Gazete Vatan Logo

“Sinema dendiği zaman nabzımın atışı değişir”

´Bölge tiyatroları kapatılırsa kültürel çölleşme yaşanır´

Tiyatro, sinema ve TV’nin dikkat çeken isimlerinden birisi Ahmet Mümtaz Taylan...
Konservatuardan sonra Devlet Tiyatroları’na giren Taylan, 17 yıl oyuncu ve yönetici olarak görev yaptı. Şimdi TRT’nin fenomen dizisi Leyla ile Mecnun’da oynuyor. En büyük isteği, kendi yazacağı bir sinema filmini yönetmek. “Tiyatronun gönlümdeki yeri ayrıdır, onu tek geçecek olan sinema yönetmenliğidir” diyor.

* Devlet Tiyatroları’ndan ayrılmanıza, tiyatronun yapısı tartışması neden olmuştu. Bu konuyu anlatır mısınız?

Devlet Tiyatroları’nın yapısal aşınmalardan kaynaklanan sorunları vardı. Benim de içinde olduğum bir grup sanatçı, bu sorunlar üzerine çözüm üretiyor ve çözüm talep ediyordu. O süreçte yasa çalışmalarına da aktif olarak katıldık. Ancak taleplerimiz karşılık bulmadı. 2006’da statükocu ve tam bir idare-i maslahat anlayışı hakim oldu. Umudum tükendi ve istifa ettim.

* İstanbul Şehir Tiyatroları’nda yönetmelik değişikliği sonrası başlayan tartışmada, “Parayı veren belediye, neden eser belirlemede söz hakkı olmasın?” söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlkel, Üçüncü Dünya ülkelerinde görülebilecek türden bir önerme; parayı veren düdüğü çalar. Üstelik o para belediyenin parası değil, halkın vergisi. Kültüre merkezi bütçeden ayrılan pay binde 5 civarıdır. Bizim “bu yüzde 1’e çıkartılır mı?” tartışmasını yapmamız gerekirken, binde 5’in çok masraflı olduğuna, devletin artık bu “yükten” kurtulması gerektiğine karar verildi.

“Sosyal demokratlar zamanında da aynı tehdidi aldık”

* Dünyada Devlet ve Şehir Tiyatroları’nın örneğinin olmadığı da tartışmalar sırasında söyleniyor...
Yanlış. Fransa, İngiltere, Almanya başta olmak üzere devletler, kültür sanata Türkiye’dekinden kat be kat fazla maddi destek verir, sübvanse eder ve onların nasıl sanat yapacağına da karışmaz. Bu ülkelerde tiyatrolar, Kültür Bakanlıkları ya da belediye, şehir senatolarından ciddi yardımlar alırlar. Sanat kurumlarının ehliyetine saygı gösterilir, bu kurumlar kendi kararlarını kendileri alırlar. Ayrıca icraatları beğeniye tabidir. Beğenilmediği zaman seyredilmez. Seyredilmediğinde hesap soracak mekanizmalar vardır. Devlet Tiyatroları’nın (DT), Şehir Tiyatroları’nın yaptığı işler tartışılabilir. Bu, sanatın tabiatı gereğidir, eleştiriyi dikkate almak, ona göre faaliyetlerini revize etmek lazım. Ancak eleştiri ve revizyon başka şeydir, o kurumları tasfiye etmek başka...

* Tiyatroların özelleştirilmesi gündemde...

Özelleştirmenin manası, devlete gelir sağlamaktır. DT’nin kendine ait bir sahnesi bile yok, onların hepsi Özel İdareler tarafından kullanım hakkı verilmiş, tiyatro salonu olarak revize edip, kullanmaya çalıştığımız bir takım tuhaf yapılardır. İçlerinde de üretim araçları, araç parkları falan yok. Bina yok, makine yok, stok yok... Tiyatro, insan emeği ile üretilir, insanları da satamayacağınıza göre... Biz sosyal demokrat hükümetler zamanında defaatle müdahaleye uğradık. Özelleştirme, kapatılma, tasfiye tehditleri aldık. DT ve Şehir Tiyatroları’nın geldiği durumdan, gelmiş geçmiş bütün hükümetler sorumludur. Eğer sosyal demokrat kültür bakanları, artık müdahale edemeyecekleri korkusuyla yeniden yapılanmanın önüne geçmemiş olsalardı, DT çoktan özerkleşmiş olurdu.

* Diyelim ki Devlet Tiyatroları Sahneleri kapandı. Ne olur?

Ankara’da, İstanbul’da özel tiyatrolar vasıtasıyla, serbest kalan oyuncuların kişisel girişimleriyle devam eder. DT’den kazandıklarından daha fazlasını kazanırlar, sanatçılara bir şey olmaz. Ancak 21 ilde toplam 50 küsur sahnede tiyatro yapan, avucunda su taşıyan bir kurum kapatıldığı zaman, o bölgelerde bir daha tiyatro olmaz.

“Nerede bu muhafazakâr sanatın külliyatı?”

* Bir taraftan da “muhafazakar sanat” tartışması sürüyor...

Hani metin nerede? “Muhafazakâr sanat” derken neyi kastediyorsunuz, söyleyenler de bilmiyor. İskender Pala’yı dinliyorum, anlamaya çalışıyorum... “Şimdi tarif edecek herhalde diyorum”, ama yok.

* “Mevcut durumda muhafazakar ürünlerin tümden dışlandığı bir bakış açısı olduğu” görüşü var... Buna ne diyorsunuz?

İyi ama hangi ürün? Densin ki, “şu oyun getirildi, şahane metindi, muhafazakardı, DT oynamadı.” Devlet Tiyatroları yılda yüz küsür temsil yapıyor, dünya ve Türkiye tiyatro literatürünün tüm örneklerini sahnelemeye çalışıyor. Ne gelmiş de oynanmamış? Nerede bu muhafazakar sanatın külliyatı?

* Size göre tiyatroda ideal model nasıl olmalı?

Mali açıdan özerk, Kültür Bakanlığı ile ilgili biri kurum çalışanları tarafından seçilmiş, üçlü veya dörtlü kararname ile atanmış, görev süresi belli bir genel sanat yönetmeni/genel müdür yönetiminde, mali olarak denetlenen, sene sonunda hesap sorulan bir yapı. Özerk bir sanat kurumu. Çalışmayanın gözünün yaşına bakılmaz.

“TRT Genel Müdürü ‘bunlar doğru, üstelik de komik’ demiş”

* TRT’de yayımlanan “Leyla ile Mecnun” alışılagelmişin dışında bir dizi. Bu projede yer alma konusunda tereddüdünüz oldu mu?

İki konuda tereddüdüm oldu; TRT buna tahammül edecek, anlamaya çalışacak mı, iki, dizinin 10., 30., 50. bölüm senaryoları, ilk bölüm senaryosu kadar iyi olabilecek mi? Televizyonda sevdiğiniz işi yapmak pek kolay değildir, ben 1.5 yıldır sete çok mutlu gidiyorum.

* Dizide güncel bazı olaylar, kişiler ve kurumlar espriyle karışık eleştiriliyor. Hatta bir bölümde TRT de ti’ye alındı. TRT yönetiminden tepki geldi mi?

TRT’yi çok eleştirdiğimiz bir bölüm vardı, hem elektrik faturasındaki TRT payı ile ilgili hem de iç işleyişi ile ilgili. Duyduğum kadarıyla, TRT Genel Müdürü’ne biraz da endişeyle sormuşlar. O da, “Bu eleştirilerin hepsi -geçmişe yönelik olarak-doğru, üstelik de komik, yayınlayın” demiş. Bizden önce puanı TRT aldı o nedenle. Tatlı tatlı dalga geçtiğimiz şeylerde hakaret olmamasına, kırıcı olmamasına çok özen gösteriyoruz. Mesele küçük düşürmek değil, farkındalığı sergilemek. Bu da TRT’de saygıyla karşılanıyor.

* Dizide canlandırdığınız Mecnun’un babası İskender’le benzeştiğiniz yönleriniz var mı?

Ben de baba olduğum için kendimden çok faydalanıyorum. Temel babalık dürtülerime yaslanarak oynuyorum. Benden çok şey var. Ama tabii bana benzeyemeyen birçok yönü de var.

“Yönetmenim, Aleviyim, gayim, kadınım, hepsiyim”

* “Kurtuluş Son Durak” filminde yer aldınız. Sinema kadına şiddet konusunda ne kadar etkili olabilir?

Sanata ödev vermek manalı değil. Sanki sinema, tiyatro salonları dolup taşıyor da, gelenler de izleyip, o dersi alacak, evde karısına iyi davranacak, böyle bir şey yok. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı var. Çabaları da küçümsenmemeli. Ama ‘sanata da şu pay düşüyor’ derlerse, tabii ki koşarak gideriz o başka. Ama bu büyük bir mesele ve çözümü tek başına sanatın boyunu aşar.

* “Saklı Hayatlar” filminden sonra “Alevi misiniz?” sorusuyla karşılaştınız. Toplumda ötekileştirme artıyor mu?

Film, azınlıkların yaşadığı saklı hayatlara dikkat çekmek amacıyla yapıldı. Filmden sonra “Alevi misiniz” sorusuyla çok karşılaştım. Ve her seferinde aynı cevabı verdi; Ben bir oyuncuyum, yönetmenim, evet Aleviyim, Kürt’üm, gayim, kadınım, Ermeni’yim, hepsiyim!

“Yengeç sepeti adını verdiğim projelerim var...”

* Tek kişilik Don Kişot uyarlamanız ne durumda?

Yazmaya çalışıyorum. Ben bir yazar değilim, yazmaya gayret eden biriyim. Görmek istediğimiz şeyleri göremedikçe, onları kendimiz yazmaya başlarız. Ben de onlardan biriyim. Bir arada yazdığım birkaç şey var; Bir roman taslağı, senaryolar, oyun... Bilgisayarımın masaüstünde “yengeç sepeti” adını verdiğim bir dosyam var, hangisine elimi uzatsam ısırıyorlar!

* Bir sinema filmi yönetmek istediğinizi söylediniz. Bu, kendi yazacağınız bir senaryo mu olacak?

Ne yapmak istediğinizi en iyi siz bilirsiniz. Kavramsal filmler yapmak istiyorum. Bazı mefumlar üstüne, küçük kadrolu, tiyatro oyunu duygusu veren ve yeni önermeler içeren şeyler yapmak istiyorum. Sinema dendiği zaman nabzımın atışı değişir. Aklım başıma erdiğinden itibaren isteğim, sinema yönetmeni olmaktı.

Haberin Devamı