Mahşerin dört atlısı

23 Mart 2018

“Hayat insanın cesareti oranında daralır ya da genişler.”

Anais Nin

ABD’nin dış politikası ve kriz yönetiminin emanet edildiği Pentagon öyle görünüyor ki Mike Pompeo’nun, makulü seslendiren Tillerson’un yerine Dışişleri Bakanlığına atanması ile birlikte aynı görüşleri paylaşan güçlü bir müttefik kazanmış bulunuyor.

ABD Savunma Bakanı Mattis, Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster, Beyaz Saray Genel Sekreteri Kelly’den sonra üst yönetimin dördüncü asker kökenli üyesi olan Pompeo, 9 Şubat 2018’de Trump tarafından CIA Başkanlığına getirilmişti. ABD’nin Mart sonu görevine başlayacak olan yeni Dışişleri Bakanını,15 Temmuz Darbe Girişiminin hemen ertesi günü, sonradan silmiş olsa da İran’la karşılaştırdığı Türkiye’yi “totaliter İslamcı diktatörlük” olarak niteleyen tweet’i ile tanımıştık.

West Point Askeri Akademisini sınıf birincisi olarak bitirdikten sonra hukuk öğrenimini tamamlayan Pompeo, 2010 yılında Kansas’tan Cumhuriyetçi Parti adayı olarak Temsilciler Meclisine girmişti. Cumhuriyetçi Parti içinde aşırı sağcı Çay Partisi Hareketinin mensubu olan Pompeo, ABD kamuoyu ve siyasi çevrelerde CIA’nin uyguladığı su işkencesini savunması ve kürtaj karşıtlığı ile tanınıyor.

İran’la P 5+1 ülkeleri arasında varılan nükleer anlaşmaya Trump gibi karşı olan Pompeo’nun göreve gelmesi ile birlikte ABD’nin dış ilişkilerine egemen olan askeri bakış açısının daha da güçlenmesi ve önümüzdeki süreçte İran’ın sıklıkla gündeme gelmesi sürpriz olmamalı.

Türkiye’nin, ABD unsurlarının Menbiç’ten çekilmesini talep etmemesine karşın Dışişleri ve Centcom sözcülerinin ısrarla Menbiç’ten çekilmeyecekleri açıklamalarını tekrarlayarak konuyu saptırmayı sürdürmeleri, Kıbrıs’ta ihtilaflı 10’cu parselde Rum tarafı adına sondaj yapacak Exxon firmasına ait geminin Akdeniz’e girerek bölgeye seyretmekte olduğu, (Rum tarafı ile varılan anlaşmaya Katar’ın da dahil olduğunu not edelim) Nisan ayında Zarraf davasında karar aşamasına geçileceği, ABD tarafından kimi Rus firmalarına uygulanması söz konusu yeni yaptırımların S-400 alımına olası etkilerinin neler olacağının İran’da yaşanması olası yeni krizlerle birlikte ufuk hattına düştüğü günümüzde, Türk-ABD ilişkilerini birden fazla kırılma noktasının beklediği görülmektedir.

Elindeki çekiç ile hemen her ülkeyi çivi gibi gören Pentagon’la, Trump’ın ABD’yi ticari bir işletme gibi yönetme anlayış ve uygulamasının her gün yeni bir maliyet yarattığı dünyamız ve bölgemizde tek geçerli yol daha da güçlü ve birlikteliğini pekiştirmiş bir Türkiye’ye sahip olmak...

Devamını Oku

Ölü canlar...

15 Mart 2018

“Cesaretli bir adam tek başına çoğunluktur.”

Andrew Jackson

“İnandırıcı olmak istiyorsanız bir şeyi sürekli tekrarlayın ve çeşitli kişilere tekrarlatın. Verilen mesajlara insanlar başlangıçta karşı çıksalar, doğruluğundan kuşkulansalar bile bir süre sonra söylenenlere sorgulamadan inanmaya başlarlar. Doğrularla yanlışların, görüşlerle gerçeklerin yer değiştirme süreci böyle başlar. Ve görüşler gerçeklerin önüne geçip gerçeğin kendisi olarak kabul edilmeye başlandığında onu ne kadar çabalarsanız çabalayın artık değiştiremezsiniz.”

Yukarıda özetle verdiğimiz kural, algı yönetiminin sıklıkla başvurulan ve başarılı sonuçlar alınan uygulamalarından yalnızca birisi..

Nereden aklımıza geldi derseniz Zeytin Dalı harekatının başlangıcından günümüze mikrofon ve kameraların karşısına geçen çeşitli kurumlara mensup tüm ABD’li sözcülerin açıklamalarında yer alan ortak bir nokta var. “Türkiye’nin YPG ile mücadelesi ve Afrin harekatı başta ABD olmak üzere koalisyon gücünün DEAŞ’la mücadelesini sekteye uğratıyor. Dikkati dağılan ve güçlerinin bir bölümünü Afrin’e kaydırmak zorunda kalan YPG, DEAŞ’la mücadelesini askıya alabilir ve bütünüyle yok edilemeyen DEAŞ yeniden canlanarak sahaya inebilir.”

Pentagon, ABD Dışişleri, Beyaz Saray, Centcom, Irak’taki ABD ve Koalisyon güçleri sözcülerinin hemen her açıklamalarında ısrarla üzerinde durdukları beyin yıkama, kalıcı hafızalarda yer edinmesini sağlama ve yönlendirme operasyonunun inandırıcılığını artırmak için son günlerde önce Fırat Kalkanı ile özgürleştirilen El Bab ve hemen sonrasında Cerablus’ta bombalı araçlarla düzenlenen saldırıları “algı yönetiminin tamamlayıcı/pekiştirici unsurları” olarak okumak yanlış bir değerlendirme olmamalı.

Dilerseniz buna ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinin DEAŞ tarafından saldırıya uğrayacağına ilişkin Amerikan kaynaklı istihbaratları da ekleyebilir ve gerek ABD kamuoyu gerekse DEAŞ korkusunu üzerinden atamamış tüm ülkelere Irak, Suriye ve Türkiye üzerinden ne tür, üstelik çok yönlü bir mesaj verildiğini yorumlayabilirsiniz.

Centcom Komutanı General Vogel’in “DEAŞ’la mücadelesi nedeniyle tüm dünyanın minnettar olması gerektiğini” söylediği YPG’nin, Afrin Harekatı nedeniyle sahadan çekilmesinin nelere yol açabileceğinin şimdilik küçük ölçekli örnekleri sergilenerek Türkiye’nin suçlanmasına neden olacak bir yol haritasının taşlarının döşenmeye başladığı şu günler başka kritik konularla örtüşüyor.

Devamını Oku

Bir yılın ardından...

15 Mart 2018

“Bin sene de okusam / Ne biliyorsun diye soracaklar bana / Haddimi bilirim derim...

Mevlana

Bu köşede 15 Mart 2017’de başlayan birlikteliğimizin üzerinden bugün tam bir yıl geçmiş bulunuyor.

“Kaybedince Kıymetini Anlamak” başlığını taşıyan ilk yazımızda; “Yakın tarihinin belki de en zor ve sancılı dönemini yaşayan son evimiz Türkiye’nin her zamandan çok daha fazla dayanışma, karşılıklı anlayış, sevgi ve saygıya ihtiyacı olan bir zaman diliminden” söz ederek “irademiz dışında yaşanan ve Türkiye’yi etkisi altına alan olumsuz gelişmeleri geçersiz kılabilme ve bölgemizde belirleyici aktör olabilmenin en geçerli yolunun Seneca’nın anlatımı ile suyun üzerinde sürüklenen saman parçalarından çok suyun kendisi olmaktan geçtiği” görüşüne yer vermiş ve yazımızı “Kaybetmeden kıymetini anlayabilmek!” gerektiğine vurgu yaparak sonlandırmıştık.

Son evimiz Türkiye’ye yönelik çok yönlü/amaçlı ve çok sayıda aktörün yer aldığı yıpratma, köşeye sıkıştırma, dışlama, yalnızlaştırma kurgularının; varlığımızı tehdit noktasına geldiğinin açığa çıktığı günümüzde, iç barışımızı güçlendirerek korumak her zamandan çok daha fazla önemli ve öncelikli hale gelmiş bulunuyor.

Özgüveni yüksek, gücünün farkında, tarihi ile coğrafi konumunun kendisine kazandırdıklarını uygun yer ve zamanlarda kullanmasını bilen, geleceğinden emin, herkesin paylaşacağı ortak gelecek tasarım ve inşasında kararlı bir Türkiye ideali çevresinde kenetlenmenin, bu topraklarda yaşayan ayrımsız herkes için tüm farklılıklarını öteleyerek vazgeçilmez bir ödev olduğuna inanıyoruz.

Bir yıl boyunca yazılarımızda bu ödev temelinde; dış politikada hiçbir şeyin rastlantı olmadığına, görünenlerle gerçekler arasındaki farklılıklara, ülkemiz ve bölge üzerine kurgulanan orta ve uzun vadeli planlamaların neler olduğuna, çıkar üzerine kurulu dostlukların günü geldiğinde nasıl değişerek karşıtlıklara dönüşebileceğine yer vererek yönlendirici olmaktan çok aydınlatıcı ve bilgilendirici olmaya özen gösterdik.

Aynı özeni sorumluluğumuza emanet edilen köşemizde sürdürmek üzere Mevlana’dan bir alıntı ile başladığımız yazımızı yine Mevlana’nın dizeleri ile sonlandıralım,

Devamını Oku

Suriye’de ABD üsleri - 2 -

12 Mart 2018

“Üç kişi aralarında sır saklayabilir, ama ikisi ölü olmak kaydıyla..”

Benjamin Franklin

ABD’nin, DEAŞ’la mücadele gerekçe ve görüntüsü altında Suriye’de belirsiz bir süre için kalıcılığının göstergesi olan ve Aleksandr Venediktov’un açıklaması ile gündeme gelen üslerine devam edelim.

Suriye’nin Türkiye sınırına yakın Menbiç kentinin doğusunda bulunan Sırrin üssünde ABD Hava İndirme Birliklerine bağlı unsurlar konuşludur. Bu üs Hava İndirme Birliklerinin görev öncesi ya da sonrası toplanma yeri olarak kullanılmaktadır.

Türkiye-Suriye sınır hattının kuzeyinde yer alan Herb Heşk üssünde az sayıda ABD’li asker bulunmaktadır.

ABD askerlerinin yanı sıra İngiliz birlikleri ve ÖSO’ bünyesinde bulunup ABD ile işbirliği yapan kimi grupların konuşlandığı Türkiye sınır hattının en güneyindeki Tanf üssüne geçtiğimiz günlerde zırhlı araçlar eşliğinde 600 dolayında ABD Deniz Piyadesi ve Özel kuvvet unsurlarının geldiği Rusya tarafından açıklanmıştı. Tanf üssü ile ilgili bir ayrı açıklama 2017 yılında Rus Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov tarafından yapılmış ve ABD’nin burayı eğitim faaliyetleri için kullandığı kayda geçirilmişti.

ABD ve Fransa tarafından ortaklaşa kullanılan Haseke kenti yakınlarındaki Tel Temer (Tal Tamir) üssünde 200 dolayında ABD ve 70 kadar Fransız askeri bulunmaktadır.

Türkiye ile ABD arasında anlaşmazlık konusu olan Menbiç’teki üste bulunan ABD unsurlarının görevi YPG ve ÖSO arasında çatışmayı engelleme ve rejime ait güçlerin Menbiç’e girmesini önleme olarak tanımlanmaktadır. ABD’nin bölgede Menbiç yakınlarında Salur çayı üzerinde Fırat Kalkanı harekatından sonra ayakta kalan tek köprüyü kontrol eden mobil timleri de bulunmakta olup geçtiğimiz haftalarda Irak’taki ABD Kuvvetleri Komutanı General Funk’ın “benim işim savaşmaktır” mesajını verdiği yer burasıdır.

Devamını Oku

Suriye’de ABD üsleri -1

8 Mart 2018

“Bin asker toplamak kolaysa da onlara bir general bulmak zordur.”

Japon Atasözü

Rusya Güvenlik Konseyi Uluslararası Güvenlik Sekreter Yardımcısı Aleksandr Venediktov’un 1 Mart’ta Sputnik ve Russia Today’e, Suriye’de Amerikan üsleri ile ilgili yaptığı açıklama basınımızda geniş yer aldı.

Venediktov’un, Suriye’de Amerikan üslerinin sayısının 20’ye ulaştığına ve geçtiğimiz günlerde Al-Tanf üssüne zırhlı araçlar eşliğinde 600 deniz piyadesi ve özel kuvvetler mensubu ABD askerinin geldiğine ilişkin açıklaması önemle izlenmesi gereken yeni bir gelişme.

Mevcut üslerini kalıcılığını perçinlemenin ötesinde daha çok YPG’ye eğitim, istihbarat ve lojistik destek amaçlı kullanan ABD’nin, İsrail’in Hizbullah’la, Suriye ya da Lübnan’ın güneyinde savaştan söz ettiği günlerde elit muharip birlikler göndermesinin bölgede yeni bir perdenin açılmasına eşlik edip etmeyeceğini görmek için fazla beklemek gerekmeyecek gibi görünüyor.

Suriye’de ABD üslerinin coğrafi konumuna bakıldığında Nizip’in güneyinden başlayarak Cizre’nin güney batısına kadar uzanan Türkiye sınır hattı boyunca muhtelif derinliklerde oluşturulduğu, bazı üslerde İngiliz ve Fransız askeri unsurlarının da bulunduğu görülmektedir.

Mevcut ABD üslerine genel hatları ile bakıldığında Rumeylan bölgesinde bulunan Derik üssünde (Türkiye-Suriye sınırının doğu ucunda) nakliye uçaklarının kullandığı bir havaalanı ile ABD Hava İndirme unsurlarının bulunduğu iki garnizon yer almaktadır. YPG’ye eğitim desteği verilen bu üs petrol bölgesi Rumeylan’da bulunması nedeniyle ABD ve Suriye’nin geleceği açısından önem taşımaktadır.

Haseke kentinde bulunan Sabah Al-Hayr üssü Suriye-Irak sınırına yakınlığı nedeniyle önem taşımakta olup ABD bu üsten savaş helikopterlerinin konuşlanması, YPG’li teröristlerin başka bölgelere intikali ve lojistik destek sağlanması için yararlanmaktadır.

Devamını Oku

1 Mart’ın izdüşümleri

5 Mart 2018

“Kaderiniz karar anlarında biçimlenir.”

Antony Robbins

Mart ve Nisan aylarında Türkiye’de kamuoyunun gündemine gelen iki konu vardır. 1 Mart tezkeresinin TBMM’de nitelikli çoğunluk sağlanamadığı için kabul edilmemesi ve 24 Nisan’da ABD Başkanının her anma gününde yaptığı geleneksel konuşmada soykırım sözcüğünü kullanıp kullanmayacağı...

Irak savaşı sırasında ABD güçlerinin Türkiye’de konuşlanması ve Türkiye üzerinden ikinci bir cephe açılmasını öngören hükümet tezkeresinin TBMM’de karar için nitelikli çoğunluğa ulaşılamaması üzerine kabul edilmemiş oluşu üzerindeki tartışmalar aradan geçen 15 yıla karşın sonuçlanmış değil.

Tezkerenin kabul edilmiş olması halinde Türkiye’nin bugün yaşadığı sıkıntılara muhatap olmayacağını savunanlar kadar reddedilmesini savunanların da kendilerine göre haklı gerekçe ve argümanları var.

Ne var ki bu farklı görüşler Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin 1 Mart Tezkeresi ile birlikte kırılma sürecine girdiği gerçeğini değiştirmiyor.

Bugünkü yazımızda o dönemde ABD’nin Türkiye’den, bir bölümü basın ve kamuoyuna yansımayan taleplerine yer vererek kabul ya da reddedilmesinden hangisinin ülkemiz çıkarlarına daha uygun olduğunun kararını okurlarımıza bırakalım.

1- ABD (Pentagon) Türkiye üzerinden Irak’a açacağı cephe için 54.000 askerini Türkiye’ye getirmek, bunlardan 16.000’ni Irak’a geçirmek, 38.000’ini ise lojistik hizmetler için Türkiye’de kuracağı üslerde konuşlandırma talebinde bulunmuştu.

Devamını Oku

Geliyorum diyen tehlike...

1 Mart 2018

“Suya düştüğünüz için değil, sudan çıkamadığınız için boğulursunuz.”

Edwin Louis Cole

“Kuluçka Mevsimi” başlıklı yazılarımızda Yunanistan ve GKRY’nin Ege ve Akdeniz’de zorlukla ayakta duran hassas dengelerin terazisini kıracak girişim ve eylemlerinden söz etmiş, Münhasır Ekonomik Bölge ve doğal gaz krizine değinmiştik.

Anadolu’da sıklıkla kullanılan “turpun irisi çuvalın dibindedir” sözünden esinlenerek bu yazımızda “geliyorum” diyen bir tehlikeden, ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıma kararını (06 Aralık 2017) Mayıs 2018’de hayata geçireceği açıklamasının olası sonuçlarından söz edeceğiz.

İslam İşbirliği Teşkilatı ve BM Genel Kurulunda ABD’nin Kudüs’ü başkent olarak tanıma ve Tel-Aviv’deki Büyükelçiliğini buraya taşıma açıklamasına karşı alınan kararlar ve pek çok ülke liderinin uyarılarına karşın Washington’dan gelen son açıklama, beklendiği üzere Trump ve “damad-ı şehriyari” söz konusu olduğunda Beyaz Saray’ın geri adım atmadığını gösteriyor.

Trump’ın iç politikada sıkışarak mevzi kaybettikçe gerek ABD’de çok güçlü Musevi lobisinin geniş bir yelpazeye yayılan desteğini arkasına almak, gerekse Amerikan kamuoyunun dikkatini İran, Kuzey Kore, Rusya gibi ülkelere yönelterek yurtseverlik (patriotism) duygularını yükseltmek biçiminde özetlenmesi olası uygulamaları giderek tehlikeli bir kulvara doğru yol alıyor. Bu politikaların dünya genelinde yaratması olası son derece ağır maliyetlerden ABD’nin de payına düşeni alacağını görebilmek için ise ayrı bir uzmanlık gerekmiyor.

Kudüs’ü başkent olarak tanıma ve ABD Büyükelçiliğini, Dışişleri Bakanı Tillerson’un bu işlemin iki yıl sürebileceğine ilişkin soğutucu açıklamasına karşın İsrail’in 70’nci kuruluş yıldönümü olan 14 Mayıs 2018’de Kudüs’e taşıma açıklaması bölgede yaşanan gerginlik ve çatışmalara kaçınılmaz olarak bir yenisini ekleyecek görünüyor.

İsrail Devleti 14 Mayıs 1948’de kurulmuş, Filistin topraklarının işgali üzerine yüz binlerce Filistinli yerlerinden sürülerek göçmen konumuna düşmüştü. Yaşanan ve halen süregelen acılar üzerine Filistinliler İsrail Devletinin kuruluşuna “felaket/yıkım/facia” anlamlarına gelen NAKBA (Nekbe) adını vermişlerdi. 1967 yılında 6 Gün Savaşında İsrail Doğu Kudüs’ü de işgal etmiş, yaşanan sorun ve gerginlikler azalmak yerine artarak günümüze kadar ulaşmıştı.

Devamını Oku

Kuluçka... -2-

27 Şubat 2018

“İdrak-i maali bu küçük akla gelmez.../Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez...

Ziya Paşa

Amerika’nın Kudüs’te, Yunanistan ve GKRY’nin ise Ege ve Akdeniz’de dengelerin bıçak sırtında zorlukla durduğu hassas teraziye, her an kırılmasına neden olacak yeni yükler taşıması bir aymazlık ve umursamazlık değilse fırsatçılıktan da öteye ciddi bir akıl tutulması olmalı.

GKRY’nin Afrodit parselinde bulunduğunu açıkladığı doğal gaz rezervlerinin söylenen büyüklükte ve ekonomik olmadığının anlaşıldığı günümüzde ihtilaflı parsellerde arayışlara girmesi uluslararası hukuku bir kez daha ayaklar altına alan ancak söz konusu GKRY olduğunda alışılmış bir davranış.

Rum lider Anastisiadis’in bölgeye araştırma yapmak üzere gelen ancak Türk Deniz Kuvvetleri’nce engellenen Sapiem 1200 sondaj gemisinin kaptanı ile kurguladığı, geminin zorla notamlı bölgeye girme girişimi ve engellenen bu girişimin kayıt altına alınan görüntülerinin AB toplantısında servis edilmesi tam da kendilerine yakışan ucuz, ucuz olduğu oranda amatör bir davranış.

Anastiadis şunu çok iyi bilmelidir ki geçmişi anımsayanlar ve günümüzü yaşayanlar nezdinde “mazlum rolü oynayarak hukuku savunacak” en son kişi herhalde kendisi olmalıdır.

BM Deniz Hukuku Sözleşmesini yok sayarak tek taraflı kararlarla eyleme geçtikten sonra bu hukuk dışı eylemin savunulmasını AB’den talep etmek, hele bu talebi Brüksel ve Berlin’de muhtelif zamanlarda görüştüğümüz, GKRY’nin AB’ye kabulünün büyük bir hata olduğunu seslendiren Avrupa Parlamentosu milletvekillerine yöneltmek tam da Bay Anastiadis’e yakışan bir davranış olmalı.

Hele Anastisiadis’in, ihtilaflı parsellerden çıkarılacak doğal gazdan elde edilecek gelirden KKTC’nin payına düşecek miktarın bir devlet fonunda toplanarak anlaşmaya varılması halinde Türk tarafına aktarılacağına ilişkin sözleri eğer başlaması halinde müzakere masasında istediklerini alabilmek için bir rüşvet teklifi değilse “dünya mizah tarihine” geçecek kalitede bir öneri...

Devamını Oku