlerin durumu da bundan 5 yıl hele 10 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar farklı. En çok tartışılan dil konusu, ana dilde eğitim hariç neredeyse artık hiç sorun bile değil. Siyasi haklarda, yaşam hakkında, özgürlükler konusunda ise “sorun” ancak “zorlama” kavramlarla ortaya atılabilir. Kürt konusu sorun değildiBir diğer gerçek de, toplumda katı milliyetçiler dahil, artık Kürt konusuna çok daha hoşgörülü bakıldığıdır. Özellikle açılımdan önce, Kürt konusuna alerji duyanların sayısı yok denecek kadar azalmıştı. Toplum, zaten arasında hiçbir sorun olmayan Kürtler hakkında çok olumlu görüşlere sahip olmaya başlamıştı. İşte AKP iktidarı bu iklimi değerlendirmek amacıyla hiç yoktan ortaya bir “Kürt açılımı” kavramı attı.Asıl amaç oy toplamakAKP iktidarı, özellikle son yerel seçimlerden sonra ülkenin batısında ve sahil bölgelerinde oyunun hızla düştüğünü görüyor ve bu oyları geri alamayacağını da düşünüyordu. Güneydoğu’da ise çok güçlüydü ama her şeye rağmen Kürt kimliğini öne çıkartan bir parti oyların yarıdan fazlasını toplayabiliyordu. AKP gözünü bu oylara dikti. Batı’dan kaybettiğini buradan toplayacağı bir operasyona ihtiyacı olduğunu gördü.Hedefi olmayan açılımBu aşamada ortaya atılan “Kürt açılımı” ile asıl hedeflenen şuydu: Öyle ya da böyle Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması kaçınılmaz. Bu devletin Türkiye’den “şimdilik” toprak talebi olması da hayal. Bu durumda Kuzey Irak’taki Kürtler Barzani’ye bırakılacak, Türkiye sınırları içindeki Kürtlere ise “Sizin asıl haminiz biziz, oylarınızı bize verin, Kürt partisi size yardımcı olamaz” denecekti.PKK’nın da tasfiyesiİktidarın bu planının iyi işlemesi halinde Türkiye’nin başına 30 yıldır terör belasını saran PKK örgütü de tasfiye olacaktı. Böylece kollar sıvandı, AKP’li olmadığı halde AKP’yi ve kendilerini demokrat sanan maskelilerin de desteği ile büyük kampanya başladı. Türkiye’nin büyük bir bölümü de AKP’yi beğenmese bile yapılanın doğru olduğuna kanaat getirerek destek verdi ya da karşı çıkmadı.Habur kilometre taşıBeklenmedik olay Habur‘da yaşandı. Teröristlerin savaş üniformasını andıran tek tip elbiseyle sınırdan giriş yapmaları, on binlerce kişi tarafından karşılanmaları Türkiye’nin her tarafında bir anda şiddetli öfkeye neden oldu. O ana kadar “Kürtlerle teröristleri ayıran” Türk halkının zihnine “Kürtlerin hepsi terörden yana mı?” kuşkusu düştü. AKP’nin tabanı bile şaşkınlıkla ayağa kalktı.PKK eylemleriİktidara destek vermeye çalışan maskelilerin çözüm adı altında ürettikleri ve PKK’yı muhatap alma anlamına gelen fikir ve görüşleri, adeta tek taraflı olarak televizyonlardan bangır bangır yayınlanmasına rağmen, halkın vicdanında çok da etkili olamadı. AKP Güneydoğu’dan oy kazanacağını zannederken, bu olmadığı gibi diğer bölgelerde dramatik gerilemeler başladı.Geldiğimiz noktaŞunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, kimse yakın zamanda, daha doğrusu bir genel seçimden önce çözüm beklemesin. Çünkü artık şu görülüyor ki; hangi parti olursa olsun, önerilecek çözümler bu partilere oy getirmeyecektir. Tam tersine, yapılacak her şey bölgesel siyaset yapan partinin işine yarayacaktır. AKP ya da diğer partiler ancak seçim kazanmaları halinde radikal adımlar atabilirler.Kimse yenilmek istemezSiyaset, bazen doğru olsa da bu yönde adım atmamayı gerektirebilir. Siyasi partilerin temel hedefi iktidar olduğu için, seçim önceleri aleyhlerine işleyecek işlere imza atmazlar. Bu yanlıştır ama gerçektir. Bir yıl sonra yapılacak genel seçimlerden sonra iktidara gelen partilerin öncelikli görevi bu sorunu çözmek olmalıdır. Eğer çözüm ilk 9 ayda bulunamazsa yine sürüncemede kalacaktır.Bir yıl nasıl geçerTabii bu satırları kötümser anlamda algılayanlar önümüzdeki bir yılın nasıl geçeceğini düşüneceklerdir. Ki ben umutlu olduğum halde aynı duygular içindeyim. Kendi adıma şunu düşünüyorum: “Bir yıl içinde partiler kamuoyuna duyurmasalar bile çözüm önerilerini bulmalı ve öncelikle kendi içlerine sindirmelidir. Bu bir yılı teröre karşı en etkili önlemleri alarak geçirmek ve zayiatı en aza düşürmek zorundayız.”İktidar olmanın avantajıİktidarlar, en radikal kararlarını ilk yıl içinde alırlar. Alınacak bu kararlar çoğu kez o iktidarın aleyhine de olabilir. Ama geçecek 3 yıl içinde alınan bu radikal kararlar etkisini göstermeye başlar ve bu kararlar gerçekten doğruysa ibre tekrar iktidarın lehine döner. Türkiye’nin her konuda bu kararlığı gösterecek iktidarlara ihtiyacı olduğu kesindir. Ama diğer önemli konu da alınan radikal kararların uygulanabilmesidir.AKP’nin büyük hatasıBeğenelim beğenmeyelim AKP iktidarı bu siyasi kuralı 2003’te uyguladı. Radikal kararlar aldı. Bu da arkasında büyük bir destek sağladı. Ama iktidar iki hata yaptı: Birincisi bu radikal kararların arkasında duramadı. Her şeye rağmen içindeki mağduriyet edebiyatının prim yaptığını görerek bundan daha çok medet umdu. İkincisi ise iktidar zehirlenmesi ile kendini dev aynasında görüp asıl zihniyetini hayata geçirmeye çalıştı.Şimdi bocalıyorlarEğer Başbakan çok sinirliyse, üst üste yanlış kararlar alıyor ve kendisine en büyük desteği verenlerin bile eleştirileriyle karşılaşıyorsa nedeni budur. AKP tekrar radikal kararlar almak zorundadır. Ama bu kararlar seçime bir yıl kala kendisine değil başkasına yarayacaktır. Aynı şekilde radikal karar almadıkça da batmaktadır. Durum iki tarafı keskin kılıç ya da iki ucu pislik dolu değnek örneği gibidir.Muhalefetin durumuKonu sadece iktidarı ilgilendirmiyor. Muhalefet için de durum aynıdır. Muhalefet de sorunun çözümü için artık öneri getirmenin kendi aleyhine çalışacağını hesaplamaktadır ama bu konuda iktidardan daha şanslıdır. Bu nedenle muhalefet önümüzdeki günlerde çözüm önermeyecek ama özellikle bölgeye giderek siyasi şovlar yapacaktır. Buna da kimsenin kızmaya hakkı yoktur.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

Bu hafta bol bol fıkra var

27 Haziran 2010

Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralar hayli birikmiş. Ben de bu hafta köşenin tamamını fıkralara ayırdım. Uzatın ayaklarınızı, keyifle okuyup gülmenin tadını çıkartın...***Boğuluyoruz işte...Dalgıç 6 metre derinde balıklarla oynaşıp içinde bulunduğu müthiş manzaranın tadını çıkartırken tam yanına oksijen tüpü, deniz gözlüğü ve dalgıç kıyafeti olmayan bir adam gelmiş. Dalgıç şaşırmış bir 10 metre daha inmiş, aynı adam yine ağır ağır yanına süzülmüş. Hayretler içinde kalan dalgıç yanındaki özel tebeşir ve tahta setini çıkartıp üzerine “Donanımınız olmadan bu kadar derine nasıl dalabiliyorsunuz?..” diye yazıp ona doğru çevirmiş. Adam tahtayı ve tebeşiri alelacele elinden almış “Salak!..” yazmış, “Boğuluyoruz işte görmüyor musun?”Sabaha kadar...Kadın, psikiyatra giderek “Nasıl söylesem bilemiyorum, ben aşırı ‘erkeklerle birlikte olmak’ duygusuyla yüklüyüm..” Doktor “Anladım..” demiş, “Size yardımcı olabilirim, ama saatim 80 dolardır!..” Kadın “Fena değil..” demiş, “Acaba sabaha kadar kalırsanız ne istersiniz?..”Kaç yaşındayım?Öğretmen derste öğrencilerine dönüp “Söyleyin bakayım..” demiş, “Kuzeyimizde Karadeniz, güneyimizde Akdeniz, batımızda Ege varsa ben kaç yaşında olurum?..” Arka sıralardan bir öğrenci, “44” diye bağırmış. “Aa?..” demiş gerçekten o yaşta olan öğretmen, “Nasıl bildin?..” Ayağa kalkan öğrenci “Gayet kolay öğretmenim..” demiş, “Benim tam 22 yaşında ‘yarı manyak’ bir ağabeyim var, onun yaşını 2 ile çarpıp sizinkini buldum!..”Porno rezaletiYaşlı adam gündüz salonda “History Channel” seyrederken mutfaktaki karısına birden “Hiiii!..” diye bağırmış, “Ethel koşş!.. Çocukların ayakta olduğu şu saatte bu sefillerin gösterdiği porno rezaletine bak!.. Hem de bu kanalda!..”Ethel ellerinden sular süzülerek mutfaktan koşup gelmiş, dikkatle ekrana bakmış, mutfağa dönerken “Gözlüğünü tak sersem!..” demiş kocasına, “Görmüyor musun Fidel Castro muz yiyor!..”Günlüğümü çalan adiPartide delikanlı kızın birini salonun köşesinde kıstırıp kulağına bir şeyler fısıldamış.. “Seni adi sapık!..” demiş kız, “Böyle bir şeyi isteyebileceğimi, böyle bir şeye izin verebileceğimi nasıl düşünebiliyorsun?..” Daha sonra birden gözlerini kısıp “Şimdi anladım..” demiş kızararak, “Günlüğümü çalan adi mutlaka sen olmalısın!..”En az iki büyükPolis sağa sola yalpalayarak gelen otomobili durdurmuş. Arabayı kullanan sarışın camı açınca ortama kesif bir içki kokusu yayılmış. Sarışın kendisine uzatılan cihaza üfleyince, “Offfff..” demiş polis memuru, “Göstergeye göre bu gece en az iki büyük dikmişsiniz!..” Sarışın “Aa?..” demiş, “Bu alet onu da mı tespit edebiliyor?..”Karım bir zebraLeopar göz doktoruna gidip “Rahatsızım efendim..” demiş, “Ne zaman karıma baksam üzerinde bir sürü nokta görüyorum..” Doktor “Bunda endişelenecek ne var?..” demiş, “Siz bir leoparsınız değil mi?..” Leopar “Tamam da doktor..” demiş, “Ama benim karım bir zebra!..” Kol saatiAdam kocaman bir duvar saati satın almış, saati mağazadan arabasına götürürken hayli zorlanmış. Ağırlığından, büyüklüğünden önünü de sağlıklı olarak göremediğinden sağa sola yalpalarken bir kadına çarpmış, “ Aptal!..” diye bağırmış kadın, “Herkes gibi kol saati kullansana!..”Kuş gözlemektenAdam cumartesi gecesi arkadaşlarıyla içip çapkınlık yaptıktan sonra sabaha karşı evine dönmüş. Kapıda tabii son derece kızgın karısı onu karşılamış ve sormuş “Neredesin bu saate kadar?” diye.. “Arkadaşlarla kuş gözlemekten geliyoruz hanım..” diye cevap vermiş adam. “Gecenin karanlığında ha?..” demiş kadın sinirlenerek, “Bu saatte gözlenecek bir tek ‘Kızıl perçemli yatak bülbülü’ bulunur canım!..”Sadece bir kadehAdam sarışına “Bir kadeh daha içki alır mısın?..” diye sormuş, “Kocam sadece bir kadeh içmeme izin veriyor..” diye cevap vermiş sarışın. “Neden?..” diye merak etmiş adam. “Bir kadehte herkesten keyif alıyorum..” demiş sarışın, “2. kadehten sonra herkes benden!..”MucizeAdamın biri koltuk değnekleri ile kiliseye gelip kutsal suyun önünde durmuş. Her iki ayağına kutsal sudan dökmüş ve koltuk değneklerini fırlatmış atmış... Kilise korosundaki çocuklardan biri bu sahneye şahit olup koşmuş ve rahibe gördüklerini anlatmış. “Oğlum inanılmaz bir mucizeye şahit olmuşsun..” demiş rahip heyecandan titreyerek, “Bu adam şu anda nerede biliyor musun?..”Çocuk “Tabii...” demiş, “Kutsal suyun yanında poposunun üzerine düşmüş debelenip duruyor!..” *****KısacıklarYine Yıldırım Tuna’danArkadaşım sadece ‘Deniz Suyu’ ile gidebilen bir otomobil icat ettiğini söylüyor. Ama deniz suyunun illa ‘Meksika Körfezi’nden alınması şartmış!..***Oğlum 18 yaşını bitirdiği gün gelip arabamı istedi, “Artık 18 yaşındayım istersem sabaha karşı eve gelebileceğimi sen söylemiştin.” Ben de “Haklısın sen istediğin saate kadar kalabilirsin ama arabam 6 yaşında, onun en geç 11’de garajında olması lazım” dedim.***Ülkemize gelen Amerikalı turist ‘alaturka tuvalet’i ilk defa görmüş, “Çok rahat bir şey” demiş, “Dirsek koyulacak yerleri bile var.”***Bu sene “kamuflajlı” pantolonlar son derece moda.. Geçen gün onlardan bir tane satın almak için çarşıya çıktım, tabii ki bir tane bile göremedim!..***Para hiçbir zaman mutluluk getirmez.. Ama bir Porsche içinde ağlamak Murat 124’e nazaran daha rahat olmalı!..***Bir erkek evlenmeden “Her konuda hata yapan biri” olduğunu asla öğrenemez!..***- Bu akşam yılbaşı yemeğinde kayınvalidem var..- Hadi ya?.. Biz de hindi aldık!..***- Noel Baba’nın burnu neden kırmızıdır?..- Çünkü Ren Geyiklerinin çektiği kızağın ABS’si yoktur!..***İlk bakışta kesinlikle âşık olmam.. Mutlaka bir-iki defa daha bakarım!..***Erkeklerin “Diğer arkadaşlarımdan küçük” diye tek övündükleri şey cep telefonlarıdır.***Her başarılı erkeğin arkasında ‘hayrete düşmüş’ bir kadın vardır...

Devamını Oku

Türkçe bilmeyen Kürt çocuk

25 Haziran 2010

Yakın bir dostum anlattı. Uçağa binmiş İstanbul’a gelmek için. Yanındaki koltuğa da bir kadınla çocuğu oturmuş. Arkadaşım çok dost canlısıdır, üstelik çocuklarla da hemen ilişki kurmayı başarır. Bu özelliğinden dolayı da yanında hep çocuklara verecek küçük bir armağan bulundurur. Bir küçük oyuncak, hayvan figürlerinin olduğu anahtarlıklar, nazar boncukları, çoğu kez de şeker.Bu arada hatırlarım, bir cinayet sonucu aramızdan ayrılan Üzeyir Garih de cebinde minicik renkli taşlar taşırdı. Bunların uğurlu olduğuna, verdiği kişiye iyilikler getireceğine inanırdı. Bu nedenle tanıştığı bir kişiye mutlaka bu renkli küçücük taşlardan birkaç tane verirdi.Arkadaşım her zamanki özelliği ile yanında oturan çocuğa ucunda sevimli bir inek takılı anahtarlık uzatmış. Amaç birkaç kelime konuşmak tabii.Ama çocuk hiç ilgisiz biçimde arkadaşımın suratına bakmış.Bunun üzerine annesi “Biz Kürt’üz. Çocuğum Türkçe bilmez. Kürtçe bilir, dediğinizi anlamaz” demiş.Arkadaşım “Kadın bunu öyle bir gururla söyledi ki, sadece gülümsedim, sonra da hiç konuşmadık zaten” dedi. Elbette herkes kendi çocuğuna ana dilini öğretme hakkına sahiptir. Bunu yaparken de elbette gurur duyar. Ancak sırf bir etnik davayı sürdürmek uğruna çocuğuna sadece Kürtçe öğretmek çok akıllıca değil. Eğer resmi dili Kürtçe olan bir devlette yaşıyorsanız sorun yok. Ama bu Kürt çocuğu Türkiye’de yaşıyor. O çocuk belki bir yıl sonra okula gidecek, Kürtçe dilde temel eğitim olmadığına göre nasıl okuyacak?Yarın büyüyecek, sadece Kürtçe bilerek iş bulması mümkün mü?Kürt sorununu “Kürtçülük” olarak algılayan ve sözde “kültürel haklar” adına kendileri Türkçe bildikleri halde çocuklarına Türkçe öğretmeyen, onları sadece Kürtçe’ye mahkûm eden anne babalar, o çocuklar büyüyüp de karşılarına geçtiklerinde ve “Benim ne günahım vardı” diye sorduklarında ne cevap verecekler?Kendini Kürt hisseden herkes kültürel haklarını korumak, ana dilini öğrenmek, kullanmak, öğretmek hakkına sahiptir. Ama bu uğurda çocuklarına sadece Kürtçe öğretirlerse büyük yanlış yaparlar. Benim yazdığım sadece tanık olunan bir örnek. Buna karşın anladığım kadarıyla böyle davranan pek çok Kürt aile var.Evet, çocuklarınıza Kürtçe öğretin, ama Türkçeyi de bilsinler. Bilsinler ki onlar da iyi okullarda okusunlar, başka yabancı dilleri de öğrensinler, başarılı birer insan olsunlar. Kürt halkının arzuladığı hayata kavuşması için iyi eğitilmiş, yetenekli insanlara ihtiyacı olduğunu herkes bilmeli.*** Gerçekten çok utandımÇarşamba günü İlhan Selçuk‘a veda törenine katıldıktan sonra o büyük aydınlanmacı için duygularımı dile getirmiştim.Ertesi gün Vatan’ın internet sayfasındaki yazımın altındaki okurlardan gelen mesajları okuyunca çok şaşırdım ve açıkçası bazılarından da utanç duydum. Benzer bazı mesajları da elektronik posta kutumdan okudum.Kimi İlhan Selçuk’un solcu olmadığını söylüyor, kimi darbeciliğin adı sol mu oldu diye soruyor, kimi be-nim darbeciliğimin nereden geldiğini anladığını söylüyor.Bir sürü saçmalık.Okur mesajlarına ve yorumlarına gösterdiğim özeni, ilgili okurlar biliyorlardır. Eleştirilerden hiç gocunmadım, öfkeye kapılmadım. Özellikle bir fikirle karşılık verenlere vakit ayırıp cevaplar da yazdım. Çok ağır hakaret edenlere sadece “Sululuk yapma” mesajı gönderdim.Ama söz konusu kişi İlhan Selçuk olunca gerçekten çok üzüldüm ve utandım.Bunlara sadece şunu söylemek isterim.Eğer İlhan Selçuk ve onun gibi düşünenler geçmiş yıllarda canları pahasına mücadele etmeselerdi, Türkiye’nin aydınlanması için savaşmasalardı, bugün o mesajları o yorumları yazanlar bunu yapamazlardı. Çünkü kimi hakarete de varan o yorumların yayınlanabilmesi için de bir demokratik özgürlük ortamı gerekir. İşte o geçmişteki mücadeleler bugün kimi saçma sapan olan yorumların bile özgürce yazılabilmesine olanak sağladı.Bugün beğenmesek de eğer pek çok sorunumuzu demokratik ortamda tartışabiliyorsak, bunu o abide gibi insanların verdiği onurlu savaşa borçlu olduğumuzu kimse unutmasın.*** ÇömelmeYolda yürüyordum. Asker olduğunu sandığım biri yanıma yaklaştı ve “O çömelme fotoğrafına bir daha bakın. Orada arkada bir kişi var, o dimdik ayakta duruyor. Çömelmemiş. Bordo bereli. Her şeye rağmen korkmuyor” dedi. Sonra yürüyüp gitti.Gazeteye gelince fotoğrafa bir daha baktım. Gerçekten de, Başbakan çömelmiş, Genelkurmay Başkanı çömelmiş, generaller çömelmiş, herhalde adet böyle diye düşünmüş olacak ki gazeteci arkadaşımız da çömelmiş ama arkada bir değil iki bordo bereli dimdik ayakta duruyor. Kimileri bu çömelme fotoğrafını korumaya çalışıyor iki gündür. “Efendim belli bir açıdan bir yere bakmak için çömelmişlerdi, yoksa korkudan değil.” Bazıları da Atatürk’ün de yatarken çekilmiş cephe fotoğrafı olduğunu söylüyor.Genelkurmay’da açıklama yaptı. Kim nasıl savunursa savunsun; öyle bir fotoğrafın servis edilmesi akıllıca mı?Bunun dışında o fotoğraf beni sadece çömelme nedeniyle de rahatsız etmedi. O fotoğraf bir cephe görüntüsü. Sanki bir düşmanla savaş halindeyiz ve komutanlar siperlerde savaş stratejisi geliştiriyorlar.Oysa PKK insanlık düşmanı bir terörist örgüt. Teröristler de “düşman” değil suçludur. Suçlularla mücade için de cephe görüntüsü verilmez. Cephe görüntüsü Türk Silahlı Kuvvetleri‘ni küçülttüğü gibi bir terör örgütünü de “savaşan taraf” gibi gösterir ve onu yüceltir.Buna kimsenin hakkı yok.*** Bitmeyen Mektepİyi bir Fenerbahçeliyim. Ezeli rekabetimiz nedeniyle Galatasaraylılarla hep didişirim belki ama o tarafın güzelliklerini de görmezden gelemem.Önümde bir kitap duruyor. Hayli kalın. 526 sayfa. Adı Bitmeyen Mektep. Yazarı bir Galatasaray Lisesi mezunu olan Kemal Sunam.Sunam GalatasarayLisesi’nin 1954-1964 yıllarını yazmış. Ama ne yazmak. Okurken sanki Hababam Sınıfı canlanıyor gözlerinizin önünde.Üstelik hayali isimlerle değil, bazılarını şimdi de yakından tanıdığınız isimlerin o en cin, en fırlama, en delikanlı yılları tatlı ve esprili bir dille anlatılıyor.Kitapta GalatasarayLisesi anlatılıyor ama, öyle sanıyorum okurken benim gibi pek çoğumuz o yaşlarınıza dönerek “Aaaa bizim okulda da böyle bir şey olmuştu” ya da “Bizim Ahmet de böyle değil miydi?” diyeceksiniz.Galatasaray Lisesiler bu kitabı mutlaka okumalı, Kemal Sunam’dan sonra gelenler de kendi dönemlerini böyle anlatmalı.

Devamını Oku

Biz solu İlhan Selçuk’tan öğrendik

23 Haziran 2010

O ünlü 68 kuşağından değilim. 10 yıl kadar sonrasındanım. Ama 68 kuşağını içimizde henüz filizlenmekte olan aydınlık fikirlere ilgi duyduğumuz yaşlarda yakından izliyorduk.Tam anlamıyorduk belki neler olup bittiğini. Ama biliyorduk ki, o gençler bizim geleceğimiz için çabalıyor, kavga veriyor. Ve ne yazık ki bir süre sonra öldüklerine tanık olduk.O yıllarda “sağ” denilen hareket henüz bir ideolojik temelde oturmuyordu. Sağ DP döneminin zenginleştirip egemenleştirdiği kesimlerin, özellikle dini istismar ederek kendi zenginliklerini artırma ve güçlerini sürdürme ideolojisiydi.Sol ise yeniliğin, çağdaşlığın, aydınlığın sembolüydü.Ve gençliğin doğal olarak solda yerini alması da kaçınılmazdı. 68 hareketi gücünü, hümanizmini, naifliğini buradan alıyordu.Bunu tehlike olarak gören “sağ” işte o zaman harekete geçti ve bir ideolojik temel bulma yollarını aramaya başladı. O temel de milliyetçi, mukaddesatçı bir temeldi ve birinci kuralı egemenlere boyun eğmekti.Böylelikle sözde alternatif adı altında, egemenlerin adeta kulu kölesi gibi olan, dini bir kalkan gibi kullanan, milliyetçiliği ise neredeyse “öldürücü” bir silaha çeviren yapılanmalar ortaya çıktı.Dönemin iktidarı bunu “iti ite kırdırmak” olarak niteliyordu. Egemen beyler rahat koltuklarında otururken, “sağ”cılar ortalığı kan gölüne çevirmeye başlamıştı.Biz böyle bir ortamda geçirdik ilk gençlik yıllarımızı. Bugünkü gibi televizyonlar, internet olanakları yoktu. Bu nedenle “gerçekten” okurduk. Günde bir kitap bitirdiğimiz günleri dün gibi hatırlıyorum.“Felsefenin temel ilkeleri” kitabıydı çoğumuzun ilk “ideolojik” kitabı.Ama asıl kaynağımız Cumhuriyet Gazetesi ve İlhan Selçuk’tu. 68 kuşağından sonra gelen solcu gençlerin neredeyse tamamı aslında bu “okuldan” geçmiştir. Sol, sosyalizm, komünizm, kapitalizm kavramlarını, aydınlanmanın anlamını hep İlhan Selçuk’un yazılarından öğrenmeye çalıştık.Ona o yıllarda da İlhah Abi diyorlardı. Biz de aramızda “İlhan Abi’nin yazısını okudun mu?” diye sorardık ağız alışkanlığı ile. Bugün ise kimi dönekler ve cahil yeni yetmeler İlhan Selçuk’u “darbeci” olarak nitelediler.60’lı 70’li yılların ortamını unutan ya da hiç bilmeyenler İlhan Selçuk’un askerlerle olan ilişkilerini ve onlara gösterdiği güveni dillerine doladılar.Güneşin balçıkla sıvanmasıydı bu aslında. Başarılı olamadılar ama belli ki kendi egolarını tatmin ettiler ve çevrelerinde türeyen niteliksizleri de etkilediler.Dün İlhan Selçuk’u uğurlama törenine katıldım. Tıklım tıklım dolu salonun en önemli özelliği gençlerin çok az olmasıydı. Salonu dolduranların büyük çoğunluğu “o yıllardan” gelen isimlerle doluydu. Çünkü İlhan Selçuk’u gerçekten anlayan da herhalde onlardı.34 yıllık meslek yaşamımda İlhan Selçuk’la sadece bir kez karşılaştım. 2003 yılında TEMA’nın çevre ödülünü kazanmıştım. Ödülleri dönemin Cumhurbaşkanı Sezer veriyordu. Törende İlhan Selçuk da vardı ve tesadüfen yan yana oturmuştuk.Beni tanıyacağını hiç sanmıyordum, ama olağanüstü nezaketiyle dönüp “Yazılarınızı çok beğeniyorum, ekranda da çok güzel şeyler söylüyorsunuz” demişti. O sırada Star TV’de ana haberleri sunuyordum, yazılardan kastettiği önceki gazetem Sabah’taki köşemdi. Bu, beni çok mutlu etmişti.Sonra bir daha karşılaşmadım. Hep merak ederim. Acaba o günkü duyguları sürüyor muydu? Yazılarımı okuyor, TV konuşmalarımı dinliyor muydu? “Güzel” diyor muydu, eleştiriyor muydu? Ne düşünüyordu?Dün o büyük gazeteciyi, bir aydınlanma sembolünü kalbimizin en güzel yerine uğurladık. Işıklar içinde olsun...*** İlhan Abi gitti Cumhuriyet bittiCumhuriyet Gazetesi’nin demokrasi tarihimizde çok önemli bir yeri var. Türkiye’nin aydınlanmasında önemli bir işlev yüklenmişti. Türkiye’nin en karanlık dönemlerinde bile Cumhuriyet Gazetesi dimdik durdu.Ama özellikle İlhan Selçuk’un sağlık sorunları nedeniyle gazeteye pek gelememesinden bu yana gazetede gariplikler yaşanıyor. En önemlisi, halen hapiste olan Mustafa Balbay’a yapılanlardır. Geçelim.Ama dünkü Cumhuriyet’e bakınca canım gerçekten çok sıkıldı.Gazetenin dünkü sayfalarında başka gazetelerde yazı yazanların İlhan Selçuk’la ilgili yazılarından alıntılar vardı.Meğer Cumhuriyet ilkeleri, Cumhuriyet tarihi ve Atatürk’e açık açık karşı olanlara ne büyük sevgi ve sempatisi varmış Cumhuriyet yönetiminin.Alıntı yapılan gazetecilere bakıyorum, çoğu hepsi normal zamanlarda İlhan Selçuk’a en ağır sözleri söyleyenler. Ama Cumhuriyetçiler bunları pek beğenmişler.Medya haberi nasıl verdi diye alıntılar yapmışlar. Türkiye sevgisizleri Cumhuriyet sayfalarında yer bulmuş ama örneğin Vatan’dan tek satır yok. Mustafa Mutlu, İlhan Selçuk’u çok veciz biçimde anlatan bir yazı yazmış, ama Cumhuriyetçiler, ikinci Cumhuriyetçilere rağbet ettiklerinden ona yer bulamamışlar.Yarınki Cumhuriyet’te Engin Ardıç ve Emre Aköz’den alıntı görmek isterim aslında. Onlar hiç olmazsa namuslu davranmışlar ve gerçek görüşlerini yazmışlar İlhan Selçuk için çünkü.Dünkü Cumhuriyet’e bakarken kendi kedime “Yazık” dedim, “İlhan Selçuk acaba Türkiye sevgisizliğini kitlelere aşılamak isteyen bazı yazarlar, kendi hakkında ne kadar iyi yazarsa yazsın bu satırların Cumhuriyet Gazetesi’ne konmasını ister miydi?”*** Karayolları ne yapar?Geçenlerde Bodrum’da tüm yolların kazıldığını, tam da turizm mevsimi açıldığı sırada yapılan bu çalışmaların büyük aksaklıklara neden olduğunu yazmıştım.Hafta başında Karayolları Basın Bürosu’ndan imzasız bir mektup aldım. Mektupta Bodrum ve çevresindeki yapılan çalışmalar anlatılıyor.Basın Bürosu hiç üşenmemiş oturmuş, Bodrum ve çevresinde halen çalışma yapılan tüm noktaların envanterini çıkartmış. Kilometre kilometre bana da bildiriyor.Yazımı normal zekâlı bir insanın ilk okuyuşta anlayacağını sanıyorum.Ben “Bodrum’da karayolları çok kötü, hiçbir iş yapılmıyor, nedir bu böyle?” türünden bir eleştiride bulunmadım ki.Söylediğim çok basitti. Bu yolların böyle olduğu geçen yıldan hatta önceki yıldan hatta hatta daha önceki yıllardan beri biliniyor. Bütün kış oturup da tam turizm mevsimi başlarken her tarafta birden çalışmaya başlamak ancak ve ancak turizmi baltalamak içindir.Karayolları ne yaptığını değil neden şimdi yaptığını açıklamalı aslında. Bir de imza lütfen, kişiye mektup matbu bir “basın bürosu” antetli kâğıtla olmaz. Bu da işin nezaketi.***İnsansız hava aracı Heron’u taşerondan, istihbaratı Amerikalı John’dan alıyoruz. Sonra terörle mücadelede başarı bekliyoruz! (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Tüm okurlara toplu teşekkür ve cevap

22 Haziran 2010

Sevgili okurlar; Şemdinli’deki alçak saldırıdan iki gün önce, hain teröre karşı verdiğimiz şehitler adına isyan etmiş ve “Yeter artık” diye haykırmıştım. Bu yazım beklediğimin çok üzerinde bir ilgi gördü. Belli ki milyonlarca insanın içindeki fırtına ve isyanı dile getirmişim. Gördüğüm kadarıyla bu yazı arkasından gelen ve 11 askerimizi şehit eden saldırı, isyanı adeta bir kasırgaya çevirdi kamuoyunda.Yanlış değerlendirmelerHemen belirtmeliyim ki, tamamen duygularımı yansıttığım bu yazıyı yanlış değerlendirenler de oldu. Özellikle her şeye rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Atatürk Cumhuriyeti’nin sarsılmaz koruyucusu olarak görenler arasında, orduyu yıpratma kampanyasına benim de katıldığımı ileri sürenler çıktı. “Bu dönemde askeri yıpratmayın” diyenlere mutlaka söylemek istediklerim var.Askerin tepe noktasıEğer yazılarım bir eleştiri olarak algılanıyorsa, herkes bilmeli ki bu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bir eleştiri değildir. Bu eleştirilen ordunun tepe noktasını işgal eden, ama yerlerini dolduramayanlara karşıdır. Elleri kolları bağlı olduğu halde terörle mücadeleyi, iktidarın baskısı altında gerektiği gibi yapamayan ama bunu çıkıp kamuoyuna açıklama cesareti de gösteremeyenleredir.Sorumluluk mu bağımlılık mı?Genelkurmay Başkanlığı hükümete karşı sorumludur. Ancak son üç dönemin Genelkurmay Başkanları bu sorumluluğu neredeyse bir bağımlılık haline getirdi. Tabii bunda iktidarın özellikle maskeliler eliyle yürüttüğü yoğun yıpratma ve karalama kampanyasının büyük etkisi var. Ordunun en seçkin isimlerinin sabahın kör karanlığında terörist sıfatıyla gözaltına alınması, tutuklanması bir orduda moral bırakır mı?Demokrasiye saygıÜst düzey komutanları anlamak istiyorum. Elbette Türkiye Cumhuriyeti’ne, demokrasiye ve hukuk düzenine bağlılıklarını göstermek için zaman zaman pasif kalabilirler. Ancak eğer gerçekler birer birer açıklanmazsa, kamuoyu bu saygıyı zafiyet olarak görmeye başlar. Bu da orduya olan güveni sarsacağı gibi ordunun iç düzenini de sarsar. Moral yok olur, başıbozukluk kendisini gösterir.Büyükanıt olayıBir örnek vermek istiyorum: Yaşar Büyükanıt Genelkurmay Başkanıyken, Meclis Silahlı Kuvvetler’e sınırötesi operasyon izni verdi. Hükümet de bu konudaki kararını askere bildirdi. Askerimiz Irak’ın içine girdi. Tam operasyonların ortasında ABD Başkanı Bush “Türk ordusu Irak’tan derhal çıksın” dedi. Askerlerimiz geri çağrıldı. Türkiye şaşkındı. İktidar büyük sıkıntıya giriyordu.Hükümeti savunuverdiİşte tam bu sırada Genelkurmay Başkanı Büyükanıt “Amerika’dan talimat gelmedi. Operasyon başarıya ulaştığı için askerimizi ben geri çağırdım” deyiverdi. Oysa talimat hükümetten gelmişti, Büyükanıt ise her nedense bütün sorumluluğu üstlenmişti. Tabii Büyükanıt böyle konuşunca herkes sustu, hükümete yönelik eleştiriler de havada kaldı. Büyükanıt bu çıkışı yapmasa kamuoyu gerçeği öğrenecekti.Şimdi sıra Başbuğ’daAynı tavrı şimdi İlker Başbuğ’da görüyoruz. Şemdinli’deki hain saldırıdan sonra tüm sorumluluğu kendi üzerine aldı ama bundan da bir kahramanlık hikâyesi çıkarmaya soyundu. Askeri olarak söylenecek şeyler elbette vardır ama, bu terörün artmasındaki iktidar payını neredeyse tamamen örten bu garip savunma İlker Başbuğ’un kalitesine hiç yakışmadı gibi geliyor bana.Askeri hata olabilirŞunu bilmeliyiz ki, eğer bir terör tehdidi ile karşı karşıya iseniz, ne kadar hazırlıklı olursanız olun kayıp verebilir, ağır darbeler yiyebilirsiniz. Bölge şartları, teröristlerin bölge hâkimiyeti, yine teröristlerin kalleşçe davranması sizin sisteminizi bozabilir. Ancak kamuoyu şehit edilen askerlerimizin hesabının sorulup sorulmadığını merak edecektir. Saldırıya uğrayabilirsiniz, ama saldıranların sır olmasını kimseye anlatamazsınız.Kahramanlık hikâyeleriSon saldırıda çatışan askerlerimizin kahramanca davrandıklarından kimsenin şüphesi yok. Sorun onların orada yalnız bırakılmaları, yardımın geç gelmesi ve teröristlerin ellerini kollarını sallayarak kaçmalarıdır. O zaman bu millet “Vergilerimizle aldığınız o helikopterler, zırhlılar, silahlar nerede?” diye soracaktır. O askerleri orada yalnız bırakıp sonra “kahraman gibiydiler” demenin yararı yok.Ya ABD’ye teşekkürTabii bir de Genelkurmay Başkanı’nın ABD’ye teşekkürü var. Ne derse desin zihinlerde istihbaratın yabancı bir ülkeye verilmesinin yarattığı kuşku var. Buna rağmen Başbuğ’un hiç gereği yokken “ABD istihbarat verdi, desteği devam ediyor” demesi kamuoyunda hiç de hoş karşılanmadı. O zaman “Peki madem ABD istihbarat verdi, niye saldırıya engel olamadınız” diye sormayacak mıyız?Savaş görüntüsüBaşbuğ, Başbakan’ın propagandasına da alet oldu örneğin. Şehit cenazelerinin Amerikanvari biçimde dizilmesi, Başbakan’ın ABD Başkanı türü gelişi, Başbuğ’un karşılaması hoş görüntüler değildi. Ama en kötüsü güya kararlılık adına saldırı noktasında çektirilen fotoğraflardı. Çömelmeyi bir kenara bırakın, fotoğraf görüntüsü bir terör mücadelesinden ziyade “devletlerarası savaş alanı” portresi çiziyordu. Bu PKK terörüne verilmiş en büyük ödül gibiydi.Sahte kutlamalarBu arada son yazılarımı hararetle kutlayanlar(!) arasında çok sayıda AKP’li ve maskeli faşist olduğunu da söylemeliyim. Özellikle her fırsatta Türk askerini kötülemeye, karalamaya çalışanlar, yazılarımı bahane ederek asker karşıtlıklarını dile getirme fırsatı yarattılar kendilerine. Kürt sorununu kendi siyasetlerine malzeme yapmak isteyenler, bu kurnazlığını fark etmediğimi de sanmasınlar sakın.Kahreden son saldırıİstanbul’da dün 4 askerimizin şehit olmasına bir genç kızımızın hayatının baharında aramızdan ayrılmasına olan üzüntümü de dile getirmeden geçemeyeceğim. Şimdi merak ediyorum: “Size büyük kentleri zindan edeceğiz” diyen milletvekili acaba ne yapacak? Demokrasi gereği iktidar ve yandaşları yine susacak mı? Bir küçük protestoda bile bulunmayacaklar mı?***Terör tırmanıyor. İktidar gerekli önlemleri almazsa bu hali OHAL bile çözemeyecek! (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Artık devletimiz kararlı olmasa

21 Haziran 2010

Yine şehitlerimizin arkasından ağıtlar yaktık. Devletimizin en büyükleri, askerimizin en büyükleri yine cenaze töreninde bir araya geldi. Gözler buğulu, yüzler gergin, ifadeler yürek paralayıcı.Ardından “olay yerine gitmeler” burada askere moral vermeler, yemeler içmeler, binlerce korumanın eşliğinde siperlerde poz vermeler.Ve tabii “kararlılık” mesajları. “Terör döktüğü kanda boğulacaktır” hamaseti. “Terörle bir yere varılamayacağı” kehanetleri. Eğer terör amacına Türkiye’de ulaşmadıysa, bu yaşadıklarımız ne oluyor?Artık diyorum ki karnımız tok. Kararlılık mesajları dinlemek istemiyoruz.Çünkü devlet tam 30 yıldır kararlılık mesajı veriyor.Sonuç bu. Ne olur artık devletimiz kararlı olmasa da terörle mücadele etmeyi düşünse biraz.Ayrıca “kararlılıktan” kastedilenin ne olduğunu da anlamak mümkün değil. İşte dün yine hepsi bir araya geldiler ve yine “ne kadar kararlı” olduklarını açıkladılar.Buradan şunu anlıyoruz ki, değişen bir şey olmayacak.Genelkurmay istihbaratına göre PKK terörü artarak süreceğine göre, bir dahaki alçak saldırıya kadar bekleyeceğiz.Sonra bu filmi tekrar baştan izlemeye başlayacağız.Ve tabii ki balık hafızalı olduğumuz için yine “kararlılık” mesajlarını huşu içinde izleyerek yüreklerimizi soğutacağız.Sonra yine.Sonra yine.Yeter artık. Allahaşkına artık “kararlı” olmayın da terörle nasıl mücadele edeceğinizi planlamaya çalışın.*** Yapmayın sayın komutanGenelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un sıkıntılı günler yaşadığı kesin. Bir taraftan terör saldırıları, bir taraftan ordunun iktidar baskısı yüzünden bozulan morali, bir yandan artık asker düşmanlığına varan sözde eleştiriler herhalde Başbuğ’un uykularını kaçırıyordur.Ama bunların hiçbiri toplumu çocuk gibi görme hakkını vermez komutana.11 askerimizin şehit edildiği olayın “bahanelerini” anlatırken dinlediniz herhalde sayın komutanı.Düşünüyorum da acaba dünyanın hangi ordusunun en tepesindeki kişi bir terör saldırısı karşısındaki başarısızlığı bu kadar soğukkanlılıkla ve inanılmaz bahanelerle anlatmaya çalışır.Ki çalışırsa acaba o ülkenin kamuoyu o komutanı ciddiye alır mı?Teröristler gelirken fark edilmişler aslında, hatta ateş de açılmış ama cevap gelmeyince “herhalde kaçakçılardır” diye düşünülmüş.Arazi şartları da çok kötüymüş.Ama en güzeli teröristler kalleşçe saldırıyormuş. Adları üzerinde teröristler zaten, kalleşçe saldıracaklar.Oysa Türk halkı olarak başarısızlığın bahanelerini öğrenmek yerine, 9 saat süren çatışmadan sonra teröristlerin nasıl kaçtıklarını öğrenmek istiyoruz.Kaçan teröristlerin nerede olduğunu öğrenmek istiyoruz.O teröristlerin barındığı yerlerin neden bulunamadığını öğrenmek istiyoruz.O yerler biliniyorsa neden bir şey yapılmadığını öğrenmek istiyoruz.Ama ne yazık ki biz teröristlerin 250 mi, yoksa 57 mi, yoksa olsa olsa 100 mü olduğunu bile öğrenemiyoruz.Bakın bu iş ne zaman bitti biliyor musunuz?Kaçırılan askerler PKK tarafından sınırımıza iki kilometre mesafede teslim edildi ya, hani oraya terör liderleri lüks ciplerle geldiler ya, hani orada Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri de hazır bulundu ya, hani Türk Silahlı Kuvvetleri teröristlere bir şey olmasın diye çevre güvenliği aldı ya, işte o gün bitmişti.O gün çuvalı kendi başımıza kendimiz geçirmiştik.*** Ağızlardaki bakla çıkıyor İktidarın Kürt açılımına karşı çıkmamış ama “Ne amaçlanıyor, açılımdan kastınız nedir, istekleri tek tek sıralar mısınız?” diye defalarca sormuştum.Hâlâ da soruyorum ama aklı başında tek önerinin gelmediğini hepimiz biliyoruz.Son saldırıdan sonra özellikle iktidara yakın kalemler “Artık PKK’yı muhatap almalıyız” önerisini yüksek sesle söylemeye başladılar. Gerçi bu talep hep vardı da, AKP yandaşları bunu çok açıkça söyleyemiyorlardı. Şimdi ekranlara bakın başka talep duymuyorsunuz. Genel yayın müdürlerinden yazarlarına kadar hepsi bu öneriyi seslendiriyor ve tek çare olarak gösteriyor.İktidar çözüm olarak bunu görüyor olabilir. O zaman savaş alanına giderek cesaret gösterisi yapmak yerine, bu öneriyi açıkça söyleme cesareti göstermelidir. Bilelim, ona göre davranalım.***Terörün istediği de bu aslında Elbette bu hain saldırılardan sonra hiçbirimiz duygularımıza hâkim olamıyoruz. O kadar şehit cenazesini kaldırmanın yüreklerimizde yarattığı tahribatı kolay kolay tamir edemeyeceğimizi de biliyoruz. Ancak duygularımızı bu kadar ortaya koymamız, televizyon haberlerinde acılı ailelerin görüntülerini saatlerce yayınlamamız aslında terörün istediğini elde etmesi anlamına da gelmiyor mu? Bir taraftan terör olaylarını “büyütmeyin” uyarısı yapacaksınız ve bunu “terörün reklamı” olarak göreceksiniz ama öte yandan yürek parçalayan görüntüleri saatlerce ekranda tutacaksınız. Herhalde bu görüntüler o hain saldırıları yapan teröristlerin duygularında en küçük kıpırdama bile yapmıyordur. Tam tersine ne büyük iş yaptıklarını, Türk halkını ne hale getirdiklerini keyifle izleyerek ellerini bile çırpıyorlardır. ***İstihbaratı başka ülkeye bağlı ülke olur mu? Galiba bizi de öyle bir alıştırdılar ki sanki çok sıradan bir olaymış gibi (ben dahil) hepimiz “Amerika’dan istihbarat gelmedi mi?” diye soruyoruz. Sonra “Heronların bilgisi İsrail’e gitmiş, ama onlar da bize vermemiş” diyebiliyoruz.Galiba hiç utanmıyoruz ve sıkılmıyoruz.Oysa buna sıradan bir olay gibi bakmak yerine “Bir ülkenin istihbaratı başka bir ülkeye bağlı olabilir?” diye haykırarak sormamız gerekmiyor mu?Ülkelerin asla kalıcı dost olmadığını, çıkarların söz konusu olduğunu bal gibi bildiğimiz halde örneğin Amerika’nın istihbarat verme konusunda kendi çıkarını düşünmeyeceğini nereden çıkarıyoruz?Bugün terör konusunda yabancı ülkelere bağımlı olan, yarın bir savaş durumunda ne yapacak acaba?Atış sistemleriniz, jetlerinizin uçuş kodları, bilgi ağınız yabancıların elinde olduğunda 70 milyon insanın huzur içinde uyuması mümkün mü?***Başbakan’ın belediyecilikten geldiği her fırsatta belli oluyor. Zira artan terör, “Taşeronların” işiymiş! (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Kimse ‘taşeron’ bahanesi arkasına sığınmasın

20 Haziran 2010

Sevgili okurlar; bu haftaya yine içimiz kan ağlayarak başlıyoruz. “Bağıra bağıra” geldiğini söyleyen PKK terörü bu kez topluca can almayı başardı. Şehitlerimizi toprağa olduğu gibi kalbimize de gömerken konunun ilgililerinin artık sinir sınırlarımızı zorlayan açıklamalarıyla bir kez daha kahrolduk. İlgililer yine “Terör aktığı kanda boğulacak” edebiyatının arkasına saklanmaya ve bir de üstelik “taşeron” aramaya başladılar.Kimdir bu taşeronTalimat hükümetten gelince yandaş ve maskeli medya dün aynı başlıklarla çıkmıştı. PKK terörü aslında “taşeronların” işiydi. Peki kimdir bu “taşeron” onu söyleyen yok. Çünkü “taşeron” tanımı yapılan alçaklığa bir açıklık getirmek için değil, tamamen iç politikada “oy kaygısı” ile yapılıyor. İktidar büyük başarısızlıktan bu yolla kurtulmaya ve üste çıkmaya çalışıyor.Yeni taktik: İsrail komplosuİsrail’e kafa tutar görünmenin toplumun özellikle çıkarcı ve eğitimsiz kesimlerinde çok ilgi gördüğü fark eden iktidar şimdi bunu oya tahvil etme ve Kürt açılımı adlı garabetin yarattığı hasardan kurtulma yolu olarak görüyor. “Taşeron” deniliyor ama kastedilenin İsrail olduğunu anlıyorsunuz. Buna bir de “Ergenekon” bağlantısı ekleniyor ve yeni propaganda ortaya çıkıyor.‘Türkiye saldırı altında’Yeni beyin yıkama operasyonunda verilen mesaj şu: “İsrail, Tayyip Erdoğan’ı düşürmek için harekete geçti. MOSSAD, Erdoğan’a yönelik komplo hazırlığında. Bu durumda tüm Türkiye’nin Tayyip Erdoğan’a destek vermesi gerek. TC Başbakanı bir yabancı ülkenin önüne atılamaz.” Ne tuhaftır buna ciddi ciddi inanan ve savunanlar var bu ülkede.Akıl almaz gelişmelerGelelim işin aslına. Geçen hafta büyük ilgi gören “isyanım” bugün neredeyse herkesin isyanı haline dönüştü. Kimsenin aklı çok güçlü olduğu varsayılan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nasıl bu kadar beceriksiz olabileceğini almıyor. Bugünkü teknoloji ile sınırdan geçebilen ve baskın yapan 200’ün üzerinde kişinin saptanamaması gerçek akıl almaz bir olay. Zafiyetin sorgulanmasıHiç gocunmayalım, son olaylarda askerin büyük zafiyeti olduğu ortaya çıkmıştır. Elindeki teknoloji yetersiz olabilir. ABD bilgi vermediği için Silahlı Kuvvetler gafil avlanmış olabilir. İsrail yardım etmediği için askerimiz ne yapacağını şaşırmış olabilir. Ama sarp yollardan gelen teröristlerin aynen geri dönmesini anlatacak kimse olamaz herhalde.Bırakın Allah aşkınaBu nasıl askerdir ki, elinde uçaklar, helikopterler, zırhlı araçlar ve sayısız personel bulunmasına rağmen 250 kişi ile 9 saat çatışır da başarılı olamaz. Bu nasıl kurmaylıktır, bu nasıl çatışma taktiğidir, bu nasıl cesarettir? Ve nasıl olur da bunca başarısızlığa rağmen bir subay bile çıkıp “Sorumluluğu yerine getiremedim. Pek çok gencimizin ölümüne neden oldum, hesabını vermeye hazırım” demez de halka hâlâ kahramanlık öyküleri anlatılır?Suçu askere yüklemekTabii bu işin bir tarafı. Ancak sorun bu kadar basit değil. Suçu sadece askere yüklemek de işin kolaycılığıdır ki bunu yapmaya da hiçbirimizin hakkı yok. Ayrıca kamuoyunun bu kargaşa içinde pek de bilmediği bir gerçek var. Aslında bunun da mutlaka altının çizilmesi gerek. Çünkü biz kısaca “ordu” diyoruz ama terörle mücadelede ordu görev almıyor, bunu bilmeliyiz.Mücadele jandarma ileŞu anda Güneydoğu’daki terörle mücadele askerin tümüyle yapılmıyor. Jandarma dışındaki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi operasyonlarda kullanılan jetler hariç, hiçbir birimi terörle mücadelede yer almıyor. Bölgedeki tüm askeri birlikler, ne olursa olsun kışlalarında oturuyor ve dışarı çıkmıyor. Çünkü yasal olarak bunu yapmaları mümkün değil.Jandarma yetmiyorJandarma ise savaşan birlikleri dışında polisin olmadığı yerde polislik görevini yapan, askerlerinin çoğu tutanak tutmak, rapor yazmakla geçen ve Genelkurmay’a sorumlu ama İçişleri’ne bağlı bir silahlı güç. Saldırıya uğrayan da, teröristle çatışan da, şehit olan da jandarma. Ama yaygın inanış bölgede sanki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mücadele ettiği yönünde.Askerin eli kolu bağlıBu açıdan bakınca askerin terörle mücadele konusunda elinin kolunun bağlı olduğunu söyleyebilirim. Bu durum askerin eleştirilmesine elbette engel değildir ama gerçeği de bilmek zorundayız. Burada garip olan Genelkurmay Başkanlığı’nın tüm eleştirileri adeta keyifle göğüslemesi, içinde bulunduğu durumu kamuoyuna anlatmaması ve olağanüstü hal istememesidir.Bilerek ihmal de var mı?Asla inanmak istemediğim ama artık çok yaygınlaşan bir dedikoduya göre ise Silahlı Kuvvetler’in bazı ihmalleri bilerek yaptığı ileri sürülüyor. Bir şehit babasının “Oğlum telefonda teröristleri kıstırdıklarını ama ateş açılmasına izin verilmediğini söyledi” sözleri kulaklarda çınlıyor hâlâ ama henüz kimse yalanlamadı. Şehirlerarası yollardaki bazı arama noktalarının da bakanlık emriyle kaldırıldığı söyleniyor.Kürt açılımı korkusuDedikodulara göre asker Kürt açılımına zarar vermemek için teröristlerin üzerine gitmiyor. Ölecek her teröristin siyasi olarak sorun yaratacağına ve iktidarın da “Ergenekon bahanesiyle” askerin daha da üzerine gideceği moralsizliğinin özellikle terörle mücadele hattındaki subay ve astsubayların üzerinde etkili olduğu söyleniyor.Hapse mi gireyim?Bazı subay aileleriyle konuşuyorum. Güneydoğu’da görevli bir subayın eşi “Kocam kan ağlıyor. Ama PKK terörünü dize getiren arkadaşları darbe yapmakla suçlanıp terörist damgası yediği için içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Bana ’Teröriste haddini bildirelim de terörist suçlamasıyla hapse mi girelim?’ diye soruyor. Haklı değil mi?” dedi.Moralsizlik bitmeliElbette hiçbir gerekçe terörle mücadelede çekingen kalmayı haklı gösteremez. Subaylarımızın, astsubaylarımızın moralsizliğini anlamak istiyorum, buna karşı iktidara ve iktidarın yolunda Türkiye sevgisizliklerini adeta kusanlara karşı en iyi cevabın da sonucu ne olursa olsun bu alçak saldırıları durdurmaktan geçtiğine inanıyorum. Askerimiz bu moral bozukluğunu mutlaka üzerinden atmalıdır.Cenaze subaylarıBu arada ordunun üst düzeyine de tekrar değinmeden geçemeyeceğim. Dün Van’da üst düzey komutanların düzenlediği “olağanüstü” bir veda töreni vardı. Maşallah tören oldu mu çok iyi beceren “cenaze subayları” dün yine şık tatbikat üniformalarıyla göz doldurdular. Hele Başbakan’ın “muhteşem” gelişi subayların ‘hazır ol’da kendisini selamlamaları, TV başındaki milyonlara “Cenaze töreni mi milli bayram mı?” sorusunu sordurttu.O ne tantana öyleFonda biri Genelkurmay Başkanı’na, biri komutanlara, biri Başbakan’a, biri bakanlara ait her biri en az 30’ar milyon dolarlık uçaklar. Oysa birinin kanadı ile bile 11 şehidimize saldıran hainlerin gelişlerini saptayacak termal kameralardan alınabilirdi. Başbakan sanki askeri bir birliğe değil de düşman hatlarına geçiyormuş gibi onlarca koruması ile arzı endam ediyor. O ne korkunç tantana görüntüsüydü.Namazda gözlerim aradıDaha sonra da hemen toprağa verilen şehitlerimizin cenaze törenlerini gördük. Açıkçası benim gözüm Genelkurmay Başkanı’nın yanında saf tutan Hilmi Özkök’ten sonra Yaşar Büyükanıt’ı da aradı. Gelmiş geçmiş en demokrat(!) genelkurmay başkanlarının namazda birlikte yan yana olmaları halka da büyük moral(!) verecekti. Ve nerede o Gazzeciler?Van’daki tantanalı töreni izlerken aklıma ister istemez daha İsrail saldırısı bile olmadan sokaklara saçılan sözde “insani yardım” meraklısı kitleler geldi. 11 şehidimizin herhalde onlar için hiçbir anlamı yok ki bu kez de Türk bayraklarını alarak sokaklara akmadılar. Çükü onlar şimdi “İsrail’in komplo kurduğu Başbakan’ı korumakla” görevlendirildiler.Hepinize iyi haftalar dilemek istiyorum yine ama, açıkçası “iyi” sözünü yazmak için parmaklarım bilgisayar tuşlarına bir türlü gidemiyor.

Devamını Oku