İslam dünyasının yükselişi ve gerileyişi

1 Ağustos 2013

Batılı yazarlardan bir çoğu Kuran’ı anlatırken şöyle bir ifade kullanıyor: “Kuran, Müslümanların başarılarından biri değildir fakat başarılarının nedenidir. ‘Bilimi öğrenmek her kadın ve erkeğin görevidir’, ‘Bilim Çin’de bile olsa araştırınız’, ‘Bir saat tefekkür ve Allah’ın mahlûkatını inceleme, bir yıl ibadetten daha hayırlıdır’ gibi düsturlar, İslam uygarlığının hür düşünce ve araştırma temeli üzerine kurulmasını sağlamıştır.”

Ortaçağ’da Kutsal Kitap’ın dışındaki bilimler değersiz sayılır, kütüphaneler tahrip edilir, bilim kitapları yakılırken Doğu Roma’da bilginler ve kitaplar gizlenerek korunabilmişti. Abbasi Halifesi Memun, Bizans’tan bilim adamlarını ve kitaplarını Bağdat’a getirtince onlar yeniden insanlığın hizmetine sunulmuş, medreselerin kurulmasıyla yeni nesillere ulaştırılmıştı. Bağdat, Hint ve İran menşeli kitapların tercüme edildiği, Orta Doğu ile Güney Avrupa’yı ve Yakın Doğu’yu bütünleştiren tercüme kurumu Beytülhikme’de Süryaniler, Hintliler, Harranlılar ve Nebatlılar Bağdat’a gelerek İran, Yunan ve Hint asıllı bilginlerle yan yana çalışabilmişti. Kuran, şiir dili olmasının yanı sıra felsefe ve bilim dili haline gelmiş, büyük bilgin, filozof ve edipler yetişmişti.

Birliği ve istikrarı sağlamak

Ayrılıkçılık, istila ve parçalanmalar İslam dünyasını ekonomik, sosyal ve dini bir anarşinin içine atana kadar aydınlanma devam etti. Birliği ve istikrarı sağlamak üzere, ulemaya görev verilince onlar Kuran’ın, başka bir ışığa gerek olmaksızın her türlü sorunu çözmede yeterli olduğunu iddia ve ispat etmeye çalıştılar. Âlimler bütün İslam öğretilerini topladılar, sınıflandırdılar, fıkhın zenginliğini sağladılar. Bu zenginlik öyle altından kalkılamaz bir ağırlık oluşturdu ki, bundan sonraki bilim adamlarının elleri kolları bağlandı, Kuran dahi kenarda kaldı. Tefsir, moda kitabı değildi, her çağa, her asra göre değişik tefsir olmazdı, dinimiz eksik mi ki tamamlanacak, fazlalığı mı var ki çıkarılacaktı. Dine yeni bir şey eklemek bidat olurdu, değişik yorum getirmek, dini her asırda bozmak demekti!

Devamını Oku

Namaz vakitleri

31 Temmuz 2013

Onuncu yüz yılda yeni Müslüman olmuş Volga Bulgarları Hükümdarı, Abbasi Halifesi’ne gönderdiği mektupta, hükümdarlığını tanımasını, Hazarlara karşı inşa edilecek kale için para yardımı ve Bulgarlara İslam’ı öğretecek muallimler göndermesini istemişti. Halife’nin cevap olarak gönderdiği heyete başkanlık etmek üzere Ahmet b. Fadlan adlı bir divan katibi de vardı. Bağdat’a döndükten sonra seyahat boyunca geçtiği ülkelerin, özellikle Türklerin yönetimleri, dinleri, yaşama biçimleri ve âdetlerini anlatan çok önemli bir kitap yazmıştı.

“Yatsı ezanına ne oldu?”

İbn Fadlan’ın Bulgar ülkesinde gördüğü sayısız acayip şeyler arasında beş vakit namazın dört olarak kılınması da vardır. İlk gece güneş batmadan bir saat önce semanın kızardığını görür, başının üzerinde ateş gibi kırmızı bir bulut oluşur. Sonra kubbeli çadırına gider ve birkaç ayet okuyarak yatsı ezanını beklerken ezanın okunduğunu duyar, çadırından çıkar, bir de bakar ki sabah olmuş. Müezzine, yatsı ezanına ne olduğunu sorar. Müezzin der ki: “Onu akşam namazının arkasından kılarız.” İbn Fadlan, “Ya geceye ne oldu” diye sorar. “Gecelerin son derecede kısaldığını, sabah namazını kaçırmamak için bir aydır geceleyin uyumadığını, öyle ki akşamleyin tencereyi ateşe koyan kimse, yemek pişmeden sabah namazını kılar” der. İbn Fadlan der ki: “Onların ülkesinde gündüzlerin çok uzun olduğunu gördüm, geceler çok kısadır; sonra geceler çok uzar, gündüzler çok kısalır. Ancak tam karanlık olmuyor, akşamdan önceki kırmızı şafak hiç kaybolmuyor. Ay da göğün ortasına gelmiyor. Semanın ufka yakın kesiminde göründükten sonra sabah oluyor ve gözden kayboluyor.”

Ulemanın düşündüğü gibi

Devamını Oku

Modernleşmek batılılaşmak değil

30 Temmuz 2013

Samuel Huntington’ın ‘Modernleşmek artık batılılaşmak değil’ isimli bir makalesini okumuştum. Şunlar dikkatimi çekmişti. Çok değil beş yüz yıl önce pek çok farklı kültürler vardı ve bunların hepsi gelenekseldi, modern kültürler değildi. Batı dünyasındaki iktisadi ve sosyal modernleşme sonunda batıyla batılı olmayan, modernle modern olmayan arasında büyük bir uçurum açıldı. Bugün modernleşme evrensel bir olgu, bütün kültürler modernleşiyor. Batıyla dünyanın diğer bölümü arasındaki fark kayboluyor gibi.

Fakat modernleşme mutlaka batılılaşma demek değil. Sayısız kanıt var ki, modernleşme var olan kültürleri kuvvetlendirmekte ve farkları sabitleştirmekte. Tıpkı beş yüz yıl önceki yerel kültürlerin ve medeniyetlerin yan yana var oldukları gibi, bu yüzyılda da birçok modern kültürler yan yana varlar. Bu modern kültürler, modern bir dünya kültürü oluşturacaklardır fakat bu çok uzak bir gelecekte olacaktır.

Batılı kültür elementleri

Batılı olmayan ülkeler çoğunlukla batılı kültür elementlerini almayı deniyorlar. Başlangıçta modernleşme ve batılılaşma birlikte yürüyor fakat veriler ülkelerin daha çok yakınlaşamadıklarını gösteriyor. Belli bir zaman diliminden itibaren, yerel kültürler yeniden canlanıyor ve batılılaşma azalıyor. Batılı kültür elementleri kaybolmuyor ancak tesiri anlamlı ölçüde azalıyor hatta tersine dönüyor. Ülkelerdeki yerel kültürlere dönme eğilimleri, günümüzde İslam’ın yeniden doğuşu, Asya değerlerinin kutsanışı ve dünyanın birçok yerinde dinlerin yeniden kuvvetlenmesiyle kendini gösteriyor. Modernleşme batılı olmayan toplumların ve kültürlerin yeniden canlanmasına sebep oluyor. Dünya daha modern oluyor, fakat bu batılılaşma değildir.

Devamını Oku

Aminci hocalar

30 Temmuz 2013

Küçük oğlan üçüncü yaşını bitirmiş ve Allah ile ilgili sorular sormaya başlamış. Sorularının ilk kaynağı, evlerinin yakınındaki camiden ezan sesinin çok etkileyici bir tonda duyulması! Ezan okunurken annesi ona, Allaha dua edip âmin demesini söylediği için ezanı okuyan hocanın adı Aminci Hoca’ya çıkmış. Sorular birbirini izliyormuş. Allah beni duyar mı? Allah camide midir? Camiye gitsem O’nu görebilir miyim? Allah beni sever mi? Annesi bilgisi kadar açıklama yapmış; Allah’ın çok yükseklerde olduğunu, bizim O’nu göremeyeceğimizi, fakat O’nun bizi görebileceğini söylemiş. Çocuk yine de Aminci Hoca’yı merak ediyor, onu görmek istiyormuş. Dedesi sadece cuma günleri camiye gidebiliyor, cuma günleri de cami çok kalabalık olduğundan çocuk için uygun olmuyormuş.

Ders odaları kullanılabilir

Talihsizlik olarak saymakta olduğum şeylerden biri, küçük çocukların aileleriyle birlikte katılacakları bazı programların düşünülmemiş olmasıdır. Çoğu camilerde, namaz kılınan kısmın yanı sıra ders odaları vardır. Bu ders odalarının bazıları genç anne babaları çocuklarıyla birlikte bilgilendirmekte kullanılamaz mı? Çocuklar büyüyüp de kadın-erkek ayrılığını, kaç-göçü öğrenip ayrılıkçı düşünmeye başlamazdan önce, küçük insanlar olarak Allah sevgisi ve korkusuyla birbirini sevmeyi, birbirlerine iyilikler yapmayı, bu sevgiyle insandan başka yaratıkları, hayvanları ve bitkileri de sevmeyi ve korumayı öğrenemezler mi?

Allah bilgisi, Allah korkusu

Devamını Oku

Bilgin Nasıreddin Tusi

28 Temmuz 2013

Cengiz Han’ın torunu Hülagü, Bağdat’ı zapt ettiğinde ele geçirdiği ganimetler arasında Nasıreddin Tusi adında bir Türk bilgini vardı. Nasıreddin, saraya başvezir ve maliye vekili yapıldı. Fakat onun araştırmalarına devam etmesi için rasathaneye ihtiyacı vardı. Durumu hükümdara bildirdiğinde Hülagü, yapılacak masrafın hak edilip edilmeyeceğinin ispat edilmesi gerektiğini söyledi. Çok büyük bir kazanı, Hülagü’nün dışındaki saray erkânına duyurmadan, sarayın damına yerleştirdiler. Bakanlar ve diğer ileri gelenler, geceleyin Hülagü’nün huzurunda toplantı halindeyken, görevli kişiye, kazanı damdan aşağı yuvarlaması işareti verildi. Kazan yuvarlanırken geniş yüzeyli ve engebeli damda, öyle korkunç bir gürültü çıkardı ki, Hülagü’nün yanındakiler ölüm korkusu geçirdi. Olayı bildikleri halde Hülagü ile Nasıreddin de korkmuşlardı. Kazan yere düşüp ses kesildikten ve durum anlaşıldıktan sonra Nasıreddin bir açıklama yaptı:

“Görüldüğü gibi korkunç gürültü eşyanın tabiatından, kazanın damda yuvarlanmasından gelmektedir. Bilinmeyen şeylere duyulan korkudan sıyrılmak, olanları anlamak için her olayı sakin bir bakışla anlamak gerektir. Astronominin bize sağlayacağı yararlardan biri budur ve sadece bir tanesidir.” Bu uyanıştan sonra emir çıkarıldı, bir rasathanenin, onunla birlikte bir kütüphanenin ve bir araştırma merkezinin kurulması için hiç bir masraftan kaçınılmaması istendi.

İçinde bulunduğumuz çağda, ayın insanlar tarafından fethedilmesinden sonra ay yüzeyindeki önemli engebelere, araştırmaları ve buluşlarıyla insanlığa bu yolda yardımı olmuş büyük bilginlerin isimleri verilmişti. Bu bilginler arasında üç tane de Türk ismi vardır. Bunlardan biri Nasıreddin Tusi’dir, diğerleri Uluğ Bey ve Biruni’dir. Uzay ile ilgili araştırmalar ve bulgular, kâinatın bütünlüğüyle ilgili bilgilere önemle değinen Kuran-ı Kerim’in anlaşılması açısından çok önemli olduğu gibi, ay takvimine uyularak belirlenen temel ibadetler açısından da çok önemliydi.

Türkler Tanrı iradesiyle dünyevi hâkimiyet arasında ilişki kurmuş millettirler. İyi kağanlar Tanrı’nın yardımına mazhar olmuşlardır. Bilge Kağan kitabesinde demiştir ki: “Tanrı, Türk milleti yok olmasın diye babam İlteriş Kağan ile anam İlbilge Hatun’u yükseltti.” Müslüman olan Türk hükümdarları, halifelik görevinin, “Cihan ailesinin babası” olarak kendilerine verildiğine inanmışlardır.

Devamını Oku

Kadir Gecesi selam gecesi

27 Temmuz 2013

“Biz onu Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi nedir bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece melekler ve Cebrail, Rablerinin izniyle her iş için inerler. O gece selamdır, ta şafak vaktine kadar.” (97. Sure)

İslam geleneğinde Kadir Gecesi, Kuran’ın ilk indiği gece olduğu için çok önemlidir. Hz. Peygamber ilk vahyi aldığı o heyecanlı gecenin Ramazan ayının kaçıncı gecesi olduğunu hatırlayamadığını ancak Ramazan’ın son on günlerinden tek sayılı olanlarında aranması gerektiğini söylemiştir. Bu bildiriye dayanarak Müslümanlar Ramazan’ın 21, 23, 27, 29. gecelerini heyecanla beklerler. Kadir şeref, azamet demektir. Kuran ona “Selam” demiştir. Kadir isimli bir gün olup da Kuran o günde inmiş değildir fakat Kuran inmekle o gece çok şerefli, azametli bir gece haline geldiği için ona “Kadir” ismi verilmiştir. Kuran’da bu olayı anlatan sureye de Hz. Peygamber aynı adı vermiştir. Daha sonra Müslümanlar sahabenin muhtelif rivayetlerinden esinlenerek 27 Ramazan’ı büyük ihtimalle Kadir Gecesi olarak benimsemişler, öylece devam edilmiştir.

Kuran’ın tamamlanması 23 yıl sürmüştür ve bu yılların bütün aylarında ve günlerinde ayetler vahiy olunmuş, Ramazan ayları ile Kadir gün ve geceleri tekrar tekrar yaşanmıştır. Yani yıllar boyunca bütün aylarda ve günlerde Kuran ayetleri vahiy olunmakla bütün günler ve aylar değerlenmiştir. Fakat ilk vahiy gecesi fevkalade bir yaşantıdır, daha önce böyle bir olay yaşanmamıştır. Kadir Gecesi, Kuran’ın “Doğum Gecesi” olmuştur. Doğum ailelerimiz için hayatlarının çok önemli dönüm noktalarıdır, o günleri hiç unutmaz, unutulmaması için kutlamalar düzenlerler. Bazı doğum günleri ise toplumun bütününün, milletlerin veya bütün insanların hayatının dönüm noktasıdır. O günler toplumlar, milletler, hatta bütün insanlıkça kutlanır, unutulmaz. Kadir böyle evrensel önemde gecelerdendir.

Geleneğe göre yıl içinde okunup bitirilen ve Ramazan içinde ayrıca toplu halde tekrar hatmedilen Kuran’ın “Hatim Duası” bu gecede yapılır. Zaten Ramazan namazı diyebileceğimiz uzun teravih namazlarında Kuran’ın birçok sureleri ve ayetleri tekrarlanır. Kadir Gecesi’nde ayrıca büyük camilerde toplanılır, ayetler okunarak, vaazlar dinlenerek, ilahiler söylenerek gece ihya edilir. Birliktelik bilinçlenme yaratır, yaşananların kalıcı olması için dualar edilir. Kadir kutlu olsun.

Devamını Oku

Tefsir farkı önemli

25 Temmuz 2013

1979 yılının Ramazan ayında Suudi Arabistan’da çok özel bir olay yaşanmış, Mescid-i Haram işgal edilmişti. 20 Kasım 1979 sabahı Kâbe’ye namaz kılmaya gelen cemaat, namazın bittiği anda “Allahuekber” sesleri ve havaya sıkılan kurşun sesleriyle irkilmişti. Eylemciler mikrofon sistemini ele geçirmiş, liderleri Cuheyman, kayınbiraderi Muhammed el-Kahtani’nin İslam âleminin beklenen mehdisi olduğunu, mehdilikle ilgili hadislere dayanarak ilan etmişti. Beytullah’ın bodrumuna uzun süre yetecek erzak ve silah depo edilmiş, kapılar kilitlenmişti.

Cuheyman, Suudi rejiminin dini niteliğinin kalmadığını dolayısıyla Müslümanların rejime itaat etme yükümlülüklerinin olmadığını, ülkedeki kötü gidişatın önüne geçilmesi için hayatın her alanında şeriatın tekrar uygulanmaya başlamasının gerektiğini vurguluyordu. Kral ve ailesinin kâfirliklerinin ilan edilmesi, İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca davranan ABD’ye petrol ihracatının durdurulması, petrol üretiminin azaltılarak milli servetin heder edilmemesi, Arap yarımadasını ellerine geçiren tüm yabancı üslerin kaldırılması isteniyordu.

Eylemciler kendilerini Yeni İhvancı (kardeşler) olarak adlandırıyor, Maide Suresi’nin 97. ayetini “Allah Beyt-i Haram olan Kâbe’yi insanlar için bir kıyam yeri, ayaklanma yeri kıldıÖ” şeklinde yorumluyorlardı. Hacerül-Esved ile İbrahim makamı arasındaki bölümde Mehdi Kahtani’ye biat merasimi düzenlendi. Kahtani’nin eli öpülerek kendisine sonuna kadar itaat edileceği bildirildi.

Fetva almayı başardı

Devamını Oku