Kuluçka mevsimi -1-

26 Şubat 2018

“İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez../ Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”

Ziya Paşa

Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de, zaman zaman alevlenip uygun an gelinceye kadar uykuda tutulan üç zehirli sorun yeniden filiz vermeye başlamış bulunuyor.

Bu sorunlardan Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren birincisi GKRY’nin tek taraflı ilan ettiği münhasır ekonomik bölgelerde 6, 8 ve 10 numaralı parsellerde İtalyan Eni şirketi ile doğal gaz arama faaliyetlerine girişmesi... İkincisi Ege denizinde “aidiyeti belirlenmemiş ada, adacık ve kayalıklarla” ilgili Yunanistan’ın “de facto” girişimlere yönelmesi...

Ortadoğu’yu ateşe verecek üçüncüsü ise ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Mayıs ayında Kudüs’e taşıyacağını açıklamış olması...

Türkiye’nin enerji ve dikkatinin Suriye’de “Zeytin Dalı” harekatına yöneldiği bir zaman diliminde Yunanistan ve GKRY’nin aramızda mevcut ihtilaflı konularda hareketlenmesi kendilerine bir yarar sağlamayacak her zaman ki açık ve ucuz bir fırsatçılığın yansıması...

GKRY’nin, anlaşmalı İtalyan ENİ şirketi adına sondaj yapmak üzere ihtilaflı parsellere gelen geminin (Saipem 1200) Türk Deniz Kuvvetlerince engellenmesi üzerine konuyu AB’ye taşıdığı ve Rum lider Anastiadis aracılığı ile KKTC’ye yaptırım tehditlerinde bulunduğu günümüzde önce “münhasır ekonomik bölge” kavramına açıklık getirelim.

1982 yılında imzalanan ancak Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’in kapalı deniz kimliği nedeniyle taraf olmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesinde MEB özetle şöyle tanımlanmaktadır.

Devamını Oku

Ne kadar söz varsa düne ait...

22 Şubat 2018

Mesnevi’yi okudukça Mevlana’nın yüzyıllara direnip değerini katlayarak artıran bilgeliğini, hiçbir şeyin aşındıramadığı o saf ve temiz sevgisini, her şeyi şekil yerine özde arayan gerçekçiliğini, önce toprak sonra ışık olacağını müjdeleyip düğün gecesi olarak nitelediği vuslat anlayışını, kibri ayaklar altına alan sonsuz tevazu ve sabrını çok daha iyi özümsüyor ve anlamına varabiliyorsunuz.

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi.../ Her gün bir yere konmak ne güzel.../ Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.../ Dünle beraber gitti cancağızım.../ Ne kadar söz varsa düne ait.../ Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.../

Mevlana’nın; evrensellik, ilkelilik, dürüstlük, yeniliğe açıklık ve bağışlayıcılığı simgeleyen bu sözlerini niçin anımsadığımız ve yazımızda yer verdiğimize gelince son günlerde Türkiye’nin dış ilişkilerinde kimi hasarları onarmaya yönelik ılımlı söylemleri örnekleyebiliriz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, samimiyetle uzatılan ellerin karşılıksız bırakılmayacağına ilişkin ‘musafaha’ sözleri, Başbakan Yıldırım’ın Almanya ile yeni bir defter açma zamanının geldiğine ilişkin açıklaması umulur ki Türkiye’nin kendisini anlatma ve imajını tazeleme adına bir fırsat penceresi açılmasına eşlik etsin.

Suriye’nin gelecek planlamasının Rusya ve ABD arasında şekillenmeye başladığı, PYD’nin işgalindeki bölgelerde İKBY benzeri bir modelin tartışıldığı, Türkiye’nin Afrin kent merkezine girmesinin bir şekilde önünün kesilmesine yönelik girişimler ve çözümün alandan yeni bir masaya taşınacağı izleniminin alındığı şu günlerde Ankara’nın haklı duruş ve taleplerini ilgili tüm taraflara anlatması her zamandan daha fazla önem taşır hale gelmeye başlamış bulunuyor.

Geçtiğimiz hafta Moskova’da, gelecek hafta ABD George Washington Üniversitesinde Rus Bilimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Başkanı ve Putin’in danışmanı Prof. Vitaly Naumkin’in katılımı ile Suriye’nin geleceğine ilişkin gerçekleşen/gerçekleşecek toplantılarda federal bir Suriye ve federatif yapı içinde PYD’ye verilecek rol ve yerin tartışılacağı dikkate alındığında Türkiye’yi sahada olduğu kadar diplomasi alanında da hareketli günlerin beklediği söylenebilir.

Nitekim RF Dışişleri Bakanı Lavrov’un Slovenya mevkidaşı ile Moskova’da gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı ve ABD’yi hedef alıyor görünse de “İstisnasız tüm dış aktörler, özellikle de Suriye’de varlık gösterenler Suriye hükümetiyle diyalog kurulması gerektiğini kabul etmeli.” açıklamasındaki Türkiye’yi de ilgilendiren genelleme, diplomasi alanında yaşanacak hareketliliğin işaret fişeği olarak okunabilir.

Yazımıza Mevlana ile başladığımız bu zor ve karmaşık günlerde yine Mevlana’dan umut dolu iyimser bir alıntı ile yazımızı sonlandıralım.

Devamını Oku

Tırtıl yürüyüşü!..

19 Şubat 2018

“Aynalar türlü türlüdür. Yüzünü görmek isteyen cam’a bakar. Özünü görmek isteyen can’a bakar.”

Mevlana

ABD Savunma Bakanı Mattis’in Türk mevkidaşı Nurettin Canikli’ye önerdiği “YPG’yi PKK ile savaştırma” konusu akıl tutulmasına bir örnek olarak herhalde literatürde seçkin yer edinmiş olmalı..

Ağızlarındaki peyniri feda etme pahasına La Fontaine’nin masal kargalarının bile gülmekten kırılacağı bu öneriyi layık olduğu bir kenara bırakıp ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un merakla beklenen Ankara temaslarının aklımıza niçin “tırtıl yürüyüşü”nü getirdiğine değinelim.

Bilinir, tırtıllar yapıları gereği geriye doğru yürüyemezler. Bir tehlike ile karşılaştıklarında başlarını içlerine çekerek büzüldükleri için geriye yürüdükleri izlenimi uyandırırlar. Bir süre hareketsiz bekleyen tırtıllar tehlikenin geçip geçmediğini, vücutlarını hiç hareket ettirmeden sadece başlarını ileri uzatıp çevreyi kontrol ettikten sonra ileriye doğru yürüyüşlerine devam ederler.

Bu nedenle geri adım atıyormuş gibi yapıp aslında bulunduğu yerden hiç kımıldamadan tehlikenin geçmesi üzerine ileri yürüyüşlerine devam edenler için yaygın olarak kullanılan bir deyimdir “tırtıl yürüyüşü.”

Türkiye’nin Afrin, Menbiç ve Fırat’ın doğusu konusundaki kararlılığı karşısında Suriye’de gelecek planlamalarına yönelik tehlikeyi gören ABD, bulunduğu yerden hiç ayrılmadan şimdilik başını içeri çekerek zamana oynamayı seçmiş gibi görünüyor.

Kongreye sunulan kendi istihbarat servislerinin raporları ve CIA’nın web sitesinde PYD/YPG, PKK’nın Suriye’deki milis gücü olarak nitelenirken, Tillerson’un basına yansıyan açıklamalarında PYD adını anmaması, DEAŞ dışındaki terör örgütleri gibi bir genelleme ile konuyu geçiştirmesi, YPG’ye ağır silah verilmediğini ileri sürerek Mattis ile akıl tutulma yarışına girmesi ABD’nin kendisi için sakıncalı konularda sıklıkla başvurduğu zaman kazanma politikasının ayrı bir yansıması olmalı...

Devamını Oku

Yeniden Kıbrıs...

16 Şubat 2018

“Sonuç olarak şunu unutmamak önemli: Olmamız gereken şeyi, olduğumuz gibi kalarak olamayız.”

Max de Pree

Kıbrıs’ta, gerek KKTC’de erken genel seçim gerekse GKRY’de başkanlık seçimleri nedeniyle yaşanan sessizlik önümüzdeki süreçte yerini hareketliliğe bırakacak görünüyor.

KKTC’de seçimlerden birinci parti olarak çıkmasına karşın iktidardaki UBP’nin (Ulusal Birlik Partisi) hükümeti kuramaması üzerine CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi) önderliğinde ilk kez kurulan dört partili koalisyonun (CTP-HP-DP-TDP) meclisten güven oyu alması ve bakanlar kurulunun açıklanması ile siyaset olağan mecrasına girmiş bulunuyor.

Mecliste üçer sandalye ile temsil edilen DP ve TDP’nin kabinede ikişer bakanla yer almasının seçmen irade ve tercihine ne ölçüde uygun olduğu KKTC’de tartışma konusu olsa da yeni bir erken seçimin şimdilik kaydı ile gündemden düşmesi, ihtiyaç duyulan istikrar ve taze kan adına yine de bir kazanım ve umut olmalı.

50 sandalyeli KKTC Meclisinde 27 sandalye ile kırılgan bir çoğunluk elde eden yeni hükümeti bekleyen sıkıntı DP ve TDP’nin sandalye sayıları itibarı ile komisyonlarda temsil olanağına sahip olmaması..

GKRY’de DİSİ lideri Anastiadis’in de, beş yıl süre ile yeniden başkanlığa seçilmesi ile birlikte Crans Montana’da çöken müzakerelerin yeniden canlandırılmasına ilişkin uzunca bir süredir BM ve AB diplomatlarınca yürütülen kulis faaliyetlerinin yüzeye yansımasının beklendiği Kıbrıs’ta çok umutlu olunmasa da değişik görüşler mevcut.

CTP liderliğinde kurulan ve eski baş müzakereci Prof. Kudret Özersay’ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldığı koalisyon hükümeti önceliğini KKTC’nin ekonomik sorunları, reformlar ve yolsuzluklarla mücadele olarak duyursa da müzakerelerin başlatılması için BM ve AB’den gelecek öneri ve baskıları herhalde dikkate almak durumunda kalacaktır.

Devamını Oku

Zor ve karmaşık günler

12 Şubat 2018

“Susayınca kuyuya inmesine inmeli, ama nasıl çıkılacağını da düşünmeli.”

La Fontaine

Cuma günlü yazımızda (9 Şubat) Türkiye’nin, Suriye’de düşünmesi gereken konu başlıkları arasında Esad-PYD, İsrail-İran-Hizbullah-Suriye ilişkilerinin geleceği, THŞ-El Nusra’nın tasfiyesinin de yer alması gerektiğine değinmiştik ki yaşananlar düşünce hızımızı aşmaya başladı.

Deyr ez Zor’da SDG (YPG olarak okunabilir) karargahı ile petrol bölgelerine Suriye ordusu ve Hizbullah tarafından düzenlenen saldırıya ABD güçlerinin verdiği karşılıkta çok sayıda militanın öldüğü, Rusya’nın sert açıklamaları ile birlikte haberlere düştü.

ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster’ın Ankara’ya geleceklerinin açıklandığı günlerde Amerika ile Türkiye arasında tartışmaların ana kaynağı olan Menbiç’in önemli iki ziyaretçisi vardı. Geçtiğimiz günlerde YPG’yi ‘partnerleri’ olarak açıklayan Irak’taki ABD güçlerinin en üst komutanı Korgeneral Funk ve Tümgeneral Jarrard..

Bu görünürde sürpriz ama dış politikada hiçbir şeyin tesadüf olmadığının kanıtı ziyareti daha da ilginç kılan General Funk’ın kendisine yöneltilen “Türkiye’nin Afrin harekatından endişe duyup duymadığı” sorusuna verdiği yanıttı.. “Benim görev tanımımda endişe etmek yok.. Benim işim savaşmak..”

Tillerson ve McMaster’ın Ankara ziyaretlerinde koltuklarının altındaki dosyalardan neler çıkacağının merak edildiği bir dönemde yeteri kadar açık ve Centcom Komutanı Orgeneral Votel’in 23 Ocak’ta gerçekleşen Rakka ziyareti ile birlikte okunması gereken çok önemli bir mesaj.. Hatta sorunun bu yanıtın verilmesi için özellikle düzenlendiğini de düşünebilirsiniz...

Bu gelişmelere eklenmesi gereken bir başka husus ise İdlib’te 4’ncü Gözlem İstasyonunu oluşturmak üzere bölgeye intikal eden TSK konvoyunun uğradığı ve kayıplarla sonuçlanan saldırılar... Bu olayları da ilginç kılan nokta saldırıların gerçekleştiği El Ais ve El Atarib dolaylarında YPG yok. Saldırıların gerçekleştiği bölgenin güneyinde Ma’arrat Numan’da El Nusra ile As Saar’da dar bir cebe sıkışmış olan İŞİD unsurları, batısında ise rejim güçleri var. Nitekim Genelkurmay son saldırı ile ilgili açıklamasında “terör örgütleri” genellemesini kullanarak “faili meçhul” bir durumu işaret etmiş bulunuyor.

Devamını Oku

Amerika ne yapmak istiyor? -2-

8 Şubat 2018

“Kurtlarla arkadaş ol, yalnız elinden baltayı bırakma.”

Rus atasözü

Amerikalılar konuşmayı sürdürdükçe Suriye’de ne yapmak istediklerinin arka planı giderek gün yüzüne çıkıyor.

Centcom Komutanı J. Votel son açıklamasında (1 Şubat) çıtayı daha da yükseltip “küresel toplumun DEAŞ’la mücadelesi nedeniyle YPG’ye minnettar olması” gerektiğini söyleyerek PYD’nin propagandasına büyük bir katkı sağlarken bir yardım da Irak’taki en üst ABD’li komutan General P. Funk’tan geldi. Afrin harekatına gönderme yapan Funk, “Deaş’la mücadelesinde partnerlerinin -yani YPG- dikkatlerinin dağılmasını istemediğini” açıkladı. Pentagon sözcüsü ise PYD’ye verilen ağır silahların DEAŞ’la mücadele sonlandığında toplanacağını söyleyerek aslında ucu açık bu söylemin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini satır arasında kayda geçirdi.

Öyle görülüyor ki Amerika, YPG ve bölgede kurduğu 13 üs üzerinden denetim altına aldığı Suriye’nin doğusunu, Irak’ın Suriye sınırına bitişik güneybatısı ile birlikte Rusya’nın yerleşikliği ve İran’a karşı kalıcı bir üsse dönüştürmek, Suriye’de federal bir yapıyı zorlayarak partner! olarak tanımladığı PYD’yi, İsrail’in güvenliği açısından bir sigorta olarak kullanmak istemektedir.

Suriye’nin doğusunun gerek Rumeylan’da mevcut sınırlı petrol rezervleri, gerek üzerinde hiç konuşulmuyor olsa da su kaynakları (Fırat-Asi) ve Katar doğalgazının Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması olası projeleri nedeniyle kilit öneme sahip olduğu düşünüldüğünde bu bölgeyi elinde bulunduran güç Suriye’nin gelecek planlamasında doğaldır ki söz sahibi olacaktır.

Trump’ın İran karşıtı söylem ve yaptırımları ile ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinde Tahran’ın yayılmacı politikasından duyulan rahatsızlık ve terörizme verdiği destekten sert bir dille söz edilmesi bütün bu faktörlerle bir arada değerlendirildiğinde ABD’nin Suriye politikası şekillenmekte ve Türkiye ile arasındaki makas giderek açılmaktadır.

Türkiye’nin Afrin’de askeri açıdan hedeflerine ulaşmak üzere olduğu şu dönemde aralarındaki çıkar ilişkisi Suriye özelinde sonlanan ABD dışında düşünmesi gereken konu başlıkları Esad-PYD, ABD-PYD ve İsrail-İran-Hizbullah-Suriye ilişkilerinin geleceği, İdlib’te üslenen THŞ-El Nusra’nın nasıl tasfiye edileceği, DEAŞ’ın olası transformasyonu olarak öne çıkmaktadır.

Devamını Oku

Amerika ne yapmak istiyor? - 1

5 Şubat 2018

“Sadece fazla ileri gitme riskini göze alanlar ne kadar ileri gidebileceğini öğrenir.”

T.S.Eliot

Zeytin Dalı Harekatı’nın başarı ile süregeldiği yaşanan süreçte Menbiç gündemi işgal etmeyi

sürdürüyor.

Menbiç’in, Afrin sonrası Türkiye’nin hedefinde olduğuna ilişkin üst düzey açıklamaların ABD tarafından karşılıksız bırakılmadığı son günler bir arka plan analizini gerekli kılıyor.

Ancak Menbiç ile ilgili Türkiye ve Amerika arasında havada uçuşan mesajlar dilimize de yerleşen “Men çi guyem, Tamburem ci guyed-Far” (ben ne söylerim, tamburam ne çalar” deyişini hatırlatıyor.

Ankara, Washington’a; Menbiç’te üslenen PYD unsurlarının Fırat’ın doğusuna çekilmelerini sağlama yönünde verdiği sözü yerine getirmesi gerektiğini hatırlatıyor. Washington bu haklı talebe Centcom Komutanı General Votel üzerinden Amerikan birliklerinin Menbiç’ten çekilmesinin düşünceleri arasında yer almadığı yanıtını veriyor.

ABD’nin uzak Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kapsayan, içinde 25 ülkenin yer aldığı bir coğrafyadan sorumlu Merkez Kuvvetler Komutanlığına (Centcom) yükselmiş dört yıldızlı bir generalin Ankara’nın talebi ile verdiği cevap arasındaki farkı anlamayacak birisi olduğu düşünülemeyeceğine göre amatör bir çarpıtma ile PYD’nin önünde kalkan görevine soyunmasının başkaca nedenleri olmalı.

Devamını Oku

Zeytin Dalı...

1 Şubat 2018

“Küçük olaylar karşısında sabırlı olmazsan büyük planları gerçekleştiremezsin.”

Çin atasözü

Adı barışın simgesi ve hedefi olsa da Zeytin Dalı Harekatı Hibrid bir savaş.

Harekatın hibrid karakterini besleyen Afrin’in dağlık, ormanlık, engebeli coğrafyası ile mevsim koşullarının zorluklarına karşın TSK’nın çok iyi planlanmış operasyonları gerçek anlamda bir başarı öyküsü..

Cephedeki komutanların temel ve birbirinden ayrılmaz iki önceliği vardır. Kendilerine verilen hedefleri üzerlerinde zaman baskısı hissetmeden olabilen en kısa sürede ele geçirmek. Ve bu en kısa sürede olabilirse sıfır ya da en az zayiatla hedefe ulaşmak.

Çünkü verilen her şehitle komutanın kendi canından da bir parça kopar ve iç dünyalarında sürekli kanayan bir yara açılır.

Harekatın planlamasını yapanlarla cephedeki komutanlar bilirler ki harekatın uzaması ‘sürtünme katsayısını artırır”, sıcak temas çoğalarak belirledikleri çatışma şekli değişmeye, alanda elde ettikleri inisiyatif zayıflamaya başlar.

Bunu engellemenin yolu ise ‘acele etmeden’ ve üzerlerinde zaman baskısı hissetmeden ‘hızlı hareket etmekten’ geçer. Dünyanın her ülkesinde orduları savaşa giren toplumlar ‘erken ve kesin bir zafer beklentisi’ içindedirler. Bu beklentinin cephedeki birlikler ve komuta heyeti üzerinde psikolojik bir baskı yaratmaması dikkat edilmesi gereken en önemli etkenlerden birisi olarak ortaya çıkar. Bu nedenle harekatın kaçıncı gününe ulaşıldığının öncelenmesi ve anons edilmesi yerine hangi hedeflere ulaşıldığının ön plana çıkarılması, olası bir zaman baskısını engelleme ve kamuoyu desteğinin sürekliliği adına ön bir koşuldur.

Devamını Oku