PYD-İdlib-Kıbrıs -1-

19 Nisan 2018

“Güçlükler yenmek için vardır.”

Helmut von Moltke

17 Nisan günlü yazımızda; ABD, İngiltere ve Fransa’nın, Suriye’ye gerçekleştirdikleri harekat ve H.Truman uçak gemisi eşliğindeki taarruz grubunun Akdeniz’e ulaşması ile birlikte Türkiye açısından, PYD-İdlib-Kıbrıs’ta sıkıntı yaratabilecek yeni bir fazın ufuk hattına düşmeye başladığına yer vermiştik.

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları ile Cerablus, El Bab ve Afrin’in YPG’den arındırılmasının, PYD’nin Suriye sınırımız boyunca gerçekleştirmek istediği koridoru engellemiş olmasına karşın örgütün Fırat’ın doğusunda ABD’nin açık desteği ile varlığını sürdürmesi, Türkiye’ye yönelik kısa/orta vadeli tehdit ve tehlikelerin devam ettiği anlamındadır.

ABD’nin, Menbiç’ten başlayarak Fırat’ın doğusunda Suriye’nin Irak sınırına uzanan bölgedeki üslerine (Derik, Sabah el-Hayr, Ayn İsa, Tal Semen, Tabka, Celebiye, Herb Heşk, Cebel el-Miştanur, Sırrin, Tanf, Tal Temer, Halep) ek olarak YPG ve ÖSO arasında cephe hattına 4 km. uzaklıkta Nuaymiye ve Sacu çayı yakınında Ayn Dadat’ta yeni üsler oluşturmaya başlamış ve Tanf üssünü takviye etmiş olması, Trump’ın çekilme söylemlerine karşın Pentagon’un, görünür gelecek içinde Suriye’den ayrılma düşüncesinde olmadığını göstermektedir.

Pentagon’un 2019 yılı için, Suriye’de oluşturmayı hedeflediği 60-65.000 kişilik güç için yönetimden resmen silah, askeri araç-gereç, mühimmat bütçesi talebinde bulunduğu ve bu talebin daha önce açıklanan “sınır gücü oluşturma” planını doğruladığı düşünüldüğünde, ABD’nin bu ülkede kalmaya ve Centcom Komutanı Votel’in tanımı ile “alandaki en güçlü partnerleri” PYD’yi desteklemeye devam edeceği söylenebilir.

Bu bilgilere ABD’nin Kobani (Ayn el-Arab-Miştanur Tepesi) yakınındaki Cebel el-Miştanur üssü ile Haseke civarındaki Tal Temer üssünde Fransız Özel Kuvvetlerine mensup unsurların bulunduğu, geçtiğimiz günlerde zırhlı araçlar ve ağır silahlar eşliğinde 600 deniz piyadesinin gönderildiği Tanf üssünde ise İngiliz askerlerinin konuşlandığı eklendiğinde, Suriye’ye yönelik son harekatın üç aktörünün kara birlikleri ile de Fırat’ın doğusunda bayrak dalgalandırdığı söylenebilir.

Fransa Devlet Başkanı Macron’un PYD heyetini Elysee sarayında kabul etmesi, Rusya’nın PYD’yi terör örgütü olarak kabul etmek yerine örgüte Moskova’da temsilcilik açma izni vermiş olması, RF Dışişleri Bakanı Lavrov’un Türkiye’nin Afrin’i Suriye’ye devretmesi gerektiği sözleri, ABD’nin “DEAŞ’la mücadelesi için tüm dünyanın müteşekkir olması gerekir” sözleri ile (General Votel) YPG’yi yücelterek meşrulaştırması sahadaki askeri durumla bir arada değerlendirildiğinde, Fırat’ın doğusundaki durum daha da karmaşıklaşmaktadır.

Devamını Oku

Bakla mevsimi!...

16 Nisan 2018

“İnsanlar ne kadar az düşünürlerse, o kadar çok konuşurlar.”

Montesqieu

Akıl Sağlığı başlığı altında yayınlanan (10 Nisan), Macron’un, PYD heyetini Elysee Sarayında kabulüne ilişkin yazımızda, Fransa’nın öteden beri duçar olduğu üstünlük kompleksinden söz ederek gerçekleşme şansı bulunmayan naif emperyal iddialarının canlanmakta mı olduğu sorusuna yer vermiştik ki mevsim icabı olsa gerek baklalar ağızlardan çıkmaya başladı.

Böylelikle, Beyaz Saray tarafından diplomatik bir dille yalanmış olsa da ABD’yi, Suriye’de kalmaya Macron’un ikna ettiğini! öğrenmiş olduk. Daha önemlisi; ABD, İngiltere ve Fransa ortak harekatının “Türkler ve Rusya’yı ayırmayı başardığını” öğrenerek, harekatın bilmediğimiz! ayrı bir amaç ve sonucunun bulunduğu konusunda da Macron tarafından aydınlatıldık!

Astana sürecinin üç ortağı Türkiye, Rusya ve İran arasında; Esad’ın geleceği konusunda görüş ayrılıkları bulunduğu, Rusya ve İran’ın, Suriye’ye gerçekleştirilen askeri harekata karşı çıkmalarına rağmen Türkiye’nin ölçülü destek verdiği herkesin malumu iken bunun Ankara ve Kremlin arasında bir ayrışmayı gerçekleştirdiğinin hem de Fransa Devlet Başkanı düzeyinde “başarı” olarak açıklanması kimi Batılı ülkelerin bir süredir yaşadıkları rahatsızlığın, diplomatik nezakete aykırı dışa vurumu olmalı...

Devletler arasında çok yönlü ilişki ve işbirliğini tekil bir konuya indirgeyerek çıkarımlarda bulunmak ve bunu devlet ciddiyet ve sorumluluğu ile bağdaşmayan bir üslupla açıklamak 1789 Devriminin mirasçısı bir ülkeye hiç yakışmamıştır.

Açığa çıkan ikinci baklanın sahibi ise ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley. Haley, ABD’nin Suriye’den çekilmesini üç koşula bağlıyor. “Rejimin, kimyasal silah kullanımının yinelenmemesi, DEAŞ’ın tam bir yenilgiye uğratılarak geri dönüşünün engellenmesi, İran’ın bölgeye hakim olmadığından emin olunması.”

Zamanlama ve gerçekleşme bağlamında ucu açık, değerlendirmesi bütünü ile Washington’un yorum ve kararına bağlı bu koşullara bakarak Amerika’nın uzunca bir süre Suriye’de askeri varlığını sürdüreceği sonucuna varabiliriz.

Devamını Oku

Twitter diplomasisi!..

12 Nisan 2018

“Düşünme zor iştir. Muhtemelen bu nedenle, çok az kişi düşünür.”

Henry Ford

Duma’da, Rusya ve Suriye’nin aksini iddia etmelerine karşın başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin, gerçekleştirildiğini ileri sürdükleri kimyasal saldırı sonrası dünya 1962 yılında ABD ve SSCB’yi savaşın eşiğine getiren Küba Krizinin bir benzerini yaşıyor.

Esad rejiminin kimyasal saldırı konusunda kirli sicili (Ağustos 2013-Guta, Nisan 2017-İdlib) bu silahların Suriye dışına çıkarıldığı ve üretim tesislerinin imha edildiği açıklamalarına karşın ister istemez ‘olağan şüpheli’ olarak akla rejim güçlerini getiriyor.

Ancak Trump’ın twitter aracılığı ile verdiği, devlet ciddiyeti ile bağdaşmayan “Hazır ol Rusya, çünkü füzeler geliyor. Güzel, yeni ve akıllı füzeler” mesajı da özellikle ABD’nin, Irak’a müdahale öncesi bu ülkenin sahip olduğunu iddia ettiği kimyasal ve biyolojik silah stoklarına ilişkin kirli propagandasını hatırlatıyor.

Uluslararası yerleşik kuralların da ötesinde bir insanlık suçu ve etik zafiyet olarak kabul edilen kimyasal silah kullanımının en ağır şekilde cezalandırılması elbette tartışma kabul etmeyen bir konu.. Ancak postmodern soğuk savaşın olanca sıcaklığı ile sürdüğü kritik ve hassas bir dönemde twitter üzerinden kılıçlar çekilmeden önce en azından Suriye’nin kirli sicilinin önyargıları, yansız ve gerçekçi bir inceleme sonrasına bırakılamaz mıydı sorusu akla gelen bir başka husus...

Hele Pentagon’un, “Esad rejim güçlerinin kimyasal silah kullandığına ilişkin henüz kesin bir kanıta ulaşılamadığını” açıkladığı ve Trump’ın çaldığı savaş tamtamlarının Beyaz Saray’a sorulması gerektiğini duyurduğu bir dönemde...

Başkanlık koltuğuna oturuncaya kadar devlet ve siyaset deneyimi olmayan, iş ve özel yaşamı FBI’ın soruşturma konusu olan, savaşı bir bilgisayar oyunu olarak algıladığı attığı ‘tweet’lerle ortaya çıkan ve alışılmadık bir lider tipolojisi çizen Trump ne yazık ki yalnızca ABD’nin değil dünyanın da ciddi bir sorunu olma yolunda ilerlemeyi sürdürüyor.

Devamını Oku

Akıl sağlığı -2-

9 Nisan 2018

“Herkesle dost olan, kimsenin dostu olmaz.”

Alman atasözü

Geçtiğimiz hafta Fransa Devlet Başkanı Macron, Elysee Sarayı’nda; ilginç, ilginç olduğu kadar uluslararası yerleşik kurallar açısından garip olan SDG’li konuklarını ağırladı.

Suriye’nin günümüzde yaşanan etnik, dinsel ve mezhepsel bölünmüşlüğünün temellerini bu ülkenin Fransa’nın mandası olduğu yıllarda; Lazkiye’de Alevi, Cebel-i Druz’da Dürzi, Şam ve Halep’te devletler kurarak “böl ve yönet - dividium et imperium” kuralı uyarınca atan Elysee’nin (Bk.nız Suriye’de Fransız Emperyalizmi-Ö.Osman Umar, Fırat Üniversitesi Yayını) bu kabulü ve Türkiye ile SDG arasında arabuluculuk önerisi oldukça gecikmiş rol kapma arayışının talihsiz bir yansıması olmalı.

Fransa’nın öteden beri duçar olduğu “üstünlük kompleksinin” yeni bir semptomu olarak ortaya çıkan bu öneri Türkiye’den; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve Dışişleri Bakanlığı tarafından gerekli cevabı almış olsa da Macron ve belli ki gündemi izleme konusunda son derece ilgisiz ve dikkatsiz danışmanlarına 2017 Temmuz ayında ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas’ın bir açıklamasını hatırlatmak istedik.

ABD Düşünce Kuruluşlarından Aspen Enstitüsünün Colorado’da gerçekleştirilen “Yıllık Güvenlik Toplantısı”nda konuşan General Thomas, SDG’nin gerçek kimliği ile ilgili şunları söylemişti:

“Onlar kendilerine resmi olarak YPG diyorlardı ki Türkler bunun PKK ile aynı olduğunu söylüyorlardı. Biz de bunun üzerine onlara isimlerini değiştirmeleri gerektiğini söyledik…Bir gün sonra adlarının ‘Suriye Demokratik Güçleri-SDG’ olduğunu ilan ettiler. Adlarının ortasına ‘demokratik’ ifadesini koymalarının zekice bir hamle olduğunu düşündüm. Bu, onlara bir miktar itibar sağladı… Bu yüzden onları askerileştirdik ve bu bizim iyi bir ortağımız olmaları için onlara gereken meşruiyeti sağladı...” (22.07.2017)

General Thomas’ın bu açıklamayı yaparken “demokratik” sözcüğünü telaffuz ettiğinde alaycı bir şekilde gülümsediğine de yer vermeyi ihmal etmeyelim.

Devamını Oku

Suriye’de Gordiom’un Düğümü.. -2-

2 Nisan 2018

“Oyun bitti mi şah da piyon da aynı kutuya girer.”

İtalyan atasözü

Suriye’de muhalif grupların Halep ve Doğu Guta’yı kaybetmelerinden sonra en önemli direniş noktasına dönüşen, bütünleşik ve rakip hatta kendi aralarında çatışan silahlı grupların yuvalandığı İdlib’in, Fırat’ın doğusu dışında Suriye’nin geleceğini belirleyecek iki kritik noktadan birisi olduğuna değinmiştik. (27 Mart)

Astana mutabakatı uyarınca çatışmasızlığın sağlanması için Türkiye (TSK) İdlib’de gözlem istasyonları kurmaya başlamış, bu istasyonlardan Afrin’in güneyinde Atme/Cenduris, Gazaviye, Kaptan Cebel ile İdlib’in güneyinde El Ais/Cebel İsa, Hader faaliyete geçirilmişti. Sayılarının 12, kimi kaynaklara göre 20 olacağı söylenen gözlem istasyonları ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrin sonrası düşünülen harekatlar öncesi bu istasyonların “tahkim edileceği” açıklamasını yapmıştı.

İdlib’te yuvalanan silahlı muhalif grupların; Şam, Rusya ve İran açısından sergiledikleri güncel ve geleceğe dönük ciddi tehditler nedeniyle bir tasfiye hareketine muhatap olacakları kaçınılmaz görünmekte ancak zamanı belirsizlik taşımaktadır.

Her ne kadar çatışmasızlığın garantörlerinden birisi olsa da Rusya’nın, İran ve Şam’la birlikte konjonktürün uygunluk taşıdığı bir dönemde -ki Rusya ve İran’a karşı ABD ve İngiltere öncülüğünde sertleşen uluslararası atmosfer karşı bir hamleyi çabuklaştırabilir- İdlib’in muhaliflerden teslim olanlar/biat edenler dışında arındırılma operasyonu gündeme gelecek gibi görünmektedir.

Çatışmazlığın garantörleri olan Rusya ve İran’ın örtülü/açık desteğinde rejim güçlerinin İdlib’e başlatması olası bir arındırma harekatının, Suriye’de ellerinde kendi hesap defterleri ile uygun zamanı bekleyen tüm aktörleri içine çekeceği ve oyunun çeşitleneceği düşünüldüğünde Türkiye açısından son derece dikkatli olunması gereken bir sürecin başlayacağı söylenebilir.

Böyle bir durumda Türkiye yeni bir göç dalgası ile karşılaşabileceği gibi İdlib’in özellikle güneyindeki gözlem istasyonlarımız adresi belli olmayan provokasyonlara muhatap olabilir.

Devamını Oku

Suriye’de Gordiom’un düğümü -1-

30 Mart 2018

“Karşılaşılan zorluklar ne kadar büyükse, üstesinden gelmek o kadar gurur vericidir.”

Epiktetos

Suriye’de iki küresel güç, Rusya ve ABD arasında paylaşım savaşının giderek görünürlük kazandığı günümüzde bu ülkenin gelecek planlamalarını geniş ölçüde şekillendirecek iki önemli kırılma noktası bulunuyor. Her ikisi de Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bu kritik noktaların birincisi kısaca Fırat’ın doğusu olarak tanımlanan ABD destekli PYD bölgesinin geleceği. İkincisi ise çağdaş cadı kazanı İdlib..

İdlib; Astana’da varılan mutabakat gereği çatışmasızlık sağlanmasının Türkiye, Rusya ve İran tarafından yüklenildiği, aralarında Tahrir el Şam çatısı altında birleşen onlarca silahlı radikal muhalif grubun yuvalandığı, aldığı göçlerle nüfusu iki milyonu aşan karışık ve karmaşık bir yer.

İdlib merkez ve çevresine bakıldığında bölgenin batısında Ahrar el Şam’a bağlı gruplar, doğusunda Feylak eş Şam (Şam kolordusu) ve Nurettin Zinki (Zengi) Tugayı, güneydoğusunda, Ma’arrat Numan’da El Nusra, Cisr eş Şuğur’da Türkistan İslam Partisi, Hama’nın kuzeybatısında Deaş’a bağlı grupların yuvalandığı ve cepler oluşturdukları görülmektedir. El Nusra ayrıca İdlib’in batısında Yayladağ ve Reyhanlı’ya bitişik bir bölgede de varlık göstermektedir.

El Nusra’nın Çeçenistan, Bosna ve Irak’ta savaşmış yabancıların da aralarında bulunduğu 20-30.000 aktif savaşçıya, Feylak eş Şam’ın aynı anda mobilize etme gücüne sahip olmasa da 20.000, Nurettin Zengi Tugayı’nın 3-5000, Türkistan İslam Partisi’nin 500/1000 savaşçıya sahip olduğu varsayılmaktadır... İdlib’in güneydoğusunda As Saan’da bir cepte sıkışmış görünen Deaş’ın ise 500 dolayında deneyimli savaşçısı olduğu ifade edilmektedir.

İdlib kent merkezi ve bazı kritik kavşak noktaları denetimi altında bulunduran, Cilvegözü ve Bab el Hava hudut kapısını kontrol eden El Nusra (Cephet’ül Nusra) 2014 sonrasında yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle Deaş lideri Bağdadi’ye biat etmeyerek El Kaide’den de ayrılıp bağımsız bir örgüt haline gelmiştir. Yerel ve selefi bir örgüt olarak Şiiler ve rejime karşıdır. Yönetim kademesini Suriye ordusundan ayrılan Sünni subayların oluşturduğu Feylak eş Şam; İdlib, Hama ve Humus’lu muhaliflerin kurduğu, laik-sünni çizgiye sahip bir gruptur. Selefi gruplar ve Ahrar tarafından ABD yanlısı olarak nitelenen Feylak’ın Türkiye karşıtı bir tavrı gözlenmemiştir.

Rejime yakın gruplardan oluşan Nurettin Zengi Tugayı anımsanacağı üzere Eylül 2017’de çatışmasızlık gözlem istasyonlarının kurulması sürecinde Türkiye’ye destek vereceğini açıklamış ancak bu açıklama sözel plandan öteye geçmemişti.

Devamını Oku

Gecikmiş bir kutlama...

26 Mart 2018

“Cesurun bakışı korkağın kılıcından keskindir.”

Türk atasözü

Uzunca bir süre bizi yatağa bağlayan virütik bir enfeksiyon tüm enerjimizi tükettiği için TSK’nın Afrin’de kazandığı; askeri, psikolojik, lojistik, istihbari bütünleşik faaliyetler açısından harp literatüründe seçkin bir yer edineceğinde kuşku bulunmayan zaferi kutlama ve yorumlamada geciktik.

PKK/PYD’nin, terörizmle mücadele konusunda teorileri dünya genelinde kabul gören Profesör Boaz Ganor’un; “kıdemli ve öğrenen örgüt” nitelemesine karşın Afrin’de, kaybetmesi kaçınılmaz konvansiyonel bir çatışmayı göze almış olması geçmişten ders çıkarmadığının bir göstergesi olmalı..

Zaman içinde yaşananların arka planı açıklığa kavuşup PYD’ye kimler tarafından ne gibi güvenceler ve sözler verildiği ortaya çıktığında fotoğraf daha da netleşecek ve Afrin sahnesinde YPG’nin ön planda yer almasına karşın asal aktörler biliniyor olsa da aslında kimlerle “gölge boksu” yaptığımız ortaya çıkacaktır.

Tüm hedeflere ulaşılmadan bilinen nedenlerle sonlandırılan Fırat Kalkanı nasıl Afrin’i kaçınılmaz kıldı ise Zeytin Dalı Harekatı da; Tel Rifat, Menbiç ve Fırat’ın doğusunda Irak sınırına uzanan Türkiye’ye bitişik PYD/ABD egemenliğindeki bölgeyi de kalıcı sonuç açısından zorunlu hale getirmiş bulunuyor.

ABD’nin, Menbiç’ten başlayarak Irak sınırına uzanan bölgede kurduğu üslerle DEAŞ’la mücadele görüntüsü altında İran’ı Suriye’de sınırlamak, Lübnan üzerinden gerçekleştirmek istediği “Şii Hilali” projesinin gerçekleşmesini engellemek ve İran’a yönelik “çevreleme politikasına” (containment policy) hız vermek istediği bir dönemde gereğinde Tahran’a karşı “koç başı” olarak kullanacağı bu üslerden hele Pompeo, Bolton, Haspel üçlüsünün Dışişleri Bakanı, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı, CIA Başkanı olarak görevlendirildiği bir zaman diliminde vazgeçmesi herhalde beklenmemeli.

Afrin sonrası Tel Rifat ve Menbiç’in hedef olarak seslendirildiği ve İdlib’de hareketlenmelerin başladığı bir dönemde Türkiye’nin önüne çıkabilecek sorunların yalnızca ABD’nin karşı çıkması ile sınırlı kalmayacağının işaretlerinin alındığı bir dönemde dikkat edilmesi gereken birkaç nokta daha bulunuyor.

Devamını Oku