Bilim kurgu değil gerçek! Rüya sırasında iki insan arasında iletişim sağlandı ‘Yapay zekadan sonra en büyük endüstri olacak’

18 Ekim 2024

Rüyalar, uyku sırasında bilinçaltındaki düşüncelerin, duyguların ve anıların bir araya gelerek oluşturduğu karmaşık imgeler ve hikâyeler. İnsanlar, genellikle REM (Hızlı Göz Hareketi) uykusu sırasında daha yoğun ve canlı rüyalar görüyor.  Ayrıca rüyalar; kişisel deneyimlerin, korkuların, arzuların ve hayallerin yansıması olarak da kabul edilirken, aynı zamanda ruhsal ve duygusal durumları da yansıtabiliyor.  Uzun zamandır rüyalar üzerinde çalışan Kaliforniya merkezli bir girişim olan REMspace’teki bilim insanları, ‘berrak rüyalar’ sırasında bireyler arasında çift yönlü iletişim sağlamayı başardı.  BİLİM KURGUNUN GERÇEKLİĞE DÖNÜŞMESİ YÖNÜNDE ÖNEMLİ BİR ADIMBu deney, bilim kurgunun gerçekliğe dönüşmesi yönünde önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Kullanılan ekipmanlar arasında ‘sunucu’, ‘cihaz’, ‘Wi-Fi’ ve ‘sensörler’ yer alıyor. Deneyin uygulanabilirliği açısından dikkate değer bir detay ise katılımcıların ayrı evlerde uyuması. En önemlisi ise REMspace araştırmacıları, katılımcılar arasında özel olarak oluşturulmuş bir dil aracılığıyla belirli bir kelimeyi ışınlayarak iletişim kurmayı başardı. Peki bu nasıl oldu?Berrak rüya, bireyin rüyada olduğunu bilmesi ve rüyasında kontrol sahibi olması anlamına geliyor. Bu durum, bireylerin rüya dünyasında bilinçli eylemler gerçekleştirmesine olanak tanıyor. Deney sırasında, katılımcıların beyin dalgaları ve diğer biyolojik verileri özel bir cihazla uzaktan izlendi ve bu veriler sunucuya aktarıldı.Sunucu, bir katılımcının berrak rüyaya girdiğini tespit ettiğinde, özel dilden rastgele bir kelime üretiyor ve bu kelimeyi katılımcıya iletiyordu. Katılımcı, rüyasında bu kelimeyi tekrarladıktan sonra, yanıt sunucuda saklanıyordu. Sekiz dakika sonra, ikinci katılımcı da berrak bir rüyaya girdiğinde, sunucu ilk katılımcıdan alınan depolanmış mesajı ona iletti ve o da uyandığında bu mesajı tekrar etti. REMspace, bu deneyin başka bir katılımcı çiftiyle de başarıyla tekrarlandığını belirtiyor. Ancak şirketin, rüya iletişimini başardığını kesin olarak söyleyebilmesi için çalışmalarının daha titiz bir incelemeden geçmesi gerekecek.Henüz bilim insanları tarafından tam olarak incelenmemiş olan bu teknoloji, eğer doğrulanırsa uyku araştırmaları açısından önemli bir dönüm noktası olabilir. Bu tür bir iletişim yöntemi, ruh sağlığı tedavisi ve beceri eğitimi gibi alanlarda da geniş uygulama potansiyeline sahip. DAHA ÖNCE YAPILAN DENEYDE BÜYÜK RİSKLER ALINMIŞTIREMspace CEO’su Michael Raduga, “Dün, rüyalarda iletişim kurmak bilim kurgu gibi görünüyordu; yarın ise bu teknoloji olmadan hayatımızı hayal bile edemeyeceğiz” dedi. Raduga, bu gelişmenin sayısız ticari uygulamaya kapı açabileceğini ve rüya dünyasında iletişim anlayışını köklü bir şekilde değiştirebileceğini vurguladı. Aslında Raduga, daha önceki deneyleriyle de dikkat çeken biri. 2023 yılında, rüyalarını kontrol edebilmek için kendi beynine mikroçip yerleştirmeye çalışarak büyük riskler almıştı. Bu tehlikeli deneyde, ‘elektrotunun’ berrak rüyalar üzerindeki potansiyel etkisi olduğunu savunarak kafa travmasına yol açacak bir işlem gerçekleştirmişti. Raduga, daha sonra çipi çıkarmak zorunda kaldı. Şu anda, berrak rüyalar sırasında gerçek zamanlı iletişimi mümkün kılmak için yeni hedeflerine odaklanmış durumda. Raduga, “REM uykusu ve berrak rüyalar, yapay zekadan sonra bir sonraki büyük endüstri olacak” ifadelerini kullanarak bu alandaki inancını da  ortaya koydu. Eğer bu hedefler gerçekleştirilebilirse, rüya dünyasında iletişim kurma biçimimiz köklü bir değişim yaşayabilir ve insan etkileşimleri üzerinde derin etkiler bırakabilir. 

Devamını Oku

Sonbaharda bir başka güzel… Ege’nin büyülü köşesi: Muğla | CNN Travel yazarları hayran kaldı

10 Ekim 2024

Muğla, doğal güzellikleri ve tarihî zenginlikleriyle dikkat çeken bir adres. Parıldayan masmavi denizi, ağaçlarla kaplı zirveleri ve eşsiz yürüyüş parkurları hem doğa severler hem de macera arayanlar için şehri ideal bir rota haline getiriyor. Özellikle sonbahar, Muğla’nın doğasına bambaşka bir renk ve anlam katıyor. Zeytin ağaçlarının ve çam ormanlarının arasında, yaprakların sarı ve kırmızı tonlarına bürünen manzaralar, bir tablo gibi gözler önüne seriliyor. Bu mevsimde sahillerdeki kalabalıklar da azalıyor; sakin plajlarda yürüyüş yaparken denizin sesi, rüzgârın hafif dokunuşuyla birleşiyor. Göcek ve Fethiye gibi koylarda, doğanın sunduğu huzur içinde derin bir nefes almak ise insanı adeta yeniliyor.  Muğla’nın köyleri de sonbaharın getirdiği güzelliklerle dolup taşıyor. Datça’nın badem ağaçları, Ekim ayının ortalarında olgunlaşırken, köy pazarları taze sebzeler ve meyvelerle şenleniyor. Yerel halkın sıcak karşılamasıyla, zeytin hasadı döneminin coşkusunu hissetmek ve geleneksel lezzetleri tatmak ise bu rotanın bonusu… CNN'de gezi yazıları kaleme alan gazeteciler Richard Quest ve Joe Minihane de geçtiğimiz günlerde Muğla’nın bu etkileyici manzaralarını ve zengin kültürel mirasını deneyimlemek üzere şehri ziyaret etti. Yazıda, Fethiye ve Dalyan arasında bulunan, güneşli bir sahil kasabası olan Göcek'in bölgenin en iyi başlangıç noktası olduğu vurgulanıyor. Bu bağlamda, çeşitli detaylara yer veriliyor. İşte Richard Quest ve Joe Minihane’nin kaleminden Muğla’nın güzellikleri…AKDENİZ VE EGE DENİZİ'NİN BİRLEŞTİĞİ MÜCEVHER GİBİ BİR NOKTAGöcek’te kültür ön planda ve ünlü heykeltıraş Dilara Akay’ın bu konudaki etkisi oldukça büyük. Akay’ın muhteşem bir bahçede yer alan galerisi, sanatçının yaşamı boyunca yaptığı çalışmaların gelişimini sergileyen çeşitli eserlerle dolu. “Birçok kişi beni büyük bahçe heykellerimle tanıyor ama aynı zamanda enstalasyonlar da yapıyorum” diyen Akay, sanatının evrimini keşfetmek için ziyaretçileri galerisine bekliyor. Artık doğaya daha çok ilgi duyduğunun altını çizen Akay, bu yolculuğu denizde sürdürüyor. Akay, Muğla ilinin göz alıcı kıyı şeridini daha iyi görebilmek için küçük bir tekneye yöneliyor. “Göcek, Dalaman ve Fethiye koyundayız” diyor Akay, heyecanla kollarını sallayarak. Burası, Akdeniz ve Ege Denizi'nin birleştiği mücevher gibi bir nokta. Gerçekten de burada bir teknede olmak, hayal kurmanıza olanak tanıyor. TÜM DÜNYANIN HAYRAN OLDUĞU YÜRÜYÜŞ ROTASI: LİKYAKaraya döndüğümüzde ise keşfedilecek başka harikalar var. “Mazeret yok” diyor Likya Yolu yaratıcısı Kate Clow, ikonik uzun mesafeli patika boyunca yol gösterirken. 760 kilometreyi kapsayan bu rota, Fethiye’den Antalya’ya kadar uzanıyor ve tamamlanması 35 gün sürüyor. Bir zamanlar Likya olarak bilinen, şimdi ise güney Türkiye’nin bir parçası olan kıyı şeridini takip ediyor. Likyalıların, Persler, Büyük İskender ve Romalılar döneminde kat etmiş olabilecekleri rotaların çoğunu izliyor.Bu rotayı haritalamak ve işaretlemek, Roma yollarını ve eski katır yollarını kapsayan muazzam bir işti ve Clow bunun için büyük çaba harcadı. “O zamanlar, yani 35 yıl önce Türkiye'de hiç yürüyüş rotası yoktu. Ben Pireneler’de ve Fransa ile İspanya'nın çeşitli yerlerinde yürüyordum” diyor Clow. “Ve ‘Türkiye de bir tane hak ediyor’ diye düşündüm” diye de ekliyor.Dağlara doğru yükselen Clow’un rotası, deniz ve uzaktaki yüksek tepelerden olağanüstü manzaralar sunuyor. Gerçekten de dünyadaki en iyi uzun mesafe yürüyüş rotalarından biri burası. En güzel tarafı ise, muhteşem manzaraları, yoldan göremeyeceğiniz açılardan görebilmenize olanak sağlaması… DAMAK ÇATLATAN LEZZETLERTürkiye’nin her yerinde olduğu gibi, burada da yemek kültürü harika… Açık ateşte pişen lezzetli çorbalar ve ekmeklerle, ister Akay’ın galerisinde bir yemek yiyin, ister yörüklerle birlikte yöresel tatların keyfine varın. Muğla mutfağı, zengin ve çeşitli lezzetlere sahip. Bölgenin meşhur yemekleri arasında zeytinyağlılar öne çıkıyor; özellikle enginar, sebzeli kısır ve zeytinyağlı dolma, damakları şenlendiriyor. Ayrıca, Muğla'nın kendine has taze otlarıyla hazırlanan ot kavurması ve pide çeşitleri de oldukça popüler. Tandır kebabı, yöresel etlerin lezzetini ön plana çıkarırken, deniz ürünleri de bölgenin zengin denizine ait tazeliği sunuyor. Muğla’nın tatlıları arasında ise sünger kek ve yöresel sütlaç, ziyaretçilerin favorileri arasında. Bu lezzetler, Muğla'nın kültürel zenginliğini ve gastronomik mirasını enfes şekilde yansıtıyor.EĞLENCELİ ÇAMUR BANYOSU VE ADRENALİN DOLU YAMAÇ PARAŞÜTÜ DENEYİMİTüm bu yiyecekler sonrasında biraz eğlence için Dalyan’ın çamur banyoları harika bir rota. Bu ünlü fakat biraz kötü kokulu banyolar, yerlilerin ve ziyaretçilerin ciltlerini canlandırmak için geldikleri yerler. Sıcak ve yapışkan suda yükselen kükürt kokusu biraz rahatsız edici olsa da, vücuttaki çamur hissi çok ilginç.Babadağ ise yamaç paraşütçülerinin akın ettiği bir yer. 1700 metrede, planörlerin ve uçuşa katılanların koşabileceği ve kendilerini gökyüzüne fırlatabileceği özel bir fırlatma rampası bulunuyor.Rehberimiz Ertaş, renkli aynalı gözlükleriyle bizi kask ve emniyet kemeri provasına götürüyor. Ertaş, “Bunu 25 yıldır yapıyorum, yılda ise 400 ila 500 kez gökyüzünde süzülüyorum” diyor. Ertaş’ın bu deneyimde sıklıkla söyledi cümle ise “Yürümeye başla ve şimdi koş!”Bir süre sonra paraşüt rüzgârı yakalıyor ve zemin ayaklarınızın altından kalıyor. Aynı anda hem heyecan verici hem de endişe verici bir deneyim. Ancak sonsuz manzaralar, denizin mavisi ve plajların beyazı bunu muhteşem bir deneyim haline getirmeye yardımcı oluyor.  

Devamını Oku

Bilim insanlarını da şaşırttı: Dünyanın dört bir yanında ‘gök depremleri’ duyuluyor!  ‘Ağır bir topun patlamasına benziyor’

9 Ekim 2024

Dünyanın dört bir yanında 200 yıldan uzun süredir duyulan gizemli ‘gök depremleri’, bilim insanlarının çözümlemekte zorlandığı tuhaf seslerin kaynağı olmayı sürdürüyor. Bu sesler, silah atışları veya araba patlamalarıyla karıştırılabiliyor ve Belçika’dan Japonya’ya, New York’taki Finger Lakes bölgesine kadar geniş bir alanda duyulabiliyor.Bilim insanları, bu yankılanan patlamaların kökenini belirlemek için atmosferde patlayan meteorlar, askeri tatbikatlar, taş ocağı patlamaları ve uzak fırtına veya depremler gibi çeşitli teoriler ortaya koyuyor. Peki gerçek tam olarak ne?İLK OLARAK 7.2 BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ BİR DEPREM SIRASINDA BELGELENMİŞTİİlk olarak 1811 yılında ABD’de Missouri eyaletine bağlı New Madrid kentinde, 7.2 büyüklüğündeki bir deprem sırasında belgelendiği kaydedilen bu sesler, bölge sakinleri tarafından şaşkınlıkla karşılanmıştı. Ağustos 1886’da ise Güney Carolina’nın Charleston kentinde meydana gelen 7.3 büyüklüğündeki depremde de benzer sesler duyulmuş ve bu sesler depremden haftalar sonra bile hissedilmeye devam etmişti. ‘AĞIR BİR TOPUN PATLAMASINA BENZEYEN BİR SESE BENZİYOR’Gök depremleri, ‘kükreyen ses’ veya ‘yüksek patlamalar’ olarak tanımlanıyor. New York eyaletinin merkezindeki Seneca Gölü'nden yaşayan yazar James Fenimore Cooper, bu deneyimi ‘Göl Silahı’ adlı kısa öyküsünde kaleme almıştı. Cooper, öyküsünde seslerin “Bilinen hiçbir doğa yasasıyla açıklanamayan, ağır bir topun patlamasına benzeyen bir ses” olduğuna vurgu yapmıştı. Son yıllarda ise patlamaların rastgele zamanlaması nedeniyle belirli bir doğal olayla ilişkilendirilmesi de güçleşti.SESLERİN DEPREMLERDEN KAYNAKLANDIĞI DOĞRU MU? Bilim insanları, 2013 yılından bu yana EarthScope Transportable Array’dan (ESTA) elde edilen sismik verileri 2020 yılında kullanmaya başladı. ESTA, ABD genelinde depremleri, volkanları ve heyelanları tespit eden 400’den fazla sismik istasyondan oluşan bir ağ. Kuzey Carolina Üniversitesi Chapel Hill’deki bir araştırma ekibi, bu seslerin depremlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığını belirlemek için ESTA’nın verilerini çeşitli kayıtlarla karşılaştırdı. Çalışmaya katılan araştırmacılardan Eli Bird, genel olarak bunun atmosferik bir fenomen olduğuna inandıklarını ve sismik aktiviteden kaynaklandığını düşünmediklerini belirtti. Araştırmacılar, seslerin yerden değil, atmosferden yayıldığını varsayıyor.Bir diğer olasılık olarak, atmosferde patlayan uzay kayaları olan bolidler veya okyanus üzerinde çakan gök gürültüsü gibi okyanus olayları da gündeme gelmiş olabilir. Bird, “Atmosferik koşullar, bu durumun belirli bir yönde artmasına veya bu yerel bölgeyi etkilemesine neden olabilir” dedi. Ancak sismologlar, tüm çabalarına rağmen gök depremlerinin kesin olarak nereden geldiğini belirleyemedi. Kasım 2017'de Alabama'nın 15 ilçesindeki sakinler, yaşanan patlamalarla şok olmuş ve korkuyla yetkilileri aramıştı. Birmingham Ulusal Hava Durumu Servisi, bölgede meydana gelen gürültüyü tam olarak açıklayamadıklarını, uydu görüntüleri ve radar taramalarında patlama belirtilerinin görülmediğini bildirdi.Ajans, o dönem sosyal medyada benzer düşünceleri paylaşarak "Bir cevabımız yok ve sadece varsayımlarda bulunabiliriz" ifadesini kullandı. Uzmanlar, bu seslerin nedeninin tam olarak belirlenememesi nedeniyle halk arasında farklı spekülasyonların yaygınlaştığını belirtiyor. ÇEŞİTLİ KOMPLO TEORİLERİNE ZEMİN HAZIRLIYORBazı yerel halk, gök depremlerinin varlığını doğaüstü fenomenlerle ilişkilendirirken, diğerleri bunu askeri faaliyetlerle bağlantılandırıyor. Bu durum, hem toplumda merak uyandırıyor hem de çeşitli komplo teorilerine zemin hazırlıyor.Dünyanın farklı bölgelerinde benzer seslerin duyulması, araştırmaları uluslararası bir boyuta taşıyor. Bilim insanları, bu sesleri daha kapsamlı bir şekilde incelemek için uluslararası iş birlikleri kurmaya çalışıyor. Gök depremleri ile ilgili yapılacak daha fazla araştırma, bu olguların doğasını anlamamıza yardımcı olabilirken, halk sağlığı ve güvenliği açısından da önemli sonuçlar doğurabilir. Uzmanlar, bu seslerin kaynaklarının belirlenmesinin, toplumları bilgilendirme ve olası tehlikeleri önceden haber verme açısından kritik bir öneme sahip olduğunu vurguluyor.  

Devamını Oku

‘Kıyamet Buzulu’ çökmenin eşiğinde! Sadece su seviyesini yükseltmekle kalmayacak…

3 Ekim 2024

Küresel ısınma, dünya üzerindeki buzulların erimesine neden olan en büyük tehditlerden biri. Bu süreç, sadece deniz seviyelerinin yükselmesiyle kalmayıp, aynı zamanda ekosistem dengelerini, su kaynaklarını ve iklim döngülerini de derinden etkiliyor. Buzullar, gezegenimizin iklim dengesinde önemli bir rol oynarken, erime oranlarının artması, sera gazı emisyonlarının hızla yükseldiği bir dönemde, gelecekteki iklim senaryolarını belirsiz hale getiriyor. Antarktika ve Grönland gibi büyük buz tabakalarının kaybı, okyanus akıntılarını ve hava koşullarını etkileyerek, dünya genelinde felaket senaryolarının kapısını aralıyor. Bu bağlamda, buzulların erimesi, sadece çevresel değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik sonuçları olan karmaşık bir sorun olarak da öne çıkıyor. Son yıllarda ise bilim insanları, Antarktika’daki ‘Thwaites Buzulu’nun beklenenden çok daha hızlı eridiğini ortaya koyarak, dünya genelinde deniz seviyelerinin ciddi şekilde yükselmesine yol açabilecek bir durumu gözler önüne serdi. Thwaites, genellikle ‘kıyamet buzulu’ olarak adlandırılıyor ve bu buzulun çöküşü, hem ekosistemler hem de insan toplulukları üzerinde yıkıcı sonuçlar ortaya çıkarabilir!BUZULUN MEVCUT DURUMU KORKUTUYOR! YALNIZCA SU SEVİYESİNİ YÜKSELTMEKLE KALMAYACAKİngiliz Antarktika Araştırmaları’ndan (BAS) ve Uluslararası Thwaites Buzul İşbirliği (ITGC) kapsamında çalışan bilim insanları, buzulun durumunu değerlendirmek amacıyla su altı robotları kullanarak detaylı ölçümler gerçekleştirdi. Bu veriler, Thwaites Buzulu’nun Batı Antarktika Buz Tabakası’nın büyük bir kısmıyla birlikte 23’üncü yüzyıla kadar tamamen kaybolabileceğini gösteriyor. Mevcut araştırmalar, Thwaites’in erime hızının 1990’lardan 2010’lara kadar iki katından fazla arttığını ortaya koydu. Özellikle Amundsen Denizi, küresel deniz seviyesindeki yıllık artışın yüzde sekizini oluşturarak dikkat çekiyor.Thwaites’in yaklaşık 120 kilometre çapında olduğu ve 4 bin metreye kadar kalınlığa ulaştığı göz önüne alındığında, buzulun çöküşü, deniz seviyelerini 65 santimetre kadar yükseltebilir. Bu durum, Bangladeş gibi alçak kıyı bölgeleri ile Miami ve Londra gibi büyük şehirlerde yaşayan milyonlarca insanı tehdit ediyor. Bilim insanları, Thwaites Buzulu’nun çöküşünün, yalnızca su seviyesini yükseltmekle kalmayıp, aynı zamanda iklim sistemindeki diğer denge unsurlarını da etkileyebileceği konusunda uyarıyor.BUZULUN ÇÖKÜŞÜNÜN ARKASINDAKİ ETKENLER NELER?Buzulun çöküşünün arkasındaki başlıca etkenlerden biri, okyanusun hızla ısınması… Okyanus sıcaklıklarının artması, buzulun iç kısımlarının deniz seviyesinden iki kilometreden fazla aşağıda bulunması ve kıyıdaki buzul tabanının sığ olması, Thwaites’i son derece kararsız hale getiriyor. Araştırmalar, sıcak deniz suyunun buzulun derin çatlaklarına sızarak erimeyi hızlandırdığını gösteriyor. Bu süreç, 1940’larda meydana gelen güçlü bir El Nino olayıyla başlamış olabilir. Thwaites’in zayıf yapısı, okyanus akıntılarının ve rüzgârların değişen düzenleri ile birleştiğinde, buzulun çöküşünü hızlandıran bir domino etkisi yaratıyor. Bu süreç, yalnızca Thwaites Buzulu ile sınırlı kalmayıp, çevresindeki diğer buzullar üzerinde de benzer etkilere neden olabilir. Örneğin, Thwaites’in çöküşü, Batı Antarktika Buz Tabakası’nın diğer bölümlerini de etkileyerek, küresel deniz seviyesindeki artışı daha da artırabilir.UZMANLAR UYARIYOR: DENİZ SEVİYELERİNİ 3,3 METREYE KADAR YÜKSELTEBİLİRUzmanlar, Thwaites’in çöküşüyle birlikte Batı Antarktika Buz Tabakası’nın da büyük bir çöküş yaşama ihtimalinin yüksek olduğunu öngörüyor. Bu durumda, deniz seviyelerinin 3,3 metreye kadar yükselebileceği düşünülüyor. Bu yükseklik, kıyı bölgelerinde büyük yıkımlara yol açabilir. Sadece fiziksel alanların kaybı değil, aynı zamanda milyonlarca insanın yaşam alanlarının da tehlikeye girmesi söz konusu. Dolayısıyla, buzulun çöküşü, sosyal ve ekonomik yapıyı da tehdit ediyor.Araştırmacılar, buzulun çöküşü sürecinin nasıl daha iyi yönetilebileceği konusunda çeşitli stratejiler geliştirmeye çalışıyor. Sera gazı emisyonlarının azaltılması için acil önlemler alınması gerektiği vurgulanıyor. Bilim insanları, iklim değişikliğiyle mücadele için sürdürülebilir çözümlerin hayata geçirilmesi gerektiğini savunuyor. Ancak bu müdahalelerin etkisi zaman alacak ve geri çekilmenin ana itici gücü olan sıcak su akışının kontrol edilmesi zor bir süreç olarak karşımıza çıkıyor.Ayrıca, buzulun çöküşü ile birlikte deniz seviyesindeki artışın neden olacağı sellere karşı hazırlıklı olunması gerektiği ifade ediliyor. Kıyı şehirlerinin, olası felaketlere karşı dayanıklılıklarını artırmaları ve altyapılarını güçlendirmeleri önem arz ediyor. BİLİMSEL İŞBİRLİĞİ VE GELECEK ÇALIŞMALARThwaites Buzulu üzerinde yapılan araştırmalar, uluslararası işbirliğinin önemini de bir kez daha gözler önüne seriyor. Bilim insanları, buzulun durumu hakkında daha iyi bir anlayış geliştirmek için farklı ülkelerden gelen uzmanlarla ortak çalışmalar yürütüyor. Bu araştırmalar, sadece Thwaites Buzulu’nu değil, aynı zamanda Antarktika’nın diğer bölgelerindeki buzulların durumunu da kapsıyor. Örneğin, NASA'nın uzaydan elde ettiği veriler, buzulların erimesiyle ilgili daha geniş bir perspektif sunmakta ve dünya genelindeki iklim değişikliği ile ilgili daha fazla bilgi sağlıyor.Araştırmacılar, iklim değişikliği ile ilgili daha doğru modeller geliştirmek için, Antarktika'daki buzulların okyanus ve atmosferle etkileşimlerini incelemeye devam ediyor. Bu çabalar, gelecekteki deniz seviyesi yükselmesi ve iklim değişikliği ile mücadele stratejileri için kritik öneme sahip. 

Devamını Oku

‘Yeni nesil’ dolgu çılgınlığı: Kendi kanlarını yüzlerine enjekte ediyorlar!

2 Ekim 2024

PRF, hastanın kendi kanını kullanarak cilt gençleştirici bir karışım oluşturmak için santrifüje (sıvıları yüksek hızda döndürmek için kullanılan bir laboratuvar cihaz) tabi tutuluyor. PRF ve onun kuzeni PRP (trombositten zengin plazma) benzer şekilde çalışıyor. Ancak PRF’nin üretim sürecinde kan daha düşük hızda döndürülüyor. Bu yöntemle, bazı beyaz kan hücreleri ve fibrinler trombosit tabakasında kalıyor.Dermatolog Dr. Ava Shamban, cilt bakımı ve moda konularında popüler bir dergi olan Allure’a yaptığı açıklamada, PRF enjeksiyonlarının, hastaların dolguya alternatifler aramasının bir sonucu olarak, diğer estetik prosedürlerden daha doğal olduğunu söyledi. CİLDİ İYİLEŞTİRDİĞİ VE KIRIŞIKLIKLARI AZALTTIĞI ÖNE SÜRÜLÜYORPRF'nin, cilt iyileşmesini hızlandırma, göz altı morluklarını ve kırışıklıkları azaltma hatta saç dökülmesini tedavi etme potansiyeline sahip olduğu öne sürülüyor. New York’ta yüz plastik cerrahı olarak çalışan ve iki kurul tarafından sertifikalandırılmış cerrah Dr. Michael Somenek, güzellik ve yaşam tarzı konularında içerik sunan bir çevrimiçi platform olan Byrdie'ye yaptığı açıklamada, PRF enjeksiyonlarını “trombositten zengin plazma (PRP) tedavilerinin yeni nesli” olarak tanımladı.Somenek, PRF'nin ‘antikoagülan’ (kanın pıhtılaşmasını önlemek veya yavaşlatmak için kullanılan bir tür ilaç) bulunmaması sayesinde yaşlanma, saç dökülmesi veya cilt iyileşmesi belirtilerini gidermek için cilde enjekte edilebilen trombositler, kök hücreler, büyüme faktörleri ve fibrin açısından zengin, süngerimsi, jel benzeri bir ürün oluşturduğunu belirtti. 500 İLA 2 BİN DOLAR ARASINDA DEĞİŞİYORByrdie'ye göre, tek bir PRF seansının maliyeti 500 ila 2 bin dolar arasında değişiyor ve genellikle birden fazla tedavi gerektiriyor. Özellikle göz altı bölgesinde yüz dolgusu olarak kullanılıyor. Ancak, bazı doktorlar bu yöntemin etkinliği konusunda şüpheci.Dr. Doris Day, Allure’a yaptığı açıklamada, PRF'nin dolgu maddesi olarak satıldığını ancak dolgu maddesi gibi işe yaradığını düşünmediğini belirtti. Ayrıca Day, PRF enjeksiyonlarının çok iyi yayınlanmış verilerle desteklenmediğini ve kliniklerinde bu tedaviyi sunmadığını da söyledi. Literatürde insanların bu tedaviden çok fazla fayda görmediğini ve bazı hastaların sonuçlardan memnun olmadığını da belirten Dr. Day, “Özellikle, geçen yıl yayınlanan küçük bir çalışma PRF'nin akne izlerini tedavi etmede, cildin dokusunu ve elastikiyetini artırmada umut verici sonuçlar bulduğunu öne sürdü. Ancak ben insanları bundan vazgeçiriyorum çünkü tedavinin etkisiz olduğunu düşünüyorum” dedi.‘ASLA DOLGU YERİNE GEÇMEZ’Carmel Valley Yüz Plastik Cerrahisi ve Estetik Merkezi’ni kuran, kurul onaylı yüz plastik cerrahı olan Dr. Amir Karam da PRF'nin göz altındaki hacmi artırmakta etkili olmadığını ve bu enjeksiyonları ‘güvenilmez’ olarak nitelendirdi.  Göz altı bölgesine yapılan enjeksiyonlarda morarma ve travma miktarının fazla olduğunu belirten Karam, “Böyle bir işleme gerek yok. Bu işlem muhtemelen bir miktar işe yarayabilir ama asla dolgu yerine geçmez” dedi.DAHA FAZLA ARAŞTIRMAYA İHTİYAÇ DUYULUYORDr. Ava Shamban, Gıda ve İlaç Dairesi’nin olası kan kontaminasyonu ve buna bağlı sağlık riskleri konusunda endişelerini dile getirdiğini ve daha önce kök hücre içeren tıbbi tedavilere karşı uyarılarda bulunduğunu da belirtti. Ancak, PRF'nin bu kategoriye girip girmediği henüz belli değil. Shamban, bazı doktorların bu yenilikçi tedaviye karşı uyarılarına rağmen, daha fazla kişinin ‘dolgu yorgunluğu’ nedeniyle PRF enjeksiyonlarına yöneldiğini ve bu ürünün geleneksel hyaluronik asit dolgularının eşdeğeri olmadığını vurguladı. Sonuç olarak, PRF enjeksiyonları daha doğal bir gençleştirme seçeneği olarak görülse de, etkinliği ve güvenliği hakkında daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyuluyor.

Devamını Oku

Zaman daralıyor: Önümüzdeki 20 yıl içinde dünyanın 70'i etkilenecek! ‘1,5 milyardan fazla insan dayanılmaz sıcaklıklarla karşılaşacak’

27 Eylül 2024

İklim değişikliğiyle ilgili yayımlanan yeni bir rapor ise önümüzdeki büyük tehlikeyi bir kez daha gözler önüne serdi! Norveçli bilim insanları, eğer karbon emisyonları azaltılmazsa dünya nüfusunun yaklaşık dörtte üçünün dramatik hava koşullarında büyük değişiklikler göreceğini tahmin ediyor. 1,5 MİLYARDAN FAZLA İNSAN DAYANILMAZ SICAKLIKLARLA KARŞILAŞACAKÖzellikle İspanya, İtalya, Fas, Peru, Hindistan, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi geniş bir bölgede sıcaklık ve yağışta ‘net ve hızlı’ artışların beklenmesi öngörülüyor. En iyimser senaryoda bile dünya genelinde 1,5 milyardan fazla insan dayanılmaz sıcaklıklar, ani seller ve benzeri olaylardan etkilenecek. Araştırmacılar, Oslo’daki CICERO Uluslararası İklim Araştırmaları Merkezi’nden, önümüzdeki 20 yıl içinde yağış ve sıcaklık değişimlerini hesaplamak için dört büyük iklim simülasyonunu birleştirdi. Önceki çalışmalarda iklim değişikliğinin ülke düzeyindeki etkileri incelenirken, bu makale daha geniş bir perspektife sahip.Baş yazar Dr. Carley Iles, küresel ortalamaya kıyasla daha önemli olan bölgesel değişikliklere odaklandıklarını ve önemli değişimlerin yaşanması öngörülen bölgeleri belirlediklerini belirtiyor. Yüksek emisyon senaryosunda, Akdeniz, Kuzeybatı ve Güney Amerika ile Doğu Asya gibi bölgelerde ‘iki veya daha fazla 10 yıl boyunca sürekli ve benzeri görülmemiş değişim oranları’ yaşanacak. Emisyonlar önemli ölçüde azaltılmazsa, aşırı hava olaylarında hızlı değişiklikler yaşanacak bölgeler dünya nüfusunun yüzde 70'ini (5,6 milyar) kapsayacak.KUZEY AVRUPA’NIN BAZI BÖLGELERİN YAĞIŞ MİKTARINDA ÖNEMLİ ARTIŞLAR BEKLENİYORİngiltere ve Kuzey Avrupa'nın bazı bölgelerinde ani sıcaklık değişimleri beklenmiyor, ancak yağış miktarında önemli artışlar olabilir. Araştırmalar, insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerini ortadan kaldırmanın artık çok geç olabileceğini öne sürüyor. Dr. Samset, Daily Mail’e yaptığı açıklamada "Emisyon kesintilerinden bağımsız olarak, önümüzdeki 20 yıl içinde dünya çapında hava koşullarının ne kadar hızlı değişeceği önemlidir” dedi. Paris Anlaşması'nın gerekliliklerine uygun şekilde sera gazlarının yeterince hızlı azaltıldığı düşük emisyon senaryosunda bile dünya nüfusunun yüzde 20'si (1,6 milyar) etkilenecek. Emisyonlar azaltılırsa, en dramatik değişiklikler Arap Yarımadası ve Güney Asya ile sınırlı kalacak. Dr. Samset, "Emisyon kesintileri işe yarıyor, ancak şu ana kadar yarattığımız değişiklikler o kadar güçlü ki bir süre daha baskın olmaya devam edecek" şeklinde konuştu.Toplumlar ve ekosistemler belirli bir oranda doğal değişime tolerans gösterebilir. Ancak, değişim hızı belli bir seviyeyi aştığında, dünyanın ve insan toplumunun uyum sağlayabileceği sınırın ötesine geçebilir. Eğer dünya, araştırmacıların öngördüğü kadar ısınmaya ve yağış almaya devam ederse, aşırı hava olaylarının yaşanma olasılığı artacak. AŞIRI HAVA OLAYLARI ÖLÜM VE YIKIMA YOL AÇACAKÖrneğin, 2021'de ABD'nin Pasifik Kuzeybatısı'nda yaşanan sıcak hava dalgası, iklim değişikliği etkisi olmadan mümkün olamazdı. Yeni makalede, aşırı hava olaylarının ölüm ve yıkıma yol açabileceği uyarısında da bulunuluyor. Sıcak hava dalgaları, sıcaklık stresi, aşırı ölümler, ekosistem stresi, tarımsal verimde düşüş gibi sorunlar oluşturabilir. En hızlı değişimlerin yaşanacağı bölgeler, düşük gelirli ve savunmasız ülkeleri kapsıyor.Makale, bazı çevre koruma girişimlerinin aşırı hava olaylarını daha da kötüleştirebileceğini belirtiyor. Örneğin, hava kirliliğinin azaltılması, daha fazla radyasyonun dünyaya ulaşmasına ve yerel sıcaklık artışlarına yol açabilir. Dr. Laura Wilcox, Asya'daki hava kirliliğinin temizlenmesinin aşırı sıcaklıkları artırdığını ve Asya yaz musonlarını etkilediğini söylüyor. Gerekli temizliğin küresel ısınmayla birleşerek önümüzdeki 10 yıllarda aşırı hava koşullarında güçlü değişikliklere yol açabileceği belirtiliyor. 

Devamını Oku

Uyku maskesi ile uyumak kilo vermeye yardımcı oluyor! ‘Şaşırtıcı bir şekilde, gerçekten işe yarıyor’

26 Eylül 2024

Sağlıklı bir uyku ile kilo verme arasındaki ilişki, modern yaşamın sıklıkla göz ardı edilen ama son derece önemli bir boyutu. Uykunun, metabolizmayı düzenleyen hormonlar üzerindeki etkisi, kilo kontrolünde kritik bir rol oynuyor. Yetersiz uyku, insülin duyarlılığını azalttığı gibi açlık düzenleyici hormonların dengesini bozarak aşırı yemeye yol açabiliyor.Birleşik Krallık’taki sağlık hizmetleri ve acil tıp konularında uzmanlaşmış bir akademisyen olan Prof. Dr. Rob Galloway, bu konuya özel bir ilgi gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Daily Mail için kaleme aldığı yazısında, gece uyurken göz maskesi takmanın kilo vermeye yardımcı olabileceğini vurguladı. İşte Prof. Dr. Galloway’ın dikkat çeken o yazısı ve uyarıları…Her gece yatağıma girmeden önce dişlerimi fırçalar, pijamalarımı giyer ve mor ipek göz maskemi takarım (bu renk eşimin tercihi). Ancak bu rutin, sıradan bir alışkanlıktan çok daha fazlasını ifade ediyor; aslında, tip 2 diyabet riskine karşı kendimi koruma çabası içindeyim.Son bir yıl boyunca sağlık üzerine derinlemesine araştırmalar yaptım. Amacım, daha uzun, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmekti. Ancak, göbek bölgemdeki birkaç inatçı kilo (bunu baba yağı olarak adlandırdım) beni rahatsız ediyor. Çocuklarım bu durumu şaka yollu "sevimli" olarak nitelese de bu yağın vücuda zararlı kimyasallar salgıladığını biliyorum; bu da kanser, felç ve kalp krizi riskimi artırıyor.Bu nedenle sağlıklı beslenmeye özen gösteriyorum; işte tükettiğim ucuz kola, aşırı işlenmiş sandviç ve cipsleri geride bıraktım. Alkol tüketimimi azalttım ve çoğu gün 6 kilometre koşmaya başladım. Ancak tüm çabalarıma rağmen bu inatçı yağ inatla varlığını sürdürüyor.IŞIK MİKTARI ARTTIKÇA, DİYABET VAKALARININ DA ARTTIĞI GÖZLEMLENİYORFlinders Üniversitesi'nden araştırmacılar, gece ışığına maruz kalmanın vücut saatlerini bozduğunu ve bu durumun metabolizma üzerinde domino etkisi yaratarak kilo alma ve diyabet riskini artırabileceğini gösteren bir makale yayımladı. Araştırma, UK Biobank’tan alınan yarım milyondan fazla insanın verileriyle destekleniyor. 2006 yılında başlatılan UK Biobank, detaylı anketler, fiziksel değerlendirmeler ve biyolojik örnekler toplayarak hastalıkların tetikleyicileri hakkında bilgi edinmeyi amaçlıyor.Flinders ekibi, bir hafta boyunca geceleri maruz kaldıkları ışık miktarını incelemek için 84 bin katılımcıya monitörler verdi. Bu veriler, katılımcıların sonraki sekiz yıl içinde tip 2 diyabet geliştirme oranlarıyla karşılaştırıldı. Sonuçlar oldukça dikkat çekiciydi: Çalışma süresince yaklaşık 2 bin kişiye diyabet teşhisi konmuştu ve geceleri daha fazla ışığa maruz kalanların riski belirgin şekilde artmıştı. Ortalamadan yüzde 0-20 daha fazla ışığa maruz kalanlar, ortalamadan daha düşük ışık seviyelerine sahip olanlara göre yüzde 29 daha fazla diyabet riski taşırken, yüzde 20-40 arası maruz kalanların riski yüzde 39, yüzde 40-50 arası maruz kalanların riski ise yüzde 53 daha fazla bulunmuştu.Bu çalışma gözlemsel bir araştırma olduğu için kesin bir nedensellik sunmuyor, ama bana göre ışık maruziyetinin etkileri çok açık. Işık miktarı arttıkça, diyabet vakalarının da arttığı gözlemleniyor. Daha da önemlisi, biyolojik bir açıklama var: Gece ışığı, uyku düzenimizi ve vücut saatimizi etkileyerek insülin duyarlılığını bozabiliyor. Bu, kandaki şekeri (glikozu) hücrelere taşıyan insülin hormonunun işlevini olumsuz etkileyebilir. Hücreler insüline daha az duyarlı hale geldikçe, kan şeker seviyeleri yükseliyor ve vücut daha fazla insülin üretiyor. Başlangıçta bu fazla glikoz yağa dönüşüyor, ama zamanla yüksek kan glikoz seviyeleri tip 2 diyabete yol açıyor.GECE IŞIĞINA MARUZ KALMAK MELATONİN ÜRETİMİNİ AZALTIYORGece ışığına maruz kalmanın bir diğer sorunu, melatonin üretimini azaltması. Melatonin, uykuya dalmamıza yardımcı olan bir hormon ve aynı zamanda kan şekeri seviyelerini de düzenliyor. Normal melatonin seviyeleri, geceleri açlık hissi duymamamızı sağlıyor. Yetersiz uyku da açlık düzenleyici hormonları bozabiliyor; örneğin, ghrelin seviyeleri artarken leptin seviyeleri düşüyor, bu da açlık hissini artırıyor ve sonuç olarak kilo alımına neden oluyor.Gece vardiyasında çalışan biri olarak benim uykum oldukça kötü. Üstelik dört aylık bebeğim de var, bu nedenle sıklıkla uyanmak zorundayım. Odayı karartmak için kullandığım perdeler tam oturmadığı için dışarıdan sızan ışık, uyku kalitemi olumsuz etkiliyor. Birçok insanın yatak odasında bir tür ışık açık; elektronik saatler, cep telefonları veya gece lambaları gibi. Bu araştırmalar da gösteriyor ki, uyku sırasında maruz kalınan en küçük ışık bile zararlı olabilir.BU DURUM SADACE KİLO ALMA İLE SINIRLI DEĞİL, ENFEKSİYON RİSKİ DE ARTIYORUyku eksikliğinin sonuçları sadece kilo alma ile sınırlı değil; bilişsel işlevlerin zayıflaması, ruh hali değişiklikleri, depresyon ve enfeksiyon riskinin artması gibi birçok olumsuz etki de söz konusu. Ayrıca, uzun ve kısa vadede kalp krizi geçirme riskini artırıyor. 2014’te yapılan bir araştırma, saatlerin ileri alındığı günlerde (ilkbaharda) bir saat uyku kaybı yaşayan insanların kalp krizi geçirme oranının yüzde 24 arttığını ortaya koymuştu.GÖZ MASKESİ IŞIĞI ETKİLİ BİR ŞEKİLDE ENGELLİYORBu noktada, göz maskesi benim için önemli bir yardımcı haline geliyor. Işığı gerçekten etkili bir şekilde engelliyor ve ipek yapısı sayesinde oldukça rahat. Bu maske, uyku kalitemi artırıyor; artık daha iyi uyuyorum ve geceleri daha az uyanıyorum. Gündüzleri daha dinç hissediyorum ve kilomda da hafif bir değişim fark ediyorum.Ancak bu süreçte sadece maske ile yetinmiyorum. Öğle yemeğinden sonra kahve içmeyi bıraktım ve akşam yemeğini daha erken yemeye çalışıyorum. Ayrıca, geceleri bir magnezyum tableti almaya başladım. Diğer takviyeleri de düşünebilirim; örneğin, glisin veya taurin amino asidi veya Hindistan'da yetişen bir bitkiden elde edilen Ashwagandha gibi. Bu takviyelerin düşük dozda alındıklarında zararlı olduğuna dair bir kanıt yok ve bazı çalışmalar, uyku süresini ve kalitesini artırmada etkili olabileceğini gösteriyor.Bununla birlikte, uyku hapları kullanmaktan kaçınıyorum; çünkü doğal uykunun sağladığı evreleri desteklemiyorlar ve potansiyel riskler taşıyorlar. Sonuç olarak, uyku zayıflık ya da tembelliğin bir göstergesi değil. Gerçekten daha sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşamın anahtarı. Bu nedenle, uykuya verdiğim önemi artırmaya çalışıyorum ve bu konuda attığım adımların etkilerini gözlemlemek için sabırsızlanıyorum.

Devamını Oku

Grip mevsimi erken başladı! Bu yıl aşılar neden değişti?

18 Eylül 2024

Grip, dünya genelinde her yıl milyonlarca insanı etkileyen ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen viral bir hastalık. Özellikle sonbahar ve soğuk kış aylarında yaygın olarak görülen grip, hafif bir soğuk algınlığından yüksek ateş ve şiddetli halsizlik gibi daha ciddi semptomlara kadar geniş bir yelpazede belirtiler gösterebiliyor. Son yıllarda ise grip vakalarında belirgin bir artış gözleniyor. Örneğin geçen yıl tedaviye karşı inatçı ve iyileşmesi haftalar süren yeni bir grip salgını yaşanmıştı. Bu yıl da grip mevsiminin nasıl geçeceği, virüsün yeni suşları ve aşı stratejilerindeki değişiklikler nedeniyle merak ediliyor.‘KUZEY YARIM KÜRE’DE CİDDİ ARTIŞ DİKKAT ÇEKİYOR Yeni sezonda hastalığın gücünün nasıl olacağıyla ilgili görüşlerine başvurduğum Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Reşit Mıstık, “Önümüzdeki grip sezonunda salgın yapacak tür geçen sene ile aynı olabilir. Eğer öyle olursa hastalığın seyri benzer olacaktır. Buna karşın değişime (mutasyona) uğramış ve daha önce karşılaşmadığımız bir tür olursa daha ciddi seyirli bir grip sezonu geçirebiliriz” dedi ve ekledi: “Ancak hangi türle olursa olsun risk gruplarında gribin her zaman ciddi olarak seyredebileceğini bilmemiz gerekir. Şu sıralarda bizim de içinde olduğumuz Kuzey Yarım Küre’de Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre Orta Amerika ve Karayipler; Batı ve Orta Afrika, Güney ve Güneydoğu Asya’da gripte artış dikkat çekmeye başladı.” COVİD-19, GRİP MEVSİMİNİ KALICI OLARAK DEĞİŞTİRDİ! ‘EN BÜYÜK SORUN İKİSİNİN AYNI ANDA ORTAYA ÇIKMASI’ Öte yandan Covid-19 da grip mevsimini kalıcı olarak değiştirdi ve bu sezon her iki virüse karşı da korunmak çok önemli… Dünya Sağlık Örgütü Salgın ve Pandemi Hazırlığı ve Önleme Direktörü Maria Van Kerkhove, en son yaptığı açıklamada Covid-19 testlerinde pozitif çıkma yüzdesinin son bir aydır arttığını söyledi. Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi’nin haftalık basın toplantısında konuşan Kerkhove, "84 ülkedeki gözetim sistemimizden gelen veriler, Covid-19 için pozitif testlerin yüzdesinin arttığını bildiriyor. Genel olarak, test pozitifliği yüzde 10’un üzerinde ancak bu bölgeye göre değişiyor. Avrupa’da pozitiflik yüzdesi yüzde 20’nin üzerinde” ifadelerini kullandı. “Covid-19’u yapan SARS-CoV-2 ile grip virüsünün her ikisi de solunum sistemine yerleşen virüsler” diyen Prof. Dr. Reşit Mıstık, “Virüs bilimi açısından bir virüs varsa başka bir virüsün yerleşmesi zor olabiliyor. Bu nedenle biri ön plana çıkarsa diğeri geri planda kalabilmesine rağmen yine de her iki virüsün saptandığı hastalar var. Bu hastalarda bunlara bağlı komplikasyonların görülme sıklığı ve ciddiyeti artabileceği düşünülebilir. En büyük sorun bu olabilir” dedi.  BU YIL GRİP AŞILARI NEDEN DEĞİŞTİ? Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri’ne (CDC) göre 2023-2024 grip sezonunda 45 binden fazla kişi grip komplikasyonlarından hayatını kaybetti. Bu nedenle CDC, bu yıl 6 aylık bebekler dahil olmak üzere herkesin güncellenmiş grip aşısını yaptırmasını öneriyor. Ancak bu yıl grip aşısı geçen sezonun aksine dörtlü yerine üçlü bir bileşime sahip. Bu üçlü aşılar, iki influenza A (H1N1 ve H3N2) ve bir influenza B virüsünü içeriyor. Peki bu yıl dörtlü aşılardan üçlü aşılara geçilmesinin sebepleri nelerdir? “Her yıl bir önceki yılın kış ayları sonunda o yıl toplumda dolaşan grip aşı türleri dünyanın değişik yerlerinden gelen bilgilerle DSÖ grip izleme komitesi tarafından saptanır. Bu saptamalar doğrultusunda bir sonraki yılın aşı içeriğinin nasıl olması gerektiğini aşı üreticilerine iletilir” diyen Prof. Dr. Reşit Mıstık, bu yılki değişime dair şu önemli bilgilerin altını çizdi: -- 2020 yılından itibaren grip aşılarında bulunan B/Phuket/3073/2013 (B Yamagata-Lineage) virüsü artık görülmediğinden, 2024-2025 aşıları dört tür yerine üç tür olarak planlandı. Grip virüsü, A, B, C ve D olmak üzere dört tür içerir; ancak, en fazla değişime uğrayan A tipi grip virüsüdür. A tipi grip virüsü, H ve N antijenlerinin farklı kombinasyonlarıyla büyük mutasyonlar geçirir, bu da yeni virüs türlerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. -- Bu nedenle, bir kişi hayatı boyunca birçok kez grip geçirebilir ve virüsün değişimi küçük salgınlardan büyük pandemilere kadar çeşitli etkiler yaratabilir. Aşılar, değişime uğramayan virüslere karşı yüzde 100 koruma sağlarken, değişen virüslere karşı koruyuculuk oranı daha düşük olabilir. GRİP AŞISINI HANGİ AY YAPTIRMAK DAHA ETKİLİ? Eylül sonlarına doğru grip aşılarına erişim sağlanabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Reşit Mıstık, “Aşı için en iyi zaman Ekim-Kasım aylarıdır. Çoğunlukla tek doz aşı yeterlidir. Ancak risk grubunda olanlar için kış sonunda ikinci bir aşı yapılması önerilebilir” dedi.GRİP DIŞINDA BU SEZON PİK YAPMASI BEKLENEN BAŞKA VİRÜSLER VAR MI? Bu soruma “Aslında, virüs denizi içinde yüzüyoruz ve yüzlerce virüs, hastalandığımız veya farkında olmadan geçirdiğimiz enfeksiyonlara neden olabiliyor” cevabını veren Prof. Dr. Reşit Mıstık, şöyle devam etti: “M-Çiçeği (Mpox) virüsü, üst solunum yollarına yerleşen respiratory syncytial virüs (çoğunlukla bebeklerde hastalık yapmasına rağmen, genç yetişkinler ve erişkinlerde de burun akıntısı, öksürük, ateş gibi belirtilere yol açabilir), ve Batı Nil Virüsü (sivrisinekle bulaşan ve bazen beyni etkileyebilen ateşli bir hastalık) enfeksiyonlarında artış beklenebilir. Ancak, DSÖ bu dönemde grip ve Covid-19'u en yaygın hastalıklar olarak işaretlemiş durumda…”

Devamını Oku