İnsan, tüm geçici isteklerine sırt çevirmeli ve Allah'a yönelmelidir

Ömer Halveti'nin piri olduğu Halveti tarikatının temelini gizli zikr ve riyazet oluşturur. Bu tarikatta mürit, kalbin Allah dışındaki her şeyin temizlenmesiyle başlayan ve her şeyde Allah'ı görme noktasında son bulan bir yolculuğa çıkar

Haberin Devamı

Üstad Ebû Alî ed-Dakkak şöyle der: "Ağaç kendi kendine biter de biri onu yetiştirmezse yaprak verir ama meyve vermez. İşte mürit de tıpkı öyledir."

Bu tarikatın kurucusu Ömer Halveti (Ö.1397)'dir. Temelini gizli zikir ve riyazetin oluşturduğu bu tarikata göre insan, tüm geçici isteklerine sırt çevirmeli ve Allah'a yönelmelidir. Hemen her tarikatın ortak prensibi olarak bu tarikatta da mürit, kalbin Allah dışındaki her şeyden (mâsivâ) temizlenmesiyle başlayan ve her şeyde Allah'ı görme noktasında son bulan yolculuğunda, yedi aşamadan geçer:

1. Nefs-i emmâre (insanı kötülüğe iten hayvani nefis), 2. Nefs-i levvâme (yaptığı hatalardan dolayı kendini kınayan nefis), 3. Nefs-i mülheme (kendisine güzel şeyler ilham edilen nefis), 4. Nefs-i mutmainne (huzurda istikrar bulmuş nefis), 5. Nefs-i râziyye (Allah'ın tecellilerine tanı razı olan nefis), 6. Nefs-i marziyye (Allah'ın razı olduğu, Allah tarafından memnun edilen nefis), 7. Nefs-i kâmile (tam olgunlaşmış, ermiş nefis).

Halvetilik, silsilesi Ali'ye çıkan tarikatlardandır. Osmanlılar döneminde Anadolu ve Rumeli'de oldukça yaygın olan Hal-vetiliğm, kırk dolayında kolu vardı. Bunların en önemlisi Rûşenflik, Gülşenilik, Mürdâşilik, Sünbüilik, Şâbânilik, Ahme-dilik, Cemâlîlik, Bahşîlik ve Uşşâkiliktir.

Tarikatlar kendilerini dini bir mesnede bağlamak için tarikat şeyhini ta Hz. Peygamber'e bağlayan bir silsile ileri sürmüşlerdir. Ancak bu zincirlerde kesinlik yoktur. Çeşitli kaynaklardan öğrendiğimize göre Ma'ruf (200) Davud et-Tâ'î'den, Dâvûd at-Tâî, Habib al- Acemî (120/737)'den, Habîb al-Acemî, Hasan al-Basrî (110/728)'den, o da Alî ibn Ebî Talib (40/660)'den o da Hz. Peygamber'den almıştır. Bu zincir şüphelidir. Çünkü Ma'ruf un Dâvûd at-Tâî ile Dâvûd at-Tâî'nin de Habib al-Acemî ile görüşmesi hususunda kesinlik yoktur. Gerçi kaynaklar görüştüğünü söylüyorsa da ondan tasavvuf usulünü alacak şekilde görüşmesi ispat edilemez. Hasan al-Basrî çocukken Hz. Ali vefat etmiştir.

Tarikat sistemi doğdu
On üçüncü asırdan itibaren bütün dini liderler tarafından şu isnat, klasik sabit isnat (iletişim zinciri) olarak tekrarlandı: Cüneyd-Serî-Mâ'ruf-Davud, Habib-i Acemî-Hasan al-Basrî. Cüneyd'den sonra Ruzbârî-Ebu Alî Kâtib, yahut Zeccâcî-Mağribî-Cürcânî gelir (Massignon, Shorter Encyclopedia of islam, s. 582). Şurası muhakkak ki ta Hz. Peygamber zamanından beri zühdüyle tanınmış kimseler vardı. Başlangıçta çölde kendini tamamen Allah'a vermiş, ibadet ve taatle meşgul erkek ve kadınlar mevcuttu. Bunların etrafına toplanan ve sözlerinden istifade etmek isteyenler oluyor ve bunlar bir grup teşkil ediyordu. Böylece yavaş yavaş şeyh ve sabib (mürit) yani tarikat sistemi doğdu. Ve pratiğe teori de eklendi. Tasavvufun nazariyeleri yapıldı.

İntisab ve sohbet
Sûfîlere göre mutasavvıf şeyhlerden birine bağlanmak, onun önünde hâlis niyetle tevbe edip ondan tarikat usulünü almak ve onun tarif edeceği zikir ve evradı yapmak, tarikatın gereklerindendir. Şeyhsiz tarikat olmaz. Bâyezîd'in, "Hocası olmayanın imamı şeytandır" dediği rivayet edilir (Avârifu'l-me'ârif, 96). "Ağaç kendi kendine biter de biri onu yetiştirmezse, yaprak verir ama meyve vermez. İşte mürit de öyledir. Hocası olmayandan bir şey çıkmaz" diyen Üstat Ebû Alî ed-Dakkak, "Ben bu tarikatı (Ebû'l-Kasim) en-Nasrâbâzî'den aldım, O da Şiblî'den, Şiblî Cüneyd'den, Cüneyd Serî'den, Serî Ma'ruf el-Kerhî'den, Ma'ruf el-Kerhî de Dâvûd et-Tâ'î'den almış, Dâvûd et-Tâ'î de tabiîlere yetişmiştir" demiştir.

Söhreverdî, Ebû Alî'nin bu sözünü naklettikten sonra şöyle diyor: "Vadilerde ve dağlarda biten ağaçlar gibi kendi kendine biten ağaç da meyve verebilir ama onların meyvesi, bahçelerdeki ağaçların meyvesi gibi lezzetli olmaz. Dikilen fidan, bir yerden başka yere nakledilirse daha güzel olur, bakım onun şeklini ve meyvesini güzelleştirir. Şerîat, eğitilmiş köpeğin yakaladığı avın etini helâl fakat eğitilmemiş köpeğin öldürdüğü avın etini haram saymıştır" (Avârifu'l-me'ârif, 96).

Bundan dolayı Allah'a gitmek isteyen sâlik: "Şeyhin sohbeti bereketine ermiş, onun ahlakıyla yetişmiş, öğüdü etkili tasavvuf önderlerinden bir imam arar.

Hekimin sözü tesir yetmez
Bu arayışta nefsinin ve halkın isteklerini bir kenara bırakır yalnız talip olduğu şahsın hükmünce gitmeyi gaye edinir.

O arayıp bulduğu hekim, buna nazar ederek hastalığının sebebini anlar ve ilacını söyler. Böylece sâlik, derdine derman bulur, Allah'ın izniyle şifaya kavuşur. Şayet mürşide, dünya sebeplerinden
bir şey için gitmiş ise boş yere vaktini zayi etmiştir. Ona, hekimin sözü tesir etmez" (Sülemî, Sülûkü'l-'ârifin / Ariflerin Yollan / S. Ateş tercemesi, s. 7).

Müridin anlamı
Mürit, irade sahibi demektir. Tasavvuf terimi olarak bu kelime, basit bir iradeden daha derin bir anlam kazanmıştır. Mürit, beşeriyet arzu ve isteklerini Hakk'ın arzusunda yok edip Hakk'ın bekasıyla baki olmak isteyen kimse demektir ki sonunda mürit, "nefsinin hiçbir iradesi kalmayan, Hakk'ın iradesinde boğulup kaybolan kişi" olur. İşte mürit, bu olgunluk düzeyine varabilmek için kâh mürşit, kâh hekim, kâh imam diye adlandırılan olgun bir insanın sohbetinde bulunmalıdır. Sülemî şöyle diyor:

"İrade; nefsin alışmış olduğu dünya sebeplerini dilemeyi tamamen bırakmak, dünyadan sıyrılmaktır. O kadar ki dünyanın bilinen hiçbir şeyine başvurmaya, varına sevinmeye, yoğuna üzülmeye, gözünde dünya, sanki yokmuş gibi ola. Zaten dünya yok idi ve az sonra da yok olacaktır."

Müritler 3 kısıma ayrılır
Bir mürit var ki Allah'ı nefsi için murat eder. Bunun belirtisi, o kişinin umma ve korkuya göre hareket etmesidir. Bir mürit var ki yalnız Allah'ı arzu eder. Bunun belirtisi de o kimsenin, karşılık beklemeden amel etmesi, sırf emri yerine getirmekle sevinmesidir. Bir mürit de var ki hiçbir şey dilemez, kendisine ne dilenmiş (Allah tarafından ne murat edilmiş) ise onu ister. Nefsine ne bir makam, ne hal, ne de bir yer vermez. İşte bu, müritlerin en üstünüdür. Bu irade ancak peygamberlerin (Allah hepsine salât eylesin) ve büyük velilerin iradesidir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş: "Ya Rabbi, nefsimi sana teslim ettim, işimi sana havale ettim" (Buhârî, Tevhîd, b. 34).

İnsanları yöneten Allah'tır
Allah'ın Resulü (s.a.v.), bu sözüyle kendisine ait her şeyi terk edip hepsini emir sahibi olan Allah'a teslim etmiştir. Çünkü her zaman insanları yöneten Al-lah'tr. Kalbi hangi makamda ise nefis de onun hizasında, benzeri bir makamda bulunur. Mesela kalp Allah ile olsa, nefis haller ile olur. Kalp haller ile olsa, nefis ahiretle olur. Kalp tevekkülle meşgul olsa, nefis helâl rızık arama, mubah kazanç sağlama ile meşgul olur. Kalp kerametler ve yakınlık makamlarında olsa, nefis, veliler ve hayırlı insanlar arama yolunda olur. Kalp tembellik içinde olsa, nefis de harama dalar.

Nitekim Peygamber (s.a.v.), "Vücutta bir et parçası vardır ki o düzeldi mi bütün vücut düzelir. O kalptir" (Buhârî, İman: 39) buyurmuştur.

Hekime (mürşide) mürit o hekimin edebiyle edeplenir, onun enirine uyar. Böylece müritte, önüne çıkacak hallere değer vermeme duygusu gelişir, hekimin hiçbir edebini yapmaktan geri kalmaz. Bu hal, onun nefsinin gücünden dep, delilinin kuvvetinden ileri gelir.

DİĞER YENİ YAZILAR