Gazete Vatan Logo

Bu işte bir GSM operatörü var!

"Popüler Türk Sineması’ndan protest bir tavır beklemek ne kadar gerçekçi olur bilmiyorum ama, işte, durum bu: bekliyoruz..."

2013’ün sonuna yaklaştığımız şu günlerde vizyondaki Türk filmi sayısı oldukça şaşırtıcı. Son birkaç aya kadar sene içinde kesilen sinema bileti sayısı yakın zamanda seyirciye sunulan Türk yapımlarıyla oldukça artmıştır zannederim. Filmlerin sayıca yüksek olması ortaya konulan işlerin niteliği açısından (ya da tam tersi) ne ifade ediyor tartışılır; imkansızlıklar sonucu perdede göremediğimiz ya da zar zor yakalayabildiğimiz filmlerin oranı hala bu kadar yüksekken bu yükselişin neye yaradığı da tabi.

SEVİLEN ÇARESİZLİK

Bu İşte Bir Yalnızlık Var’ da geçtiğimiz haftalarda sene sonunu yakalayan filmlerden. Reklam yönetmenliği kökenli Hakan ‘Ketche’ Kırvavaç’ın Türk usulü ‘Sex and the City’ olarak da tabir edebileceğimiz filmi ‘Romantik Komedi’den sonraki uzun metrajının senaryosu Tuna Kiremitçi’nin romanından uyarlama. Bir rock gitaristinin ‘alabildiğince’ yalnızlığını ve en nihayetinde onu bu yalnızlıktan sıyıran gönül hikayesini konu alan filmin başrollerinde Engin Altan Düzyatan ve Özgü Namal var. Ne özel hayatı ne de müzik kariyeri parlak giden Mehmet’in ‘yalnızlık’ durumu, arkadaşı (ve komşusu) Ayşe’nin kocasının evi terk etmesiyle biraz hafifler gibi olur; zira Ayşe’ye yardım etmek adına iz peşinde dolanırken ona aşık olmasıyla kendini ‘sevdiği bir çaresizliğin’ içinde buluverir.

ROMANTİK KOMEDİNİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Filmin konusunu beğenir ya da beğenmezsiniz, ‘Ketche’nin bu kadın-erkek ilişkilerine dair problematiklerden bir yönetmen olarak alnının akıyla çıktığını düşünüyorum. Bu ‘yetmez ama evet’ durumu değil, en nihayetinde popüler kültüre hizmet eden bir sinema filmi olan ‘Bu İşte Bir Yalnızlık Var’ın anlatım diliyle ilgili yerilecek bir taraf yok gibi (filmin senaryo itibariyle de reklam filmi estetiğine denk düşen ‘hafiflikte’ olduğunu kabul edersek). Yönetmenin müzik sevdasını yansıtması için de bir vesile olmuş belli ki; filmde camiadan birçok değerli ismi görmek de mümkün. Müziğe dair bir ‘gönül’ işi var, dolayısıyla – saygılar.

GÖZÜMÜZE SOKULAN REKLAM

Başrol oyunculuklarına dair de özel bir lafım yok, ne yalan söyleyeyim. Benim kafamı kurcalayan başka bir konu var, o kısmının da sinema, sanat, aşk ya da müzikle doğrudan bir alakası yok aslına bakarsanız. O da (filmi izlediyseniz malumunuz) filmin –belli ki (!)- sponsorlarından biri olan bir gsm operatörünün reklamlarını tüm bu hengamenin içine adeta zorla tıkıştırma durumu. Zira ‘siz şimdi anlamazsınız, anlasanız da neyse, bunu kör göze parmak yapmak durumundayız’ şeklinde reklam yerleştirmelerinden izleyiciye gına gelmekle beraber, bunun reklamı verilen markaya da zerre kadar yararı olduğunu düşünmüyorum. Hatta hikayenin akışını makasla kesip, araya markanın hiç de umurumuzda olmayan özelliklerini tıkıştırdığınız zaman yaratılan imaj illa ki itici ve uzaklaştırıcı oluyor, ki bu da pek umurumda değil; beni kaybetmekle iflaslarını ilan etmez herhalde. Ana dert benim, bir izleyici olarak, filmi izledikten bir hafta sonra bile aklımda neredeyse yalnızca bu problematik durumun kalmış olması (fark ettiniz mi, artık filmden bahsetmiyoruz)

POPÜLERDEN PROTEST TAVIR BEKLENİR Mİ?

Bu aşırı zorlayıcı reklam yerleştirmeleriyle hem filmde emeği geçen herkese haksızlık hem de en nihayetinde bir seçim yaparak bu filmi izleyen seyirciye ayıp edildiğini düşünmekle beraber, dünya ahvalini de göz önünde bulundurursak oldukça endişe verici buluyorum. Bu bir zorunluluksa (yazması bile saçma), daha büyük özenle yapılmalı belli ki; çünkü bu şekilde verildiğinde durum hikayeyi toptan reklam filmine çevirmekten öteye gidemiyor.
Sette çalışan herkese oldukça hakkaniyetli davrandığını ve çekim sürecinde, sektörün sömürüye dayalı genel geçer yazısız kurallarının aksine, insani koşullarda çalışmaktan yana olduğunu söyleyen ‘Ketche’ nin bu konuda daha düşünceli davranmasını beklemek çok mu tuhaf? Sinemayı alenen bir araç haline getirmiş olmak ne kadar hakkaniyetli bulunuyor, bunu anlayamıyorum. Zaten önüm, arkam, sağım, solum reklam; yönetmenler, marka sahipleri ve yapımcılar bu durumun izleyiciye mide bulandırıcı bir bıkkınlık getirdiğinin farkında olmamalı mı artık? Popüler Türk Sineması’ndan protest bir tavır beklemek ne kadar gerçekçi olur bilmiyorum ama, işte, durum bu: bekliyoruz. Var olan durum, sinemaya dair her şeyi geri plana atıp, anlatılmak istenenleri değersiz kılıyor zira.

Haberin Devamı