Yönetimde istikrar

6 Mart 2017

Gelişmiş demokrasilerde; temsilde adalet ile yönetimde istikrar, at başı birlikte gider. Bizim gibi; demokrasisi sürekli kesintiye uğratılmış ve adeta kuşa çevrilmiş bir sistemle; gerçek demokrasiye kavuşmamız için daha kırk fırın ekmek yememiz lazım!

Bizdeki esas bozukluk; kendini ‘seçkin’ gören bir kısım zevatın zihniyetinden kaynaklanmaktadır. Onlara göre; bu halk ne ki; seçtikleri ne olsun?! Dolayısıyla bu zümrenin zihninde; seçilmişlere karşı müthiş bir güvensizlik vardır. Demokrasimizin gelişmesinin önündeki en büyük engel, işte bu zihniyetin ta kendisidir.

Vaktiyle ekranlarda devamlı arz-ı endam eden bir orgeneral emeklisi vardı; seçilmişlere ateş kusardı ve şöyle derdi: ‘ ..bakan ya da başbakanlar ülkeyi satarlarsa ne olacak?!’ Bu halin bir cibilliyet meselesi olduğunu bile anlayamıyor; seçilmişler bu haltı işleyebilirlerse, atanmışlar neden işleyemez? Hem, satmaya yeltenen kim olursa olsun; bu halkın veya kanun adamlarının elleri armut mu topluyor?

Mahut zümrenin seçilmişlere karşı olan bu güvensizliği, gerçekte milletin ta kendisinedir; bunu dillendiremedikleri için, onun seçtiklerini öne sürüyorlar.

En olgun manasıyla demokrasi, katılımcı ve yerinden yönetim şeklidir. Sittin seneyi aşkın bir süredir demokrasiyle idare edilmemize rağmen; sistemin darbelerle kesintiye uğratılması ve onların sonucu yapılan vesayet anayasaları yüzünden, bir türlü gerçek demokrasiye geçemedik.

Kısmi olarak yapılabilen anayasa değişikliklerine dikkat edin; mutlaka bir kaza veya sistemin tıkanıklığı sonucudur! Mesela; 367 garabeti olmasaydı; cumhurbaşkanını halka doğrudan seçtirebilmek mümkün olmayacaktı.

O gün, atanmışlar, seçilmişleri tehditle Meclis’e sokmadılar; amaçları, istemedikleri seçilmişlere cumhurbaşkanını seçtirmemekti. Böylesine bir hukuk cinayetini yüksek mahkemeye bile işlettiler. En sonunda düğümü, işin asıl sahibi yani milletin kendisi çözdü.

Daha önceye gidelim; 28 Şubat istikrarsızlığı döneminde 22 banka batıp, faizler bir gecede binlere, bin beş yüzlere fırlamadı mı? Ekonominin dibe vurduğu bir ülkede hangi adaletten ve temsilden dem vurulabilir?

Devamını Oku

Milletvekilinin görevi

2 Mart 2017

Millet, vekilini yasama görevlisi olarak seçip parlamentoya gönderiyor. Yani halk, kendisi için gerekli kanunları çıkarsın diye vekil seçiyor. Oysa ki, bizdeki sistemde; seçilen vekil gerektiğinde bakan oluyor (yürütme-hükümet üyesi).

Kabine üyesi bu kişi, kendi ilinden ne kadar bağımsız ve bağlantısız iş yapabilir? Yönettiği bakanlığa bağlı kurumların bölge müdürlüklerini kendi illerine taşıtan az mı bakan gördük?

Veya devletin imkanlarını; kendi illerine peşkeş çeken ve daha fazla ihtiyaç sahibi varken kendi illerindekileri önceleyen nice bakanlar görmedik mi?

06.11.1984’te 18587 sayılı yasayı çıkarmışız. Bu yasanın 3. Maddesinde: ‘ TBMM üyeleri ayrıca; 2. Maddede belirtilen kurum ve kuruluşlarda ücret karşılığı iş takipçiliği, komisyonculuk, müşavirlik yapamazlar…’ denmesine rağmen; bizim sistemimizde milletvekilliği dendiği zaman; iş ve ihale takip eden, bürokrat ataması yaptıran anlaşılmıyor mu?

Bunun başlıca sebebi ise, yürütme (hükümet) ile yasamanın (Meclis) iç içe girmesidir. Ayrılıkları kağıt üzerinde ve yalnızca şeklendir. Zira bakan olan kişi, aynı zamanda, illerden seçilip gelen yasama üyesi, parlamenterdir.

Bakınız; lobiciliğin ana vatanı olan ABD’de ki, burada bakanlar Kongre’nin(parlamentonun) dışından atanır- yasalar ne diyor: (Bill Clinton) dönemi düzenlemeleri: 1-Beyaz Saray’da görev yapan kişiler, buradan ayrıldıkları tarihten itibaren 5 yıl süreyle lobicilik yapamaz, lobicilik yapan şirketlerde çalışamazlar. 2-Üst düzey yönetici konumundaki bakanlar, ömürleri boyu yabancı hükümetler için lobi faaliyeti yapamazlar. 3-Üst düzey ticaret temsilcileri de, görevlerinin bitmesinden sonra, yaşamları boyunca çok uluslu şirketleri ve yabancı hükümetleri temsil edemezler..

Bizdeki çorba olan sistemimizde ise, koskoca MİT müsteşarını, emekli olduktan sonra falan şirketin yönetim kurulu üyesi olarak görmedik mi? Eski bakanların hangi işlerle iştigal ettiklerine bir bakın; bu durum ne kadar etik?

Milletvekillerinin iş takipçiliği sistemi kokuşturuyor ve o görkemli görevlileri halkın gözünden düşürüyor! Bundan da vahimi ise, yaşla kuru bir arada değerlendirilip; koskoca siyaset dünyası tu-kaka ediliyor.

Devamını Oku

Pösteki saymak!

28 Şubat 2017

Birbirimizi kandırmanın alemi yok; eğri oturalım ama doğru konuşalım!

Bugün sahip olduğumuz parlamenter sistemi, iki kelime ile özetleyecek olursak; söyleyebileceğimiz tek şey; pösteki saymak veya saydırmaktan ibarettir. Yasama yılının 23. döneminde (2007-2011) İstanbul milletvekili olarak görev yaptım.

Dört yıl süreyle parlamentonun işleyişini, gazeteci dikkatiyle gözlemledim. Yukarıdaki hüküm cümlesini, bundan dolayı rahatlıkla söyleyebiliyorum. İnanın orada parlamenterlik yapılmıyor; parlamentercilik oyunu oynanıyor!

Parlamentonun görevi yasa yapmak ve yürütmeyi (hükümet) denetlemek değil mi? Bakalım öyle mi? Yasa tekliflerini kim verecek? Milletvekilleri (yasa teklifi) ya da bakanlar kurulu (yasa tasarısı).. Muhalefet partilerinden olan milletvekillerinin vereceklerini yasa tekliflerinin yasalaşma imkanı var mı? Elbette ki yok. Dolayısıyla muhalefetçe verilen tüm yasa teklifleri ile boşa kürek çekiliyor. Zaman öldürmekten başka bir mana ifade etmiyor.

Bakanlar kurulundan (hükümet) gelen yasa tasarıları öncelikle ele alınıp yasalaşıyor. Nasıl yasalaşmasın ki; hükümeti oluşturan siyasi partinin milletvekilleri Meclis’te çoğunluğu oluşturuyor.

Görüldüğü üzere; hükümet, Meclis’in emrinde ve denetiminde olması lazım gelirken, Meclis, hükümetin emrinde iş görmek durumunda! Demem o ki, Demokrasinin erkleri olan yasama, yürütme ve yargı; bizdeki parlamenter sistemde, birbirinden ayrı, bağımsız ve bağlantısız değiller.

Yürütme (hükümet) ile yasama (Meclis) iç içe girmiş ve yürütme ne derse o oluyor!

Gelelim Meclis’in denetim fonksiyonlarına: Güvenoyu-gensoru ve Meclis soruşturması.. Asıl denetim mekanizmaları bunlar.. Hükümeti millet sandıkta kuruyor; kurulan hükümete de, zaten güvenoyunu sandıkta veriyor. Ayrıca neyin güvenoyu gerekir? İşin asıl sahibi (halk) güvenoyunu sandıkta vermiş..

Devamını Oku

Şehadete giden genç!

26 Şubat 2017

Türkiye’miz tarihinin en netameli günlerinden geçiyor. Zira Türkiye’miz, tarihinde hiç olmadığı kadar büyük tehlikelere maruz bırakıldı; üstelik bu denli tehlikeler, henüz geçmiş değil.

Evet; Birinci Cihan Savaşı’nda yedi düvele karşı savaştık ve koskoca İmparatorluğumuzu kaybettik lakin; bu günkü tehlike ondan da büyüktür. O zamanki düşmanların hepsi dışımızda idi; yıkılmamıza rağmen, içerideki birliğimiz sayesinde Kurtuluş savaşı verip, yeni devleti kurabildik.

Şimdi ise; aynı düşmanlar, daha fazlasıyla el ele vererek dışarıdan saldırırken, içimizdeki işbirlikçiler de onlara destek vermektedir. Bu işbirlikçiler ise, öyle üç-beş aymaz olmayıp; ülkemizin yetiştirdiği en ışıltılı beyinler olup; yarım asırlık bir yapılanma ile ülkemizin hemen tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmişlerdi!

Onca temizlenmelerine rağmen; kazdıkça, her kurum ve kuruluştan adeta fışkırıyorlar!

15 Temmuz, 2. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç tarihidir. Birincisinde olduğu gibi, bunda da savaşı halkın kendisi; üstelik, silahlı güçlerin karşısına silahsız olarak dikilerek ve canını ortaya koyarak başlatmıştır. Milletin azim ve kararlılığı, halk düşmanlarının kalkışma hamlelerini önlemiş ama iş bununla bitmemiştir.

İsveç Kralı Demirbaş Şarl’ın dediği gibi; ‘ bu halk, yenile yenile yenmesini öğrendi!’. Eskiden darbeler, radyo ve Televizyonlardan duyurulur, halkın sokağa çıkması yasaklanırdı; milletçe bu emre uyulurdu.

Şimdi ise; ‘sağına-soluna bakmadan meydan yerine koşan’ bir gençlik var ve bu gençlik 15 Temmuz günü; ‘ben şehadete gidiyorum!’ diyerek vatan savunmasına koşmuştur. Evlendirip yuva kurdurduğumuz, yeri geldiğinde müebbet hapisle yargıladığımız (dün ise, yaşını 18’e çıkartıp astığımız), imzaladığı tüm mali mükellefiyetleri ile sorumlu tuttuğumuz bu gencin seçme ve seçilmesini çok görüyoruz.

Daha dün, gençlere seçme imkanı tanındı; bu anayasa değişikliği ile de seçilme imkanı tanınacak. Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan’ın işaret ettiği gibi; ‘seçme, seçilmeden zordur’. Parlamentoda gençliğin dinamizmi ile yaşlıların bilgeliği bir araya gelecek ve arzu edilen sonuçlara daha kolay erişilebilecektir.

Devamını Oku

Ters piramit!

24 Şubat 2017

Avrupa’ya kıyasla geç de olsa, demokrasiyle tanışalı epeyce zaman oldu. Üzülerek ifade etmeliyiz ki; halkın kendini idaresi demek olan bu sistemde idare, bizde hiçbir zaman halka verilmedi.

Bunun yegane sebebi ise, kendini seçkin gören idareci zümrenin, halkı aşağı görmesi ve ona tepeden bakmasıdır. Onlara göre halk, çok cahil ve rüştünü ispat etmekten çok uzakta olan yığınlar mesabesindedir. Dolayısıyla böyle bir halk neyi ve kimi seçeceğini bilemez. Onun seçeceklerini bizlerin (seçkinlerin) belirlememiz lazım.

Demokrasiye geçiş sürecinde yapılan anayasalara dikkat edin; bunların vesayet anayasaları olduğunu görürsünüz. Bunun da manası; davul, halkın seçtiklerinin boyunlarında asılı olacak, tokmak ise, vasilerin elinde bulunacak!

Bu vasiler mi, kim? Elbette atanmış askeri ve sivil bürokratlar..

Bizdeki bürokrat kendini, sürekli olarak hancı görmüş, seçilmişleri ise, hana konaklamaya gelen misafirler olarak değerlendirmiştir. Aynı anayasalara göre oluşturdukları vesayetçi-parlamenter sistemi sittin seneyi aşkın bir zamandır deniyoruz.

Bir de ne görelim? Kurulan ve işletilebilen hükümetlerin ortalama ömrü 16 aydan ibaret. Tam da bürokratın istediği şekilde.. Seçilen kişi daha makamını, işini ve mesai arkadaşlarını tanıma fırsatı bulamadan; geldiği gibi gidiyor!

Hasbelkader, her hangi bir iktidar, bir çivi çakmış olsa bile; diğeri gelip onu da iptal ediyor.

Böyle bir istikrarsızlığın kol gezdiği bir ülkede, hangi kalkınmadan ve başarıdan söz edilebilir?

Devamını Oku

İyi polis kötü polis!

22 Şubat 2017

Dünyamız hızla yeni bir ‘Cihan’ savaşına doğru sürükleniyor. Öncekilerin olduğu gibi, bu savaşın müsebbipleri de; doymak bilmeyen sömürgeci güçler...

Bu uğursuz günün işaretlerini; demokrasinin öncüleri gözüken ülkelerde baş gösteren ulusalcılık ve hatta daha ilerisi otoriter yönelimlerde görmekteyiz. Artık dünün demokratik başkanları, yerlerini süratle ‘diktatör’ başkanlara devretmenin hazırlığında...

Düne kadar Çin ile Rusya, bu denli eğilimin öncüsü iken; başta ABD olmak üzere, bir kısım AB ülkeleri de; aynı yarışta yerlerini aldılar. Avrupa’da bu eğilimin başını; AB’yi çatırdatan İngiltere çekmekte ve onu da Fransa takip etmektedir.

Dünkü iki kutuplu dünyada Çin, için için oluşan gizli bir devdi; bundan dolayıdır ki, ABD o gün için, Rusya’ya karşı Çin’in yanında yer almıştı. Bunu da Yahudi kökenli ABD’li diplomat, dışişleri bakanı Henry Kissinger sağlamıştı.

O gün-bugün Çin, oluşumunu tamamladı; devleşip, ABD için yegane tehdit unsuru oldu.

ABD nereye el atsa, hemen her taşın altından Çin ve Çin’li firmalar çıkıyor. Öyle ki, bu firmalar, diğer ülkelerin firmalarından çok farklı.. Her birisi devlet destekli ve akıl almaz meblağlara ulaşan sermayeleri ile ortalığı kasıp kavuruyorlar!

İsrail eksenli politikaları ile öne çıkan ABD yönetimleri; demokratlarla cumhuriyetçiler arasında iyi polis-kötü polis rolünü oynayarak, dünyanın gözünü boyamaya çalışırlar. Çoğu zaman da bunu başarırlar. Çünkü; algı operasyonlarını sağlayan medya ve sinema gücü bunların elindedir ve bunları biteviye çalıştırırlar.

ABD’de kötünün de kötüleri olan Bush’lar ve Obama dönemlerinden sonra; beyanatlarıyla dünyayı şaşırtan Donald Trump’ın yapacakları merakla beklenmektedir.

Devamını Oku