Cumhurbaşkanı Erdoğan Adıyaman mitinginde sevgiden söz etmiş, “Sakın ha, dargınlık, kırgınlık yok” demiş.
Bir kez daha “Birbirimizi Allah için sevdiğimizi, yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmemiz gerektiğini” söylemiş.
CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de “İlkemiz yurtta barış, dünyada barış” diyor.
Adayların hepsi barıştan, sevgi etrafında birleşmekten söz ediyorlar.
Bunlar, kavgadan, terörden bıkmış bir topluma umut veren açıklamalardır. Ancak…
Aynı konuşmaların devamında veya hemen arkasından gelen konuşmada rakip adayların birbirlerine karşı sert açıklamaları var.
Bir siyasi yarışta adayların rakiplerine yüklenmesi, zayıf taraflarını ortaya koyması doğaldır ama bu rekabet söylemleri topluma yanlış örnek olacak boyutta bir sertliğe varmamalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisine “AKP’yi kurmadan önce Gülen’den icazet aldın mı” diye soran İnce’ye 100 bin TL’lik tazminat davası açtı.
“İddianı ispatlamazsan namertsin” dedi. İnce, buna karşılık “İspatlamazsam namerdim… 24 Haziran’dan sonra açıklayacağım” cevabını verdi.
Burada önce iddianın sahibinin 24 Haziran seçimini beklemeden milletin önünde sözlerini açıklaması gerekir.
Nasıl ki iktidar partisinin “manifestosunda veya seçim beyannamesinde yaptığı vaatlerin hiç değilse bir kısmını” hemen uygulamaya koyması beklenirse, böyle bir iddianın da seçim öncesi açıklanması beklenir.
Yakın korumalar…
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi, milletin Meclis’ine bombaların atıldığı, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği, binlercesinin tutuklandığı büyük bir olaydır.
FETÖ’nün “devlet kurumlarına bir virüs gibi sızdığı” bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanmıştı.
Bu kurumlar arasında Emniyet’ten TSK’ya, yargıdan bakanlıklara valilere, 81 ilin belediye başkanlarının büyük çoğunluğuna, Diyanet’ten eğitim ve sağlık kurumlarına kadar devletin en hayati kurumları ve görevlileri var. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 14 Nisan 2017’de bir canlı yayında “FETÖ’nün siyasi yapılanmasına” değinmişti.
Seçimler için yapılan ve ciddi değişiklikler içeren yeni seçim yasası seçmende endişe yaratıyor.
Halihazırda, bugüne kadar yaşanmış olan ve seçim güvenliği hakkında soru işaretleri yaratan olayların artması endişesini dile getiren seçmen az değil.
Bunlar arasında “sandıkların evlere gönderilmesi” veya YSK’nın 144 bin seçmeni etkileyecek sandık taşıma kararı en çok tartışılanlar arasında…
Sandık birleştirme örneğin Van’da 10 ilçede 224 sandığın birleştirilmesine neden olacak.
Aynı binada oturan seçmenlerin her zaman oy kullandıkları sandıklar yerine farklı sandıklara dağıtılması da “açıklaması olmayan” kararlardan biri.
Seçim sandıkları başına “kolluk kuvveti çağrılabilmesi” seçim sonucunu etkileyecek sorunlar çıkarabilir.
YSK sorumlu
Yüksek Seçim Kurulu, her ülkede “seçimlerin en güvenli şekilde yapılmasından” sorumludur.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, geçen hafta 4.90’lara çıkan doların düşüşe geçmesinin devam edeceğini açıkladı.
Merkez Bankası’nın attığı adımlarla düşen doların alınan yapısal tedbirlerle, mali disiplinle kombine edilerek bu yönde devam edeceğini söyledi.
Ondan sonra “enflasyonla mücadelenin” başlayacağını belirtti.
Aslında ekonomistler uzun süredir bunların yapılmasının, Merkez Bankası müdahalesiyle doların düşürülerek istikrarlı bir seviyede tutulmasının önemini anlatmaktaydılar.
Devlet tasarrufu
Köprülerde ve otoyollarda bile fiyatların dolara endeksli olduğu bir ülkede dolar yükseldikçe bunlara da, ithal edilen gıdalar ve yakıta da zam gelmesi önlenemez.
Bu durumda, ekonominin düzelmesi için tasarruf önce devletten başlamalı iken hala mega projelerin devam edeceğini bildirmek ne derece doğrudur, düşünmek gerekir.
Sıkça vurguladığım gibi, ekonominin düzelmesi için sadece döviz kurunun düşmesi yeterli değildir.
Bütün partilerin beyannamelerinde “demokrasi, tarafsız yargı, adil hukuk sistemi” yer alıyor.
Adil hukuk sistemi önce “HSK’nın (Hakim ve Savcılar Kurulu) bağımsız üyelerden oluşmasını” gerektirir.
Hakim ve savcıları atayan kurum olduğuna göre, HSK bağımsız olduğu takdirde mahkemeler de bağımsız olabilecektir. Adil yargılanma hakkı, ancak ve sadece “evrensel ceza hukuku ilkelerine bağlı kalan mahkemeler” tarafından sağlanabilir. Her şeyden önce 12 Eylül darbesinden bu yana HSK’nın başında Adalet Bakanlarının ve müsteşarlarının bulunması bu bağımsızlığı zedeliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim beyannamesinde “bağımsız ve etkili bir yargı sistemi kurulacağından” söz ederken, bu değişikliğin yapılacağını eklese çok daha inandırıcı olacaktı.
Kılıçdaroğlu’nun sözü
CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce şimdiye kadar muhalefet adayları arasında en çok ilgi gören aday durumunda. Aday gösterildiği günden başlayarak Anadolu’yu dolaşmaya çıkması, sesi kısılsa da mitinglerini sürdürmesi, yıllardır tanındığı için “doğallığı ve dürüstlüğünün inandırıcı bulunması” bu ilginin temel nedenlerinden. CHP’nin seçim beyannamesini açıklamaya Muharrem İnce ile gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında da “hukuk, bağımsız yargı, adalet” vurgusu vardı. Bu konuda ciddi eksikler olmasa bütün partiler “yargı, hukuk, adalet, demokrasi” vaatlerine bu kadar yer vermeyecekti.
Sözcü davası
Sözcü gazetesi imtiyaz sahibi Burak Akbay ve 3 çalışanı hakkında açılan davanın 3. Duruşması 30 Mayıs’a ertelenmişti.
Gelecek Çarşamba bu duruşma yapılacak. Bilindiği gibi Burak Akbay için tutuklama kararı çıkmasına, “Cemaat operasyonlarının medya ayağı olduğu” gerekçesiyle kapatılan Zaman gazetesinin Yazarı Fehmi Koru’nun 2010 yılında yazdığı, Akbay ile ilgili “iftira niteliğindeki” yazısı neden olmuştu. Bu duruşmada Koru, kendisine Sözcü’nün avukatı tarafından sorulan “Sözcü gazetesi cemaat projesi mi” sorusuna “Taha Kıvanç imzasıyla yazdığım, konulara esprili yaklaşan bir yazıdır” cevabını vermişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim beyannamesini açıklarken “demokrasi ve özgürlükleri, AB üyeliği ve ülkelerle iyi ilişkileri” öne çıkardı.
Cemevlerine hukuki statü tanıyacakları konusu önemli. Alevi yurttaşların da aynı haklara sahip olması, mezhep ayırımı yapılmaması demokrasinin gereğidir.
AİHM kararlarına rağmen bugüne kadar cemevlerine statü verilmemiş olması yeterince gecikmedir.
Cumhurbaşkanı’nın, “demokrasiden, özgürlüklerden, haklardan taviz vermedik ve buna 24 Haziran seçimi sonrasında da devam edeceğiz” sözleri de vaat olarak kalmamalıdır.
Bilindiği gibi demokrasi ve özgürlüklerin güvencesi “bağımsız yargı”dır.
Vatandaşın hakkını arayabileceği, kendini güvencede hissederek yaşayabileceği bir ülke ancak bağımsız bir yargıyla sağlanabilir.
Yargıya güven
Bugün ekonomide yaşadığımız sıkıntılı dönemde, döviz karşısında TL’nin değer kaybetmesinde de hukukun, yargı bağımsızlığının rolü vardır.
Her geçen gün, ekonomi konusundaki endişeleri arttırıyor. Önceki gün Dolar 4.65’ti. Dün önce 4.88’e çıktı, sonra 4.83’e geriledi, saatler içinde ciddi oynama gösteren bir kur ortaya çıktı.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi “Döviz piyasasında sağlıksız fiyat oluşumları yaşandığını, ilgili kurumların en doğru hamleyi en uygun zamanda yapacağını” söyledi.
Türkiye’nin kur ve faiz oranlarında hak etmediği dalgalanmalar yaşadığını belirtti. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise “Dolar üzerinden vatandaşın kararını etkilemek, seçime giderken sandığa bu faturayı yansıtmak isteyenlerin olduğunu” söyledi.
Türkiye’nin ekonomisi güçlü bir ekonomidir dedi.
Bilimsel politika
Umarız Sayın Zeybekçi’nin ve Sayın Bozdağ’ın iyimser sözleri doğru çıkar. Ancak…
Dış etkenlerin, küresel oynamaların etkisi olsa da TL’nin değerinin dolar karşısında hızla düşmesinde farklı birçok etkinin olduğu da muhakkak. Ekonomistler uzun bir süredir bu gidişin kolay kolay durmayacağını, kemer sıkma politikasının acilen başlatılması gerektiğini söylüyorlar.
Günü kurtaran önlem ve söylemler yerine bilimsel ekonomi, para ve enflasyon politikası uygulanması konusunda uyarıyorlar. Merkez Bankası kur oynamalarında müdahale için bağımsız olmalı diyorlar.
Partilerin milletvekili aday listeleri açıklandı ve YSK’ya teslim edildi.
Bir partinin göstereceği milletvekili adayları seçmenin her kesiminin benimseyip güveneceği isimlerden oluşmalıdır. Bizde ise giderek çoğunluğu yönetimdekilerin yakınlarından veya kişisel tercihlerinden oluştuğu için sonuçta çıkan listeler seçmen katında da, parti tabanında da memnuniyetsizlikle karşılanıyor.
Bu seçim öncesinde de aynı durumla karşılaşıldı. Aslına bakarsanız, temel sorun milletin “kendisini temsil edecek vekillerini” kendisinin belirleme hakkının elinden alınmasıdır.
Liderlerin ağzından düşürmediği “milli irade ve demokrasi” her şeyden önce bu nedenle tecelli edememekte, millet “genel başkanlar tarafından belirlenip önüne konan listelere” zorunlu olarak oy vermektedir. Muhalefet partileri dahil, buna karşı çıkan ve “kendi temsilcisini halk seçsin” diye ısrar eden bir lidere de şimdiye kadar rastlamadık.
Özgür irade ile…
Başkanlık sisteminin veya parlamenter sistemin “demokrasi ile yönetim”i sağlayabilmesi için milletvekilleri özgür iradeleriyle karar verebilmelidir. Yakın geçmişte TÜSİAD bu konunun üzerinde durmuş, Meclis’te siyasi partilerin milletvekillerine “liderlerinin yüzünü” koyduğu bir resim yayınlanmıştı.
Milletvekilleri liderler tarafından seçildiği sürece onlardan farklı bir görüş sergileyemez, lider ne istese elini o yönde kaldırır. Türkiye’de buna “parti disiplini” deniyor oysa Batı ülkelerinde genel başkanın veya ABD’de başkanın kendi partisinden vekiller bile her konuda rahatça görüş bildirebilirler.
“Başkanlık mı, parlamenter sistem mi” demeden önce bu konunun halledilmesi gerekirdi ama yapılamıyor.