Otizm, bireylerin sosyal etkileşim ve iletişim becerilerinde zorluklar yaşadığı, çeşitli davranışsal ve gelişimsel farklılıklarla kendini gösteren nörolojik bir bozukluk. Son yıllarda, bu karmaşık durumu anlamak ve yönetmek amacıyla yapılan araştırmalar oldukça hız kazandı.Washington Üniversitesi’nden Dr. Shinjini Kundu ve ekibi, ailelerin uzun süreli belirsizlikten kurtulmalarına ve erken tedaviler almalarına yardımcı olabilecek bir otizm teşhis yöntemi geliştirdi. Yeni yapay zeka analizi, beyindeki biyolojik aktiviteleri kullanarak otizmin genetik belirteçlerini yüzde 89 ila 95 doğruluk oranıyla tespit edebiliyor. Science Advances dergisinde yayımlanan sonuçlara göre bu yöntem, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) ile standart beyin haritalaması yapıldıktan sonra, yapay zeka kullanılarak beyindeki otizmi gösterebilecek proteinlerin ve diğer süreçlerin hareketlerini analiz ediyor. Geleneksel otizm teşhisleri genellikle davranışsal belirtilere dayanırken, bu yöntem genetik temele dayalı daha hassas bir yaklaşım sunuyor.Dr. Kundu, bu yöntemle otizmin şifresinin çözüleceğini belirtirken, yeni yöntemin beyin dokusu morfolojisi ile genetik kod arasındaki ilişkiyi anlamak için önemli bir adım olduğunu vurguladı. ‘HASTALARA TANI KOYMADA YARDIMCI OLABİLİR’ Araştırmanın sonuçlarını Çocuk Nörolojisi Uzmanı Uzm. Dr. Selvinaz Edizer’e danıştığımda ise çalışmanın umut verici olduğunun altını çizerek, “Bu yöntem, araştırmacıların genetik değişiklikleri, bu değişikliklerin kodladığı proteinleri ve besinlerle etkileşimlerini incelemelerini sağlıyor. Beyin haritalama (fonksiyonel MRI) ve yapay zeka kullanarak da bu değişikliklerin beyin üzerinde nasıl etki yarattığını ve hangi bölgelerin ne derecede etkilendiğini öngörmeyi amaçlıyor. Bu süreç, hastalara tanı koymada yardımcı olabilir ve hangi fonksiyonların etkileneceğine dair ipuçları sunabilir” dedi. GELİŞMELERİ HEYECANLA BEKLİYORUZ“Şu anki bilgilerimizle otizmin kesin mekanizması net değil ve çeşitli teoriler mevcut” diyen Dr. Edizer, “Beyindeki hücreler arası nörotransmitter (sinir hücreleri (nöronlar) arasında iletişimi sağlayan kimyasal maddeler) düzeylerinin değiştiğini biliyoruz, ancak bu değişikliklerin bireyler arasında nasıl farklılık göstereceğini henüz tam olarak bilmiyoruz. Bu çalışma, fonksiyonel MRI, gen değişiklikleri, kodlanan proteinler ve yapay zeka gibi çeşitli faktörleri eş zamanlı olarak değerlendirdiği için yüksek tanı oranları sağlayabilir. Gelişmeleri heyecanla bekliyoruz” ifadelerini kullandı. ‘SON İKİ YILA KADAR TÜRKİYE’DE 550 BİN OTİZMLİ ÇOCUK OLDUĞUNA DAİR KAYITLAR VAR’ Son yıllarda otizm spektrum bozukluklarının görülme sıklığında belirgin bir artış gözlemleniyor. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) verilerine göre, otizm teşhisi konulan bireylerin sayısı, özellikle çocuklar arasında giderek artıyor. 2020 yılı itibarıyla, Amerika Birleşik Devletleri’nde her 36 çocuktan birinin otizm spektrum bozukluğu tanısı aldığı belirtiliyor.Ülkemizde ise böyle bir istatistiksel veri olmadığına dikkat çeken Uzm. Dr. Selvinaz Edizer, “Ancak son iki yıla kadar Türkiye’de 550 bin otizmli çocuk olduğuna dair kayıtlar mevcut. Bu çalışma şu an için otizmi sıfırlamak için değil de daha çok erken tanı ve kliniğin ağırlığı ve hafifliği ve hastalığı öngörebilmek açısından kıymetli. İlerleyen dönemlerde belki tedaviye ışık tutacaktır. Ancak bunun biraz zaman var gibi görünüyor” şeklinde konuştu. BU BELİRTİLERE DİKKAT! Otizmin belirtilerine de değinen Uzm. Dr. Edizer, “Belirtiler genellikle erken yaşlarda ortaya çıkar. Genellikle de şunları içerir; isme dönmeme, göz teması kurmama, akranlarının oyunlarına ilgi göstermeme, geç konuşma, tekrarlayıcı hareketler, takıntılar ve parmakla işaret etme eksikliği. Bu bulgulardan herhangi biri görülüyorsa, mutlaka bir uzman tarafından değerlendirilmeli” ifadelerini kullandı.
Küresel ısınmanın etkisiyle hızla eriyen buzullar, bilim dünyasında endişe verici gelişmelere yol açmaya devam ediyor. Sıcaklıkların artmasıyla birlikte, donmuş toprak tabakalarında hapsolmuş eski virüslerin ortaya çıkması hem sağlık hem de ekosistem açısından riskler taşıyor.Son dönemde bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar, ortaya çıkan eski patojenlerin, özellikle de uzun süredir donmuş olanların, yeniden aktif hale gelme potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Bu durum, küresel ısınmanın sadece iklim üzerinde değil, aynı zamanda biyolojik çeşitlilik ve insan sağlığı üzerinde de derin etkiler yaratabileceğini ortaya koyuyor.Bilim insanları geçtiğimiz günlerde ise Çin’in batısındaki Tibet Platosu’nda yer alan Guliya Buzulu’nun derinliklerinde 1700'den fazla antik virüs keşfetti. Bu virüslerin çoğu daha önce ise hiç görülmedi. Bu son keşif, buzulların erimesiyle birlikte, bilimin henüz tanımlamadığı patojenlerin ortaya çıkabileceği ve ölümcül salgınların tetiklenme ihtimali endişelerini daha da artırdı.KEŞFEDİLEN VİRÜSLERİN GEÇMİŞİNİN 41 BİN YILA KADAR UZADIĞI ORTAYA ÇIKTIAraştırmalar, bulunan virüslerin geçmişinin 41 bin yıla kadar uzandığını ve bu süre zarfında soğuk iklimlerden sıcak iklimlere üç büyük geçiş yaşadığını gösteriyor. ABD’deki Ohio State Üniversitesi’nin öncülüğündeki araştırma ekibi, Tibet Platosu’nda bulunan Guliya Buzulu’ndan çıkarılan 300 metre uzunluğundaki bir buz çekirdeğini inceledi. Bu çekirdek, farklı zaman dilimlerini ve iklim dönemlerini temsil eden dokuz parçaya ayrıldı ve her parçada DNA analizleri yapıldı. Metagenomik analiz adı verilen bir yöntemle, virüslerin her bir suşu tanımlandı. Elde edilen bilgiler, bilim insanlarının bu zamana kadar buzullardan topladığı viral bilginin yaklaşık 50 katı kadarını içeriyor.KEŞFEDİLEN VİRÜSLER DÜNYA’NIN DERİN İKLİMSEL TARİHİNE BİR PENCERE AÇIYOREn önemlisi de bilim insanları, virüs topluluklarının donduruldukları andaki iklim koşullarına göre çok farklılık gösterdiğini buldular. Ohio State Üniversitesi'nde mikrobiyoloji araştırma görevlisi ZhiPing Zhong, bu durumun “Virüsler ile iklim değişikliği arasındaki potansiyel bağlantıyı gösterdiğini” belirtti.Bununla birlikte, bu virüslerin yalnızca arkeleri (tek hücreli organizmalar) ve bakterileri enfekte edebildiği, insanları, hayvanları ya da bitkileri hasta edemedikleri belirtildi. Ancak, virüslerin incelenmesi, Dünya’nın derin iklimsel tarihine bir pencere açıyor ve gelecekteki mikrobiyal toplulukların nasıl olabileceğine dair bilgi sunuyor.Yakın zamanda ise ABD’deki Yellowstone’da bulunan jeotermal kaynaklarda da 1,5 milyar yıl öncesine ait dev virüsler bulundu. Bu dev virüsler, normal virüslere göre çok daha büyük genomlara sahip ve insanlar için zararsız olsalar da tek hücreli organizmaların ilk ortaya çıktığı dönemlerde Dünya’daki koşulları anlamamıza yardımcı olabilir.
Ticaret Bakanlığı, taşınmazların ticaretine ilişkin ilan platformlarındaki emlakçılara yönelik doğrulama yükümlülüğü getirerek, bakanlıkça oluşturulan Elektronik İlan Doğrulama Sistemi'nin (EİDS) 2'inci fazının uygulamasının 15 Eylül itibarıyla devreye alınacağını duyurdu. "Doğrulanmış ilan" olarak bilinen düzenlemeyle, tüketici mağduriyetinin engellenmesi, sahte ilanlarla vatandaşların karşılaştığı fiyat manipülasyonlarının önüne geçilmesi öngörülüyor. Peki bu noktada nelere dikkat etmek gerekiyor? Merak edilen tüm soruları Gayrimenkul Hukuku Uzmanı Avukat Ali Güvenç Kiraz ile mercek altına aldık. 1- BU UYGULAMA İLE TEMELDE AMAÇLANAN TAM OLARAK NEDİR?Gayrimenkul sektöründe emlak satış/kiralama ve aracılık hizmetleri kapsamında dijitalleşmenin başlaması sonrasında yaşanan birtakım sorunlar oluştu. Bu kapsamda;1- Kendisine ait olmayan bir mülkü kendisine aitmiş gibi satışa veya kiralamaya yönelik işlemler yapanların sahte ilanlar oluşturduğu ve bu kapsamda da fiyat manipülasyonları yaptıkları ortaya çıktı 2- Gerçekte var olmayan bir takım sahte projelerin (devre mülk projeleri gibi) oluşturulduğu bu kapsamda yapılan tanıtımlar kapsamında ön avans, kaparo ve satın alma bedellerinin tahsil edilerek ciddi tüketici mağduriyetlerinin oluştu3- Taşınmaz Ticareti Yönetmeliği kapsamında yasal olarak yetki belgesi sahibi olması gereken emlak danışmanları dışında da bu belgeye sahip olmayan üçüncü kişilerin ciddi şekilde bu portallar üzerinden satış veya kiralamalara aracılık yapılarak haksız kazanç elde ettiği görüldü EİDS ile planlanan bu durumların ortadan kaldırılarak mağduriyetlerin önlenmesi ve yasal yetki belgesi sahibi emlak danışmanlarının sadece bu konularda yetki sahibi olmalarının sağlanması.2- EMLAKÇILARIN DÜZENLEMEYE UYUM SÜRECİNDE NELER YAPMALARI GEREKİYOR? Bir emlakçının EİDS sistemine dahil olabilmesi için mutlaka Taşınmaz Ticareti Yönetmeliği kapsamında bağlı olduğu ilin Ticaret İl Müdürlüğü’nden alınacak yetki belgesine sahip olmaları zorunlu.Yetki belgesi sahibi olabilmesi için ise bir emlakçının;1- Meslek odası kaydı ve faaliyet belgesi sahibi olması 2- Gelir veya kurumlar vergisi mükellefi olması 3- 18 yaşını doldurmuş olması4- En az ilköğretim mezunu olması5- İflas etmemiş veya etmişse daha önce kanun gereğince itibarının yerine gelmiş olması 6- Kasten bir suçtan beş yıl ve üzeri ceza almaması, yüz kızartıcı suçları işlememiş olması, devlet aleyhine işlenen suçları işlememiş olması, yine ticaretten men cezası almamış olması 7- Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler veya MEB yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından 100 saatlik eğitim alınması ve yine yönetmelikte yazan diğer şartları sağlamış olmaları gerekiyor. 8- Önlisans, lisans, lisansüstü eğitim kurumları mezunları altı ay, diğerleri ise 12 ay yetki belgesi başvurusu öncesinde bu alanda çalışıyor olmalı Bu noktada ciddi olarak bilinmeyen bir husus ise emlak danışmanları için yetki belgesi ile çalışma zorunlu. Ancak EİDS sistemi için sadece yetki belgesi sahibi olunması değil mülk sahibi ile yetki belgeli emlak danışmanı arasında da Taşınmaz Ticareti Yönetmeliğine uygun Yetkilendirme Sözleşmesinin de imzalanmış olması gerekli. Aksi halde vatandaş yetki belgesi numarası aldığı emlak danışmanlarını sisteme tanımlayarak sadece bu işlemi yapmış sayılamaz. İlgili tüm yetki belgeli emlak danışmanı ile Yetkilendirme Sözleşmesini de imzalamış olmalı.3- AYNI TAŞINMAZA İLİŞKİN KAÇ EMLAKÇI YETKİLENDİRİLEBİLECEK? Sektör temsilcilerinin bakanlık ile yapmış oldukları görüşmelerde en fazla beş adet emlakçının yetkilendirilmesine uygun bir sistem kurduklarını söyledikleri görüldü. Bu kapsamda belli bir sayı, yani en fazla beş adet yetki belgeli emlak danışmanının yetkilendirmenin oluşacak diğer mağduriyetleri önleyeceğini söyleyebiliriz. Mevcut sistem de bu birden fazla verilebilen ilanların tamamı için birbiri ile bağlantılı, fiyat vb. gibi durumların görülebildiği bir sistem oluşturuldu.Ancak özünde tüketici mağduriyeti oluşturmayı engellemek isteyen bakanlığın bir konuyu atladığını düşünüyorum. Beş adet yetki belgeli emlak danışmanına sistemde onay verecek vatandaş, bu beş emlak danışmanının yapacağı işlemler ve alacağı teklifler kapsamında birden fazla emlak komisyon ücreti ödeme riski veya bu danışmanların yapacakları hizmetler kapsamındaki harcamaları karşılama riski ile karşı karşıya kalacaklarını bilmeleri gerekiyor. Hizmette yasal komisyonu hak edebilmek için o hizmetin tamamlanması gerekiyor. Ancak kanunda emlak danışmanlarının bu konularda yapacakları çalışmalar kapsamında da bu bedelleri alabilecekleri belirtilmekte. Bakanlığın bu konuda da vatandaşları bilgilendirmesi esas.4- KİRALIK TAŞINMAZ İLANLARININ DA DOĞRULANMASI ZORUNLU OLACAK MI? Satılık ilanlarında olduğu gibi mülkünü kiraya vermek isteyenler ve bu kapsamda ilanlarını dijital platformlar üzerinden sağlamak isteyenlerin yine EİDS sistemi kapsamında yetkilendirilmeleri zorunlu. Hem satılık ilanları hem de kiralama ilanlarında sistemden muaf tutulmuş gayrimenkuller şunlar olacak; 1- Kat irtifakı kurulmamış konut projeleri2- Günlük kiralama ilanları 3- TOKİ ve Emlak Konut projeleri 4- Gecekondular ve tapusu olmayan mülkler Bu taşınmazlarla ilgili EİDS doğrulaması yapılamayacak, eski sistemde olduğu gibi emlak portalları üzerinden satış ve kiralama tanıtımları devam edecek. 5- VATANDAŞLAR, EMLAKÇI YETKİLENDİRMEDEN KENDİ İLANLARINI EMLAK PORTALLARI ÜZERİNDEN YAYINLAYABİLECEK Mİ? Vatandaşlar taşınmazlarını satmak veya kiraya vermek konusunda bir emlakçı ile çalışmak zorunda değiller. Vatandaşlar kendi mülklerini satmak veya kiraya vermek için de bu emlak portalları üzerinden ilan verebilirler. Vatandaşlar konusunda bilinmesi gereken husus ise bu ilanları emlak portallarına bir kişi kendisi, eşi veya ikinci dereceye kadar yakınları (çocukları, kardeşleri, torunları, dede, babaanne, anneanne) adına verebilecek. 6- YETKİLENDİRME SONRASINDA, VERİLEN YETKİNİN İPTALİ MÜMKÜN OLACAK MI? Bir kişi yetki verdiği bir EİDS yetkisini yine istediği gibi geri alabilecek. Ancak burada yapılan geri alma sistemden hemen silinmeyecek yani vatandaşın sisteme tanımladığı süre kadar sistemde kalmaya ilan devam edecek. Bu noktada yetkinin geri alınmasının sistemde de geri alınamaması durumu maalesef birden fazla hizmet bedeli talep etme veya yapılan masrafları talep etme süreçlerine bizleri götürebilir. Bu kapsamda yetkilendirme sonrasında eğer iptal istenmiş ise bu durumun yetkili emlak danışmanına yazılı olarak da ihtar edilmesini ve gerekli sorumlulukların hatırlatılmasını öneririm.7- YETKİLENDİRİLMİŞ EMLAKÇININ, KONUT ÜZERİNDEKİ YETKİ SÜRESİ NE KADAR OLACAK?Bakanlık şu an mevcut sistemdeki yetkilendirmenin en az üç ay süreli olacağını sektöre bildirdi. Ancak üst süre sınırı konusunda net bir bilgi verilmedi. (3 aydan daha fazla olan sürelerin ekranlarda ne şekilde olacağına dair bir bilgi bulunmuyor)8- BU UYGULAMA İLE HAREKET ETMEYEN EV SAHİPLERİ VEYA EMLAKÇILARI BEKLEYEN CEZALAR VAR MI?Taşınmaz Ticareti Yönetmeliği kapsamında Yetkilendirme Sözleşmesi yapılmayan ve Yetki Belgesi bulunmayan emlak danışmanının ve yine bu sisteme aykırı hareket eden ev sahibinin eylemi; Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a aykırı hareket olarak kabul edilerek 10 bin TL’den 100 bin TL’ye kadar idari para cezası ile cezalandırılması ve Perakende Kanunu 18. madde kapsamında da yine para cezası ile cezalandırılması sağlanacak.9-) BU UYGULAMA İLE KİRALIK VEYA SATILIK KONUT FİYATLARI KONTROL ALTINA ALINABİLİR Mİ? Mevcut sistem ile özellikle fiyat manipülasyonu konusunda ciddi bir adım atıldığı söylenebilir, yine Hazine ve Maliye Bakanlığı ile uzun süredir yapılmaya çalışılan hem kiralama hem de satışlarla ilgili vergi denetimi ve şeffaflaşma konusunda da önemli bir ilerleme kaydedilecektir. Mevcut piyasa fiyatlarında yapılan manipülasyonlar kapsamında bir kontrol sağlanabilecektir.10- DOĞRULANMIŞ İLAN, OTOMOTİV SEKTÖRÜNDE DE GEÇERLİ OLACAK MI? Otomotiv sektörü de emlak sektörü gibi sahte ilanlar veya yetki belge sahibi olmayan galericiler tarafından çokça manipüle edilen bir sektör. Bu kapsamda Bakanlık önce emlak sektörü ile ilgili olarak EİDS sistemine geçti ancak kısa bir süre içinde de otomotiv sektöründe de geçmek istemekte. Sektör içerisinde yaşanan birçok mağduriyet, sahte ilan ve manipülasyonlar sebebiyle bakanlığın yetki belgesiz galericilere kestiği para cezaları 20 milyon TL’nin üzerinde... EİDS sistemi otomotiv sektörü için de uygulamaya geçtiğinde yine aynı emlak sektöründe olduğu gibi yetki belgeli galerici, araç sahibi ile galerici arasında imzalanmış yetkilendirme sözleşmesi ve araç sahibinin bu kapsamda yetkili galericiyi sistem üzerinden yetkilendirmesi ile çalışan bir sistem kurulmuş olacak. Galericilerin dikkat etmesi gereken temel husus öncelikle yetki belgesi sahibi olmaları, sisteme girmeden önce araç sahibi ile yetkilendirme sözleşmesini imzalamış olmaları...
Adenovirüs; üst solunum yolu enfeksiyonları, göz enfeksiyonları ve mide-bağırsak problemlerine neden olabilen bir virüs grubu. Bir-iki aydır vaka sayılarındaki artış, virüsün yayılma hızının ve etkisinin giderek arttığını gösteriyor. Uzmanlar, bu artışın nedenlerini anlamak ve kontrol altına almak için çeşitli önlemler geliştirmeye çalışıyor.Konuyu Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nafiz Koçak’a danıştığımda, şu an için bir salgın boyutundan söz etmenin zor olduğunu ancak vaka sayılarında artış yaşandığını belirtti. Prof. Dr. Koçak, şunları ekledi:“Adenovirüsler dünya çapında dağılım gösterir ve yıl boyunca enfeksiyon yapabilir. Ülkemizde de bir iki aydır gücünü artırdı. Genellikle kendiliğinden sınırlanır veya klinik olarak belirsizdir. En sık bebekler ve küçük çocuklarda görülmekle beraber okullar ve askeri birlik gibi toplu yaşanılan yerlerde salgınlara neden olabilir.”GRİBE BENZER ŞEKİLDE ORTAYA ÇIKIYOR, VÜCUDUN FARKLI BÖLGELERİNDE ENFEKSİYONA NEDEN OLUYOR“Adenovirus enfeksiyonlarının grip gibi hastalıklara benzer şekilde ortaya çıktığını söyleyen Prof. Dr. Nafiz Koçak, “Virüsün A’dan G’ye yedi türü bulunuyor. En önemlisi de 100’ün üzerinde adenovirüs serotipinin (bakteri, virüs veya parazit) olması. Bunların her biri farklı vücut bölgelerinde enfeksiyona neden oluyor” ifadelerini kullandı.Virüsün, çocukluk çağı viral solunum yolu enfeksiyonlarının yaklaşık yüzde 2-7’sinden, viral pnömoni ve bronşiolitin yüzde 5-11’inden sorumlu olduğunun altını çizen Prof. Dr. Koçak, “Bu enfeksiyonlar, HIV enfeksiyonu ve KOAH gibi bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde, hematopoietik kök hücre nakli ve kalp ameliyatı geçirenlerde, kanser kemoterapisi almış hastalarda daha ağır seyredebilir hatta ölümcül olabilir” şeklinde konuştu.ADENOVİRÜS NASIL BULAŞIYOR?Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Songül Özer ise “Bilinen adenovirüs gruplarından ‘D grubunun’ göz enfeksiyonlarından, diğer grupların ise solunum ve sindirim sistemi enfeksiyonlarından sorumlu olduğu biliniyor. Ciddi enfeksiyon yapan adenovirüs tipleri de 3, 7, 14 ve 21’dir” dedi. Virüsün nasıl bulaştığına da değinen Dr. Özer, “Adenovirüsler; damlacık yoluyla, öksürük, aksırık, solunum sekresyonları aracılığıyla solunum yolundan, bu sekresyonların ortama saçılmasıyla kirlenmiş olan yüzeylere ve eşyalara temas yoluyla, bir de ağız yoluyla alınabilirler” ifadelerini kullandı.VİRÜS VÜCUDA ALINDIKTAN 2-14 GÜN SONRA HASTALIK BELİRTİLERİ BAŞLIYOR Virüsün vücuda alındıktan 2-14 gün sonra hastalık belirtilerinin başladığına dikkat çeken Dr. Songül Özer, “Mevsimlerle çok da ilişkili olmadan, tüm yıl boyunca adenovirüs enfeksiyonları görülebilir. Çocuk ve ergenlikte daha çok üst solunum yolu enfeksiyonu, farenjit, zatürre, kanamalı idrar yolu enfeksiyonları ve ishal görülüyor. Yetişkinlerde ise ani başlayan solunum yolu enfeksiyonları ve bulaşıcı keratokonjonktivit denilen göz enfeksiyonları daha sık ortaya çıkıyor” dedi. Dr. Özer, şöyle devam etti:“Bağışıklık sistemi normal olan kişilerde hafif ve kendi kendine de iyileşebilen hastalıklar görülürken, bağışıklık sistemi zayıflamış veya baskı altına alınmış kişilerde adenovirüslere bağlı zatürre, sarılık, böbrek enfeksiyonları, gastroenterit, kanamalı olabilen idrar yolu enfeksiyonları hatta menenjit ve ensefalit gibi santral sinir sistemi enfeksiyonları da görülebilir”VİRÜSTEN KORUNMAK İÇİN NELERE DİKKAT EDİLMELİ?“Adenovirüslerin yayılmasını azaltmak ve daha fazla salgını önlemek için daha güçlü hijyen uygulamaları, kamuoyunu bilinçlendirme çabaları gerekli” diyen Prof. Dr. Nafiz Koçak, “El yıkama, yakın temastan kaçınma, atıkların uygun şekilde atılması ve enfekte kişilerin izole edilmesi gibi bireyler arasında önlemler alınmalı. Ayrıca bazı adenovirüsler yeterli klor içermeyen küçük göller veya yüzme havuzlarında da yayılıyor. Bu durum ateşli hastalık salgınlarına neden olabilir” uyarısında bulundu.‘AĞIZ YOLUYLA ALINAN AŞISI MEVCUT’Hastalığın tanısına değinen Dr. Songül Özer ise “Dışkıdan ve solunum sekresyonlarından hızlı test şeklinde yapılıyor. Ayrıca kandan serolojik testlerle veya vücut salgılarından hücre kültürü yöntemiyle de virüsün tanısını koymak mümkün. Solunum sekresyonlarından ve ishal olanlarda dışkı örneklerinden bulaş olabileceğinden, ellerin iyice yıkanması, hasta kişilerin maske kullanması çok önemli” dedi.Tedavide özel bir ilacın olmadığını da söyleyen Dr. Özer “Ancak başka virüsler için kullanılan antiviral ilaçlar kullanıldı ve başarılı oldu. Riskli kişilerde kullanılabilen, ağız yoluyla alınan bir aşısı da mevcut” ifadelerini kullandı.
Kalp hastalığı ve felç, günümüzde giderek artan sağlık sorunları arasında yer alıyor. Genellikle yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, sigara kullanımı ve düzensiz yaşam tarzı gibi risk faktörleriyle ilişkili olan kalp hastalıkları; kalp krizi, kalp yetmezliği ve diğer kardiyovasküler problemlerin sıklığının artmasına neden oluyor. Aynı zamanda, kalp hastalığı geçiren bireylerin felç riskleri de giderek yükseliyor. Çünkü kalp hastalıkları, kan akışını etkileyerek, beyne giden oksijenli kanın azalmasına neden oluyor. Bu da felç geçirme riskini artırıyor. 30 YILDIR YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMA BİLİM İNSANLARINI ŞAŞIRTTIDünya Sağlık Örgütü ve Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, kalp damar hastalıkları Türkiye’de en yüksek ölüm nedenleri arasında yer alıyor. Ayrıca, obezite oranının artması ve düzensiz beslenme alışkanlıkları da kalp hastalıkları riskini ve felci artırıyor.Günümüzde uzmanlar, bir kişinin çeşitli kalp sorunlarına yatkın olup olmadığını belirlemek için genellikle LDL kolesterol (kötü kolesterol) testi yapıyorlar. Ancak 30 yılı aşkın bir süre boyunca yürütülen çığır açıcı yeni bir çalışmada bilim insanları, kanda iki ek biyobelirteç daha test ettiler: Karaciğer tarafından üretilen ve iltihaplanmaya yanıt olarak artan bir protein olan ‘CRP’ ve vücuttaki bir yağ türü olan ‘lipoprotein(a)’.KADINLARIN KARDİYOVASKÜLER SORUN YAŞAMA RİSKİNİN YÜZDE 33 DAHA FAZLA OLDUĞU GÖRÜLDÜThe New England Journal of Medicine’de yayımlanan çalışmada 30 yıl boyunca yaklaşık 30 bin Amerikalıda kan testi yapılarak üç ayrı biyobelirteç incelendi. Çalışma 1990’ların ortasında başladığında, katılımcıların ortalama yaşı 55’di. Sonraki 30 yıl boyunca gönüllülerin yüzde 13’ü kalp krizi veya felç gibi sorunlar yaşadı. Çalışmanın başlangıcında lipoprotein(a) seviyesi en yüksek olan ‘kadınların’ kardiyovasküler sorun yaşama riskinin yüzde 33 daha fazla olduğu görüldü. Ayrıca CRP seviyesi en yüksek olanların risk altında olma oranı da yüzde 70’ten fazlaydı.Tüm veriler kolesterolle birlikte test edildiğinde ise üç kategoride de en yüksek seviyelere sahip olanların kalp hastalığı geliştirme olasılığının üç kat daha fazla olduğu görüldü. KALP SAĞLIĞINDA DEVRİM YARATACAKÇalışmanın baş yazarı Dr. Paul Ridker NBC News’e yaptığı açıklamada “Üç biyobelirteç de farklı biyolojik süreçleri temsil ediyor. Bu da bize kişinin ne kadar risk altında olduğunu gösteriyor. Yaptığımız çalışmada bu üç test, hastanın kalp sağlığı hakkında daha doğru ve ayrıntılı bir resim veriyor. Bu da hastalığa karşı koruyucu olmada devrim yaratacak bir adım…” ifadelerini kullandı.MEVCUT DURUMDA 10 YILLIK RİSK GÖRÜLEBİLİYORDU ŞİMDİ 30 YIL ÖNCEDEN ÖNGÖRÜLEBİLİRKonuyla ilgili görüşlerine başvurduğum Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Yıldız ise “Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en sık ölüm nedeni kalp ve damar hastalıklarına bağlı. Dolayısıyla kimlerin risk altında olduğunun önceden belirlenmesi çok önemli. Buna yönelik yapılan yakın zamanlı çalışmalarda en önemli risk faktörlerinden birinin kolesterol yüksekliği olduğu da ortaya çıktı” dedi ve ekledi:“Örneğin LDL kolesterol, ‘düşük yoğunluklu lipoprotein’ anlamına gelir. Halk arasında ‘kötü kolesterol’ olarak adlandırılır. Ayrıca bu test kalp sağlığı risklerini değerlendirmede yıllardır kullandığımız önemli bir parametredir. Şimdi ise buna ek olarak iki testin pozitif sonuçlar vermesi oldukça önemli…” Normalde bazı testlerin 10 yıllık kalp ve damar hastalıkları riskini öngördüğüne değinen Prof. Dr. Yıldız, “Bu çalışmayı önemli kılan nokta geniş hasta kitlesinde 30 yıllık takibin yapılmış olması. 30 yıl çok ciddi bir süre. Sonuç olarak, LDL kolesterol, CRP ve Lp(a) gibi kan testleri, sağlıklı kişilerin kalp ve damar hastalıklarına yatkınlığını yıllar öncesinden belirlemede çok kıymetli. Bu testler kalp hastalıklarını 20-25 yıl önceden kesin olarak öngöremese bile risk seviyesini belirlemede kullanılabilir” ifadelerini kullandı.CRP VE LİPOPROTEİN(a) TAM OLARAK NEDİR?Prof. Dr. Yıldız, araştırmada üzerinde durulan CRP ve Lipoprotein(a) testleriyle ilgili de şu önemli bilgilerin altını çizdi.-- CRP (C-reaktif protein) vücutta karaciğerde üretilen ve bir inflamasyonun (yangı) olduğunu gösteren protein. Enfeksiyonlarda, travmalarda, romatizmal hastalıklarda ve kanserler gibi birçok durumda yükselebilir. Diğer kan tahlili olan Lipoprotein(a) ise kan dolaşımında bulunan protein olup LDL kolesterol ile benzer bir yapıya sahip. Kanda yüksek düzeyde bulunması damar duvarlarında plak birikimine katkıda bulunarak damar sertliği ve kalp hastalıklarına yol açabilir.-- Fakat damar sertliği birçok etkene bağlı da gelişen bir hastalık. Genetik yatkınlık, sigara, kan basıncı, kalp hızı, diyabet, stres, beslenme alışkanlığı, yaşam tarzı vb. birçok durumlar da risk üzerinde önemli rol oynar. KADINLARDA RİSK NEDEN DAHA FAZLA?Çalışmada en önemli noktalardan biri de lipoprotein(a) seviyesinin en yüksek şekilde kadınlarda görülmesi… Araştırmaya göre kadınların kardiyovasküler sorun yaşama riski ise yüzde 33 daha fazla… Peki bu durumu nasıl yorumlamak gerekiyor?Bu soruma Prof. Dr. Ahmet Yıldız, “Kalp ve damar hastalıkları ile ilgili çalışmalara ve literatürlere bakıldığında, kadın hasta grubu ayrı olarak tekrar ele alınır. Bunun nedeni de kadınların kalp hastalıklarına yatkınlığının çeşitli faktörlere bağlı (Hormonel faktörler vb.) değişiklik göstermesi” cevabını verdi ve şöyle devam etti:-- Çalışmanın ağırlıklı olarak kadınlar üzerinde yapılmış olması, kalp hastalıklarının cinsiyete göre nasıl farklılık gösterdiğine tespit açısından önemli. Genellikle kadınlar, erkeklere göre kalp hastalıklarına daha geç yaşlarda yakalanır. Ancak, menopoz sonrası hormon değişiklikleri nedeniyle kalp hastalıkları riski artar. -- Diğer taraftan, kadınlarda kalp hastalıklarının belirtileri çok farklı olabilir, bu ise tanının ve dolayısıyla tedavinin gecikmesine yol açabilir. Geçmişte, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlarda en sık ölüm nedeni kanserken, günümüzde kalp ve damar hastalıkları ilk sıraya aldı. Bunun nedeni, sigara içme oranının ve obezitenin artmış olması.”-- Türkiye’deki verilere baktığımızda da kadınlarda kalp hastalıkları giderek artan bir sağlık sorunu olarak görülüyor. İstatiksel verilere göre kadınların yüzde 43.9’u, erkeklerin yüzde 36.4’ü kalp ve damar hastalıklarına bağlı yaşamını kaybediyor. Ayrıca hipertansiyon, diyabet, kolesterol yüksekliği gibi risk faktörlerinin yoluna açan obezite kadınların yüzde 48’inde, erkeklerin ise yüzde 17’sinde görülüyor.KALP HASTALIKLARINDAN KORUNMAK İÇİN NELERE DİKKAT ETMEK GEREKİYOR?Bu noktada dikkat edilmesi gerekenlere değinen Prof. Dr. Ahmet Yıldız, 8 maddeye dikkat çekti:1- Dengeli ve sağlıklı Beslenme: Lif içeriği zengin tahıllar, taze sebze ve meyve tüketilmeli. Hazır ve işlenmiş ürünlerden kaçınılmalı. Zeytin yağı tüketilmeli, haftada 2-3 gün balık tüketilmeli. Tuz ve karbonhidrat (şeker, ekmek, pilav, makarna vb.) alımını kısıtlamak çok önemli.2- Düzenli fiziksel aktivite: Haftada en az 5 gün 30-45 dakika egzersiz (yürüyüş, yüzme, bisiklet) yapılmalı.3- Sağlıklı kilo: Kilo kontrolü, kalp hastalıkları riskini azaltır. Sağlıklı bir diyet ve düzenli egzersizle ideal kiloyu yakalamak gerekir.4- Sigara içmemek: Sigara ve tütün ürünlerinin tüketimi kesinlikle bırakılmalı. Sigara en önemli risk faktörü. Sadece kalp sağlığı için değil kanser gibi birçok hastalık için de risk faktörü.5- Stresten kaçınma: Stres yönetimi için gerekirse profesyonel destek alınmalı. 6- Düzenli sağlık kontrolleri: Kan basıncı, kolesterol ve şeker seviyeleri düzenli olarak kontrol edilmeli. Eğer bu hastalıklar varsa tedaviyi başlanmalı.7- Yeterli uyku: Her gece 7-8 saat uyumaya özen gösterilmeli.8- Genetik faktörleri göz önünde bulundurma: Ailede kalp hastalıkları öyküsü varsa, dikkatli olunmalı ve daha sıkı kontroller yapılmalı.
Sivilceler, birçok insan için sadece fiziksel bir rahatsızlık değil, aynı zamanda psikolojik bir yük de olabiliyor. Özellikle ergenlik dönemindeki gençler, ciltlerinde oluşan sivilceler nedeniyle özgüven sorunları yaşayıp, sosyal ilişkilerde kendilerini çekingen hissediyorlar. Bu dönemde başlayan hormonal değişiklikler, stres veya bazı ilaç kullanımı, yağ bezlerinin aşırı çalışmasına neden oluyor. Bu aşırı yağ, gözeneklerin tıkanmasına yol açıyor ve bu da bakterilerin üremesi için uygun bir ortam oluşturuyor. Gözeneklerin tıkanması ve bakterilerin artışı, iltihaplı sivilcelerin ortaya çıkmasına neden olurken genetik yatkınlık, yanlış cilt bakım ürünleri kullanımı ve çevresel faktörler de sivilce oluşumunu etkiliyor.Ancak son bir haftadır gençler sosyal medyada sivilceleri için bakım kremleri sürmek veya ilaç almak gibi tipik akne ve leke karşıtı tedavileri uygulamak yerine, UV ışınlarının sivilcelerini ve kabarıklıklarını yakmasına izin veriyor. ‘GÜNEŞ YANIĞI SİVİLCELERİ GEÇİRİYOR’19 yaşındaki içerik üreticisi Haley Wenthold, 1,7 milyondan fazla TikTok görüntülemesi alan bir video paylaşarak, güneş yanığının sivilcelerini geçirdiğini iddia etti. Wenthold, Z kuşağının bu yöntemi uyguladığını söyleyerek, “İşe yarıyor. Güneşte kalmak sivilceleri geçiriyor” dedi.Güneş yanığı bazı sosyal medya kullanıcıları tarafından çılgınlık olarak nitelendirilse de tamamen saçma bir öneri de değil. Çoğu dermatoloji uzmanı, UV ışınlarının bağışıklık sistemini baskıladığı ve iltihap giderici etkiler yarattığını belirtiliyor.Dermatoloji Uzmanı Doç. Dr. Aslı Tatlıparmak da bu görüşü destekledi ancak çok önemli detaylara dikkat çekti.“Yapılan çalışmalar UV ışınlarının böyle bir etkisi olduğunu gösteriyor” diyen Doç. Dr. Tatlıparmak, “Yine de genel bir doğru olarak kabul edilmemekle birlikte iltihaplı sivilceye sahip bazı kişiler, güneşe maruz kaldıklarında cilt durumlarının iyileştiğini gözlemleyebiliyor. Ancak bu dönemsel trendlerin ötesinde unutulmamalıdır ki, güneşe aşırı maruz kalmak hem yüzeysel hem de hücresel düzeyde cilde büyük ölçüde zarar verir” dedi.GÜNEŞİN DAHA DİK AÇIYLA GELDİĞİ 10.00-16.00 SAATLERİ ARASINA DİKKAT!Peki, bu olumlu etkiler için güneş ışınlarına maruz kalma süresi ne kadar önemli?Bu soruma, “UV indeksinin yüksek olduğu zaman dilimlerini, güneş ışığına maruz kalmak için en tehlikeli zaman dilimleri olarak düşünmeliyiz” cevabını veren Doç. Dr. Aslı Tatlıparmak, şu bilgilerin altını çizdi:“Güneşe orta düzeyde maruz kalındığında ciltte iyileşmelerin olduğunu söyleyebilirim. Fakat bunun dışında tehlike artar. Örneğin güneşin daha dik açıyla geldiği 10.00-16.00 saatleri arasında güneşe çıkmamaya, doğrudan güneş ışığına maruz kalmamaya herkes özen göstermeli. Bu saat aralığında dışarıda olmanız gerekiyorsa güneşten korunmak son derece önemli. UV ışınlarından korunmak için ilk ve en önemli adım ise güneş kremi kullanımı. Güneş maruziyetinden 15 dakika önce muhakkak güneş koruma faktörü (SPF / Sun Protection Factor) en az 15 veya daha yüksek olan geniş spektrumlu bir güneş koruyucu kullanmak gerekiyor.”‘GÜNEŞE DOĞRUDAN MARUZ KALMAK CİLDİN KURUMASINA NEDEN OLUYOR’Doç. Dr. Aslı Tatlıparmak yine yapılan araştırmalara değinerek, güneş ışınlarına doğrudan maruz kalmanın cildin kurumasına neden olabileceğini vurguladı. “Cilt kuruluğu meydana geldiğinde yağ bezleri (cildin ihtiyaç duyduğu yağları veren sebumu üreten) aşırı çalışmaya başlar ve sebore olarak bilinen bu aşırı sebum üretimi gerçekleşir” diyen Doç. Dr. Tatlıparmak, “Bu durum ciltte meydana gelen lekelerin oluşmasındaki temel aşamalardan biri. Yani sivilcelerden kurtulma amacıyla yapılan bu uygulama cilde geri dönüşü çok daha zor hasarlar bırakabilir” dedi.DİKKAT! DNA HASARINA NEDEN OLABİLİRUltraviyole ışınlarının cilt lekelerine ve hassas ciltlerde reaksiyonlara neden olabileceğinin de altını çizen Doç. Dr. Tatlıparmak, “Güneşe maruz kalmak, serbest radikal üretimini artırarak kolajen ve elastin liflerinin parçalanmasına ve DNA hasarına neden olur” dedi ve ekledi:“Yine yapılan çalışmaları ışığında söylemeliyim ki deri yaşlanmasının yaklaşık yüzde 80-90’ı UV kaynaklı. Burada değinmemiz gereken en önemli nokta güneş koruyucu kullanılmayan cilt, UV ışınlarından yalnızca 15 dakika gibi kısa bir sürede zarar görebiliyor. En önemli nokta ise yapılan araştırmalar güneşe maruz kalmanın, cilt kanseri gelişimi için önemli bir risk faktörü olduğunu da belirtiyor.” GÜNEŞ KREMİ SİVİLCELERİ OLUŞUMUNU ENGELLİYOR MU?Güneş kremlerinin sivilcelere veya lekelere iyi geldiğine dair de sosyal medyada sıklıkla paylaşımlar yapılıyor. Bu doğru mu yoksa abartılıyor mu? “En iyi Anti-aging güneş kremidir” diyen Doç. Dr. Aslı Tatlıparmak, şu bilgileri paylaştı:-- Burada bilinmesi gereken temel nokta şu ki; SPF 30 korumaya sahip bir güneş kremi , UVB ışınlarının yaklaşık yüze 3’ünün cilde ulaşmasına izin verirken, SPF 50 korumaya sahip bir güneş kremi ise yaklaşık yüzde 2'sinin ulaşmasına izin verir. -- Özetle yeterli korumaya sahip bir güneş kremi kullanmak, ciltte güneşe bağlı elastozis, kırışıklıklar ve pigmentasyon değişikliklerini (ciltte meydana gelen renk farklılıklarını) önlemede büyük rol oynar. Yani ideal bir cilt bakımının en temel noktası mevsim fark etmeksizin güneş kremi kullanmayı ihmal etmemek.
Yaşlanma sürecini yavaşlatmak ve genç kalmak isteyen bireyler, eklem sağlıklarını iyileştirmek amacıyla kök hücre tedavisine yöneliyor. Kök hücre tedavisi, özellikle diz ve eklem sorunlarına çözüm arayanların ilgisini çekiyor. Ancak bu tedavi yöntemi, yüksek maliyetleri ve ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) onayının olmaması nedeniyle birçok soru işareti taşıyor. Tedavi arayışında olanlar, dünya genelindeki özel kliniklere başvurmak üzere uzun ve maliyetli yolculuklara çıkıyor.HER BİR ENJEKSİYONUN MALİYETİ İSE 16 BİN 500 DOLARÖzellikle iş dünyasında başarılı olan isimler ve sporcular, gençlik ve sağlığı koruma hedefiyle bu tedaviye yatırım yapıyor. Uzun ömür ve yaşlanma karşıtı sağlık teknolojilerine olan ilgisiyle tanınan Amerikalı girişimci ve yatırımcı Bryan Johnson, kök hücre tedavisinin popüler bir örneği olarak öne çıkıyor. Johnson en son diz, kalça ve omuzlarına mezenkimal kök hücreler (MSC'ler) enjekte ettirmek için Bahamalar'daki Physical Longevity kliniğine gitti. Her bir enjeksiyonun maliyeti ise 16 bin 500 dolar olarak belirlenmiş durumda.Johnson’ın kök hücre tedavisini sağlayan biyoteknoloji şirketi Cellcolabs’ın CEO'su Matthias Bernow, Business Insider'a yaptığı açıklamada, gelecekte yıllık sağlık kontrolleri sırasında ve grip aşısı gibi rutin uygulamalarda, kök hücre desteğinin mevcut rahatsızlıkları tedavi etme veya bunların başlangıcını geciktirme potansiyeline sahip olduğunu belirtti. Bernow, bu tür bir destek ile vücudumuzu genetik faktörlerden bağımsız olarak en iyi şekilde tedavi etmenin mümkün olabileceğini ifade etti.KÖK HÜCRE TEDAVİSİNİN HENÜZ KLİNİK DENEY AŞAMASINDAKök hücre tedavisinin, lösemi ve diyabet gibi ciddi sağlık sorunlarının tedavisinde kullanıldığı biliniyor. Ancak, başka bir kişinin kök hücrelerinin eklem sağlığını iyileştirmek amacıyla kullanılması henüz nispeten yeni bir uygulama ve bu alandaki araştırmalar devam ediyor. Ancak, kök hücre tedavisi şu anda oldukça pahalı ve eklem rejenerasyonu gibi yeni alanlarda daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuluyor.Johnson'ın doktoru Steven Sampson, kök hücre tedavisinin henüz klinik deney aşamasında olduğunu ve sonuçların alınmasının zaman alacağını ifade ediyor. Sampson, bu tedavinin sihirli bir çözüm olmadığını ve hastaların beklentilerini gerçekçi tutmaları gerektiğini vurguluyor. Tedavi süreci devam ederken, sağlık uzmanları ve hastalar, kök hücre tedavisinin potansiyel yararlarını ve sınırlamalarını dikkatle değerlendiriyor.
İki ana tür akciğer kanseri bulunuyor; küçük hücreli akciğer kanseri (SCLC) ve küçük hücreli olmayan akciğer kanseri (NSCLC). Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri, akciğer kanserlerinin en yaygın türü ve yılda yaklaşık 230 bin yeni vaka ile teşhis ediliyor. Bu tür, tüm akciğer kanseri vakalarının da yüzde 85’ini oluşturuyor.ABD'nin ve dünyanın önde gelen sağlık kuruluşlarından biri olan Cleveland Clinic’e göre küçük hücreli olmayan akciğer kanseri, akciğerlerdeki büyük hücrelerin kontrolsüz şekilde büyümesiyle ortaya çıkıyor. Genellikle küçük hücreli akciğer kanserine kıyasla daha yavaş bir şekilde ilerliyor.Teknoloji dünyasının en önde gelen kadınlarından biri olan Susan Wojcicki de geçtiğimiz günlerde küçük hücreli olmayan akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Dokuz yıl boyunca YouTube CEO’su olarak görev yapan Susan Wojcicki’nin ölümünü eşi Dennis Troper, sosyal medya platformu Facebook üzerinden yaptığı bir paylaşımla duyurdu. Troper eşinin küçük hücreli akciğer kanseri ile savaştığını belirtip “Kalbimiz kırık ama onunla geçirdiğimiz zaman için minnettarız” notunu düştü.NEDEN GEÇ TEŞHİS EDİLİYOR?Hastalığın en ilginç özelliği ise yaygın olmasına rağmen genellikle geç teşhis ediliyor olması… Peki bunun nedenleri nelerdir?Bu soruyu Göğüs Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Pelin Uysal’a sorduğumda “Küçük hücreli akciğer kanseri, teşhis konulduğunda genellikle çok hızlı bir şekilde çoğalma eğiliminde oluyor” dedi ve ekledi:“Tümör hücrelerinin ikiye bölünme süresi ortalama 40 gündür, yani bu süre zarfında hücre sayısı iki katına çıkabilir. Bu nedenle, bu kanser türü hızla yayılır ve lenf düğümleri ile diğer organlara hızla sıçrayabilir. Öte yandan, küçük hücreli olmayan akciğer kanseri, daha yavaş büyüyen bir türdür ve hücrelerin ikiye bölünme süresi bazı tiplerde 800 güne kadar uzayabilir. Bu nedenle, belirtilerin ortaya çıkması daha uzun sürebilir.”ÜLKEMİZDE NE SIKLIKLA GÖRÜLÜYOR?“Türkiye Kanser İstatistikleri Raporu'na göre, Türkiye’de erkeklerde en sık görülen kanser türü akciğer kanseri iken kadınlarda akciğer kanseri beşinci sırada yer alıyor” diyen Doç. Dr. Pelin Uysal, şu önemli bilgilerin altını çizdi:“Hastalık 40 yaş üstü bireylerde daha sık görülüyor ve genellikle ileri evrelerde teşhis ediliyor. Ülkemizde vakaların yüzde 19,4’ü lokalize evrede saptanmışken yüzde 27,9’unun bölgesel, yüzde 52,7’sinin ise uzak yayılım grubunda olduğu tespit edildi. Türkiye’nin Akciğer Kanseri Haritası Projesi’nden alınan verilere göre akciğer kanseri erkelerde 100 binde 75, kadınlarda 100 binde 10 olup, yıllık beklenen yeni hasta sayısı yaklaşık 30 bin.”HASTALIĞIN BELİRTİLERİ NELER?“Yoğun öksürük bile belirti olabilir” diyen Doç. Dr. Pelin Uysal, “Öksürüğü sık olanların göğüs hastalıkları hekimine başvurması son derece önemli. Hastalar bu semptomu hafife alıp doktor başvurusunu geciktirirse kanser yavaş ve sinsi de ilerlediğinden maalesef geç tanı konulabiliyor” dedi.Hastalığın diğer belirtilerine de değinen Doç. Dr. Uysal, “Yorgunluk, göğüs ağrısı, istemsiz ve açıklanamayan kilo kaybı, solunum sorunları, eklem veya kemik ağrıları, zayıflık, öksürükte kan varlığı da belirtilerden bazıları...” ifadelerini kullandı.‘SİGARA İÇMEK VE BAZI KİMYASALLARA MARUZ KALMAK HASTALIĞI TETİKLİYOR’Hastalığın risk faktörlerine de değinen Doç. Dr. Pelin Uysal, “Akciğer kanseri riskini artıran birçok faktör var. En önemli risk faktörü sigara içmek veya sigara dumanına maruz kalmak. Ayrıca, asbest ve bazı kimyasallara, özellikle boya maddelerine maruz kalmak da riski yükseltiyor. Hava kirliliği, ailede veya kişisel geçmişte akciğer kanseri bulunması ve geçmişte radyasyon tedavisi görmüş olmak da bu hastalığın gelişme olasılığını artıran diğer etmenler arasında yer alıyor” dedi.HASTALIĞIN TEDAVİSİNDE NASIL BİR YÖNTEM UYGULANIYOR?“Küçük hücreli olmayan akciğer kanserinin tedavisi hastalığın evresine, kişinin sağlık durumuna ve diğer faktörlere bağlı değişkenlik gösterebilir” diyen Doç. Dr. Pelin Uysal, şu önemli bilgileri paylaştı: -- Erken evrede küçük hücreli olmayan akciğer kanseri cerrahi müdahale ile tedavi edilebiliyor. Bu durumda, akciğerlerin bir lobu ya da daha fazlası, hatta bazı durumlarda tamamının çıkarılması gerekebilir.-- Kemoterapi, kanser hücrelerini yok etmek için kullanılan ilaç tedavisi. Bu ilaçlar ağız yoluyla alınabilir ya da damar yoluyla vücuda verilebilir. Böylece, ilaçlar kan dolaşımına girerek vücutta yayılmış olan kanser hücrelerini hedef alıyor.-- Radyoterapi ise kanser hücrelerini öldürmek ve ağrı gibi belirtileri hafifletmek için yüksek enerjili ışınların kullanıldığı bir tedavi yöntemi… Bu yöntem de oldukça önemli...-- Hedefe yönelik tedavi ise tümörün büyümesini sağlayan damarlar veya büyüme faktörleri gibi spesifik özellikleri hedef alan ilaçlarla yapılıyor. Bu tedavi genellikle ileri evre kanserlerde tercih ediliyor ve her hasta için uygun olmayabilir.