Son yıllarda teknoloji, hayatımızın her alanını derinden etkileyerek yaşam biçimimizi köklü bir şekilde değiştirdi. Akıllı telefonlar, internet, yapay zeka gibi yenilikler, bize sonsuz bilgiye anında erişim, hızlı iletişim ve günlük işlerimizi kolayca halletme imkanı tanıdı. Ancak tüm bu yenilikler, yalnızca pratiklik sunmakla kalmayıp, aynı zamanda yaşam tarzımızda bazı olumsuz etkiler de yarattı. Örneğin artan dijitalleşme, fiziksel aktivitemizi azalttı, gıda alışkanlıklarımızı dönüştürdü ve sosyal ilişkilerimizi yeniden şekillendirdi. Bu dönüşümü daha yakından görmek için, geçmiş yıllarda insanların nasıl yaşadığını anlamak, bugünle kıyaslamak, günümüzün yaşam kalitesini sorgulamak oldukça önemli. Gazeteci ve yazar Miranda Levy ise bu soruları yanıtlamak amacıyla 1950’lerin yaşam tarzını deneyimlemeye karar verdi… İşte Levy’nin The Telegraph’da kaleme aldığı yazı…Eski Birleşik Krallık Başbakanı Harold MacMillan, 1957’de “Halkımızın çoğu hiç bu kadar iyi bir hayat yaşamadı” demişti, ancak o zamanlar yeni bir iPhone 16 Pro’yu hayal edemediği kesin. Aradan yetmiş yıl geçtikten sonra, akşam yemeğimi birkaç dokunuşla sipariş verebiliyorum üstelik kapıma kadar da geliyor. Kitap okuyabiliyor, film izleyebiliyor, oyun oynayabiliyor ve bankacılık işlemlerimi telefonumdan halledebiliyorum. Bir zamanlar haritaya bakarak yol tarifleri alıyorken şimdi Google Maps sayesinde kaybolma derdim yok. Oğlum başka bir ülkede eğitim görürken, onun gelişimini bir akıllı telefon üzerinden takip edebiliyorum. Üstelik, bir zamanlar postayla beklediğimiz haberleşme yerine, tek bir tuşla iletişim kurabiliyoruz.Günümüzde, teknoloji sayesinde yaşam standartlarımız 1950’lere göre çok daha iyi. Ancak bu teknolojilerin sunduğu kolaylıkları düşünürken, yaşam kalitemizin bazı alanlarda nasıl değiştiğine de göz atmak gerek.Örneğin 1957’de İngiltere’deki erkekler ortalama 66,5 yıl, kadınlar ise 72,7 yıl yaşarken, 2020-2023 arasında yaşam süresi erkekler için 78,8, kadınlar içinse 82,8 yıl olarak tahmin ediliyor. Benzer durum pek çok ülkede de aynı. Uzmanlara göre bu artışın en temel nedeni antibiyotiklerin ve aşılama sisteminin gelişmesi.1950’LERDE SAĞLIKLI BESLENME DAHA YAYGINDIBununla birlikte, 1950’lerin yaşam tarzının, günümüzden bazı açılardan daha sağlıklı olduğu da bir gerçek. O dönemdeki yaşam biçimi, günümüzdeki obezite oranlarıyla kıyaslandığında, pek çok yönden daha sağlıklıydı. 2004 tarihli bir çalışmaya göre, 1951’de ortalama bir kadının bel ölçüsü 69,85 cm iken, bu ölçü günümüzde 86,36 cm olmuş durumda. Hatta hükümetler, bu artışı durdurabilmek için kilo verme ilaçlarını gündeme getiriyor.Ulusal Obezite Forumu’ndan Tam Fry, 1950’lerde daha fazla kalori tüketildiğini ancak bu kalorilerin daha aktif bir şekilde yakıldığını belirtiyor. Bugün ise daha az kalori alıyor, ama aynı oranda egzersiz yapmıyoruz. 1950’lerde sağlıklı beslenme daha yaygındı, ancak modern yaşamda fast food ve hazır yemekler öne çıkıyor. Ayrıca, o dönemde anneler evde yemek yaparken, günümüzde birçoğumuz genellikle dışarıdan yemek siparişi veriyoruz.Gıda alışkanlıkları da o dönemde farklıydı. 1950’lerde, beslenme çoğunlukla et ve sebzelerden oluşuyor, sebze çeşitliliği de bugün olduğundan çok daha sınırlıydı. O yıllarda, işlemeye dayalı yiyecekler olsa da bu yiyecekler günümüzün aşırı işlenmiş gıdalarına kıyasla daha sağlıklıydı. ‘İKİ HAFTA BOYUNCA 1950’LERİN YAŞAM TARZINI DENEYİMLEMEYE KARAR VERDİM’Bir süredir modern hayatta, teknoloji ve konforun sunduğu kolaylıklar arasında kaybolduğumuzu düşünüyordum. Bu nedenle, The Telegraph’tan gelen daveti kabul ederek, iki hafta boyunca 1950’lerin yaşam tarzını deneyimlemeye karar verdim. Hedefim, eski bir yaşam tarzının zorluklarını ve bu zorlukların nasıl farklı bir yaşam tarzı yaratabileceğini görmekti. İşte yaşadıklarım…‘HER GÜN ADIM SAYIM YÜZDE 50 ARTTI’Günlük aktiviteler, bazen spor salonu seanslarından daha fazla fayda sağlayabiliyor. Özellikle alışveriş, bir nevi egzersiz gibi oluyor. Kalabalık bir caddede yaşamam nedeniyle, arabamı otoparka koyup, süpermarkete gitmek yerine, birkaç ağır alışveriş torbasıyla her mağazayı ayrı ayrı ziyaret etmeyi tercih ediyorum. Bu, hem fiziksel olarak zorlayıcı hem de verimli bir egzersiz sağlıyor.Adım sayımı takip etmeye karar verdikten sonra, normalde günde 4-5 bin adım atarken, egzersiz ve yürüyüşlerle bu sayıyı 9.000’in üzerine çıkarabiliyorum. Ancak bu süreçte 1950’lerin ürünlerinin ne kadar ağır olduğunu fark ettim; örneğin, bir torba patates, karnabaharlar ve konserve etler, modern gıdalara kıyasla oldukça hantal. Bu eski tip İngiliz ürünlerini, daireme taşırken kaslarımın ne kadar çalıştığını hissettim.Her gün adım sayımı yüzde 50 artırdım, normal bir günde 7 bin 500 adımı geçiyorum. Bu deneyim, 1950’lerde kadınların günümüzdeki kadınlara kıyasla üç kat daha fazla kalori yaktığını belirten eski bir araştırmayı hatırlatıyor. Araştırmaya göre, geleneksel ev işlerinden (çamaşır yıkama, ütüleme, alışveriş yapma gibi) dolayı, 1952’de ortalama bir kadın günde 1.818 kalori tüketirken, 1.512 kalori yakıyordu. Oysa günümüzde kadınlar ortalama 2.178 kalori tüketiyor ve günlük aktivitelerinden sadece 556 kalori yakabiliyorlar.‘ÇAMAŞIR TAHTASI KULLANMAK DÜŞÜNDÜĞÜM KADAR KOLAY OLMADI’Bu keşif, bana 1950’lerin ev hanımlarını da hatırlattı. O dönemde çamaşır makineleri henüz yaygın değildi; elle yıkama ve ütüleme gibi işler oldukça fazla fiziksel güç gerektiriyordu. Ben de bu iki hafta boyunca, eski alışkanlıkları taklit etmek amacıyla ‘yıkama günü’ uygulamaya başladım. Çamaşır makinelerinin 1947’de İngiltere’ye gelmiş olmasına rağmen, birçok evde 50’lerin sonuna kadar yoktu. Çamaşır tahtası kullanmak ise düşündüğüm kadar kolay olmadı; ıslak çarşaf takımlarının ağırlığına karşı koymak, oldukça zorlayıcıydı. Ayrıca, yağmurlu havada her şeyin içeride kurutulması gerektiği için dairemin her köşesi kumaşlarla doldu. Bu süreç, insanların neden eskiden kıyafetlerini üç, hatta dört kez giyip sonra yıkadıklarını anlamama yardımcı oldu.‘YEMEKLER BİRAZ ZORLADI’1950’lerde yemek, günümüzün sunduğu kolaylıklardan oldukça uzaktı: hazır yemekler, fast food zincirleri, paket servis hizmetleri yoktu (bazen balık ve patates kızartması hariç). Baharatlar, egzotik meyveler veya süper gıda kavramları da yoktu. Mesela babam, “Hiçbir zaman restorana gitmedik” diyor. O dönemde bir yemek planı yapıp, pazartesiden cumartesiye kadar aynı yemekleri yerdiniz. Pazar günü ise klasik bir rosto hazırlanırdı. Peki, bu sıkıcı mıydı, yoksa aslında bir düzenin parçası mıydı?Bu deneyim, özellikle mutfakta çok yetenekli olan ortağım Jeremy için oldukça heyecan verici bir meydan okuma oldu. Jeremy’nin Amerikalı olması, bir ek katman ekliyor; çünkü o, 1950'lerin Amerika’sının dev buzdolapları, büyük arabalar, banliyö evleri ve ilk fast foodlarıyla nasıl dönüştüğünü anlatırken büyük bir keyif alıyor. Oysa biz, hâlâ otobüslerle ve çeşitli yağlarla uğraşıyorduk (Jeremy’ye Amerikalıların bizden bile daha şişman olduğunu hatırlatarak bu başlangıç avantajının övünülecek bir şey olmadığını belirtiyorum).Tariflerimizi bulmak ise kolay olmadı: Konserve somon sandviçleri, buharlaştırılmış sütle yapılan konserve meyveler ve jambon salatası gibi klasik 1950’ler yemekleri araştırıyoruz. Jeremy bir kutu tütsülenmiş balık kızartıldığında ise adeta evden kaçtım. Ancak sonra, Jeremy, Büyükbaba Joe’nun Instagram hesabını keşfetti.Büyükbaba Joe, 91 yaşında ve eski bir askeri polis. 1950’lerin İngiliz yemeklerini, muhteşem Brummie aksanıyla, çoğu zaman kızı da yanındayken yorumluyor. Joe’nun en meşhur yemekleri arasında konserve dana eti haşlaması ve çeşitli yağlarla yapılan her türlü kızartma bulunuyor. Jeremy, ilk olarak Joe’nun tuzlanmış dana eti haşlamasını yapmaya karar veriyor. Bu tarif, patates ve soğanların bolca yağ ile başlatılması ve üzerine bolca karabiber eklenmesiyle hazırlanıyor. Başlangıçta burun kıvıran biri olarak, denemek istemiyorum ama sonunda bir çatal alıp tadıyorum ve oldukça lezzetli. Biraz tuzlu olsa da özellikle kahverengi sos ile harika bir tat alıyor. Bu haşlama birkaç gün boyunca yeterli oluyor.Diğer günlerde yemekler çok basit: Beyaz ekmek üzerinde peynirli sandviçler, salatalar ve pazar günleri yapılan klasik rosto dana eti. Patates ve lahana eşliğinde baharatlar olmadan yenen bu yemekler, herhangi bir süslemeye izin verilmeden hazırlanıyor. Cuma günleri ise, balık-patates kızartması, sanki Noel günüymüş gibi büyük bir keyifle tüketiliyor.GÜRÜLTÜLÜ VE AMANSIZ ÇEVRİMİÇİ DÜNYADAN UZAKLAŞMAK BANA BÜYÜK BİR ZEVK VERDİ’Boş zamanlarını 1950’lerde internetsiz geçiren babama, o dönemde neler yaptığını sorduğumda, “Evimizin bodrumunda, tahta levhalardan yapılmış bir masa tenisi masamız vardı. Çok güzel turnuvalar yapardık. Top genellikle de tuhaf yönlere uçardı” dedi. Bunun dışında, babamın ana eğlencesi radyoydu; “Odama çıkar, yatağa girer ve Journey Into Space ya da The Goons dinlerdim. Bir randevu gibiydi; hiçbir bölümünü kaçırmazdım” dedi.Birçok İngiliz ailesi gibi, babam ve büyükannem de televizyonlarını ancak Haziran 1953’teki taç giyme törenine yetiştirebildiler. Bugün televizyon izlemesem de yine de bir dizi izleyememek beni can sıkıcı bir şekilde rahatsız etti. Ancak e-postayı kullanmaya devam etme şartım vardı, çünkü yoksa işimi yapmam imkânsız olurdu. Bunun dışında, cep telefonumu, özellikle Google'ı, mümkün olduğunca sınırlı kullanmaya yemin ettim. Telefonumdan sıkça bir şeyler aradığımı, bu deneyim sırasında fark ettim. Hava ne kadar soğuk olacak? O dükkân saat kaçta açılıyor? O aktris daha önce nerelerdeydi? Gibi onlarca soru soruyormuşum…Bu süreçte büyük eğlencelerim olmadı. Genelde Jeremy ve ben mahallede, alacakaranlıkta yürüyüşler yaptık. Bu dönemde, metroda Londra’nın merkezine giderken yanımda götürdüğüm iki romanı bitirdim. En son ne zaman böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyorum, ancak bu iki hafta, bana, gürültülü ve amansız çevrimiçi dünyadan uzaklaşarak büyük bir zevk verdi.15 GÜNÜN ARDINDAN…1950'ler tarzı bir yaşamaya devam etseydim, kilo verme eğilimimin daha da devam edeceğinden şüphem yok. Bacaklarım ve kollarım, tüm taşıma, yıkama ve sürükleme işlerinden sonra kesinlikle daha güçlü hissediyor.Ayrıca fark ettiğim bir başka şey de daha iyi uyuyor olmam: Gece boyunca en az bir kez uyanıyorum. Bu, yatmadan önce ekranlardan uzak kalmam ve iyi bir kitabın uyku verici etkisiyle ilgili olabilir. Belki de en güzel şey, çevremdeki insanlara daha fazla değer vermem; yerel esnaf, yanımdan geçerken gülümsediğim komşular, barda oturan yerliler.Meğer başlarımızı öne eğip sürekli telefonlarımıza gömülerek dolaşırken, ne kadar zaman ve hayat kaybetmişiz… Kabul ediyorum, hayat 1950’lerde daha zordu ama en azından ebeveynlerimiz yanımızdaydı ve tadını çıkaracak kadar yakındılar.
Sonbahar mevsimiyle birlikte, ABD'de çocuklar arasında yürüyen zatürre vakalarında kayda değer bir artış gözlemleniyor. Benzer durum ülkemizde de yaşanıyor.Uzmanlar, bu artışın ‘Mycoplasma pneumoniae’ (zatürrenin yaygın bir nedeni) adlı bakteriden kaynaklandığını ve özellikle uzun süren öksürük şikâyetleri olan çocukları etkilediğini vurguluyor.ABD’de Vanderbilt Üniversitesi Tıp Merkezi’nde çocuk enfeksiyon hastalıkları uzmanı olan Dr. Buddy Creech, CNN’e yaptığı açıklamada “Yaz başından beri, zatürre hastası çocuklarda bu özel zatürre türüne yakalanmış gibi görünenlerin sayısındaki dikkat çekici artışı gözlemliyoruz” dedi.Dr. Creech, ağustos ayında Nashville bölgesindeki dört çocuk doktorunun kendisine ulaşarak yaz aylarında neden bu kadar çok çocuğun öksürdüğünü sorduğunu belirtti. Bu doktorlar, zatürre için kullandıkları ‘amoksisilinin’ de (göğüs enfeksiyonları (zatürre dahil) ve diş apseleri gibi bakteriyel enfeksiyonları tedavi etmek için kullanılır) bu vakalarda işe yaramadığını düşünüyor.CDC UYARDI: OKUL ÖNCESİ ÇAĞINDAKİ ÇOCUKLARDA ARTIŞ GÖRÜLÜYORABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) ise geçtiğimiz hafta ebeveynleri ve doktorları uyarmak amacıyla yayımladığı bültende, zatürre vakalarının bu yıl özellikle okul öncesi çağındaki çocuklarda artış gösterdiğini bildirdi.CDC’nin verilerine göre, acil serviste zatürre nedeniyle görülen ve Mycoplasma için pozitif çıkan 2 ila 4 yaş arası çocuk sayısı nisan ayında yüzde 1 iken, akim ayı başında yüzde 7,2’ye yükseldi. Daha büyük çocuklarda ise teşhis oranları aynı dönem içinde yüzde 3,6’dan yüzde 7,4’e çıktı.ÜLKEMİZDE DE ACİL SERVİSLERE BAŞVURULAR ARTIYORKonuyu Çocuk Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Sedat Öktem’e danıştığımda vakaların ülkemizde de artış gösterdiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Öktem, “Ülkemizde şu an için istatistiki bir veri olmamakla beraber benzer şekilde bu vakalarda artış olduğunu gözlemliyoruz. Yaz aylarında solunum enfeksiyonlarında belirgin azalmalar görürdük. Ancak bu yaz bu vakalar nedeniyle poliklinik ve acil servislere başvurular arttı. Ayrıca bu vakalar nedeniyle yaz aylarında bile hastane yatışlarının arttığını gözlemledik” ifadelerini kullandı.YÜRÜYEN ZATÜRRENİN FARKI NEDİR?Zatürreye sebep olan çok sayıda virüs ve bakteri olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sedat Öktem, “Bazı bakteriler ile oluşan zatürrelerde çok yüksek ateş, hızlı nefes alma, solunum sıkıntısı, oksijen seviyesinde düşme, beslenememe, sıvı kaybı gibi bulgular olabiliyor ve evde ya da hastanede yatarak tedavi gerektirebiliyor” dedi.“Bazı virüs ve bakterilerin yaptığı zatürreler ise daha hafif seyrediyor ve ayakta bu hastalık atlatılıyor” diyen Prof. Dr. Öktem, “Mycoplasma Pnömoni’nin neden olduğu zatürrelerde çoğunlukla hafif seyrediyor. Bu nedenle bu mikrobun yaptığı zatürre çoğunlukla ayakta atlatıldığı için Amerika’da walking Pneumonia (yürüyen zatürre) tabiri kullanılıyor” ifadelerini kullandı.BU BELİRTİLERE DİKKAT!Hastalığın belirtilerine de değinen Prof. Dr. Sedat Öktem, “Çoğunlukla; öksürük, baş ağrısı, halsizlik, ateş gibi belirtiler gösteriyor. Küçük çocuklarda ayrıca ishal ve kusma da görülebilir. Ateş olmadan burun akıntısı, şiddeti giderek artan ve haftalarca süren öksürük, astım ataklarının ortaya çıkması ve hışıltının eşlik ettiği çocuklarda özellikle Mycoplasma pnömoninin neden olduğu yürüyen zatürre akla gelmelidir” şeklinde konuştu.YÜRÜYEN ZATÜRREDEN KORUNMAK İÇİN NELERE DİKKAT EDİLMELİ?Hastalıktan korunmak için dikkat edilecek hususlar konusunda da uyaran Prof. Dr. Öktem, “Öksürme ve hapşırmalar sırasında ağız ve burun kapatılması ve ellerin sık yıkanması ile hastalığın bulaşması azaltılabilir. Ayrıca sınıfların havalandırılması havada bulunan mikropların sayısının azaltılmasına ve mikrobun bulaşma olasılığının azalmasına yol açabilir. Bu nedenle soğuk havalarda bile çocukların tenefüse çıkması ve sınıfların havalandırılması çok önemli” dedi.NASIL BİR TEDAVİ YÖNTEMİ UYGULANIYOR?“Üst solunum yolu enfeksiyonu özel bir tedavi gerektirmeden iyileşebiliyor. Ancak zatürre gelişmesi durumunda mutlaka antibiyotik ile tedavi edilmeli” diyen Prof. Dr. Sedat Öktem, “Astım ataklarını tetiklemesi durumunda havayolundan buhar tedavileri gerekebilir. Hafif zatürre bulguları olanlarda ayaktan şurup ya da haplarla tedavi edilirken; oksijen değeri düşük olan, solunum sıkıntısı, hızlı nefes alma, beslenememe sorunları olan çocuklar hastaneye yatırılarak tedavi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Hafta sonundan itibaren yurdun büyük bir bölümünde yüksek basıncın etkisi hissediliyor. Uzmanlar, özellikle İstanbul dahil birçok şehrin yağışsız bir dönem geçireceğine işaret ediyor. Öte yandan, Rusya’dan gelen soğuk hava akımları da Türkiye’ye doğru ilerliyor. Bu durum soğuk severler için sevindirici bir gelişme olsa da bu hava değişimlerinin genel hava durumunu nasıl etkileyeceği de merak ediliyor. Konuyu İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Meteoroloji Mühendisi Dr. Güven Özdemir’e danıştığımda, son günlerde Polonya merkezli ‘Azor Yüksek Basıncı’nın, Avrupa’nın büyük bir kısmını etkilediğine dikkat çekti. ‘GECE İLE GÜNDÜZ ARASINDAKİ SICAKLIK FARKININ BELİRGİNLEŞMESİNE YOL AÇIYOR’Bu yüksek basınç sisteminin bir ucunun İskandinav ülkelerine, diğer ucunun ise ülkemize kadar uzandığını söyleyen Dr. Özdemir, şu bilgileri paylaştı:“Azor Yüksek Basıncı’nın, Belarus ve Ukrayna üzerinden taşıdığı soğuk ve kuru hava kütlesi, özellikle Yıldız ve Poyraz rüzgârlarıyla Avrupa’ya yayılmakta. Yüksek basınç alanlarında genellikle açık, bulutsuz ya da çok az bulutlu bir gökyüzü hakimdir. Gündüz, güneşin doğuşuyla birlikte kara yüzeyleri güneş radyasyonunu emer ve bu bölgelerde yere yakın hava sıcaklıkları artar. Güneş batarken, gökyüzü açık gecelerde kara yüzeyleri aldıkları radyasyonu hızla geri verir ve ısı kaybı yaşanır. Bu da gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkının belirginleşmesine yol açar.” BU HAFTA KARADENİZ’E KAR GELİYOR, KASIM ORTASINDAN SONRA DA YAĞIŞLARIN YURDUN GENELİNE YAYILMASI BEKLENİYORBu hafta sonuna kadar ise Karadeniz’in tamamında, özellikle Sinop, Kastamonu, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin’in yüksek yayla kesimlerinde yoğun kar yağışı beklentisi olduğunun altını çizen Dr. Güven Özdemir, “Hava sıcaklıkları mevsim normallerinin altında seyrediyor. Yağışlı havalar ve kar yağışı da merakla bekleniyor. Ancak şu ana kadar yağışlı sistemler ülkemize uğramadı ya da sadece günübirlik etkili oldu. Bu da genellikle Karadeniz sahil bandında görüldü. Fakat Azor Yüksek Basıncı’nın etkisini kaybetmesi ve yerini yağışlı sistemlere bırakması, kasım ayının ikinci yarısında etkili olacak gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.‘POLAR VORTEX OLARAK BİLİNEN SİSTEMİN ZAYIFLAMASI, KIŞIN SOĞUK VE KARLI GEÇMESİNE YOL AÇACAK’Kış mevsiminde nasıl bir hava beklendiğine de değinen Dr. Güven Özdemir, “Kutup girdabı (Polar vortex) olarak bilinen sistemin zayıflaması, kışın soğuk ve karlı geçmesine yol açacaktır. Kutupsal jet akımının hızının azalması, yani bu akımın bozulması, kutup bölgelerindeki soğuk havanın güneye, yani bölgemize inmesine neden olacak. Özetle bu yıl kış mevsiminin Doğu Avrupa ve ülkemizde, eski yıllardaki gibi olmasa da soğuk, yağışlı ve karlı geçme olasılığı yüksek görünüyor” dedi.
İnternet ve mobil uygulamalar aracılığıyla yapılan işlemler, hayatımızı kolaylaştırsa da dolandırıcılık gibi olumsuz durumlarla karşılaşma olasılığını artırıyor. Özellikle son yıllarda sosyal medya platformları ve çevrimiçi bahis siteleri, suçlular için cazip hedefler haline geldi. Bu bağlamda, kullanıcıların dikkatli olması ve dijital ortamda güvenliğini sağlamak için gereken önlemleri alması her zamankinden daha önemli…Geçtiğimiz günlerde İzmir’in Menderes ilçesinde yaşanan bir olay ise bu konuyu bir kez daha akıllara getirdi. Özkan Aydik adlı bir vatandaş, doğalgaz faturasını ödemek için uygulamaya girdiğinde, hesabında tam olarak 23 milyon 16 bin 393 Türk Lirası bulunduğunu fark etti. Bu duruma şaşıran Aydik, durumu bankanın müşteri hizmetlerine bildirdi. Ancak kendisine paranın kaynağı hakkında bilgi verilmedi. Aydik de hemen banka şubesine giderek fazla parayı iade etti ve paranın nereden geldiğine dair bir açıklama alamadı. Özkan Aydik, İHA’ya yaptığı açıklamada, “Bu para nereden geldi, ben parayı iade ettim ama para nereye gitti; onu öğrenmek istiyorum. Banka yetkilileri, paranın geldiği ve gittiği yeri kural gereği söyleyemediklerini bildirdi” şeklinde konuştu.Peki bir kişinin hesabına haberi olmadan gelen para, tehlikeli sonuçlar ortaya çıkarabilir mi? Eğer kişi, hesabına geçen parayı harcarsa nelerle karşılaşabilir? Konuyu Avukat Ceren Küpeli ve Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Anabilim Dalı Başkanı ve Bilişim Teknolojileri Uzmanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık ile mercek altına aldık.‘KAYNAĞI BİLİNMEYEN PARALAR BİRÇOK FARKLI ŞEKİLDE SUÇ İLE İLİŞKİLİ OLABİLİR’ Ceren Küpeli, “Özellikle dolandırıcılık suçunda, suç faillerinin suça konu ürünü satarlarken alıcı hesap sahibi olarak genellikle masum kişilerin hesaplarını kullandıklarını ve böylelikle izlerini gizlediklerini görüyoruz. Dolayısıyla, hesabınıza gelen para herhangi bir suçun geliri olabilir. Eğer parayı iade etmekten imtina ederseniz ve harcarsanız kendinizi örgütlü bir suçun ‘parayı tutan ya da işleme alan’ müşterek faillerinden biri olarak bulabilirsiniz” dedi. “Önemle belirtmeliyim ki, paranın gönderildiği ‘hedef hesap’ doğrudan suç soruşturmasında sorgulanan ana faillerden biri olarak kabul edilir” diyen Küpeli, “İade etmediğiniz paraya ilişkin olarak, kendinizi kaynağını bilmediğiniz para hesabınıza gönderildiğinde, neden iade etmediğinizi kanıtlamak zorunda bulacaksınızdır” ifadelerini kullandı.‘BANKANIN, BU PARA TRANSFERİNİN NEREDEN GELDİĞİNİ AÇIKLAMASI GEREKİYOR’Prof. Dr. Ali Murat Kırık ise “Eğer banka bu durumu düzgün yönetmezse veya para transferi bir hata sonucunda yapılmışsa bile, kişi uzun süren incelemelere ve hatta olası dava süreçlerine maruz kalabilir. Bu noktada bankanın, bu para transferinin nereden geldiğini açıklaması ve hesap sahibini de bilgilendirmesi büyük önem taşıyor. Aksi takdirde, kişi istemeden de olsa yasal bir karmaşanın içine çekilebilir” ifadelerini kullandı.‘PARANIN HESAPTA KALMA SÜRESİ DE ÖNEMLİ BİR RİSK FAKTÖRÜ’Gelen paranın hesapta kalma süresinin de önemli bir risk faktörü olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Hesap sahibi, paranın kendisine ait olmadığını fark etmeyip bu meblağın birkaç gün ya da bir hafta gibi bir süre boyunca hesabında kalmasına izin verdiğinde, dolandırıcılık ya da kara para aklama gibi yasa dışı işlemlerin bir parçası olarak değerlendirilme riski doğabilir. Bu nedenle bir hesaba habersiz gelen paranın fark edilmesi halinde, en kısa sürede bankaya bilgi vermek ve paranın kaynağının araştırılmasını talep etmek en sağlıklı yol” dedi. ‘EN YAKIN ARKADAŞINIZA BİLE PARA GÖNDERİRKEN AÇIKLAMA KISMINA NE PARASI OLDUĞU YAZILMALI’Para gönderirken açıklama kısmının boş bırakılmaması gerektiğinin de çok önemli olduğunu vurgulayan Ceren Küpeli, “Geçmiş dönemlerde çok büyük sorunlar yaratmayan açıklamasız para gönderimi, günümüzde büyük bir öneme haiz oldu. Bu nedenle en yakın arkadaşınıza bile para gönderirken açıklama kısmına ne parası olduğu mutlaka yazılmalı…” uyarısında bulundu.“BANKA HESABINIZI KİRALAYIN, BİNLERCE LİRA KAZANIN” MESAJLARINA İNANMAYIN!Son dönemde “Banka hesabınızı kiralayın, binlerce lira kazanın” mesajları da çoğaldı. Peki, insanlar bu duruma nasıl kanıyorlar? Dolandırıcılar nasıl bir ikna yöntemi izliyor? “Bu süreçte genellikle güven telkin eden ve acil bir ihtiyaç algısı yaratan bir dil kullanılıyor” diyen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “‘Ek gelir’, ‘risk yok’, ‘güvenli’ gibi ifadelerle süslenmiş mesajlar, özellikle maddi sıkıntılar yaşayan veya hızlı kazanç arayan kişileri hedef alıyor. Dolandırıcılar, hesap sahiplerine birkaç günlüğüne hesaplarının kullanılacağını ve sonrasında ciddi miktarlarda bir ödeme yapılacağını vadederek masum insanları dolandırma planlarının bir parçası haline getirebiliyor. Böyle cazip görünen teklifler karşısında dikkatli olmak ve hiçbir koşulda banka hesap bilgilerini başkalarıyla paylaşmamak büyük önem taşıyor” ifadelerini kullandı.IBAN DOLANDIRICILIĞI DA ARTIYOR! BURADAKİ EN BÜYÜK RİSK İSE PARANIN GERİ ALINMASININ ÇOK ZOR OLMASIBanka hesap kiralama dışında IBAN dolandırıcılığı da son dönemde sıklıkla gözleniyor. Burada dolandırıcılar nasıl bir yöntem izliyor?Dolandırıcıların burada genellikle sahte satış ilanları veya sahte yardım kampanyaları gibi çeşitli yöntemler kullanarak kurbanlarını tuzağa düşürdüğünün altını çizen. Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Örneğin, sosyal medya veya alışveriş sitelerinde cazip fiyatlarla ürünler sunarak ya da acil durumlar için yardım talep ettiklerini belirterek insanların dikkatini çekiyorlar. Kurbanlarıyla iletişime geçtikten sonra, parayı kendi IBAN numaralarına veya başka bir dolandırıcılık ağında kullanılan sahte bir hesaba yönlendirmelerini istiyorlar. Bu işlem sırasında hızlı davranmayı teşvik eden, aciliyet algısı yaratan ifadelerle baskı kurarak kişileri ikna ediyorlar” dedi.“IBAN dolandırıcılığında en büyük risk, gönderilen paranın geri alınmasının oldukça zor olması” diyen Prof. Dr. Kırık, “Dolandırıcılar, parayı aldıktan sonra genellikle izlerini kaybettirmek için parayı hızla başka hesaplara aktarıyorlar veya kripto para gibi takibi zor yöntemlere çeviriyorlar. Mağdur, durumu fark ettiğinde para çoktan başka hesaplara aktarılmış olabiliyor ve geri alınması imkânsız hale geliyor” ifadelerini kullandı.
Antik metinlerin ve arkeolojik buluntuların incelenmesi, tarihsel olayların ve mitolojik anlatıların derinlemesine anlaşılmasına olanak tanıyor. Özellikle Mezopotamya bölgesinde yapılan çalışmalar, Nuh’un Gemisi gibi evrensel hikâyelerin, farklı kültürlerde nasıl yeniden şekillendiğini gözler önüne seriyor. Bu bağlamda, eski Babil tabletleri gibi eserler, yalnızca tarihî veriler sunmakla kalmayıp, aynı zamanda bu tür hikâyelerin insanlık tarihinde nasıl köklendiğini ve zamanla nasıl evrildiğini de gösteriyor. Bu doğrultuda, Londra’da bulunan British Museum’da yapılan araştırmalar, antik bir Babil haritasında Nuh’un Gemisi’nin izlerine ulaşarak ilgi çekici sonuçlar elde etti.3 BİN YIL ÖNCESİNE AİT KİL TABLETTEKİ SIRBilim insanları, yaklaşık 3 bin yıl öncesine ait bir kil tablet üzerindeki dünyanın en eski haritasını çözerek, bu haritada ‘Nuh’un Gemisi’nin de yer aldığını ortaya çıkardı. Bu tablet, Babil dönemine ait ‘Imago Mundi’ olarak bilinen bir eser olup, dünyanın yaratılışını betimleyen ve kama biçimli semboller kullanan dairesel bir diyagram içeriyor.British Museum’daki araştırmacılar, tabletin antik dildeki İncil referansını keşfettikleri bilgileri geçen ay kamuoyuna açıkladılar. Tabletin arka yüzü, bir yolcunun yolculuğu sırasında karşılaşacağı şeyleri tarif eden talimatlar içeriyor. Bu talimatlardan birinde, ‘parsiktu kadar kalın bir şeyi görmek için yedi fersah yol kat etmesi gerektiği’ ifade ediliyor. ‘Parsiktu’ terimi, Büyük Tufan'dan kurtulmak için gereken teknenin büyüklüğünü açıklamak amacıyla başka antik Babil tabletlerinde de kullanıldı.IMAGO MUNDİ, ASTRONOMİK OLAYLAR VE GELECEKLE İLGİLİ KEHANETLER SUNUYORImago Mundi, 1882 yılında günümüz Irak’ında bulunmasından bu yana araştırmacıları etkilemeye devam ediyor. Çivi yazısıyla yazılmış bu antik metin, yalnızca Babilliler tarafından kullanılmış olup, o dönemde bilinen dünyanın tamamını kapsayan bir harita… Ayrıca astronomik olaylar ve gelecekle ilgili kehanetler de sunuyor. Haritanın alt orta kısmında, dünyayı çevrelediğine inanılan ‘Acı Nehir’i temsil eden bir daire ile çevrili Mezopotamya yer alıyor. Tablet zamanla hasar görmüş olsa da araştırmacılar, tabletin arkasındaki açıklamalarla uyuşan dağları simgeleyen sekiz üçgenin varlığını tespit ettiler. British Museum küratörü Dr. Irving Finkel bir YouTube videosunda, “Örneğin dördüncü sayı, 'Dördüncüye kadar yedi fersah yol kat etmeniz gerekir' diyor” ifadelerini kullandı. Yolcunun, sonunda dev bir gemiye nasıl rastlayacağı da detaylı bir şekilde anlatılıyor.Dr. Finkel, bu 'parsiktu' ölçümünün bir Asur bilimcisi için ilginç olduğunu, çünkü bu tür bir bilginin yalnızca bir kez çivi yazılı tabletlerde bulunduğunu belirtti. Dr. Finkel, “Bu, teorik olarak Nuh'un Babil versiyonuna göre inşa edilen geminin tasviri” ifadelerini kullandı.Babil versiyonundaki hikâyede, Tanrı Ea’nın (Enki) tüm insanlığı yok eden bir tufan gönderdiği, Utnapiştim ve ailesinin Tanrının emriyle bir gemi inşa edip içini hayvanlarla doldurduğu anlatılıyor. Dr. Finkel, “Bu anlatıda ayrıntılar yer alıyor; Tanrı, 'Bunu yapmalısın' diyor ve Babil Nuh'u, 'Bunu yaptım!' diye yanıt veriyor" şeklinde konuştu.AĞRI DAĞI’NIN ZİRVESİNİN, NUH'UN GEMİSİNİN ŞEKLİ VE BOYUTLARIYLA ÖRTÜŞTÜĞÜ İFADE EDİLİYORGılgamış Tufanı hikâyesi, yaklaşık 3 bin yıl öncesine ait kil tabletlerde yer alıyor ve İncil'deki Tufan ise yaklaşık 5 bin yıl öncesine dayanıyor. Dr. Finkel, Urartu’ya giden yolu kat eden herhangi birinin teorik olarak dağda geminin ahşap kalıntılarını görebileceğini açıkladı.İncil'de geminin, yaşamayan tüm canlıları ve dünyayı sular altında bırakan 150 günlük bir sel felaketinin ardından Türkiye’deki ‘Ağrı Dağı’na yerleştiği belirtiliyor. Ağrı’nın zirvesinin, Nuh'un gemisinin şekli ve boyutlarıyla örtüştüğü ifade ediliyor.GEMİNİN ÖLÇÜLERİ DE BELLİ OLDUGeminin ölçüleri ise ‘300 arşın, 50 arşın, 30 arşın’ olarak tanımlanıyor; bu da geminin yaklaşık 155 metre uzunluğunda, 26 metre genişliğinde ve 16 metre yüksekliğinde olduğu anlamına geliyor. Geminin Ağrı Dağı’nda karaya oturduğu iddiası hâlâ bilim dünyasında tartışılıyor.Bazı bilim insanları bu oluşumun doğa tarafından meydana geldiğini öne sürüyor, bazıları ise bunun yüce bir güçten kaynaklandığını savunuyor.İstanbul Teknik Üniversitesi öncülüğündeki uzmanlardan oluşan bir ekip, yıllardır dağda kazı çalışmaları yürütüyor. Bu çalışmalar sonucunda bilim insanları, 2023 yılında 3 bin ila 5 bin yıl öncesine ait insan varlığını gösteren kil, deniz materyalleri ve deniz ürünleri bulduklarını açıkladılar. Ancak Sidney Üniversitesi’nde görevli olan Dr. Andrew Snelling, daha önce Ağrı Dağı’nın geminin yeri olamayacağını, çünkü dağın sel suları çekildikten sonra oluştuğunu savunuyor.Tarihsel bir olay olarak kabul edilmesine rağmen, çoğu bilim insanı ve arkeolog, Nuh’un Gemisi hikâyesinin kelimesi kelimesine yorumlanmasına inanmadıklarını dile getiriyor. Bu durum, antik metinlerin ve mitolojik ögelerin tarih boyunca nasıl yorumlandığına dair tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Soğuk algınlığı, genellikle burun, boğaz, sinüsler ve üst solunum yollarında görülen hafif bir viral enfeksiyon olarak biliniyor. Enfeksiyon genellikle bir veya iki hafta içinde kendiliğinden geçiyor ve çoğu durumda doktora görünmeye bile gerek kalmıyor.Ancak, şiddetli belirtiler de yaşanabiliyor. Örneğin; boğaz ağrısı, burun tıkanıklığı, hapşırma ve öksürük gibi… Nadir de olsa yüksek ateş, baş ağrısı, kulak ağrısı, kas ağrıları ve koku kaybı gibi durumlar da meydana gelebiliyor.Soğuk algınlığının belirtileri genellikle enfeksiyondan birkaç gün sonra ortaya çıkıyor ve en kötü dönem ilk üç günde yaşanıyor. Birleşik Krallık merkezli bir eczane ve perakende zinciri olan Boots'ta eczacı olan Lesley White, Metro.co.uk’a soğuk algınlığından kurtulmanıza yardımcı olacak 6 ipucuna dikkat çekti.1- BOL SIVI TÜKETİNSoğuk algınlığı sırasında terleme ve burun akıntısı ile önemli miktarda sıvı kaybedebilirsiniz. Bu nedenle, su, çay ve sebze suyu gibi sıvıları düzenli olarak tüketmek çok önemli. Yeterli sıvı alımı, vücudun bağışıklık sisteminin daha etkili çalışmasına yardımcı olur. Ayrıca, sıvı alımının artırılması burun tıkanıklığını azaltabilir ve mukusun incelmesine katkıda bulunur. Susuz kalmamak, iyileşme sürecinizi hızlandırır.2- SAĞLIKLI BESLENİNBol miktarda taze meyve ve sebze içeren dengeli bir diyet, vücudunuzun gerekli vitamin ve mineralleri almasına yardımcı olur. Özellikle C vitamini içeren portakal, mandalina ve yeşil sebzeler bağışıklık sisteminizi destekleyebilir. İştahsızlık hissi soğuk algınlığı sırasında yaygın bir durumdur; ancak, yeterli besin alımını sağlamaya çalışmalısınız. İsterseniz, hafif çorbalar veya smoothie’ler gibi kolay tüketilebilecek seçeneklere yönelebilirsiniz.3- DIŞARI ÇIKMAYI DENEYİNTemiz hava almak, boğazınızın ve burun yollarınızın açılmasına yardımcı olabilir. Hafif egzersiz yapmak, kan dolaşımını artırarak bağışıklık sistemini güçlendirebilir. Ancak aşırıya kaçmamak ve vücudunuzun ihtiyaçlarına dikkat etmek önemlidir. Eğer kendinizi yorgun hissediyorsanız, dinlenmek en iyi seçenek olabilir.4- ALKOLDEN VE SİGARADAN UZAK DURUNAlkol ve sigara, bağışıklık sistemini zayıflatabilir ve iyileşme sürecini uzatabilir. Alkol, vücudun su kaybını artırarak susuz kalmanıza neden olabilir. Sigara ise solunum yollarınızı tahriş eder ve mevcut semptomlarınızı kötüleştirebilir. Bu nedenle, hasta olduğunuzda bu maddelerden uzak durmanız önerilir.5- BUHAR SOLUYUNBuhar, burun yollarını açarak nefes almayı kolaylaştırabilir. Ilık bir duş almak ya da sıcak su dolu bir kâsenin üzerinde buhar solumak, burun kanallarınızın nemli kalmasına yardımcı olur. Bu uygulama, mukusun daha kolay atılmasını sağlar ve sinüslerdeki basıncı azaltabilir. Eğer buhar tedavisini tercih ederseniz, dikkatli olun ve suyun sıcaklığını kontrol edin.6- İLAÇLARI DEĞERLENDİRİNSoğuk algınlığı semptomlarını hafifletmek için eczacınıza danışarak uygun ilaçları öğrenebilirsiniz. Ayrıca, soğuk algınlığı ve grip için özel olarak formüle edilmiş ‘hepsi bir arada’ ilaçlar, boğaz ağrısı, öksürük ve burun tıkanıklığı gibi diğer semptomları da azaltabilir. Ancak, bu ilaçları kullanmadan önce mutlaka bir uzmana danışmalısınız.
Dijital teknolojilerin hızla gelişmesi, özellikle yapay zeka ve derin öğrenme alanında önemli yeniliklere yol açtı. Bu gelişmeler, iletişimden eğlenceye kadar birçok sektörde dönüşüme neden olurken, aynı zamanda etik ve toplumsal sorunları da beraberinde getiriyor.Örneğin son yıllarda ses ve görüntü manipülasyonu gibi yöntemlerin kötüye kullanımı ciddi bir tehdit haline geldi. Artık herkes, rızası dışında bu tür içeriklerle hedef alınabiliyor ve özellikle deepfake teknolojisi bu noktada ön plana çıkıyor. Kadınlar ve çocuklar, bu teknolojinin en savunmasız hedefleri arasında yer alıyor.İNTERNETTE ÇIPLAK FOTOĞRAFLARIN GÖRDÜ, BUNU YAPANIN EN YAKIN ARKADAŞI OLDUĞUNU ÖĞRENİNCE DEHŞETE KAPILDIAvustralya’da yaşan Hannah Grundy ise deepfake mağduru olan kadınlardan sadece biri… Kendisine ait pornografik görüntülerin bir internet sitesinde paylaşıldığını öğrenince büyük bir şok yaşadı. İlk başta bunu bir dolandırıcılık olarak değerlendiren Grundy, daha sonra içeriklerin kendi kimliğiyle ilgili olduğunu görünce dehşete kapıldı. Avustralyalı bir özel dedektifin bulduğu sitenin arka planında, saldırganın yakın bir arkadaşı olduğu ortaya çıktı.Grundy'nin partneri Kris Ventura, sitenin detaylarını incelediğinde, başka kadınlara ait fotoğrafların yanı sıra, Grundy'nin özel sosyal medya hesaplarından alınan görüntülerin de yer aldığını fark etti. İkili, uzun yıllardır yakın arkadaşları olan Andrew Hayler'in saldırgan olduğunu öğrendi. Hayler, Grundy ve Ventura'nın hayatında önemli bir yer tutan isimdi ve yıllardır birlikte vakit geçiriyorlardı.Polis, Hayler'ı tutuklayarak, evinde başka kadınlara ait fotoğrafların bulunduğu USB'ler ele geçirdi. Yargıç Jane Culver, Hayler'i dokuz yıl hapse mahkûm ederken, bu olayın teknolojinin kötüye kullanılmasının tehlikelerini gözler önüne serdiğini vurguladı. Grundy ise, bu deneyimin hayatında kalıcı yaralar açtığını ifade etti.Ancak tehlike daha da büyüyor! Çünkü çevrimiçi sohbet robotları, artık insanların çıplak fotoğraflarını üretebiliyor. Bu durum, deepfake’lerin ‘çok korkunç bir senaryo’ yaratacağı endişesi taşıyan uzmanları rahatsız ediyor.AYDA YAKLAŞIK 4 MİLYON KULLANIC DEEPFAKE YETENEKLERİNDEN YARARLANIYOR!Bilim, kültür ve toplumsal değişim üzerine yazılar yayımlayan bir dergi olan Wired’ın Telegram üzerinde yaptığı araştırmaya göre, sadece birkaç tıklamayla insanların açık fotoğraflarını veya videolarını oluşturan birçok yapay zeka destekli sohbet robotu tespit edildi.Derginin paylaştığı verilere göre ayda yaklaşık 4 milyon kullanıcı, bu tür robotların deepfake yeteneklerinden yararlanıyor. Deepfake uzmanı Henry Ajder, dört yıl önce Telegram’daki açık sohbet robotlarının yeraltı dünyasını keşfeden ilk kişilerden biri olarak, bu tür içerikleri aktif olarak kullanan ve oluşturan kişilerin sayısında önemli bir artış yaşandığını belirtti.Ajder Daily Mail’e yaptığı açıklamada, “Bu araçlar, genç kızlar ve kadınlar için hayatları mahveden çok korkunç senaryolar yaratabiliyor” ifadelerini kullandı. Wired’ın konuyla ilgili iletişime geçtiği Telegram, yorum yapmayı reddetti, ancak botlar ve ilişkili kanallar aniden ortadan kayboldu; yaratıcılarsa ertesi gün “başka bir bot yapma” sözü verdiler.Wired'a göre, yapay zeka teknolojisindeki gelişmelerin yanı sıra deepfake sitelerinde de ciddi bir artış görülüyor. Ancak bu siteler yasa koyucular tarafından yoğun bir incelemeye tabi tutuluyor. Örneğin ağustos ayında San Francisco savcılığı, bir düzineden fazla web sitesine dava açtı. Ayrıca yakın zamanda yapılan bir ankette, ABD’li öğrencilerin yüzde 40’ının okullarında deepfake’lerin dolaştığını bildirdiği ortaya çıktı.ÜNLÜ İSİMLER DE HEDEF ALINIYORÜnlüler de pornografik deepfake’lerden etkilenenler arasında yer alıyor. Birkaç ay önce sosyal medya platformu X, Taylor Swift’in yapay zeka tarafından üretilen sahte pornografi görüntülerinin viral hale gelmesinin ardından ünlü şarkıcının adının aranmasını geçici olarak engellemişti.Swift'in yayımlanan sahte fotoğrafı, hesap askıya alınmadan önce 47 milyon kez tıklandı. X’in güvenlik ekibi müdahale etmeden önce bu görüntülü içerik on binlerce kez de paylaşıldı. Sosyal medya yönetiminden yapılan açıklamada, “Bu tür içeriklere karşı sıfır tolerans politikamız var. Ekiplerimiz tespit edilen tüm görüntüleri aktif bir şekilde kaldırıyor ve bunları yayınlamaktan sorumlu hesaplara karşı yasal önlemler alıyor” denildi.ÜLKEMİZDE DE BU SORUN GİDEREK ARTIYOR!Benzer problemlerin ülkemizde de olduğunu söyleyen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Anabilim Dalı Başkanı ve Bilişim Teknolojileri Uzmanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Ülkemizde de bu sorun giderek artıyor ve kadınların dijital dünyadaki güvenliğini tehlikeye atan bir araç haline geliyor. Dünya genelinde ise deepfake kullanımı büyük bir hızla yayılıyor ve özellikle sosyal medya platformlarında karşılaşılan bir sorun haline gelmiş durumda” ifadelerini kullandı.Bu teknolojinin yayılmasının sadece bireylerin mahremiyetini değil, aynı zamanda toplumsal güvenliği de tehdit ettiğine dikkat çeken Kırık, “Özellikle çocukları ve kadınları hedef alan bu tür içeriklere karşı uluslararası düzeyde farkındalık artmış olsa da yeterli önlemler alınmış değil. Bu soruna karşı daha kapsamlı yasal düzenlemelere ve teknolojik çözümlere ihtiyaç var” şeklinde konuştu.TELEGRAM, GİZLİLİK VE ANONİMLİK ÖZELLİKLERİYLE İÇERİKLERİN YAYILMASINA ELVERİŞLİTelegram’ın zayıf içerik moderasyonu nedeniyle sıkça eleştirildiğinin altını çizen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Bu platform, kullanıcılarına gizlilik ve anonimlik vaat etse de kötü niyetli kişilerin bu avantajları suistimal ederek rıza dışı içerikler paylaşmasına olanak tanıyor. Özellikle deepfake botları gibi zararlı araçlar hızla yayılabiliyor ve mağdurların bu içeriklerle baş etmesi oldukça zor hale geliyor. Denetim mekanizmalarının yetersiz kalması, bu sorunun büyümesine katkı sağlıyor” dedi. Kırık, şöyle devam etti:“Bu konuda acil olarak yapılması gereken şey, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde daha katı düzenlemeler ve denetim mekanizmalarının oluşturulması. Telegram ve benzeri platformların içerik moderasyonuna dair daha sıkı önlemler alması, kullanıcıların güvenliğini koruma açısından önemli bir adım olacaktır. Ayrıca, yapay zeka tabanlı moderasyon sistemlerinin geliştirilmesi ve kullanıcıların şikayetlerinin daha hızlı bir şekilde işleme alınması gibi önlemler de hayata geçirilmeli. Hükümetlerin ve ilgili kuruluşların iş birliği içinde çalışarak, bu tür platformların zararlı içeriklere karşı daha etkin bir mücadele yürütmesi gerekiyor.”DEEPFAKE’TEN KORUNMAK MÜMKÜN MÜ? NELERE DİKKAT EDİLMELİ?“Öncelikle, sosyal medya platformlarında paylaşılan kişisel bilgilerin ve görsellerin gizlilik ayarlarına dikkat edilmesi gerekiyor” diyen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Fotoğraf ve video gibi kişisel içeriklerin mümkün olduğunca sınırlı paylaşılması, bu içeriklerin kötü niyetli kişiler tarafından kullanılmasını zorlaştırabilir. Ayrıca, internet üzerinde paylaşılan görsellerin düşük çözünürlüklü olması, deepfake oluşturulmasını daha da zorlaştırabilir” dedi.Bireylerin bir diğer önemli adımı ise şüpheli içeriklere karşı farkındalık geliştirmek olduğunu vurgulayan Kırık, “Eğer çevrenizde sizin ya da tanıdıklarınızın görüntülerinin uygunsuz şekilde kullanıldığına dair bir içerik görürseniz, bu durumu hemen ilgili platforma rapor etmelisiniz. Ayrıca, güçlü şifreler kullanmak, hesap güvenliğini artırmak ve çift faktörlü kimlik doğrulama gibi yöntemleri tercih etmek, çevrim içi hesapların ele geçirilme riskini azaltacaktır. Unutmamak gerekir ki, deepfake teknolojisine karşı bireysel farkındalık ve güvenlik önlemleri, bu tür saldırılardan korunmanın ilk adımıdır” ifadelerini kullandı.DEEPFAKE, CİNSEL İÇERİKLER DIŞINDA BAŞKA HANGİ RİSKLERİ TAŞIYOR?Prof. Dr. Ali Murat Kırık Deepfake teknolojisi, cinsel içeriklerin ötesinde birçok farklı risk taşıyor ve bu riskler yalnızca bireysel değil, toplumsal güvenliği de tehdit ediyor” dedi ve şu önemli bilgilerin altını çizdi:-- Öncelikle, deepfake’ler siyasi manipülasyon amacıyla kullanılabiliyor. Özellikle kamuya mal olmuş kişiler, sahte video ve ses kayıtlarıyla hedef alınarak itibarları zedelenebiliyor ya da yanlış bilgi yayılması sağlanabiliyor. Bu durum, toplumsal huzursuzluklara yol açabilir ve hatta seçim süreçleri gibi kritik anlarda manipülasyonlar yaratabilir. Dolayısıyla, yalnızca bireyler değil, tüm toplumlar deepfake’lerin yol açabileceği bu tür tehlikelere karşı savunmasız durumda.-- Bunun yanı sıra, iş dünyasında da deepfake teknolojisi ciddi sorunlara yol açabilir. Örneğin, üst düzey yöneticilerin ya da çalışanların ses ve görüntüleri manipüle edilerek sahte talimatlar ya da e-postalar oluşturulabilir, bu da büyük maddi kayıplara neden olabilir. Kimlik hırsızlığı ve dolandırıcılık vakalarının artması, bireylerin hem finansal hem de profesyonel itibarlarını tehlikeye atabilir. Bu gibi teknolojiler, güvenilirliğin ve dijital dünyadaki doğrulamanın her zamankinden daha önemli hale geldiği bir dönemde, bireylerin ve kuruluşların dikkatli olmasını gerektiriyor.
Yurt genelinde mevsim normallerinde devam eden sıcaklıklar, artık yerini soğuk havaya bırakmaya başladı. Meteoroloji Genel Müdürlüğü tarafından yapılan son tahminlere göre, ülkemiz genelinin parçalı yer yer çok bulutlu, Orta ve Doğu Akdeniz’in Toroslar Mevkii, Orta Karadeniz kıyıları, Doğu Karadeniz, Doğu Anadolu’nun doğusu, Hatay’ın kıyı kesimleri ile Bingöl ve Sinop çevrelerinin sağanak ve gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Sabah ve gece saatlerinde de iç ve batı kesimlerde yer yer pus ve sis bekleniyor. Uzmanlar ise bu hafta sonuna dikkat çekiyor. Ülke genelinde Balkanlar’dan oldukça soğuk sayılabilecek bir hava dalgası bekleniyor. * Peki bir anda soğuyacak olan hava ne kadar sürecek? * Kasım ayında kar bekleniyor mu? EKİM AYININ İLK YARISI KURAK GEÇTİ ARTIK SOĞUKLAR GELİYOR Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğum İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Meteoroloji Uzmanı Dr. Güven Özdemir, “Yapraklar yavaş yavaş sararıp dökülmeye başladı, bu da sonbaharın geldiğini gösteriyor. Ekim ayının ilk yarısı kurak geçti, ancak ikinci yarısında yer yer serin ve yağışlı havalar bekliyoruz. Karadeniz ve Balkanlar üzerinden gelen soğuk sistemin 20 Ekim’e kadar etkili olacağını söyleyebilirim” dedi. Beklenen soğuk havanın yüksek kesimlerde kar yağışı yapma olasılığının olduğunu da belirten Dr. Özdemir, “Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde alçak basınç derinleşerek Doğu Karadeniz’de ve yüksek kesimlerde yoğun etkisini gösterecek” ifadelerini kullandı. KASIM AYI EKİME GÖRE DAHA SOĞUK OLACAK Dr. Güven Özdemir, kasım ayının ekime göre daha yağışlı ve soğuk geçme olasılığının yüksek olduğunu belirtti. Ancak, kasım ayının ilk haftasında pastırma sıcaklarının etkili olabileceğini de ekledi. Genel olarak kış mevsiminin ise 29 Ekim’den itibaren başlayacağının altını çizdi. BU YIL KAR ETKİLİ OLACAK MI? Bu yıl La Nina’nın etkisiyle kış mevsiminin yağışlı geçeceğine dikkat çeken Dr. Özdemir, “Kutuplar ve Sibirya’dan gelecek soğuk hava kütleleri ile denizlerin sıcak olması, zaman zaman etkili kar yağışlarına yol açabilir. Bu kar yağışları, yeraltı sularımızı artırarak göl, baraj ve nehirlerimize olumlu katkılar sağlayacaktır. Ancak, eski kış mevsimlerinde olduğu gibi sürekli ve kalıcı kar yağışları beklemek doğru olmaz; muhtemelen kısa süreli ve yerde kalma süresi az olan kar yağışları alacağız” şeklinde konuştu.