Şehirlerdeki kemirgen istilası! İklim değişikliği sayıyı artırıyor

4 Şubat 2025

Küresel ısınma, dünya genelindeki doğal yaşamı ve şehir yaşamını derinden etkileyen önemli sorunlar arasında yer alıyor. Bu değişimlerin sonuçları, yalnızca sıcaklıkların artmasıyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda şehirlerdeki ekosistem dengelerini de alt üst ediyor. İnsanların yaşam alanlarının genişlemesi ve iklimin elverişli hale gelmesi, birçok canlı türünün, özellikle de kemirgenlerin popülasyonlarında beklenmedik artışlara yol açıyor.Bu doğrultuda, şehirlerde artan fare nüfusu hem sağlık hem de yaşam kalitesi açısından ciddi tehditler oluşturuyor. Bu durumun arka planında yatan nedenlerin anlaşılması ve etkili önlemlerin alınması, şehir yönetimleri ve toplumlar için büyük bir önem taşıyor. FARELERİN İSTİLASINA UĞRAYAN ŞEHİRLER Science Advances dergisinde yayımlanan yeni bir çalışmaya göre, Washington DC, San Francisco, Toronto, New York City ve Amsterdam gibi şehirler, bu kemirgenlerin en çok artış yaşadığı yerleşimler.Verilere göre, son 10 yılda Washington DC’de fare sayısı yüzde 390, San Francisco’da yüzde 300, Toronto’da yüzde 186 ve New York’ta ise yüzde 162 oranında artmış durumda. Bu durum, şehirlerdeki yaşam kalitesini tehdit eden ciddi bir sorun haline geldi. Toronto’da, artan nüfusla birlikte “mükemmel bir fare fırtınası” yaşandığı belirtiliyor. Dünya genelinde haşere kontrol hizmetleri sunan bir şirket olan Orkin’in baş böcek bilimcisi Alice Sinia’nın aktardığına göre de sokaklarda yürüdüğünüzde ayaklarınızın altında farelerle dolu bir dünya görüyorsunuz. SADECE ABD DEĞİL DÜNYANIN PEK ÇOK ÜLKESİNDE DE BENZER DURUMLAR GÖRÜLECEKAraştırmanın başındaki Jonathan Richardson ise bu artışın sadece ABD’de değil dünyanın pek çok şehirlerinde Türkiye de dahil olmak üzere benzer şekilde devam edeceğini vurguluyor. Fareler, her yıl binalara sızarak milyonlarca dolarlık hasara neden oluyor ve insanlara 60’tan fazla hastalık taşıyor. Ayrıca, şehirlerdeki ekosistem üzerinde de olumsuz etkiler yaratıyor. Araştırmalar, sık sık farelerle karşılaşan kişilerin ruh sağlığının daha zayıf olduğunu da gösteriyor.Özetle, çöpleri torbalarla sokağa atmak yerine konteynerlerde saklamak, daha etkili bir yolu olabilir. Şehirlerimizdeki yaşam kalitesini korumak ve bu sorunla başa çıkmak için daha fazla bilinçlenmeye ve proaktif önlemlere ihtiyacımız var. Zira, fareler sadece bir haşere değil, aynı zamanda iklim değişikliğinin ve şehirleşmenin somut bir yansıması.

Devamını Oku

Küresel ısınma dünyadaki yaşamı nasıl bozuyor?

28 Ocak 2025

2024, kayıtlardaki en sıcak yıl olarak tarihe geçti ve son on yılda kaydedilen en sıcak on yılın hepsi de bu dönemde gerçekleşti. Son yıllarda yapılan çalışmalar, sıcaklıkların yükselmesiyle felaket hava koşullarının ve kitlesel yok oluşların kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Günümüzdeki sıcaklık artışının, geçmişte gördüğümüzden çok daha hızlı olduğunu belirtmekte fayda var. Özellikle bu hafta, ocak ayında olmamıza yurdumuzun büyük bölümünde Afrika sıcaklarının yaşanıyor olması da bunun en açık göstergesi…KÜRESEL ISINMA NEDEN ARTIYOR? Küresel ısınmanın başlıca nedenleri arasında fosil yakıt emisyonları yer alıyor. Bu emisyonlar, atmosferimizin kimyasını değiştirerek güneş ışığının dünyaya ulaşmasını sağlarken, ısının uzaya salınmasını engelliyor. Bu durum, dünyanın bir sera gibi sıcak kalmasına yol açıyor.Özellikle karbondioksit, atmosferdeki en yaygın sera gazı ve tüm iklim ısınma kirliliğinin yaklaşık yüzde 75’ini oluşturuyor. Petrol ise gaz ve kömür üretiminin yan ürünü; ayrıca kereste ya da tarım için temizlenen arazilere de katkıda bulunuyor. Metan ise, karbondioksitten 25 kat daha güçlü bir sera gazı ve tarım, petrol üretimi ve çöplüklerden yayılan atıklardan kaynaklanıyor.Küresel ısınmanın etkileri ise oldukça çarpıcı. Özellikle kutup bölgeleri ve dağ buzulları üzerindeki etkileri, Arktika’nın gezegenin geri kalanından dört kat daha hızlı ısındığını gösteriyor. Bu durum, kritik buz habitatlarını tehdit ediyor ve dünya çapında daha öngörülemez hava olaylarına yol açıyor.Ayrıca, sıcaklıkların artmasıyla birlikte yağışlar da aşırı hale geliyor. Hava her derece yükseldiğinde, atmosfer yaklaşık yüzde 7 daha fazla nem tutuyor; uzmanların açıklamalarına göre bu durum ani seller, yıkıcı kasırgalar ve daha güçlü kar fırtınalarına neden olabiliyor.Dünyanın önde gelen bilim insanları, bu konuda araştırmalar yaparak düzenli raporlar yayınlıyorlar. Son yayınlanan raporlar, iklim değişikliğinin ne kadar yıkıcı olabileceğini gözler önüne seriyor. Örneğin, mercan resifleri artık büyük bir tehlike altında; yüksek sıcaklıklar mercanların renkli alglerini dışarı atmasına neden olarak, onları daha hassas bir hale getiriyor.KÜRESEL ISINMAYI SINIRLAMAK TEORİK OLARAK MÜMKÜN MÜ? Küresel ısınmayı sınırlamak teorik olarak mümkün olsa da politik ve ekonomik zorluklar bu süreci karmaşık hale getiriyor. Fosil yakıt emisyonlarını azaltmak için rüzgâr ve güneş enerjisi gibi net sıfır emisyon teknolojilerine yönelmek gerekiyor. Ayrıca, ulaşım sistemlerinin elektrikli araçlar ve toplu taşıma gibi sürdürülebilir seçeneklerle güçlendirilmesi büyük önem taşıyor.Sonuç olarak, küresel ısınmanın getirdiği zorluklarla başa çıkmak için doğayı onarmak da kritik bir adım. Ağaçlar ve diğer ekosistemler fazla karbondioksiti emmede önemli bir rol oynuyor. Ancak, bu doğal kaynakları kaybetmek, iklim değişikliğiyle mücadele potansiyelimizi de azaltıyor.Gelecekte, artan sıcaklıklara uyum sağlamak için dayanıklı yapılar inşa etmek ve sıcak hava dalgaları sırasında evlerin verimliliğini artırmak zorundayız. Aksi takdirde, bu tehlikeli gidişatın sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacağız.

Devamını Oku

Tarımda ‘yüksek gübre’ kullanımının gizli tehlikesi

23 Ocak 2025

Günümüzde tarımsal uygulamalar, çevresel denge üzerinde giderek daha fazla etki yaratıyor. Tarımda yaygın olarak kullanılan gübreler, ürün verimliliğini artırma amacıyla tercih edilse de bu uygulamaların ekosistem üzerindeki olumsuz sonuçları ne yazık ki göz ardı ediliyor. Özellikle polinatörler, yani bitkilerin tohum verme sürecinde polen transferine yardımcı olan canlılar ve çiçek çeşitliliği üzerinde yarattığı etkiler, doğanın sürdürülebilirliğini tehdit eden önemli sorunlar arasında...İngiltere’de Sussex Üniversitesi ve Rothamsted Araştırma Merkezi'nin gerçekleştirdiği ve uzun yıllar süren araştırma, bu durumun ciddiyetine vurgu yaparak gübre kullanımının polinatör sayısını ve çiçek çeşitliliğini nasıl etkilediğini somut verilerle ortaya koydu.ÇİÇEK SAYISI ÖNEMLİ ÖLÇÜDE AZALDIAraştırma sonucuna göre çayırlarda yüksek oranda gübre kullanımının polinatör sayısını yarıya indirdiği ve çiçek sayısını önemli ölçüde azalttığı tespit edildi. Bu durum, ekosistem dengesinin ne kadar hassas olduğunu da bir kez daha gözler önüne sermiş oldu. Çalışmaya göre, tarımsal otlaklarda azot, potasyum ve fosfor gibi gübrelerin miktarının artırılması, çiçek sayısını beş kat azaltırken, tozlaşmayı sağlayan böcek sayısını da yarı yarıya düşürüyor. Gübrelerin etkisi, hızlı büyüyen otların baskın hale gelmesine ve diğer otlar ile çiçekleri sıkıştırmasına olanak tanıyan koşullar yaratmasında yatıyor. Çiçek çeşitliliğinin artmasıyla polinatörlerin de çeşitliliğinin artırması beklenirken, bu durum tam tersine işliyor. Araştırma, 1856’dan beri incelenen ‘Park Grass’ çayırları üzerinde gerçekleştirildi. Bu uzun süreli çalışmalar, gübre kullanımının ekosistem üzerindeki etkilerini anlamak için son derece önemli veriler.DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR YÖNTEMLERİN BENİMSENMESİ GEREKSonuç olarak, tarımsal uygulamaların çevresel etkilerini göz önüne alarak, daha sürdürülebilir yöntemlerin benimsenmesi gerekiyor. Kimyasal gübre kullanımını azaltmak, organik tarım yöntemlerine yönelmek ve ekosistem dostu uygulamaları teşvik etmek, doğanın dengesini korumak atılacak önemli adımlar. Bu sadece bireysel sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir gereklilik haline geldi. Gelecek nesillere daha sağlıklı bir çevre bırakmak istiyorsak, tarımsal politikalarımızı gözden geçirip doğayla uyumlu bir tarım anlayışını benimsemeliyiz. Ancak o zaman, doğanın sunduğu bu eşsiz zenginlikleri koruyabilir ve sürdürülebilir bir gelecek inşa edebiliriz.

Devamını Oku

Yağmur suyunda bile tespit edildi: ‘PFAS’ tehlikesi büyüyor!

15 Ocak 2025

Çevre kirliliği ve insan sağlığı üzerindeki tehditler, günümüzde giderek daha fazla dikkat çekiyor. Sadece sanayileşmenin getirdiği tehlikeler değil, aynı zamanda günlük hayatımızda kullandığımız ürünlerden kaynaklanan kimyasal maddelerin doğaya ve yaşam alanlarımıza sızması, bilim insanları ve halk sağlığı uzmanları arasında önemli bir endişe kaynağı haline geldi. İşte bu bağlamda, toksik perfloroalkil ve polifloroalkil maddeler (PFAS) olarak bilinen kimyasallar, ciddi tehlikeye dönüşmüş durumda. Hatta bu kimyasal sınıfın etkileri, artık yalnızca içme suyu ve gıda ile sınırlı kalmıyor!Kimya şirketleri tarafından 1940’larda icat edilen PFAS, yangın, su ve yağ itici özellikleri sayesinde hızla yaygınlaştı. Günümüzde yaklaşık 15 bin çeşidi bulunan bu maddeler, boya, makyaj, gıda ambalajı gibi birçok üründe karşımıza çıkıyor. Kullanım kolaylığı ve etkinliği nedeniyle, bu kimyasallar pek çok sektörün vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Fakat sağlık uzmanları bu kimyasalların zararlı ve potansiyel olarak kanserojen özelliklerini ancak son yıllarda derinlemesine incelemeye başladı. YAĞMUR SUYUNDA TESPİT EDİLDİEn son Miami’deki Florida Uluslararası Üniversitesi’nden araştırmacılar, yağmur suyunda PFAS tespit edilmesinin şaşırtıcı olmadığını belirtti. Kimyasal kirleticilerin çevresel dolaşımda oynadığı rol, artık daha net bir şekilde anlaşılıyor. Araştırmayı yürüten ekip, yağmur suyu örneklerinin yüzde 74'ünde, perflorooktan sülfonat (PFOS) ve perflorooktanoik asit (PFOA) gibi yasaklı maddelerin yanı sıra birçok farklı PFAS türü tespit etti. Bu maddelerin çoğunluğu, yerel kaynaklardan gelirken, bazıları ise rüzgarla taşınmış olabilir. Kuzeydoğu hava kütlelerinin etkisiyle, mevsimsel değişimlerin PFAS'ların birikmesine katkıda bulunduğu da düşünülüyor.DÜNYANIN DÖRT BİR YANINDA SORUN TEŞKİL EDİYORUzmanlar bu durumun, yalnızca belirli bölgelerde değil, dünyanın dört bir yanında da sorun teşkil ettiğinin altını çiziyor.  Sonuç olarak, PFAS'ların izlenmesi ve kontrol altına alınması, insan sağlığı ve ekosistemler için hayati önem taşıyor. Bu kimyasalların çevre üzerindeki etkilerini en aza indirmek için, sadece bilimsel çalışmalarla değil, aynı zamanda kamuoyunun bilinçlenmesi ve düzenleyici kurumların harekete geçmesi çok önemli…

Devamını Oku

Son rapor korkuttu: İklim değişikliği dünyanın su döngüsünde tahribata yol açtı

8 Ocak 2025

İklim değişikliği, dünya genelinde ciddi sonuçlar doğurmaya ve su döngüsünde köklü değişikliklere yol açmaya devam ediyor. Bilim insanları, bu süreçlerin yalnızca mevcut durumu değil, geleceği de tehdit ettiğini vurguluyor. Önlem alınmadığı takdirde, sonuçların daha yıkıcı olacağı uyarıları her geçen gün artıyor.Özellikle 2024 Küresel Su İzleme Raporu, tehlikenin boyutunu bir kez daha gözler önüne serdi. Bu rapor, uluslararası bir araştırmacı ekibi tarafından hazırlanıyor ve 2024 yılı boyunca su döngüsündeki değişiklikler, aşırı hava olayları, seller ve kuraklıklar gibi konuları inceliyor. Rapor, su kaynaklarının yönetimi ve iklim krizinin etkileri üzerine önemli bulgular da sunuyor.2024 YILINDA SICAKLIK VE SU DÖNGÜSÜRaporun lideri Prof. Albert van Dijk, “2024'te dünya, kayıtlardaki en sıcak yılını yaşadı ve su sistemleri bundan en çok etkilenenler oldu. Bu durum, su döngüsünde tahribata yol açtı" açıklamasında bulundu. Van Dijk, bu aşırılıkların yalnızca izole olaylar olmadığını; daha yoğun seller ve uzun süreli kuraklıkların kötüleşen bir eğilimin parçası olduğunu da vurguladı. En kötüsü ise, 2025'te daha büyük tehlikelerin kapıda olduğunu belirtmesi.RAPORUN KORKUTUCU DETAYLARI2024 Küresel Su İzleme Raporu; Avustralya, Suudi Arabistan, Çin ve Almanya gibi ülkelerden gelen uluslararası bir araştırmacı ekibi tarafından hazırlandı. Ekip, yağış, toprak nemi, nehir akışları ve su baskını gibi kritik su değişkenlerini değerlendirerek, dünya yörüngesindeki binlerce yer istasyonu ve uydudan gelen verileri kullandı. 2024’te aylık ve günlük yağış rekorlarının giderek artan bir düzenlilikle kırıldığı bulgusu dikkat çekti.Güney Çin’de Yangtze ve Pearl nehirlerinin taşması, on binlerce insanı yerinden etti ve ekinlere büyük zarar verdi. Ağustos ayında Bangladeş’teki şiddetli muson yağmurları, nehir taşkınlarına yol açarak yaklaşık 6 milyon insanı etkiledi. İspanya'da Ekim ayında sekiz saatte 500 mm’den fazla yağmur yağdı ve ani sellere neden oldu.Amazon’da meydana gelen kuraklıklar, orman yangınlarının artmasına yol açtı; yalnızca Eylül ayında 52 bin kilometrekarelik bir alanın yanarak kül olmasına neden oldu. Bu aşırı hava olaylarının sadece hayatları değil, geçim kaynaklarını ve ekosistemleri de etkilediği de bir gerçek.Araştırmalar, 2025’e yönelik mevsimsel iklim tahminlerinin, kuraklıkların Güney Amerika’nın kuzeyi, Güney Afrika, Doğu Avrupa ve Asya’nın bazı bölgelerinde daha da kötüleşebileceğini ortaya koyuyor.Sonuç olarak, iklim değişikliği ve su döngüsündeki bozulmalar, yalnızca çevresel bir sorun değil, aynı zamanda insan yaşamı ve geçim kaynakları için de ciddi tehditler barındırıyor. 2024 Küresel Su İzleme Raporu, aşırı hava olaylarının artışı ve su kaynaklarının yönetimindeki zorlukların, gelecekte daha büyük felaketlere yol açabileceğini ortaya koyuyor. Bilim insanlarının uyarıları, acil önlemler alınmadığı takdirde karşılaşacağımız sonuçların korkutucu olacağına işaret ediyor. Bu nedenle, küresel iş birliği ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmeden, bu tehdidin üstesinden gelmek mümkün olmayacak. İklim krizine karşı atılacak her adım hem doğamızı korumak hem de insanların yaşam kalitesini yükseltmek için kritik bir önem taşıyor. 

Devamını Oku

İklim değişikliği yaşamlarımızı tehdit eden birer canavara dönüştü

1 Ocak 2025

Yapılan araştırmalar 2024 yılı boyunca ortalama bir bireyin önceki yıllara kıyasla altı hafta daha fazla tehlikeli sıcak günle karşı karşıya kaldığını gösteriyor. En kötüsü ise sıcak hava dalgaları, sadece hava durumunu değil, yaşamlarımızı da tehdit eden birer canavara dönüştü. Söz konusu olan, sadece günlerin sıcaklığı değil; sağlığımız, ekosistemlerimiz ve geleceğimiz!Dünya Hava Durumu Atıf (WWA) ve Climate Central’ın yaptığı son analizler, iklim değişikliğinin etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Artan sıcaklıklar, dünya genelinde milyonlarca insanı etkilerken, bazı bölgeler bu felaketten daha fazla pay alıyor. Kısacası, iklim değişikliği, yaşamsal bir tehlike olarak kapımızda duruyor. Örneğin 2024 yılı ile ilgili yapılan çalışmaları incelediğimde Karayipler ve Pasifik ada devletleri, bu felaketin en çok etkilediği yerler olarak öne çıkıyor. Bu bölgelerde, küresel ısınma olmasaydı, yaklaşık 150 gün daha az tehlikeli sıcaklık yaşanacaktı. Küresel ölçekte ise ülkelerin neredeyse yarısı, en az iki ay boyunca yüksek riskli sıcaklıklara dayanmak zorunda kaldı. İngiltere, ABD ve Avustralya gibi daha az etkilenen bölgelerde bile, fosil yakıtların yol açtığı karbon kirliliği, sıcaklıkları üç hafta daha yükseltti. Özelikle 2024 yılı, rekor seviyedeki karbon emisyonlarıyla kayıtlara geçeceği öngörülürken, fosil yakıt kullanımının sonlandırılmasının gerekliliği her zamankinden daha acil.Örneğin bu konuya dair çalışmalarıyla bilinen Dr. Friederike Otto, “Fosil yakıt ısınmasının etkileri 2024'te hiç olmadığı kadar açık ve yıkıcı oldu” diyor. İspanya'daki seller, ABD'deki kasırgalar, Amazon'daki kuraklık gibi olaylara bakınca da zaten sorunun nasıl bir tehlikeye neden olduğu anlaşılıyor.Araştırmalar ayrıca sıcak hava dalgalarından kaynaklanan ölümlerin gerçek zamanlı olarak raporlanması gerektiğini, mevcut verilerin izleme eksikliği nedeniyle "çok büyük bir eksik tahmin" içerdiğini belirtiyor. Son yıllarda insan kaynaklı küresel ısınmanın sonuçları nedeniyle sayılmayan milyonlarca insanın hayatını kaybetmiş olabileceği kaygısı, bu durumu daha da ciddileştiriyor.Sonuç olarak, ‘iklim kriziyle’ daha ciddi şekilde mücadele etme zamanı geldi. Fosil yakıt kullanımını durdurmak ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmek için harekete geçmek zorundayız. Aksi takdirde, sıcak günler ve felaketler, yaşamlarımızın kalitesini tehdit etmeye devam edecek.

Devamını Oku

Mikroplastiklerin büyüyen tehdidi: Ne yapmalıyız?

23 Aralık 2024

Günümüzde çevremizi saran plastiklerin etkilerini tartışmak artık bir lüks değil; bir zorunluluk haline geldi. Mikroplastikler, gözle görülmeyen, ancak sağlığımızı tehdit eden küçük parçacıklar olarak karşımıza çıkıyor. Araştırmalar, bu plastik parçacıkların havada, suda ve gıdalarda bulunduğunu ve insan sağlığı üzerinde ciddi olumsuz etkilere yol açabileceğini gösteriyor.Geçtiğimiz hafta açıklanan yeni bir araştırma ise konunun ciddiyetini bir kez daha gözler önüne serdi. UC San Francisco (UCSF) araştırmacılarının incelediği 3 bin çalışma, mikroplastiklerin üreme, sindirim ve solunum sağlığına zarar verdiği yönünde “şüpheler” olduğunu ortaya koydu.Araştırmada en ilgi çeken nokta ise bozulan araba lastiklerinin ve çürüyen çöplerin havaya saçtığı küçük plastik parçalarının tüm bunlara neden oluyor olması…Dünya genelinde her yıl yaklaşık 460 milyon ton plastik üretiliyor ve bu rakamın 2050 yılına kadar 1,1 milyara çıkması bekleniyor. Her geçen gün artan çalışmalar ise tehlikenin giderek daha da arttığını gösteriyor. Peki mikroplastikler tam olarak nedir?Pirinç tanesinden daha küçük olan bu parçacıkların iki ana türü bulunuyor: Birincil ve ikincil mikroplastikler...Birincil mikroplastikler, doğrudan belirli bir amaç için üretilen ve genellikle kozmetik ürünlerde kullanılan mikroboncuklar gibi parçacıklar olarak adlandırılıyor. Bu tür mikroplastikler, cilt bakım ürünlerinde ve bazı diş macunlarında yer alıyor. Bu nedenle birincil mikroplastiklerin doğrudan insan vücuduna maruz kalma riski çok daha yüksek. İkincil mikroplastikler ise daha büyük plastik nesnelerin parçalanması sonucu oluşuyor. Örneğin, pet şişeler, torbalar veya ambalaj malzemeleri gibi ürünlerin; güneş ışığı, su, ısı vb. nedenlerle parçalanması gibi… Bu parçalanma süreci, plastiklerin çok daha küçük parçalara ayrılmasına ve böylece mikroplastiklerin çevreye yayılmasına neden olurÖzetle her iki mikroplastik türü de hem doğada hem de insan sağlığında ciddi sorunlara yol açan bir tehdit. Bu nedenle, mikroplastiklerin kökenlerini ve etkilerini anlamak, bu sorunun üstesinden gelmek için kritik öneme sahip.Peki, bu tehdit karşısında neler yapılmalı?Öncelikle bireysel ve toplumsal düzeyde çeşitli stratejiler geliştirmek gerekiyor. İlk olarak; tek kullanımlık plastikleri reddetmeliyiz. Alternatif ürünler kullanmamız gerekiyor. Örneğin cam, metal veya bambu gibi malzemelerden yapılmış ürünleri tercih etmek önemli. Kozmetik ve kişisel bakım ürünlerini satın alırken de mikroboncuk içermeyen ürünleri almamız gerekiyor. Ayrıca Plastik atıkları geri dönüştürmek için yerel geri dönüşüm programlarının ise daha da artması lazım. En önemlisi de hükümetlerin mikroplastiklerin kullanımını sınırlayan yasaların daha da yaygınlaşması gerekiyor. Bu tür yasalar, mikroplastiklerin çevreye yayılmasını önemli ölçüde azaltabilir. 

Devamını Oku

Kış aylarında artan solunum yolu enfeksiyonlarına dikkat: Akut bronşiyolit vaka sayıları artıyor!  Bronşiyolitin belirtileri nelerdir? Yetişkinlerde görülüyor mu? Tedavisi nedir?

17 Aralık 2024

Solunum yolu enfeksiyonları, özellikle kış aylarında çocuklar başta olmak üzere herkesi etkileyen yaygın bir sağlık sorunu olarak öne çıkıyor. Bu enfeksiyonlar, soğuk havanın etkisiyle artan virüslerin yayılımı ve bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi etkenlerden kaynaklanıyor. Birkaç haftadır ise enfeksiyonların bir sonucu olarak ‘akut bronşiyolit’ vakalarında kayda değer bir artış gözlemleniyor. Küçük çocuklar arasında hızla yayılan bu durum, ailelerde büyük bir endişe yaratırken, sağlık uzmanları erken tanı ve tedaviye vurgu yapıyor. ACİL SERVİSLERE BAŞVURULAR ARTTIAcil servislerde vaka sayısında gözle görülür bir artış olduğunu söyleyen Çocuk Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Sedat Öktem, “Solunum yolu enfeksiyonlarının sıklığı mevsimsel değişiklik gösterir. Sonbahar ve kış aylarında daha sık görülür diğer aylarda ise daha az ortaya çıkar. Akut bronşiyolit vakaları da sonbahar ve kış aylarında yoğun yaşanıyor. Geçtiğimiz yıllarda kış aylarında akut bronşiyolitler nedeniyle acil servislere yoğun olarak başvuruların olduğunu ve hastane yatışlarının olduğunu gördük. Bu yıl da benzer şekilde vakalarda artış gözlemliyoruz” ifadelerini kullandı.HASTALIĞIN OLUŞMASINDAKİ EN BÜYÜK ETKEN RSV!Akut bronşiolit vakalarının neredeyse tamamının solunum virüsleriyle geliştiğini, en sık virüs etkenin de RSV olduğunun altını çizen Prof. Dr. Öktem, “Bu virüslerle öncelikle üst solunum yolu enfeksiyonu gelişiyor. Daha sonra vakaların bir kısmında virüsler çocukların küçük havayollarını yani bronşiyollere yayılarak enfeksiyon ve iltihap oluşmasına yol açıyor” dedi.BELİRTİLERİ NELER?Hastalığın belirtilerine de değinen Prof. Dr. Sedat Öktem, “Ödem gelişimi ve bronşiyollerin içerisindeki balgam birikimi nedeniyle havayolları daralıyor ve hışıltı gelişiyor. Havayollarının daha dar olması nedeniyle bebekler ve küçük çocuklar daha ağır etkileniyor. Bazı çocuklarda havayollarında balgam birikimi ve ödem daha şiddetli olup, solunum yetmezliğine yol açabiliyor. Bu çocuklarda hızlı nefes alıp verme, göğüs kafesinde çökme gibi belirtiler ekleniyor” şeklinde konuştu.DAHA ÇOK İKİ YAŞIN ALTINDAKİ ÇOCUKLARDA GÖRÜLÜYORHastalığın daha çok iki yaşın altındaki çocuklarda görüldüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Öktem, “Hastalık bulgularının görülmesi için havayollarının dar olması gerekiyor. Çocuklar büyüyüp havayolları genişleyince bu hastalık görülmüyor. Bu nedenle yetişkinlerde akut bronşiyolit ortaya çıkmıyor. Ancak yetişkin ve büyük çocuklarda akut bronşit dediğimiz farklı bir hastalık görülebiliyor” ifadelerini kullandı.NASIL BİR TEDAVİ YÖNTEMİ UYGULANIYOR?“Vakaların yüzde 90’ından fazlasında diğer viral üst solunum yolu enfeksiyonlarında olduğu gibi; çocuğun burnunun açık tutulması için temizlenmesi, ağızdan beslenmeye devam edilerek yeterli miktarda sıvı almasının sağlanması, ateş olması durumunda ateş düşürücü verilmesi yeterli” diyen Prof. Dr. Sedat Öktem, şu bilgilerin altını çizdi:-- Burun tıkanıklığını gidermek için tuzlu su ya da okyanus sularını içeren damla veya yüksek basınçlı olmayan spreyler kullanılabilir. Daha ağır vakalar için ise hipertonik salin dediğimiz tuzlu suların buhar olarak kullanılması, havayollarındaki ödemi giderebilen buhar ve iğnelerin kullanımı söz konusudur. -- Solunum yetmezliği açısından risk oluşturan vakalar için yüksek akımlı oksijen tedavileri düşünülebilir. Akut bronşiyolit virüs enfeksiyonu olması nedeniyle antibiyotik kullanımının yararı yoktur. Ayrıca nezle veya grip ilaçlarının da hastalığın iyileşmesinde ek katkı sağlamaz. Bu çocuklar ayrıca hışıltıları nedeniyle astım hastaları ile karıştırılabilirler. Akut bronşiyolit tedavisinde astım tedavisinde kullanılan buharların ek bir fayda sağlamadığı da pek çok araştırmayla gösterildi.NASIL ÖNLEMLER ALINMALI?Alınacak önlemlere de değinen Prof. Dr. Öktem, “Akut bronşiyolite neden olan solunum virüsleri çoğunlukla damlacık enfeksiyonu ile öksürme, hapşırma yoluyla bulaşıyor. Kapalı ortamlarda hasta olan kişilerden bulaşma daha kolay oluyor. Ayrıca hasta olan kişilerin teması ile de mikrop bulaşabiliyor” dedi ve ekledi:“Bu nedenle el temizliğine dikkat edilmesi, hasta olan kişilerle aynı ortamda bulunmamak, ortamın havalandırılması, hapşırma öksürme sırasında ağız ve burun kapatılması, sigara dumanına maruziyetin engellenmesi gibi önlemler hastalığa karşı koruyucudur. Prematüre bebekler ve özellikle kalp hastalıkları, kronik solunum bozuklukları olan bebekler RSV enfeksiyonu sırasında daha ciddi riskler taşımaktadırlar. Böyle özel durumu olan bebekler için 2 yaşına kadar bazı özel aşılar uygulanıyor.”

Devamını Oku