Gazete Vatan Logo

Hoş geldin Ramazan

11 ayın sultanı, bolluk, huzur ve saadet ayı Ramazan geldi. İlk teravih kılındı, camiler doldu taştı

Oruç yalnız Müslümanlara değil, daha önceki toplumlara da farz kılınmıştır. Çünkü insan nefsini dizginleyen, temizleyip yücelten en güzel ibadettir.

11 ayın sultanı, bolluk, huzur ve saadet ayı Ramazan’a erişmenin huzur ve mutluluğu içindeyiz. Her sağlıklı ve ergin Müslüman’ın, bu ayı oruç tutarak geçirmesi farzdır. Allah, buyurur: “Ey inananlar, sizden öncekilere yazıldığı gibi (günahlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç yazıldı. Sayılı günler olarak. Sizden kim hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar). Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır. Bununla beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yapar(oruç tutar)sa o, kendisi için iyidir. Bilirseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır” (Bakara: 183).

İslâm ile oruç aslına çevrildi

Arapça’sı “savm” olan oruç, dinî emirlerle yükümlü insanın, tan yeri ağarmasından güneşin batmasına kadar olan zaman içinde yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durmasıdır. Ayette belirtildiği üzere oruç yalnız Müslümanlara değil, daha önceki toplumlara da farz kılınmıştır. Çünkü insan nefsini şehvetlerden çekip dizginleyen, temizleyip yücelten en güzel ibadet oruçtur. Onun için 183’üncü ayette orucun, daha önceki dinlerde de emredildiği bildirilmektedir. Ancak Yahudilerin ve Hıristiyanların, Allah tarafından emrolunan bu en güzel ibadeti değişikliğe uğrattıkları, Yahudilerin orucun günlerini azalttıkları, Hıristiyanların da gün sayısını artırıp şeklinde değişiklik yaparak orucu bazı yiyeceklerden perhiz haline dönüştürdükleri anlaşılmaktadır. Son İslâm ile oruç, aslına çevrilmiştir.

Tutamayan günlük 7 TL fidye verir

“Oruca dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır” cümlesi, oruca güçlükle dayananların oruç yerine fidye verebileceklerini belirtmektedir. Bundan anlaşılan şudur: Oruç tutmakta çok zorlanan insanlar, oruç yerine fidye verirler. İleri derecede diyabet hastaları, güçsüzler, oruç yerine fidye verebilirler. Fidye, 1 fitre yani 7 TL kadar bir parayı yoksula vermektir. Ünlü Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, geçimlerini ağır işlerde çalışarak kazanan ücretlileri, taş ve kömür ocaklarında çalışan işçileri ve ağır işlerde çalışma cezasına çarptırılmış hükümlüleri (kürek mahkûmları gibi) de oruç yerine fidye verebilecekler arasına katmıştır. Ona göre oruç tutmakta güçlük çeken bu insanlar da oruç yerine fidye verebilirler (Tefsirul-Kur’ânil-hakim: 2/156). Aslında doğru görüş, bu görüştür.

Ayetler arasında çelişki yoktur

Gerçek şudur ki, bu ayetler arasında hiçbir çelişki yoktur. 183’üncü ayet, genelde inananlara oruç tutmayı farz kılmakta ancak oruç tutmakta zorlananlara fidye karşılığında oruç tutmama izni vermektedir. Ama bunlar oruca hiç dayanamayan kimseler değil, oruç tutma gücünde olup da biraz zorlananlardır. Yoksa oruç tutma gücünde olmayan hastalar zaten oruçla yükümlü değillerdir. 185’inci ayette hasta ve yolculara oruç yeme izni verilmektedir. Ama onlara fidye değil, iyileştiklerinde veya seferden döndüklerinde, tutamadığı günler sayısınca oruç tutma, yani oruçlarını kaza etme emredilmektedir.

Fidye vermesi gerekmeyenler

İyilişme umudu kalmamış hastalar ve günden güne zayıflayan güçsüz ihtiyarlar zaten oruçla yükümlü değillerdir. Onların fidye vermeleri de gerekmez. İşte ayetler bu kadar açık, net ve birbiriyle uyumluyken egemen görüşün ve kamuoyunun baskısıyla evrilmiş çevrilmiş, kendilerinde olmayan manalar yüklenerek çarpıtılmıştır. Emzikli ve gebe kadınlar zaten hasta hükmündedirler. Ayette belirtildiği üzere onlar, iyileştiklerinde kaza etmek üzere oruçlarını yiyebilirler. Onların fidye vermeleri gerekmez. Fidye, oruçla mükellef olduğu halde, zor dayandığı için orucunu yiyen kimselere farzdır.

*****


Peygamber, İsmail soyundandır

“Biz seni ancak âlemlere rahmet için gönderdik (Enbiya: 73/107)

HZ. MUHAMMED’İN HAYATINDAN KESİTLER

İbn İshak’a göre İsmail’in, Hz. Muhammed’e kadar soyu şöyledir: Nabit, Yeşcub, Yarub, Teyrah, Nahor, Mukavvem, Uded, Adnan. Peygamber, Adnan’da durur ötesini anmazdı
Hz. Muhammed, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail soyundan gelir. İbn Hişam’a göre Araplar, İsmail ve Kahtan’dan türemişlerdir. Bazıları, Kahtan’ı da İsmail’in çocuklarından sayıp bütün Arapların İsmail’den türediğini söylemişlerdir. İbn İshak’a göre İsmail’in, Hz. Muhammed’e kadar soyu şöyledir: Nabit, Yeşcub, Yarub, Teyrah, Nahor, Mukavvem, Uded, Adnan. Peygamber, dedelerini Adnan oğlu Maadd’a kadar sayar, ondan sonrasını söylemez, “Yüce Allah ‘(Ad’ı, Semud’u, Res halkını) Ve bu arada daha birçok nesilleri (inkârları yüzünden helâk ettik)’ (Furkan: 42/38) buyurmuştur” derdi (İbn Sad, Tabakat: 1/55-56). Abdullah ibn Mesud da “Ad ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin, ki onları(n sayısını) Allah’tan başka kimse bilmez” (İbrahim: 72/9) ayetini okur ve “Soybilimciler yalan söylüyorlar” derdi (İbn Sad, Tabakat: 1/56).

Yönetimi paylaştırmıştı

Maadd ile Kayzer (Kayzur) ibn İsmail arasında yaklaşık otuz baba vardır. Peygamber, Adnan’da durur ötesini anmazdı. Adnan’dan itibaren Hz. Peygamber’e kadar gelen soy isim zinciri şöyledir: Kusayy ibn Kilab ölmeden önce Mekke’yi mahallelere bölmüş ve yönetimi oğulları arasında paylaştırmıştı. Önceleri işler iyi gidiyordu. Daha sonra Kusayy’ın oğlu Abd-i Menaf oğulları (Abd-i Şems, Haşim, Muttalib ve Nevfel), amcaları Abdud-Dar’ın oğullarından, dedeleri Kusayy’dan onlara kalan hicabet, livaliva (komutanlık), sikayet (hacılara su verme) ve rifadet (hacılara yemek vermek üzere halktan yardım toplama) hakkını almak istediler. Böylece Kureyş kabilesi ikiye bölündü. Kimi Abd-i Menaf oğullarından, kimi de Abdud Dar oğullarından yana oldu. Abd-i Menaf oğullarının lideri en yaşlıları olan Abd-i Şems, ibn Abd-i Menaf; Abdud Dar oğullarının lideri de Amir ibn Haşim, ibn Abd-i Menaf, ibn Abdud Dar idi. Abd-i Menaf oğulları, koku dolu bir kaba ellerini batırarak antlaştıkları için onlara Mutayyebin (kokucular) dendi. İki tarafın savaşmasına ramak kalmışken Abdud Dar oğulları, hicabet, liva ve nedve hakkı kendilerinde kalmak kaydıyla sikayet ve rifadet hakkını Abd-i Menaf oğullarına vermeye razı oldu. Bu hakların kullanımı, yani Mekke’nin yönetimi Haşim’e kaldı.
Çünkü kardeşi Abd-i Şems kendisinden büyük olmasına rağmen hem yoksul hem de çok seyahat eden biriydi. Mekke’de çok az kalırdı. Haşim, hacılara ikram eder halka da Allah’ın konukları sayılan hacılara ikram etmeyi, yemek yedirmeyi öğütlerdi. Haşim’in Gazze’de vefatından sonra yönetim hakkı, küçük kardeşi Muttalib’e geçmiştir. Muttalib de cömert, halk arasında saygın bir kişiydi. Cömertliğinden ve saygınlığından dolayı halk ona Feyz (ikram kaynağı) unvanını layık görmüştü. Abdi Şems’in oğlu Ümeyye, amcası Haşim’i kıskanırdı. Zengin olan Ümeyye, Haşim’in yaptığını yapmak istedi ama yapamadı. Bazı Kureyşliler Ümeyye’nin üstüne güldüler. Buna kızan Ümeyye, amcasıyla münafere (şeref yarışması) yapmak istediyse de yaşı ve mevkii itibariyle Haşim, serin kanlı davranıp yeğeniyle münafereye girmedi. Ancak ona, ya 10 yıl Mekke’yi terk etme veya Mekke’de 50 deve kesip halka dağıtma seçeneklerinden birini önerdi. Ümeyye bunu kabul edince Haşim 50 deve kesip halka dağıttı. Öteki şıkkı kabul eden Ümeyye de Şam’a gidip orada 10 yıl kaldı. İşte Haşimoğulları (Haşimiler) ile Ümeyyeoğulları (Emeviler) arasında düşmanlığa dönüşen rekabet böyle başladı (Taberi, Tarih: 2/252-253). Tabii Ümeyye’nin Şam’da on yıl kalması, orada bir çevre edinmesini sağlamıştır.

İmtiyaz belgesi almışlardı

Herhalde Ümeyye soyundan gelen Muâviye’nin orada tutunup kök salmasında, vaktiyle dedesinin orada bir çevre edinmiş olmasının da büyük rolü vardır. Tüccar olan Abdi MenAf oğulları, çeşitli ülkelerden ticaret imtiyazı almışlardı. Haşim, Şam’da Gassan hükümdarlarından Abdi Şems büyük Necaşi’den Nevfel İran kisralarından, Muttalib de Yemen hükümdarı olan Himyer krallarından habl (imtiyaz belgesi) almışlardı. Bundan dolayı Kureyş tacirleri Şam, Habeşistan, Irak, İran ve Yemen kentlerine ticaret için gidip gelirdi. Bunlar ticaretle Kureyş’in ekonomisini güçlendirdikleri için Abdi Menaf oğullarına el-Mucebbirun (güçlüler) denmiştir (Taberi, Tarih: 2/252). Kureyş’in kış ve yaz seyahatlerini düzenleyenin, Mekke’de ilk tirid ikram edenin Haşim olduğu söylenir (a.g.e. 1/135-136). Haşim, ticaret için gittiği Gazze’de ölünce sikayet ve rifadet görevi kardeşi Muttalib’e geçti. DEVAM EDECEK…

*****


İlk teravih kılındı, camiler doldu taştı

MÜSLÜMANLAR’IN 11 ayın sultanı” olarak adlandırdığı İslam aleminin kutsal ayı Ramazan, dün kılınan ilk teravih namazıyla başladı. Yediden yetmişe binlerce vatandaş, ilk teravih namazını kılmak için camilere akın etti. Tüm Türkiye ile birlikte İstanbul Sultanahmet ve Eyüp Sultan camilerinde de Yatsı ezanının okunmasının ardından camileri dolduran vatandaşlar, hep birlikte yan yana saf tuttu. Kadınların da kendilerine ayrılan bölümleri doldurduğu camilerde, vatandaşlar cami içerisinde yer bulamayınca avluya serdikleri seccadeler üzerinde namazlarını eda etti. Kılınan teravih namazı sonrası ilahiler söylendi.
Bu arada bugün iftar basaları kurulacak. İlk gün oruç tutulacak süre yaklaşık 16 saat. Uzmanlar sıcak havalar ve uzun oruç süresi nedeniyle bu yıl daha dikkatli olunmasını tavsiye etti: “Sahura mutlaka kalkın, sahura kadar 3-4 öğün yiyin. Bol bol sıvı tüketin.”

Kur’an-ı Kerim’in 1400’üncü yılı sergisi

2010 Yılı Kutlu Doğum Haftası Etkinlikleri çerçevesinde Ülker’in sponsonluğunda Kur’an-ı Kerim’in nüzulunun 1400’üncü yılı nedeniyle “Geçmişten Günümüze Kur’an-ı Kerim” hat sergisi ile resim sergisi düzenlendi.

*****


HADİSLER

Hz. Peygamber’in zevcelerinin evine üç kişi geldi. Onlara Peygamber’in ibadetinden sordular. Onun ibadetini öğrenince bunu azımsar gibi oldular. Ve dediler ki: ”Tabii biz nerede, Peygamber nerede? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır.” Biri “Ben bütün gece namaz kılarım” öteki “Ben de her gün oruç tutarım”, bir diğeri “Ben de kadınlardan uzak dururum hiç evlenmem” dedi. Allah’ın Elçisi geldi ve dedi ki: “İyi biliniz ki ben içinizde Allah’tan en çok korkanınızım ve O’nun buyrukları dışına çıkmaktan en çok sakınan da benim. Ama ben hem oruç tutarım, hem yerim (her gün oruç tutmam) hem uyurum, hem namaz kılarım. Kadınlarla evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” (Buhari-Müslim)

DİNİ BİLGİLER

Din, insanları iyiliğe yöneltmek için Allah’ın, Peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği emirler ve hükümlerdir. Kâinatın yaratıcısı Allah ile yaratılan insan arasındaki ilişkileri düzenler. Her insan, kendisinde mevcut akıl gücüyle bu kâinatın bir yaratıcısı olduğunu anlayabilir. Fakat insan, Allah ile doğrudan temas kurma, O’nunla konuşma yeteneğine sahip bulunmadığı için Allah’ın kendisine neleri emredip, neleri yasakladığını bilemez. O halde Allah’ın emirlerini insanlara duyuracak, Allah’a nasıl kulluk edileceğini öğretecek bir elçiye ihtiyaç vardır. İşte Allah, insanlar arasından seçtiği bir elçi vasıtasıyla onlara emirlerini bildirmiştir. Peygamber dediğimiz bu elçilerle gönderilen ilahi emir ve hükümlere “Din” denir.

TASAVVUF FELSEFESİ

Ten candan can tenden gizli değildir.

MEVLANA

Haberin Devamı