Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan ekonomi yönetimi le bir ekonomi zirvesi gerçekleştirdi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın zirve öncesinde “İthalat-ihracat dengesi, istihdam, sanayi yatırımları ve döviz artışlarının” ele alınacağını açıkladı.
Dövizle ilgili dalgalanmaların “küresel dalgalanmalarla ilgili” olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Bildirdiğine göre “hükümetin mali disiplin politikaları” devam edecek ve “seçim ekonomisi” uygulanmayacak.
Bu gerçekleşirse ekonominin daha da fazla yük altına girmesi önlenebilir.
Toplumsal maliyeti
Seçim önceleri seçmen memnuniyetini arttırmak için uygulanan seçim politikaları geçici “ekonomik iyileşme” havası yaratsa da ülke ekonomisine ekstra yük bindirdiği için ekonomiye zarar veriyor. Devlet harcamaları, bütçe açıkları artıyor.
Sonuç, toplum açısından da uzun vadede yarardan çok zarar olabiliyor.
Türk devletlerinin tarihine baktığımız zaman çoğunun iç kavgalarla bölündüğünü veya tarih sahnesinden çekildiğini görürüz.
Tarihte kurulan ilk büyük Türk devleti olan Hun Devleti de böyle bölünmüştür, daha sonrakilerin çoğu da taht kavgaları veya anlaşmazlıklarla bölünmüştür.
Karahanlılar, Selçuklular da bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Batı ülkelerinde de krallıklarda taht kavgaları olmuştur ama bu devletler bugün geçmişten ders çıkararak demokratik kurallar içinde kavgasız, gürültüsüz bir şekilde ülke yönetimini başarıyorlar.
Seçimler demokratik-eşit şartlarda, hile endişesi olmadan yapılıyor.
Sandıktan üçlü, dörtlü koalisyonlar çıksa bile bu koalisyonlar yıllarca başarıyla sürüyor.
Devletin bekası
Türkiye’de ise her seçim, her referandum öncesi partiler arasında ciddi kavgalar, gerçek dışı suçlamalar, hakaretler bitmiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim manifestosunda, eğer seçimi kazanırlarsa gelecek 5 yılda yapacaklarını anlattı.
Türkiye’nin yeni dönemde “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkacağını, küresel bir güç olacağını” söyledi, “tam demokratik bir Türkiye istiyoruz” dedi.
Manifestonun tamamı gerçekten çağdaş ülkelerin yaşam seviyesini hedefleyen, refaha, eşitlik ve özgürlüklere vurgu yapan vaatleri dile getiriyor.
Keşke Türkiye bunların çoğuna şimdiye kadar sahip olabilseydi.
Demokrasi ilk şart!
Muasır medeniyet isteminin gerçekleşmesi için bir ülkede önce demokrasinin özümsenmesi gerekir.
Eşitlikler, vatandaş güvenliği, özgürlükler, yargı bağımsızlığı hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde tam değilse demokrasi de eksiktir. Önümüzde bir seçim var ve seçime girecek partiler eşit imkanlara sahip değil.
Genel gelir tablosuna baktığımızda büyük bir toplum kesiminin geliri çok düşük iken bir kesimin geliri en gelişmiş ülkelerdeki zenginleri geride bırakacak kadar yüksek.
CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, muhalefet partilerinin yaptığı dörtlü ittifaka HDP’nin de dahil edilmesine bir itirazı olmayacağı konuşmalarından anlaşılmasına rağmen sonuçta HDP bu ittifaka alınmadı.
HDP Grup Başkanvekili, CHP’yi suçlayarak “Bu ittifakın bir sağ ittifak olduğunu, sosyal demokrat bir partinin sol bir partiyle ittifak yapması gerektiğini” söyledi.
Acaba bu yorum doğru mu?
HDP eğer gerçekten barış ve demokrasi için siyaset yapan bir parti olsaydı, terör örgütü PKK ile arasına mesafe koysaydı, kendisiyle ittifaka karşı çıkan parti olur muydu?
HDP’li milletvekilleri kısa süre önce Meclis’te Güneydoğu illerinden “Kürt illeri” diye söz etmiş, tepkiler karşısında sözlerini düzeltmişlerdi.
Yani, sadece terör örgütü ile organik bağ meselesi de değil, ortada bir “toprak sahiplenme” var.
Suriye’de PKK-PYD’ye karşı halen devam eden mücadelede verdiğimiz şehitler var.
Bu durumda, Suriye sınırımız boyunca bir PKK koridoru oluşturmaya çalışılırken diğer siyasi partilerin “bu örgütle içiçe” görünen bir partiyle ittifak istememesi doğal değil midir?
Vatan Gazetesi’nin 28.02.2018 tarihli baskısının 3’üncü sayfasında ve ilgili gazetenin internet sitesinde, Güngör MENGİ imzası ile yayınlanan “PYD Eskiden Terörist Değil Miydi?” başlıklı köşe yazısında; Türkiye Cumhuriyeti 26. Başbakanı ve Ak Parti Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu hakkında; “2014 yılında PYD lideri Salih Müslim ile görüştü” şeklinde bütünüyle gerçek dışı ve mesnetsiz bir iddiaya/ithama yer verildiği, bu suretle müvekkilimizin siyasi kimliğine ve toplum nezdindeki saygınlığına saldırıda bulunulduğu görülmüştür.
Kamuoyunda zihinleri bulandırmaya yönelik bir art niyetle yayınlandığı açık olan bu mesnetsiz iddia kesinlikle gerçeği yansıtmamakta olup yalan ve iftira niteliği taşımaktadır. Müvekkilimiz Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun; bahsi geçen PYD isimli terör örgütü lideri Salim Müslim isimli bu şahısla, ne T.C Dışişleri Bakanı sıfatıyla ne de Türkiye Cumhuriyet Başbakanı sıfatıyla, herhangi bir görüşmesi olmamıştır. Bahsi geçen dönemde adı geçen şahısla Türkiye Cumhuriyeti nezdinde Başbakan düzeyinde bir görüşme olmadığı gibi, 23 Temmuz 2015 tarihinde PKK, DEAŞ, DHKP-C ve bu örgütler ile iltisaklı diğer tüm terör örgütlerine yönelik aynı anda mücadele talimatını, T.C. Başbakanlığı sırasında müvekkilimiz bizzat vermiştir. Müvekkilimizin Bakanlık ve Başbakanlık görevleri sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef alan terör örgütlerine yönelik nedenli başarılı süreçler yürüttüğü ulusal ve uluslararası kamuoyunun malumudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilgili birimleri, ülkemizin güvenliği ve halkımızın selameti için her türlü önlemi alır. Bunun birçok örneği de yakın tarihimiz başta olmak üzere, kamuoyunun malumudur. Buradan hareketle, siyasi bir algı oluşturmak için gerçekleri tahrif etmenin ise ne gazetecilik ilkeleriyle ne de hukukla bağdaşır bir yönü bulunmamaktadır.
Gazetecilik etiği ve meslek ahlakıyla bağdaşmayacak bir anlayışla, sırf toplum nezdinde müvekkilimiz hakkında kafa karışıklığı ve zihinlerde soru işaretleri oluşturmaya yönelik art niyetli yayınlara, kamuoyunun itibar etmeyeceğine inancımız tamdır. Bütünüyle mesnetsiz ve gerçek dışı olmakla birlikte, hukuka aykırılık ihtiva eden ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olan yayın nedeniyle gerekli her türlü hukuki süreci başlatmış olduğumuzu belirtmek isteriz. Kamuoyuna saygıyla arz ederiz.
Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu
Vekili Göksu Safi Işık Avukatlık Ortaklığı
Nam ve Hesabına Av. Dr. Ali GÖKSU
Mart ayında çıkarılan ve “Seçim İttifak Kanunu” olarak bilinen yasada “ittifak yapan partilerin baraj sorunu olmayacağı” ile ilgili madde bu seçimi diğerlerinden farklı kıldı. Bir tarafta Ak Parti-MHP ittifakı MHP’nin yüzde 10 barajını aşma riskini kaldırırken diğer tarafta seçime yalnız girecek muhalefet partileri için bu sorun ortada duruyordu. Ayrıca, Cumhur İttifakı’nı oluşturan iki parti “başkanlık rejimi”ni getirmek üzere yola çıkmıştı. Diğer muhalefet partileri ise “parlamenter demokrasi”nin değişmemesinden yanaydı. İttifak formülleri günlerce tartışıldı, liderler sık sık görüşerek bir anlaşma sağlamaya çalıştı.
Kendi adaylarıyla!
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ile SP Genel Başkanı Karamollaoğlu CHP, İYİ Parti, SP ve DP’nin ittifakına sıcak bakıyordu. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise yalnızca SP ve DP ile ittifakın ihtimal dahilinde olduğunu söylüyor, bu partilerle ilkeler bazında anlaştıklarını belirtiyordu. Cumhurbaşkanlığı konusunda ise; İYİ Parti’nin cumhurbaşkanı adayı olarak tek başına yarışacağını daha ilk günden kesin şekilde ifade etmişti.
Salı akşamı CHP, İYİ Parti, SP ve DP’nin bir ittifak oluşturmak üzere prensipte anlaştıkları açıklandı.
Partiler, Akşener’in baştan beri istediği gibi ilk turda kendi adayını çıkaracak, cumhurbaşkanı adaylarından hangisi ilk turda en yüksek oyu alırsa 2’inci turda 4 parti o adayı destekleyecek.
Genel seçimde ise…
Genel milletvekili seçiminde de 4 parti ittifak yapacak. Buna göre her parti kendi milletvekili adaylarını çıkaracak. Bazı kritik illerde 4 parti “en güçlü olan partinin adaylarına” destek verecek. İttifakta her parti kendi kurumsal kimlik ve listeleriyle yer alacak.
Bugüne kadar “çatı aday” çıkarmaktan bile söz edilmişti, artık bu olasılık kesinlikle ortadan kalktı. Şurası muhakkak ki muhalefet partilerinin uzlaştığı formül, muhalefet açısından en olumlu formüldür. Şimdi sıra Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve Saadet Partisi’nin göstereceği cumhurbaşkanı adaylarına geldi, çok kısa bir süre içinde onları da öğrenmiş olacağız.
Hükümet maliyeti “24 milyar TL” tutacak olan seçim vaatleri paketini açıkladı.
Bu pakette tüm vergi ve prim alacakları, vatandaşın SGK ve Bağkur hatta trafik borçlarının yeniden yapılandırılması var.
Tüm emeklilere yılda 2 kez dini bayramlar öncesinde 1000’er lira ikramiye var.
İmar sorunu bulunan 13 milyon binaya yapı kayıt belgesi verilerek “binaların imara uygun hale getirilmesi” var.
Öncelikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul’a çirkin yapılar yapıldı, şehre ihanet ettik, ben de bundan sorumluyum” sözünü hatırlayalım.
Bunun arkasından Şehircilik Bakanı Özhaseki “Yalnız İstanbul’a değil, tüm şehirlerimize ihanet ettik” demişti.
Sorumlu aramak…
Bakan Mehmet Özhaseki, daha sonra ihanet konusunda ana muhalefet partisini suçlamış, “4 dönem İstanbul’da CHP vardı, 1milyon 350 bin gecekondu ihanet değil midir” demişti.
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven “seçim güvenliği” için önlemlerin alındığını söyledi.
Güven “Seçimler güvenli, mükerrer seçmen yok, sahte oy kullanımı iddiası yok, bunlar yokken seçim güvenliği üzerine tartışma yapmak doğru değil” diyor. YSK Başkanı’nın kendi görüşüdür ancak şu anda toplumda ve siyasi partilerde bir “seçim güvenliği endişesi” olduğu da biliniyor. Bazı muhalefet partileri ortaklaşa seçim güvenliğini sağlama çalışmaları yürütmeye başladı. Bu arada, önümüzdeki seçimler için diğerlerinden farklı bir başka önemli durum da mevcut.
Evlere sandık
Yeni çıkarılan seçim yasasında seçim sandıklarının sandığa gidemeyecek kadar “hasta veya özürlü vatandaşların evine gönderilmesi” yeterince sorun yaratabilir. Öncelikle, acaba her muhalefet partisi hem sandık başına, hem de evlere gönderecek kadar sayıda sandık görevlisi bulabilecek mi?
Seçim gününe sadece haftalar kaldı. Ak Parti ve MHP’nin bu konuda sıkıntı çekmemesi mümkün ama diğer partilerin şartları aynı değil.
Diğer tarafta, “mühürsüz zarf ve oy pusulaları” da geçerli sayıldığına göre evlere sandık gönderilmesi sırasında o sandık nasıl güvenceye alınacak sorusu da var. Anayasa Mahkemesi kararlarının bile uygulanmadığı bir noktaya gelinmişken, seçim güvenliği konusunda çıkabilecek sorunlara nasıl bir çözüm bulunacağı ise bir başka soru işaretidir.
YSK’nın 16 Nisan Referandumu’nda verdiği “mühürsüz oy” kararının etkisi bu konuların çözümünde bu kurumun alacağı tutumu da güvensiz kılabilir.
Seçim kurulu yok