Sahibinin sesi!

12 Nisan 2017

15 Temmuz askeri darbe kalkışmasına; toplumumuzun bütün kesimlerinde bulunan kahraman insanımızla karşı koyduk ve bu kalleşçe ve kahpece yapılmak istenen kanlı girişimi önledik.

O karanlık gecede, kimsenin aklına; şu veya bu kökenden geldiği, şu veya bu partili olduğu, şu veya bu düşüncede olduğu gelmediği gibi; aziz milletimiz kendine yakışanı yaptı; tek vücut, tek kalp olarak tek hedefe kilitlendi.

Milletimiz, milli birlik ve bütünlüğünü; iktidar ve muhalefetiyle bir araya gelip, mahşeri bir görüntü veren Yenikapı Mitingi ile de tüm dünyaya gösterdi.

Dünyanın hayret ve gıpta ile izlediği bu hal, ne yazık ki uzun sürmedi.

Her darbede olduğu gibi, bu darbede de taşeron kullanıldı. Taşeron bu kez; uğruna, yarım asırdır emek verilen ve yetiştirdikleri ile ülkemizdeki tüm kurum ve kuruluşların kılcallarına kadar nüfuz ettirilen, içimizden devşirdikleri, sahibinin sesi FETÖ idi.

F. Gülen yapılmak istenen inşaatın kalfası idi; mimar ve başmühendis ile şantiye şefi, her zaman olduğu gibi arka plandaydı. ABD ve Almanya’nın öncülüğünde ve birçok Batılı devletin de desteğiyle gerçekleştiren bu kanlı eylemin hedefi, Türkiye’yi iç savaşa sokmak, bölüp parçalamak ve bu koca ülkeyi; içimizdeki beyinsizlerin yularını ellerinde tutan ülkelere peşkeş çekmekti.

Bunun için de önce sayın Cumhurbaşkanı’nı infaz edeceklerdi. Tarihimizde böylesine sinsi, alçakça ve soysuz bir kalkışma görülmedi; zira, canımıza kast eden düşman içimizde idi üstelik bizden görünüyorlardı. Öyle ki, aynı evin içinde; anasını, babasını, kardeşini infaz edecek tipte canavar ruhlu, kudurmuş; bir o kadar da sinsi, satılmışlar vardı!

Taşeron kalfa daha o gün ‘senaryo’ diyerek, cibilliyetinin gereğini yapmış ve algı oluşturmaya başlamıştı. Onun kulağına üfleyen ağa-babaları olan mahut devletler; darbe karşısında üç-dört gün sessiz kaldılar. Daha sonra da kınar gibi yaptılar, üstelik kerhen...

Devamını Oku

Kepazelik!

7 Nisan 2017

Siyaset zor zenaattir. Devlet adamı kumaşına sahip olmayı gerektirir. Bundan dolayıdır ki, siyaset arenasında; kimileri siyasetçilik oynar, kimileri ise, gerçek siyaset sergiler.

Para, makam, şöhret, insanoğlu için turnusol gibidir; insanın foyasını anında ortaya koyar.

Zavallı insan! Kendini, tulum gibi ne kadar şişirirse şişirsin; onu patlatıp söndürecek yalnızca bir toplu iğnedir! İnsanın diğer mahlukattan farkı; bu durumu bilmesine rağmen, şişinip caka atmasıdır!

Mahut tipler, ne oldum delisidir; öne çıkmak ve parmakla gösterilmek için adeta yarışırlar. Televizyon ekranı, arayıp da bulamadıkları şeydir; lakin ondaki tehlikeyi bilmezler! Ekran, insanı vezir ettiği gibi rezil ve rüsva da eder.

Asaletten nasibi olmayan insan, ekranda mal bulmuş Mağribi gibi sevinir ve fırsatını bulduğunu zannederek, içindeki ufunetini kusar!

CHP Konya milletvekili de, ekranı bulduğunda; merd-i kıpti misali, şecaatini arz ederken, sirkatini söyleyivermiş! Yani, sözde kahramanlıklarını anlatırken, hırsızlıklarını sergilemiş!

Referandumda ‘evet’ oyu verecekleri İzmir’den denize dökeceklerini yavelemiş! Hatta, bunun için de önce Samsun’a çıkacaklarını, Amasya’ya, Sivas’a, Ankara’ya gideceklerini; İnönü’yü Dumlupınar’ı yaparak, önlerine kattıklarını İzmir’den denize dökeceklermiş!

Yani CHP’li bu milletvekili aklınca (hani nerde?!) ‘evet’ oyu veren Türkiye’nin yarıdan fazlasını; Yunan gibi düşman belleyip denize dökecekmiş. Bu, deli saçması sözleri de alkışlandı iyi mi?!

Devamını Oku

Damdan düşene sor!

2 Nisan 2017

Yeri geldiğinde ‘Gazi Meclis’ deyip övünüyoruz; haklıyız; çünkü Kurtuluş Savaşı’nı bu Meclis’ten idare ettik. Bu çatı altında kanla yazılan tarihi kararlar alınırken, Polatlı’dan top sesleri duyuluyordu.

Demokrasimiz, vesayetle baskılanırken, üst üste yapılan askeri darbeler sonucunda tel örgülerle sarmalanmış ve topyekun siyaset dünyamız karartılmıştır. Güdük hale getirilen bu karanlık dünyada başbakan ve bakanlar asılmış; siyasi partiler peş peşe kapatılarak, liderleri ve üst düzey kadroları sürgüne gönderilerek bütün bir siyaset tu-kaka edilmiştir.

Eskilerin ‘ benim oğlum bina okur, döner döner yine okur!’ şeklinde bir deyişleri var ki, bizim siyasetimizi çok güzel özetliyor. Kapattığımız partilerin çokluğundan, demokrasimiz, partiler mezarlığı olarak anılır oldu. Her seferinde; ‘sil, baştan başla!’ demokrasi yolunda; bir ileri giderken iki geriye düştük!

En kahpe darbede bile; canilerin aklına Meclis’i bombalamak gelmedi; yalnızca kapatıp tatil etmeyle yetindiler. 15 Temmuz Kalkışması’nda ise, demokrasinin kalbi olan Meclis bombalandı. O Meclis’te her partiden vekiller olmasana karşın; işin vahametini kavrayanlar; yalnızca bir kısım Ak Partililer ile bir kısım MHP’li milletvekilleridir!

Diğer iki parti mensupları ki, biri Ana muhalefet partisidir- ya bilmeyerek bu vahametini kavrayamadılar, ya da bilerek terör örgütü FETÖ’nün borusunu öttürmekteler!

Bütün şer odaklarının gayesi, Meclis’i çalıştırmamak; şu veya bu iktidar partisinin, millet lehine çıkarmak istedikleri kanunları engellemektir.

Bendeniz, damdan düşen biri olarak bu durumu, bizzat yaşayarak gördüm. İçinde bulunduğumuz Parlamenter sistemde; halkın ihtiyacı olan kanunlar, ya milletvekillerinin teklifi ile veya bakanlar kurulunun (hükümet) tasarısı ile Meclis’e gelir.

Yasama (Meclis) ile Yürütme (hükümet) iç içe girdiğinden; daha doğrusu koca Meclis, hükümetin emrinde (!) iş gördüğünden, tasarılar geldiği gibi yasalaşır. Dikkat edilirse burada; ne Meclis ve ne de hükümet kendi işini yapıyor; hükümet emrediyor, Meclis onaylıyor!

Devamını Oku

Kendimize güveni yitirdik!

31 Mart 2017

Geçen asrın başlarında sürdürdüğümüz ve maalesef yenilgiyle bitirdiğimiz uzun savaş yıllarından sonra; devletimizle beraber, kendimize güvenimizi de kaybettik. Özgüveni; zaferle sonuçlandırdığımız Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da kazanamadık.

Bunun sebebi; Tanzimat’la beraber yürürlüğe koyduğumuz eğitim sistemimizdir. O güne kadarki tüm okullarımızda; pozitif bilimlerle beraber dini ilimler de birlikte okutulmaktaydı. Böylece insanlar, hangi meslekte yetişmiş olurlarsa olsunlar; beraberinde dinlerini de ve hatta genel olarak diğer dinleri de öğrenerek yetişmiş oluyorlardı. Beden, dimağ ve ruh birlikte eğitilip geliştiriliyordu.

Tanzimat’la buna son verildi ve pozitif bilimleri okuyanlara din öğretilmedi; dini tahsil görenlere de pozitif bilimler gösterilmedi. Böylece her iki tarafta da yetişenler tek kanatlı olarak yetişti ve hiç birisi uçamadı; çift kanatlı olamadılar.

Hatta bu hal; İttihat ve Terakki ve dahi Cumhuriyet devrinde öyle bir şekil aldı ki; önceleri, öğretmenlikle imamlığı aynı kişinin yapmasından, ayrı kişilere verilip birbirine düşman edildi. Artık aynı köyün öğretmeni ile imamı; biri diğerini yobazlıkla, öbürü de dinsizlikle suçlayıp; öğretmenin yanındaki çocukla, imamın yanındaki aynı çocuğun babasını birbirine düşman ettiler.

Oğul babasına, moruk ve yobaz dedi; baba ise oğluna, hayırsız ve dinsiz-imansız gözüyle baktı.

Yüz seneden beri eğitim sistemimizi; gelip geçen hemen her bakanla birlikte bozup yeniden yapıyoruz ama temel olarak bir türlü ezbercilikten ve ruhsuzluktan kurtaramadık.

Ve hepsinden önemlisi; eğitimimizi, kendimize özgüvenimizi kazandıracak bir şekle sokamadık. Nesillerimizi müthiş bir aşağılık kompleksi ile yetiştiriyoruz. Bu da Batıyı körü körüne taklitten kaynaklanıyor.

Çilesini çekmeden sadece körü körüne taklit; bizi kendimizden kopardığı gibi, batılı da yapmadı. İki arada bir derede kalıp ‘bulamaç’ insan tipleri olduk.

Devamını Oku

Koalisyon bize göre değil!

28 Mart 2017

Vaktiyle sanayi devriminin gerisine düştüğümüz; iki yüz seneden beri yapageldiğimiz onca reformlarla da ‘muasır medeniyeti’ yakalamaya çalıştığımız bir gerçektir. Aradaki açığı telafi edebilmemiz için durmamamız, çok çalışmamız ve hepsinden önemlisi, boş şeylerle uğraşıp patinaj yapmamamız gerekir.

Bunun için de her şeyden önce tıkır tıkır işleyen siyasi bir sisteme ihtiyacımız var. Denemiş olduğumuz parlamenter demokratik sistem; 70 yılda bize şunu gösterdi ki; koalisyonlar bize göre değil!

Avrupa’da koalisyonlarla idare edilen ve üstelik iyi idare edilen ülkeler yok değil; onların ya demokratik kültürleri yüksek veya birçoğunun nüfusu, bizim İstanbul ilimiz kadar bile değil.

Biz Türkiye olarak bir Akdeniz ülkesi olduğumuzu unutmayalım; Kuzey ülkeleri gibi olmayıp, sıcakkanlı insanlarız. Bu coğrafyada bize en çok benzeyen ülkelerden biri İtalya’dır; onların başı koalisyonlarla dertte idi. Seneler senesi; ülkelerinde bir türlü siyasi istikrarı sağlayamadılar. Çok partili koalisyonları denedikçe, olmadığını gördüler.

En sonunda kurtuluşu koalisyonu yasaklamakta buldular!

Üstelik İtalya, sanayi devrimini başarmış bir ülke olarak, bu kararı almak zorunluluğunu hissetti.

Bizim ise, çoktan almamız gerekirdi ancak; böylesine radikal kararları alabilecek, halkın büyük desteğine sahip siyasi lider yoksunluğumuz bu durumu engelledi.

Bizde koalisyon demek: IMF’ye avuç açmak demek; devlet bankalarını ortaklar arasında bölüşüp, yandaşlara peşkeş çekmek demek; Güneş Motel gibi siyaset panayırlarından milletvekili devşirmek demek; asgari müşterekte birleşmek demek; azamisi varken ve o gerekli iken neden asgaride (en azda) buluşalım? Asgari müşterek demek, iki insanda bir tek gözün olması demek! Kim, ne yapsın bunu?

Devamını Oku

Yeni savaş konsepti

26 Mart 2017

Son yüzyıl içinde insanlık, iki büyük dünya savaşı yaşadı. Bunların sonucunda milyonlarca insan ölüp, onlarca şehir yerle bir olmasına ve onca ülkenin ekonomileri sıfırlanmasına rağmen, insanlık, akıllanıp savaşsız yaşamayı öğrenemedi.

Aklımız sıra insanlığın medenileştiğini zannetmiştik! Medeniyetin ‘tek dişi kalmış canavar!’ olduğunu gördük ve bu gidişle daha çok görmeye devam edeceğiz. Zira en medeni olduğunu iddia eden ülkeler, belki kendi aralarında savaşmıyorlar ama tüm savaşların arkasında bunların olduğu apaçık bir gerçektir.

Bir kere şunu bilelim; bütün savaşların temelinde ekonomik çıkarlar yatmaktadır.

Dünyanın ekonomik paylaşımında, güçlüler, güçleri oranında pay istiyorlar; kurt taksimi yani... Kavga da buradan çıkıyor zaten.

Bu bitimsiz savaşların yeni konsepti; vesayet savaşları şeklinde cereyan etmesidir.

İnsan, dün ne idiyse bugün de aynıdır; dün, putunu kendi elleriyle yapıp ona tapınıyor, acıkınca da bir güzel yiyordu. Bugün de en medeni gözüken ülkeler; terör örgütlerini önceleri kurtarıcı olarak kurup geliştiriyorlar ve arzuları yönünde kullanıyorlar; işleri bitince de tu-kaka addedilip insanlığın başına bela ediliyorlar!

İnsan doğası gereği hayvandır ama düşünen hayvan... Kendisine bahşedilen manevi meziyetleri (ruh, nefs, akıl, kalp-gönül denilen latife) sayesinde yükselmiş ve hayvandan ayrılarak insan olmuştur. Bu şekliyle de; eşref-i mahluk, yani en şerefli-üstün yaratık konumuna ulaşmıştır.

Doğanın kuralı; büyük balığın küçüğünü yemesidir. Bu durumu hayvanlar aleminde görüp, kanıksıyoruz ve asla yadırgamıyoruz. Onlar hayvandır ve hayvanlıklarının gereğini yapıyorlar diyoruz. Aynı şeyi insan yaptığında ki, sürekli yapıyor- bunları, bin bir çeşit yalan ve hile ile kamufle ederek yapıyor.

Devamını Oku