Taraf olamayışımız korktuğumuzdan değil, köprülerin altından geçen suyu görmediğimizdendir!
Çünkü, taraf olabilmek için bir şeyleri yani ayrıntıları bilmek gerekiyor!
Düğümleri çözmeden, muhakeme ve muhasebe yapmadan taraf olunduğunda bir zaman sonra yanlış bir yerde durduğunuzu fark ediyorsunuz...
Bu ülkenin muhalefeti ve muhalefet safında duranların hallerine de hemen her geçen gün şahit olmaktayız...
İnadına gerçekleri göremeyecek kadar körleşenler iktidarı alaşağı etmek için her türlü yolu denemeyi mübah görüyor...
***
Birileri o kadar kendini kaybediliyor ki, dininden dahi vazgeçebiliyor ve kendini Hıristiyan ilan edebiliyor...
Sanki, Hıristiyan olanlar suç ve günah işlemiyormuş gibi!
Denizlere küskünüm adeta...
Ve özellikle de Ege’ye...
Yine 27 kişi hayatını kaybetti soğuk sularda...
Bir çoğu yine çocuk ve kadınlar!
Yani, anneler...
Bir can yeleğiyle ve küçük bir lastik botla karşı kıyılara geçmeye çalışanların dramı bitmiyor...
O babalara kızgınım! Çünkü, babaların sorumsuzluğu yüzünden o küçük çocukların ve kadınların sularda boğulan ve karaya vuran cesetlerini gördükçe daha da çok kızmaktayım!
Hangi duyguların sonucunda babalar, bu tehlikeli duruma ailelerini düşürüyor bilemiyorum ama, hiç bir gerekçe onların hayatlarını böylesine bir tehlikeye atmaya haklarının olduğuna da inanmıyorum!
7 Ocak 2015 tarihli Çizgileri Bulanıklaştırmak başlıklı yazımızda Amerikalı gazeteci Thomas Friedman’ın petrol fiyatları üzerine yaptığı analizlerine ve Ortadoğu ve Rusya’nın düşeceği duruma dair açıklamalarına değinmiştik...
Bir yıl geçti ve açıklamalarına yeniden göz gezdirdiğimizde görüyoruz ve anlıyoruz ki; uzman, araştırmacı diye geçinen gazetecilerimiz gibi laf olsun diye öylesine konuşmamış!
Dışımızdaki, yani sınırlarımızın ötesinde gittikçe “düzleşen” dünyanın geleceğine dair analizlerden yoksunuz, demiştik...
Ve her geçen gün ne yazık ki haklı çıkıyoruz!
Thomas Friedman diyordu ki;
- Petrol fiyatlarının düşmesiyle haritaların yeniden çizilecek! 80 ve 90’lı yılların başında petrol fiyatlarının çöküşüyle yaşanan olaylara bakıldığında görülecektir ki, SSCB çökmüştür!
***
Ve adeta Rusya’nın ikinci büyük çöküşüne de hazırlıklı olunmasını değinen Friedman diyordu ki;
Siyasiler arasındaki kavganın başlangıç tarihini kimse bilmiyor ama siyasetin olduğu yerde kavga başlamış demektir!
Bize mahsus bir durum değil, dünyanın hemen her ülkesinde siyasi kavgalara şahit olmaktayız...
Başarılarını o kavgalara borçlu olanların elbette bu stratejiden vazgeçmesini beklemek de hayal olur...
Biz ha bugün bitti, bitecek derken artık bitmeyeceğini anlamış olduk!
Biraz geç oldu ama iyimser olmaya sonuna kadar direndik!
Rıhtımlar ıslanmış bir kere, zemin kayganlaşmış ve ayak oyunları, çarpışmalar ve çatışmalardan kaçınmak mümkün değil gibi...
***
Uzlaşma, buluşma ve anlaşma ya da ortak akıl daha doğrusu bir arada yaşayabilmek köye dönüştürülmüş dünyada artık çok zor!
Soğuk günler yaşıyoruz...
Kar, yağmur ve buz gibi havalardan düşe kalka günleri tüketiyoruz!
Ülkemizin güneydoğu bölgesinde güzelim Diyarbakır şehrinin Sur ilçesinde yaşananlara dair göç resimleri ciğerimizi parçalıyor...
Filistin, Suriye ve Irak’tan savaş manzaraları adeta...
Binlerce insan evlerini bırakıp çocuklarıyla, kadınlarıyla başka yerlere göçüyorlar!
Ellerinde bir battaniye ile...
Ve çocukların gözlerinde büyük bir korku, hayat boyunca zor atlatacakları ur travma...
Babalarının, dedelerinin, abilerinin, annelerinin ve ablalarının çaresizliğini hiç unutmayacaklar!
Yaşadıklarımızı anlamakta zorlandığımız yıllar ve günler geçiriyoruz!
Adeta, kimin eli kimlerin cebinde olduğunu bilemiyoruz...
Soğuk savaş yıllarında cepheler bu kadar karışık değildi.
Kutuplaşma dönemi sona erince dünya sisler bulvarına dönüştü...
Daha düne kadar “Amerika defol” diye slogan atarak emperyalizme savaş açanlar globalleşme sürecinde Amerika ile neredeyse yoldaş oldular!
Özellikle, siyaset, basın, eğitim ve iş dünyası icazetlerini Amerika’dan almaya başladı.
Bir yandan Ulusalcı geçinenlerin diğer yandan Amerika ile yoldaş olmalarını anlayamıyoruz...
1946’dan beri Amerika ile kapıları aralayan siyasi aktörler kervanına 80’li yıllardan itibaren sol kesim ve aydınları, gazetecileri de katılmış oldu...
Aydın’lar bildirisini eleştiren yazılar yazmaya başlayınca PKK’lılardan tehdit ve hakaret içeren mektuplar almaya başladık...
Ve tehdit ve hakaretlerin mektupları ise ne hikmetse cezaevlerinden gönderiliyor...
Daha da vahimi mektupların üzerinde ‘görüldü’ damgası var...
Yani, cezaevi yönetimi mektupları görmüş ama galiba okumamış veya okuma zahmetine de katlanmamış...
Bizlerin yazıları kanunlara aykırı olduğunda devletin savcıları soruşturma açıyor ve yıllarca davalarla uğraşıyoruz...
Ve hem de komik ve uyduruk suçlamalardan dolayı!
Lakin, cezaevindeki suçlular hemen herkese tehdit ve hakaret mektupları gönderebiliyor ve cezaevi yönetimi de görüyor, görüyor olmasına rağmen yine de mektupların elimize geçmesini sağlıyorsa demek ki uygun görüyor ve yasal yollarla da bize ulaşmasına adeta öncülük ediyor.
Bu çelişkiyi anlamakta zorlanıyoruz!
Ortadoğu’daki sıcak günler ve çatışmalardan sonra PKK terör örgütü makas değiştiriyor! Rusya ve İran güdümüne her geçen gün biraz daha giren PKK, Batılıların ve ABD’nin kucağından kalkıp şimdi yeni bir pozisyon kaparak mevcudiyetini korumanın peşinde.
Kanla besleniyor...
Eli kanlı bu örgütün siyasi uzantısı ise ne acıdır ki Ankara’da demokrasinin nimetlerinden istifade etmeye devam ediyor!
Otuz yıldan bugüne gelinen nokta bize gösteriyor ki, üç çapulcu denilerek başlayan sürecin vardığı yer işte burası...
“Azim ve kararlılıkla süren terörle mücadele” ise hâlâ devam ediyor!
***
Üç çapulcu örgütü binlerce eşkiyaya ve binlerce silaha sahip olurken, Beka Vadisi’nden Kandil Dağı’na transfer olurken, Güneydoğu’daki bütün illerin arka sokaklarına yerleşirken, tüneller kazarken, silahları ve bombaları gömerken, esrar tarlalarıyla, uyuşturucu nakliyeceliği yaparken, kaçak petrol ve sigara sevkiyatı ile kendisine gelir kapıları açarken, Avrupa’nın hemen her kentinde dönerci, kebapçı, gazino, bar, kumarhane işleterek milyonlarca dolar ve avro kazanırken, medyası ile propaganda yaparken, düşüncesiz adamlarıyla sözde düşünceler üretirken ve ulusal medyadaki uzantılarıyla fikir hürriyeti masalları anlatılırken, şarkıcı ve türkücüleriyle sanatsal görüntüler verirken, dizi ve filmlerle büyük bir haksızlık algısı oluşturulurken, siyasi kanattaki aktörler belirlenirken, Batılı efendilerle senaryolar geliştirirken biz yıllarca futbol maçı seyreder gibiydik!