HDP yazık etti!

24 Mart 2017

Siyasi partiler, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Diğer bir ifadeyle; siyasi partilerle demokrasi, yumurta ile tavuk misalidir. Birbirlerini tamamlayıp geliştirirler.

Bizdeki siyasetin ve dolayısıyla demokrasimizin yerleşip gelişememesinin başlıca sebeplerinden biri; her on yılda bir yapılan darbelerdir. Bunlarla, tabir caizse; siyaset ve demokrasi biçilmiştir.

Haksızlıkları, baskı ve dayatmaları gören insanlar; özellikle yetişmiş kalifiye elemanlar, hep siyasetten geri durmuşlardır. Ve yine; kesinti devrelerinden (darbelerden) sonra, siyasetteki meydan yeri adeta işsiz-güçlere kalmıştır!

Bir diğer sebebi de; adayları, liderlerin belirlemiş olmalarıdır. Yalnızca kendini düşünen lider de, iş yapacak adaydan ziyade, kendisi için ‘kurşun asker’ olacak adayları seçer. Bunun baş amili ise, bizdeki mevcut Siyasi Partiler Yasası’dır.

Onca partiler gelip geçmesine rağmen, hiçbirisi, mahut kanunu; lider sultasını sona erdirecek bir şekle sokamamıştır.

AK Parti, kuruluşundan beri; demokratik kazanımlarımız için adeta bir lokomotif görevi üstlenmiştir. Bitti mi; elbette ki hayır ama yaptıklarına bakınca; uzunca bir mesafe kat ettiğimiz ortadadır.

AK Parti’nin samimiyetle başlattığı ‘kardeşlik’ projeleri; birilerinin engellemeleri yüzünden karşılık bulmadı. Esas rolü üstlenmesi gereken HDP ise, topu devamlı taca attı.

Halbuki halk, HDP’ye tarihinde görülmemiş şekliyle 80 milletvekili vererek Parlamento’ya gönderdi. Ve ona; bu işi siyasetle Meclis’te çöz veya çözüme yardımcı ol dedi.

Devamını Oku

FETÖ ile mücadele için 'EVET!'

21 Mart 2017

FETÖ denilen Haşhaşi fitnesi tüm ufkumuzu tutmuştur, benliğimizi tahrip edici yankıları gelecek asırları bile kuşatacak boyuttadır. Devlet ve milletimiz ve hatta dünyanın pek çok devlet ve milletleri için büyük tehlikeler arz eden bu durum; maalesef, içeride ve dışarıda tam manasıyla anlaşılmış değildir.

Yapının vahametinin büyüklüğünü; çeşitli illerdeki mahkemelerce hazırlanan iddianamelerde görüyoruz. Görünen o ki; bunlar, tüm hayati kurumlarımızın kılcallarına kadar nüfuz etmişler ve buraların en tepe noktalarındakileri devşirmişler.

Takiyye, kendini belli etmemek ve bunun için de her yolu mubah görmek bunların şiarı. Dolayısıyla fark edilmeleri son derece güç, hatta imkansız!

İddianamelerden öğrendiğimize göre, piramit şeklinde örgütlenmişler. En altta halk kesimi var; bunlar dinle uyutulup sömürülüyor. Parayı herkesten; eğitecekleri çocukları ise, yarayışlılarını ( zeka, zenginlik ve itibar) seçerek alıyorlar.

Polis-savcı-hakim el ele vererek istediklerini içeri tıkıyor ve böylece; karşılarında oluşabilecek cepheyi sindirip, susturuyorlar.

Kurum ve kuruluşların istihbarat ve dinleme birimleri bunların elinde; istediklerini dinleyip, filme alıp veya kurgulayarak şantaj yapıyorlar!

Maliye müfettişleri vasıtasıyla gözlerine kestirdikleri firmalara ceza kesip; en güçlülerini bile bitirebildikleri gibi, isterlerse himmet talebiyle borçlarını silip, kendilerine bağlayabiliyorlar.

Devletin valisi, emniyet müdürü ve maliye memurları el ele verip (defterdarından müfettişine kadar) aynı kumpasla esnafı soyuyor!

Devamını Oku

Avrupa asla samimi değil!

20 Mart 2017

Avrupalıların, yarım asırdan fazla bir zaman kapılarında bekletip (doğrusu, süründürüp); verdikleri onca sözlere rağmen, bugün gelinen noktaya bakın!

Daha geçen sene vizeyi kaldıracaklarının sözünü vermişlerdi. Bu sözlerini, T.C. Devleti’nin bakanlarını ülkelerinde kabul etmeyerek ve girenleri de; kendi toprağı olan Büyükelçilik binalarına sokmayarak ve sınır dışı ederek tuttular!

Görünen o ki; AB kümesinde iki tane horoz vardı; bunlardan biri Almanya, diğeri İngiltere idi. Tavukların Almanya horozuna ilgisi artınca; daha doğrusu Almanya onları hizaya sokunca, İngiltere bundan rahatsız oldu ve birlikten çıkma kararı aldı.

Meydan Almanya’ya kalmıştı ve birliğin diğer ülkeleri kahir ekseriyeti ile Almanya’nın arka bahçesi konumundaydı. Bize karşı işlenen rezilliklerin fitilini Almanya ateşledi; tüy diken Hollanda’nın arkasında da Almanya vardı.

Almanya’nın hık deyicisi olan Fransa da, destekte gecikmedi!

Avrupa’nın, hatta tüm Batı’nın yanılgısı, Türkiye’yi eski Türkiye olarak görmelerinden kaynaklanıyor.

Bir kere şunu bilelim ki; Batı’nın derdi ve gayesi asla ve asla demokrasi değildir. Onun hesabı; en kolay nasıl sömürebilirim düşüncesidir. Baş tacı ettikleri Sisi’nin Mısır’ına bakın; demokrasi hak getire!

Veya içimize bakalım: Yapılan onca darbelerin arkasında Batılı güçler vardı; işlemekte olan demokrasiyi biçip, faşizan yönetimleri getirmediler mi?

Devamını Oku

Asıl eksiğimiz muhalefet!

16 Mart 2017

Genç Cumhuriyet, kuruluş yıllarında muhalefet partilerine imkan tanımadı. İki kez yapılan denemeler, büyük hüsranlarla sonuçlandı. Dolayısıyla 1923-1946 arası resmen, 1946-1950 arası ise muvazaalı olarak tek parti sistemi ile yaşadık.

46 seçimleri neden tartışmalı? Çünkü o seçimlerde; ‘açık oy, gizli tasnif!’ vardı ve seçim sandıkları, her bakımdan korunaksızdı! Demokratik açıdan; rezilliğin bini bir para olarak, sözde seçim yapıldı ve iktidar partisinin tayin ettiği memurların tasnifi (oyların sayımı) sonucu CHP’nin kazandığı ilan edildi.

Şu halde; ilk demokratik seçimleri ancak 1950 yılında yapabildik ve muhalefet partisi olan Demokrat Parti seçimleri kazanarak; 487 sandalyeli Meclis’in 408’ini alarak (yüzde 55,2 oy) tek başına iktidara geldi. Yalnızca 69 milletvekili çıkaran CHP, 27 yıllık iktidarını kaybetti.

DP de CHP’nin içinden çıkmış olmasına rağmen; kendilerini Cumhuriyetin kurucusu ve seçkinleri gören ve hepsinden önemlisi, halka tepeden bakan bu kişiler, bu hezimeti hiçbir zaman kabullenmediler.

Zira onlara göre; millet, gerçekleri görememiş ve haklarını gasp etmişti!

Bu halet-i ruhiye içerisinde öylesine bir muhalefet geliştirdiler ki, bunun, dünyanın hiçbir ülkesinde örneği yoktu. İktidarın her söylemini ve her türlü icraatını görmezden gelme, inkar etme ve karalama üzerine kurulan ve tek kelime ile muhatabını ikazdan ziyade imhaya yönelik bir muhalefet anlayışı!..

Öyle ki; idama götürülen Menderes bile, son sözlerinden biri olarak; ‘Allah, bu millete CHP gibi bir muhalefet vermesin!’ demek zorunda kalmıştır.

CHP’yi iktidardan uzaklaştıran iki ana sebep var; bunlardan birincisi, özellikle 2. Dünya Savaşı yıllarındaki uygulamalardır. Bu cümleden olarak, paradan Atatürk’ün resimleri kaldırıldı. Baskıcı bir sistem kuruldu. Gayr-i Müslim vatandaşlara yönelik ‘varlık vergisi’ çıkarıldı; ağır vergiler altında ezilen ve borcunu (!) ödeyemeyenleri Aşkale’ye, çalışma kampına sürüldü.

Devamını Oku

Dinini bilmeyen şeytanın maskarası olur

15 Mart 2017

İslam alemindeki dini sapkınlıkların tarihi çok eskilere gitmektedir. Ama son 200 senenin İslam coğrafyasına bakıldığında; sapkın cereyanların hemen hepsinin arkasında İngiltere’nin Sömürgeler Bakanlığı’nın olduğunu görürüz.

Kendinden olmayan tüm Müslümanları ‘kafir’ bilen Vehhabilik, İngiliz eseridir.

Geçen asrın başlarında yegane İslam devleti olan Osmanlı’daki şeyhülislamları masonlaştırıp; artık nakli esas almayan ve herkesin aklına göre bir İslamiyet uydurulmasına imkan tanıyıp fırsat veren yine İngilizlerdir.

ABD’yi İngiltere’den ayrı düşünmemek lazım; zira ABD de İngiliz kumaşından dokunmuştur.

Dün (1920’lerde) aynı oyun Afganistan’da; Emanullah Han’a karşı oynandı. İngilizler Topal Molla isimli bir ajanlarını, tıpkı bizdeki F. Gülen gibi allayıp pulladılar; derin alim, evliya dedirtip ününü ülkenin dört bir tarafına yaydılar. Müritleri, yarım milyona yaklaşınca ülkede iç savaş çıkarttı ve hükümet güçlerini yendi.

Emanullah Han ülkesini terk ederken sınırda yanına bir kişi yanaşıp, kendini takdim eder. Ona der ki: ‘Ben Topal Molla’yım! Görevimi tamamladım, şimdi de ülkeme dönüyorum.’ Cüppeyi, sarığı çıkarıp atmış; sakalı kesmiş ve artık bir İngiliz asilzadesi görünümündedir.

Emanullah Han’ın ağzından şu cümleler dökülür: ‘ Ben senin bir ajan ve hain olduğunu biliyordum ama; gel gör ki, buna halkıma anlatabilmenin imkan ve ihtimali yoktu! Çünkü sen evliya biliniyor ve kandırılan halkım, sende ‘ilahi güç’ vehmediyordu...’

Daha dün ise, Irak’ta (2000’li yıllarda); Kadiri tarikatından olan babasının yerine geçen oğlunu, CİA-MOSSAD, tıpkı F. Gülen’e yaptıkları gibi devşirirler ve bozuk tarikatla (Kesnizani- Kimse bilmiyor tarikati) ortaya; semavi dinlerin karışımını çıkarırlar. Burada eğittiklerini istihbarata ve askeriyeye nüfuz ettirirler.

Devamını Oku

Avrupa çatırdıyor!

12 Mart 2017

1950’li yıllarda, Almanya ile Fransa arasında, tamamen iktisadi gereksinimler sonucu kurulan ‘Avrupa Demir-Çelik Topluluğu’ ; zamanla genişleyerek önce AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ve daha sonra da bütün Avrupa’yı kapsayacak şekilde; sosyal, siyasal ve ticari birlikteliğe dönüştü (AB).

Türkiye ise; 1963 Ankara anlaşması ile giriş başvurusunu yapmış ve 1978 yılında Yunanistan ile birlikte o günkü AET’ye davet edilmiş; Yunanistan’ın kabul ettiği daveti Türkiye elinin tersiyle itmiştir.

Bu aymazlığı yapan hükümetin başında Bülent Ecevit bulunsa da; o günün siyasi liderlerinin hemen hepsi; ‘onlar ortak, biz Pazar!’ anlayışıyla ‘istemezük’çü idiler.

Turgut Özal’la birlikte anlayışımız değişti lakin, bu sefer de AB işi yokuşa sürmeye başladı. O gün bugündür, mahut yokuşu çıkmaya çalışıyor; ama görünen o ki, çıktığımızdan fazla geriye düşürülüyoruz!

Doğu Avrupa’nın aç-biilaç olan Demirperde ülkelerini Birliğe aldılar; yetmedi; Birlik anayasalarına aykırı olmasına rağmen, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni içlerine alıp Türkiye’yi sürekli dışladılar. Bunca istiskal karşısında Türkiye; Kopenhag Kriterleri yerine Ankara Kriterlerini belirleyip; yola, tek başına yürüyebileceği ikazında bulundu.

AB, en büyük sınavını Bosna savaşında vermiş ve sınıfta kaldığını dünyaya ilan etmişti.

İlk çatırtı; başından beri ulusal parasında ısrar eden İngiltere’den geldi; halkoylamasında çoğunluk, Birlikten çıkma yönünde oy kullandı.

AB’nin son yıllarda vermekte olduğu sınav ise, savaş bölgelerinden kaçan mültecilere uyguladığı yöntemdir ki; bu durum, Birliğin söylemleri (kriter) ile eylemleri arasındaki zıtlığı ortaya koymaktadır.

Devamını Oku

Kurt dumanlı havayı sever!

9 Mart 2017

Evvela şu tespiti yapmakta fayda var: İdarecinin despotu, demokratı nasıl belli olur? Herkesin kişisel doğruları olabilir. Bir de milletin, geniş halk kitlelerinin, halkların genel kabulleri vardır ki, bunlara evrensel değerler denir.

Bir Çin atasözünde: ‘ Körlerin ülkesine gittiğinde, bir gözünü kapatıp git!’ denir; aksi halde sahip olduğun iki gözünü de çıkarırlar!

Bir kısım siyasi partilerimiz, halka rağmen siyaset yapmayı maharet bilirler Gerçek despotizm budur. Bunun sonucunda her seferinde avuçlarını yalarlar ama bir türlü akıllarını başlarına devşirip; halk için politika üretmezler. Daha doğrusu; biz nerede-nasıl yanlış yaptık deyip bir muhasebeye girişmezler.

Bu duruma nasıl geldiklerini doğrusu merak etmiyor değilim. Çünkü bu hal, ülkeleri işgal edenlerin (mütegallibe) siyasetidir. Onlar halka tepeden bakar, halkın değerlerini beğenmez ve halka rağmen iş görürler. Halkla, karşılıklı olarak birbirlerine diş bilerler!

‘Bu halk yüzde 95’le seçse ne olur?!’, ‘Bu halkın seçtiğinden ne olur?!’, ‘Üç tane kazı güdemeyen halkın seçtikleri neye yarar?!’, ‘Kıllı, (hayvan diyecek ama korkusundan bu kadarını diyebiliyor) göbeğini kaşıyan!’, ‘Bizi seçmeyen bu halk her türlü cezayı hak ediyor!’

Bütün bunları ve bunlar gibi daha nicelerini halkın bir kenara yazıp not etmediğini mi zannediyoruz? Bundan sonra halkın huzuruna çıkıp, sözüm ona halkçılık yaparsanız; sizi samimiyetsiz görür ve asla size inanıp prim vermez. Sittin senedir de vermiyor; neden acaba?!

Halkla iç içe olamayıp onunla bütünleşmeyen; halkın derdiyle dertlenmeyen, halkın değerlerini üstün bilip onlara saygı duymayan siyasetçi halka asla güven vermez.

Halktan (sandıktan) iktidar ümidini yitirenler; iktidarı, halkın dışındaki güçlerde vehmederler. Onlarla el ele verip, iktidarı alaşağı ederler ve böylece demokrasinin çanına ot tıkarlar. Artık kurdun istediği dumanlı hava oluşmuştur. Karanlıktan ve kaostan beslenen fırsatçılara gün doğmuştur.

Devamını Oku

Erdoğan’ın farkı!

7 Mart 2017

Türk tarihinin gelmiş ve geçmiş en büyük fitnesi FETÖ hareketidir. 60’lı yıllarda başlatılan fitne ateşi; dış güçlerin gizli servislerinin telkinleriyle ve bizzat yönlendirmeleriyle; bir üst düzey MİT mensubunun ifadesiyle; CIA’nin Orta-Doğu bürosu vasıtasıyla yaktırıldı.

Dış güçler, bu coğrafyada; asrın sonlarına doğru yükselen değerin ‘din’ olduğunu biliyordu. Bundan dolayıdır ki, ‘din’i, oyun sahaları olarak kullandılar. F. Gülen ise, tam istedikleri gibi bir din adamı idi.

Kendisini ve hareketini; herkesin gıpta ile bakıp rağbet edebileceği ‘eğitim’ şemsiyesi altında gizlediler. Aynı oyunu; Gülhane Hatt-ı Hümayünu’ndan sonra imparatorluk topraklarının dört bir yanında pıtrak gibi açılan yabancı okullarında görürüz. Bu okullardaki öğretmenleri ve bunların yetiştirdikleri casusları, içimizdeki ajanlar olarak; Balkan savaşlarında ve Birinci Dünya Savaşı’nda kullandılar.

Darbe ile imparatorluğun başına çöreklenen İttihat Terakki mensubu, maceraperest bir avuç sergerde, bunlarla el ele vererek koca Cihan Devleti’mizi yıktılar. Resmi orduları teslim ve terhis edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş ve ülke toprakları, yedi düvel tarafından işgal edilmişti.

Yıkılan devletin külleri üzerinde, halk, her tarafta ayaklanarak Kurtuluş Hareketi’ni başlattı. Kurtuluş hareketinin başına da; Şehsüvar-i yaveri olan Mustafa Kemal Paşa tayin edildi. Üç yıl süren Kurtuluş Savaşı sonunda, düşman İzmir’den denize dökülerek kesin zafer kazanıldı.

Atatürk liderliğinde genç Türkiye Cumhuriyeti devleti kurularak, yeniden; tarih ve coğrafya sahnesinde yer aldık.

Atatürk’ten sonra NATO’ya girmeye zorlandık. Bir bakıma mecburduk; zira Sovyet tehdidi altındaydık. Böylece Batı (ABD) hinterlandında, resmen ve alenen yerimizi aldık.

O gün elimizi verdik; seneler senesi kolumuzu kurtaramadık. Bugün geldiğimiz noktada ise; FETÖ hareketi ile kılcallarımıza kadar girilerek; gövdemizi versek kurtaramaz hale geldik!

Devamını Oku