Gülben Ergen'e iki soru!

2 Ocak 2016

Sizin Kayseri'ye gidip işkenceye uğrayan o malum çocuğu ziyaretiniz esnasında çektirdiğiniz ve sosyal medyada paylaştığınız fotoğrafı görünce Twitter hesabımdan;

1-Ben bu samimiyetsizliği sevmiyorum işte, neden gazetecilerle gidiyorsun oraya, ya da neden bu fotoyu paylaşıyorsun?

2-Senin kariyer planlaman yüzünden bu fotoğrafın internette kalması falan? Madem hassassın çocuğun psikolojisini niye düşünmüyorsun?

3-Kendileri paraları akıtıp internet geçmişlerini sildirebiliyor. Bu çocuğun internet geçmişini kim silecek?

4-Kendi çocuklarını köşe bucak saklamayı biliyorlar. Ayrıca bu fotoğrafı paylaşmanın başkalarına örnek olacak hiçbir tarafı yok.

Şeklinde dört adet tweet yazdım. Ve sonra siz bana Twitter’dan; "O kadar terbiyesizsiniz ve o kadar katı kaba ne dediğini bilmeyen bir üslup ki sisinki!!! Hadsizlik!!! cehalet hepsi sizde" diye hakaretlerle donatılarak yazılmış, hoyratça, ne dediğini bilmeden bir tweetle cevap verdiniz. Öncelikle yazdığım tweetlerde terbiyesizlik nerede? Cehalet nerede? Hadsizlik diyorsunuz. Pardon da ne hadsizliği acaba? Her hakaret ettiğiniz insanı korkutacağınızı, sindireceğinizi mi sanıyorsunuz? Sizi mahkemeye verecektim ama vazgeçtim. Tenezzül etmedim... Şunu biliniz ki konu ziyaretiniz değil. Ziyaret etmeniz gayet güzel bir davranış. Çocuklar için yaptığınız başka bir çok faydalı çalışmanın olduğunun da farkındayız. Konu çocukla çekilmiş fotoğrafı milyonlarla paylaşmanız, internete düşürmeniz. İlla oraya gittiğinizi ve yardımlar ettiğinizi duyurmak istiyorsanız bunu oradaki son durumu anlatan bilgilendirici bir tweet marifetiyle de yapabilirdiniz. Neymiş efendim çocuğun yüzü görünmüyormuş. Hem kısmen görünüyor, hem de konunun haberi var. Yani gözükmese ne olacak. Haber aratıldığında o fotoğraf şak diye karşına çıkacak. O fotoğraf sonsuza kadar internet ortamında kalacak. Çocuğun her zaman karşısına çıkacak. Ne kadar büyük bir vebalin altına girdiğinizin farkında mısınız? Neyse ben size iki soru soracağım ve yazımı noktalayacağım. Bu sorularımın cevabını veriniz lütfen.

- Allah korusun bu ve buna benzer bir olay kendi çocuğunuzun başına gelse saçının bir telini bile kameralara gösterir miydiniz? Böyle fütursuzca fotoğrafının çekilmesine ve milyonlarla paylaşılmasına izin verir miydiniz?

Devamını Oku

Ooh biraz da şuralarıma 2016 biraz da buralarıma 2016

26 Aralık 2015

2015'i başımıza gelen her musibetin sorumlusu olarak görüp gömmelere doyamadığımız, 2016'ya bir sürü umutlar bağlayıp pamuklara sarıp sarmaladığımız şu günlerle ilgili iki kelam da ben edeyim dedim sayın okuyucu kardeş...

Her şeyi bildiğini iddia ettiği halde kendisine faydası olduğunu görmediğimiz bir sürü medyumun, bir sürü kahve falcısı, bir kamyon kolpa astroloğun boy boy röportajlar verip "2016'da Seda Sayan bir daha evlenecek" "Putin antropoza girecek" "Alişan'la Lerzan Mutlu bir kere daha küsecek" gibi son derece gereksiz, gaz çıkarıp çıkarıp ipe dizmelik yorumlar yaptığı şu zamanda ben niye eksik kalayım ki di mi hem?

2015'in en büyük sanal mecra akımının "stalklamak" olduğu su götürmez bir gerçek mesela. En çok kullanılan tweet kalıbının "üzdünüz" olduğu çok bariz. Sosyal medya 2015'te büyük sınavlar verdi. Sanal mecralarda özgürlükler konusunda sıkıntılar var. Politikacılarımız kendi lehlerinde olduğunda alkış tuttukları sanal dünyayı, aleyhlerinde bir şey yazıldığında tukaka ilan etmeye bayılıyorlar. Oysa dünyanın en iyi insanı da olsalar mutlaka birileri oraya hoşlarına gitmeyen bir şeyler yazacaktır. Umalım 2016, sanal mecralarda özgürlüklerin arttığı, kimsenin kimseyi düşüncelerinden dolayı linç etmediği güzel bir yıl olur.

Her şeyi yeni yıldan beklemeyin, bir adım atarsak 2016 koşacak...

Şunlardan biri ya da birkaçına "evet" cevabı veriyorsan sen de "2015 iyi bir yıldı" diyebilmelisin bence;

-Yeni biri girdi mi hayatına şöyle seni heyecanlandıran? İçini kıpır kıpır yapan, yanım da olsa da yesem dediğin?

-Sanal mecralarda layk sayın arttı mı? Ya da ne bileyim Twitter'da takipçi sayın falan?

-O yalaka iş arkadaşından önce terfi ettin mi?

Devamını Oku

Yine geldiler

19 Aralık 2015

Merhabalaştıktan hemen sonra "Yılbaşında ne yapıyorsun?" sorusunu yapıştıran sosyal manyaklar. "Eşeğin şeysi restoranda yemek yedikten sonra, ebenin hörekesi gazinosuna gitcez gelcen mi?" diyorum ben ısrarla soranlara.


- "Noel baba adam olsaydı bacadan değil kapıdan girerdi" diyen, "O çam ağaçları oranıza buranıza monte olsun" diyen içimizdeki İsviçreli bilim adamları. Ya canım kardeşim, yılbaşını kutlamak bizim kültürümüzde olmasa da çam ağacıyla süsle noel babayla falan işi deliliğe vuruyoruz, acısıyla tatlısıyla biten koca bir yılı ağlayarak değil eğlenerek uğurlamaya çalışıyoruz işte. ÂSanki çok sıradan bir şeymiş gibi; “Sevdiklerinize ev alın, araba alın, Trabzon burma alın. Ne o, yoksa onları sevmiyor musunuz?" alt metniyle yılbaşı kredisi veren, vur deyince öldüren bankalar.

- 2016'da Sinan Akçıl'ın sesi çatallaşmayacak, Sibel Can 300 kilo daha verecek, Bülent Ersoy evlenip çoluğunu çocuğunu kesecek gibi ünlü kehanetleri yapan medyumlar.

- Kendi evine neredeyse Schengen vizesiyle misafir alan ama "Yılbaşı gecesi sizin evde parti yapalım!" demekten imtina etmeyen ‘Çakal Carlos’ kan emici arkadaşlar.

- "Yılbaşı gecesi hangi ünlü ne kadar alıyor?" haberleri ve okuyana "Yeminlen boşuna çalışıyoruz, hadi ölelim!" dedirten astronomik rakamlar.

Sanki artık baydı gibi

- Sabahın köründe 3-5 kişinin toplaşıp bağıra çağıra magazin konuştuğu TV programları.

Devamını Oku

Lizbon merkez, ah be Tolga çok üzüldü herkes

12 Aralık 2015

Bu hafta güzel Beşiktaşımızın Sporting Lizbon maçı için Avrupa’nın dibinde, Portekiz’deydim. Yol tam tamına 5 saat sürüyor. Neyse ki içimdeki adrenalin ve yanımdaki Zafer Algöz abimle o 5 saatin nasıl geçtiğini anlamadım. Fakat gel gör ki Lizbon’dan dönüşümüz Lizbon’a gidişimiz kadar eğlenceli olmadı. Beşiktaş talihsiz bir mağlubiyet aldı ve hepimizi derin kederlere gark ederek elendi.

Aklımda şunlar kaldı:

- Sabah kahvaltısında karides yiyen portekizli abi seni hiç unutamayacağım. Çünkü midemi kaldırdın ölüyordum. Okyanusa kıyın var diye bu kadar abartılmaz ki lan. Hayır yani Bursadaki adam iskenderle mi başlasın güne?

- Nata diye bir tatlıları var, yerlere göklere sığdıramıyorlar. Ama yok yani, öyle muhteşem, öyle akılda kalıcı bir şey değil. Adamlar öyle bir pazarlıyorlar, öyle bir ittiriyorlar ki her bi şeylerini Antep’teki adam bana “abi Portekiz’de mutlaka nata ye” diyor. Lan senin dibinde mis gibi baklava var, bunu nasıl dersin oradan sen!

- Zafer Algöz abi sen çok tatlı, çok komik, çok mütevazı, çok tatlı, kral bir adamsın. Yanına tanışmak ve fotoğraf çektirmek için gelen 2000 küsür Beşiktaş taraftarının hiçbirini kırmadın. O nasıl bir sevgi, o nasıl bir saygı, nasıl bir aidiyet.

- Sevgili kalecimiz Tolga Zengin, her futbolcunun formsuz zamanları olur. Sanırım sen de şu an böyle bir dönem yaşıyorsun. Eminim geçecektir bu dönem, ama niye bize patladı be abi? Ah be abi ah be, çok üzdün bizi.

- Yaklaşık 1 buçuk saat statdan çıkmamızı bekleyip, çıkışta yol kenarlarına dizilip hepimizi alkışlayan, kaşkollarını berelerini bayraklarını bizlerle değiştirmek isteyen Sporting Lizbon taraftarı ise muhteşemdi. Ben zaten duygusal salak, gözlerim hemencecik doluverdi. Tabii bu mutlu tabloyu Portekizli polis abilerim bozmakta gecikmedi. Yahu bırakın insanlar sarılsınlar, koklaşsınlar, neyin peşindesiniz.

- Maçtan birkaç saat önce taraftarları marinada, deplasman meyhanesi dedikleri bir lokalde ağırlayıp okyanusa karşı rakı ikram eden Mey İçki’ye de ayrıca tebrikler. Atlas Okyanusu Atlas Okyanusu olalı böyle atraksiyon görmedi.

Devamını Oku

Heves kıran insan çekiciliği

21 Kasım 2015

Ben her zaman heves kıran insan hayranıyımdır. Heveslendirenleri Allah bildiği gibi yapsın. Zaten herkeste bir heveslendirme hastalığı söz konusu son zamanlarda. Herkeste bir umut verme, herkeste bir kuyruk sallama, herkeste gereksiz sözler verme hoyratlığı aldı başını gidiyor. Sonra da vay efendim insanlar neden bu kadar mutsuz. İnsanlar mutsuz olurlar tabi abi, herkeste gösterip vermeme durumları var çünkü. Hayal kırgınlıkları, gönül mutsuzlukları, sinir bozuklukları çağımızın en büyük vebaları haline geldiler. Kişi başına düşen heveslendirme sayısında dünyada ilk 3’te falanızdır.

-Aşk meşk işlerinde fena halde kuyruk sallamasyon durumu var. Ama nereye kadar, beğenilene kadar. Eskiden hoşunuza gitmeyen biri size övgüler yaptığında terslemeler, laf sokuşturmalar, kelime yerleştirmeler olurdu. Şimdi artık teşekkürler ediliyor. Özellikle de sanal mecralar tam bir heveslendirme cenneti. Fotoğrafı üç beş like fazla alsın diye, takibi bırakmasın diye, nice kadınımız ve nice erkeğimiz nice gerzoyu “takipçi her zaman haklıdır” mottosuyla elinde tutmaya çalışıyor. Nice sayko manyak “ohaa o da beni laykladı, sevgili yaparım ben bunu” hevesiyle yanıp tutuşarak olmayacak dualara amin demekte.

-İş hayatındaki heveslendirmeler çok daha fazla ve çok daha sinir bozucu. Şu kadar kotayı tutturursan bu kadar prim alacaksın heveslendirmeleri, aslansın kaplansın böyle devam edersen seni müdür yapacağım heveslendirmeleri, şöyle bir proje var böyle bir iş var, haftaya başlıyoruz heveslendirmeleri, atmalar tutmalar oyalamalar. Oyunculuk yaptığımdan mütevellit geçen gün Cihangir’e uğradım sektörden iki tanıdık göreyim diye aman Allahım. Hiç gerçekleşmeyecek ne kadar proje varsa dinlemek zorunda kaldım o gün. Gözlemlerime göre Cihangir’de kişi başına 3 milyar 750 bin tane hiç gerçekleşmeyecek proje düşüyor. Ve şanslıysan bunların sadece 1’i gerçek oluyor. En sık kullanılan cümle “o iş henüz netleşmedi haber bekliyoruz” Proje ishali olmuş bazı tipler var mesela. Naber diyorsun, gel bak sana ne anlatacağım deyip seni o saçmasalak projeleriyle 8 saat alçıya alıyor. Heveslendiren heveslendirene. Bir sürü mutsuz insan. O yüzden heves kıran iyidir abi, nettir.

Devamını Oku

Flört müesesesinin askerleriyiz

15 Kasım 2015

İlk başlarda soğuktum bu flört meselesine. Ulan yapamam ben asla olmaz falan diyordum. Şimdi flörtün kulu köpeği oldum. Tabii o kadar yaşanmışlıklardan, adanmışlıklardan, o çok acaip tecrübelerden sonra böyle olması da normal aslında. Kendim için flörtöz biriyim derdim eskiden beri. Ama yok be alakam yokmuş, neler varmış neler, ben flörtöz falan değilmişim. Flörtistan diye bir cumhuriyet varmış, çok geniş toprakları varmış. Ben daha yeni yeni keşfediyorum orayı.

Zaten son zamanlarda ülke insanında da flört müessesesine doğru bir akış söz konusu. Niye çünkü kimsenin kimseyi anlamak için ne tahammülü, ne de şöyle geniş geniş bir vakti var. Zaten alayımız dijital hayatların içindeyiz. Bin çiftten biri eskisi gibi doğum günlerinde, arkadaş düğünlerinde falan tanışıyor artık. Tüm olaylar dijitalde gelişiyor. Dolayısıyla bu kadar az yaşanmışlığın üzerine Ferhat ile Şirin ilişkileri monte edilemiyor.

Öncelikle flört nedir ne değildir bu konuda bir anlaşalım;

- Flört arkadaşlık müessesesinin bir üst level'ıdır. ÂSevgililik meselesinin bir alt level'ıdır. Bu ikisinin tam ortasındadır. Şöyle bir şeydir;

- Öncelikle flört çok heyecanlı bir şeydir. Bünyeyi zinde tutar, ölü toprağını atar, depresyondan kurtarır.

- Kimileri için sevgililik müessesine giden en nefis yol, kimileri için de geçici hevesler kulübüdür.

- Flört rahat etmek ve ettirmek isteyen, konfor alanım olsun diyenlerin işidir. Beraber olduğu insanı tüm sosyal hayatından koparıp dünyaya küstüren dangalakların işi değildir.

- Çok fazla dert tasa yok. Flört eden taraflar birbirlerinden hep kendileriyle ilgilenilmesini, hep pohpohlanılmayı istemez. Neredesin, kiminlesin, neden bu gece benimle değil de arkadaşlarınla görüşüyorsun gibi kıskançlıklar yapılmaz. O yanındaki kim? denmez, neden onu takip ettin, neden bunu like'ladın gibi daraltıcı, mutsuzluk verici, sinir bozucu şeyler konuşulmaz. Flört müessesesinde huzur vermek, mutlu etmek, sorunları kaşımadan güzel güzel yaşamak vardır. Kimsenin birbirinden alengirli beklentileri olmadığından keyifli zamanlar geçirmek en ön plandadır.

Devamını Oku

Yurdum meşhurlarının Twitter'la imtihanı

7 Kasım 2015

Gülben Ergen: 3 milyon 800 bin civarı bir takipcisi var. Twitter'a ilk giren ünlülerden. Sürekli bir sevgi kelebeği havasında takılıyor. Hep bir "ay canım çok tatlısın bir tanem" "ah bebeğim bayıldım elbisene" durumları var ve bu yüzden de bana kalırsa biraz sıkıcı. Sevenleriyle iletişim halinde ve çok aktif. Sinirlendiren biri olursa en fazla "Allah ıslah etsin sizi" diyor ya da Mevlana'dan Şems'ten özlü bir söz paylaşarak ayar veriyor.

Ajda Pekkan: Çok nadiren bir şeyler yazıyor. 1 milyon 700 bin küsür takipcisi olsa da Twitter ahalisince pek beğenilen bir Ajda Pekkan hesabı olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Tarkan: Normal şartlarda en az 10 milyon takipcisi olması gereken ülkenin bence en büyük starı Tarkan, sadece konser tarihlerini, sosyal sorumluluk projelerini ve özel günlerde yaptığı sürprizleri paylaştığı ve tek taraflı iletişim sürdürdüğü için sadece 2 milyon 800 bin takipçiye sahip. Normal şartlarda bu iletişim biçimi hoş karşılanmaz aslında Twitter'da ve diğer sanal mecralarda ama bahsi geçen kişi Tarkan olunca ben de dahil kimse yadırgamıyor.

Yıldız Tilbe: Twitter'ın en sevilen ünlülerinden. Gelgelelim 850 bin gibi çapına ve eğlencesine göre az bir takipçi sayısına sahip. Takipçi satın almadığı, takipçilerinin tamamının organik olduğu aşikar. Kimseyi takip etmemesi tuhaf ve sevimsiz duruyor. Gelen sorulara kayıtsız kalmaması ise bu sevimsizliği bir nebze azaltıyor.

Yılmaz Morgül: O da Yıldız Tilbe gibi Twitter'ın eğlenceli isimlerinden. 450 bin gibi fena olmayan bir takipçi sayısına sahip. Takip ettiğinizde "Endoplazmik retikulun olayım” gibi tweetlerle karşılaşabilirsiniz, hatta bu tweetlerin sonuna yedi adet yıldız eklediğini görebilirsiniz.

Serdar Ortaç: 1 milyon 126 bin küsür takipçisi var. İlk zamanlar Twitter'a Facebook muamelesi yapsa da şu aralar çok daha etkin ve hakim bir şekilde kullanmakta. Zaman zaman magazincilere geçiren tweetler atıyor, zaman zaman ailesel bir problemini paylaşıyor, zaman zaman da yazdığı özlü sözlerle Serdar Ortaçizm akımından örnekler veriyor. Bir de Twitter'ı fotoğraf albümü gibi kullanmaya devam etmese daha iyi olacak.

Devamını Oku