Müziğe en son ne zaman para harcadınız? Spotify ya da Apple Music üyeliğinizi yenileme için yaptığınız o ufak harcamadan bahsetmiyorum. Dijital ortamdan bir albüm ya da plak aldınız mı, konser biletine para harcadınız mı? Dinlediğiniz sanatçılar için ne kadar çaba sarf ettiniz? İşte bu döngüyü kıracak muazzam bir proje ile sizi tanıştırmak istiyorum.90’larda Türkçe sözlü rock müziğin temelini atan Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı... 1991 yılında Yavuz Çetin ve Batu Mutlugil tarafından kurulan Blue Blues Band, basta Sunay Özgür ve davulda Kerim Çaplı’nın katılımı ile şimdinin müzisyenlerini bile etkileyen işlere imza attı. Kerim Çaplı ve Yavuz Çetin’in trajik sonları ile grup dağıldı ve geride kalanlar başka müzikal maceralara yelken açtı. Bu iki dahi müzisyenin hayatları ve müziğe karşı tutkuları ise her zaman merak konusu oldu. Yönetmen Sertan Ünver bundan yola çıkarak Çaplı ve Çetin’in geçmişini “Blue” belgeseli ile gün yüzüne çıkartıyor. Filmde Blue Blues Band’in diğer üyeleri Batu Mutlugil ve Sunay Özgür, o günleri, grubun serüvenini ve Yavuz ile Kerim’i anlatıyorlar. Filmde Mutlugil ve Özgür’ün yanı sıra, Yavuz Çetin’le Kerim Çaplı’nın arkadaşları, aile fertleri ve önemli müzisyenler de yer alıyor. Ama bir sorun var. Blue Blues Band, genellikle yabancı şarkıları cover yapan bir gruptu ve eski kayıtlarda bulunan şarkıların çoğu için ciddi bir telif ödenmesi gerekiyor. Blue belgeselinin yapımcıları da şu duyuruda bulunuyor, “Blue Blues Band’in hem Türkiye müzik tarihine olan katkısının altını çizmek, hem de Çetin ile Çaplı’nın anılarını ölümsüzleştirmek amaçlıyoruz. Blue Blues Band’e ve o dönemlere yakışır bir deneyim yaratmak adına post prodüksiyon ve yabancı müzik telif hakları için kullanılacak bir de kitlesel fonlama kampanyası başlatıldı. Blue Blues Band severlerini, 20.000 Euro hedefli bu Indiegogo kampanyasına katılarak filmin tamamlanmasına katkıda bulunmaya sizi davet ediyoruz.”Bu kampanyaya katılarak ve belli bir ücret ödeyerek Blue filminin yapımcılarından biri olma şansına sahip olabiliyorsunuz. Türk rock tarihinin beyazperdede layığıyla yer bulması ve Yavuz ve Kerim’in simgesel anısına sahip çıkmak için inanılmaz bir fırsat. Bu arada iki müzisyenin Amerika maceraları, birçok önemli isimle yapılan röportajlar tamamlanmış durumda. Ama telif hakları sandığınız kadar ucuz bir şey olmadığından ister istemez bütçesel olarak bu filmi tamamlamakta sıkıntı yaşıyorlar. Hepimizin hayatının bir noktasına dokunmuş bu önemli müzisyenlere saygıda kusur etmeme vakti geldi!Emre Kula’dan Rock’n RollGeçtiğimiz gün mail’ime Emre Kula’nın ilk solo projesinden Find The Will şarkısı düştü. Bazı müzisyenlere dair önyargılarım olduğu doğrudur. Şarkıyı açarken de aynı önyargı kafamda dolanıyordu... Kes grubu ile yaptığı başarılı işleri bilen biriyim, gitar çalışındaki ustalığı da... Ama Emre Kula’nın nasıl bir sesi olduğunu, İngilizce şarkı söylemeyi nasıl başarabildiğine dair fikrim olmadığı için önyargılar burada devreye girdi. ‘Theory of Change’ albümünün bu ilk teklisi ve Kula beni şaşırttı. Şarkının sololarındaki incelikli trafiği, heyecanlı vokalleri rock’n roll ruhuna yakışır hareketliliği ile sesi sonuna kadar açıp dinlemeli bir şarkı ortaya çıkmış. Kula’nın müzikal ivmesini takip etminizi öneriyorum.
Cappadox her geçen yıl kültürel anlamda takipçilerine nasıl bir değişim sunuyor?Cappadox, müzik, çağdaş sanat, gastronomi ve açık hava etkinliklerini bir araya getiren multidisipliner bir deneyim platformu. Kapadokya’nın zengin kültürel mirası ve olağanüstü jeolojik yapısı, Cappadox deneyimlerinin en temel esin kaynağı. Cappadox, farklı disiplinlerden yaratıcı kişi ve fikirleri buluşturduğu bu özel bir coğrafyadan aldığı ilhamla, Kapadokya’yı Cappadox bakış açısıyla keşfe açan özgün deneyimler sunuyor. Cappadox aslında kültürel bir değişim yaşamaktan çok, eklektik ve türler arası bir anlayışla kendi kültürünü oluşturuyor diyebiliriz.Cappadox programı, yaklaşık bir yıla yayılan hazırlık süreci sonunda ortaya çıkıyor. Bu dönem boyunca bölgeye keşif gezileri yapan, aralarında müzisyenler, sanatçılar, tasarımcılar, akademisyenler ve araştırmacıların olduğu yaratıcı ekip coğrafyayı inceleme, deneyimleme, bölge halkı ile diyaloglar geliştirme, farklı disiplinlerle deneyimlerini ve fikirlerini paylaşabilme imkanı buluyor.Aldıkları ilham, yorumları ve işbirlikleri doğal doku ve ritim üzerine kurgulanmış konserler, çağdaş sanat sergileri, gastronomi deneyimleri ve coğrafyayı keşfe açan açık hava etkinlikleri gibi birçok etkinliğin kesiştiği Cappadox deneyimlerini oluşturuyor.Farklı sanatçıların ifadeleriyle her yıl kendini yenileyen ve katılımcılarını da bu deneyimler etrafında bir araya getiren Cappadox, aynı zamanda dünyanın farklı yerlerinden bir araya gelen bu yaratıcı ekipte ve bölgede kalıcı bir iz bırakabilme misyonu da taşıyor.Kapadokya’da üretilen fikir ve eserler, yaratıcı ekipler aracılığıyla bölgede ve dünyanın farklı yerlerindeki işlerde yaşamaya devam ediyor. İlk iki yılında Cappadox’a konuk olan sanatçıların farklı ülkelerde düzenledikleri ve Cappadox’ta ürettikleri işleri sergiledikleri çalışmaları ile bölgedeki üniversitelerle birlikte geliştirilen programların her geçen yıl artarak devam etmesi Cappadox’un yaratıcılığı ve üretimi destekleyen bir platform olarak festival tarihleri dışına da yayılan temas alanını genişletiyor.Kültür ile cesur olmaya çağırıyorFestivale yurt dışından katılım durumunu nasıl görüyorsunuz?Cappadox, özgün içeriği ve benzersiz coğrafyası ile dünyanın önde gelen festivalleri arasında yer alabilecek güçte bir oluşum. Henüz genç bir festival olmasına rağmen mutlaka görülmesi gereken etkinlikler arasında adından söz ettirmeye başladı. İlk yılında itibaren hem gösterilen alaka hem de katılım anlamında dikkat çekici oranda yurt dışı ilgisinden söz edilebilir. Cappadox’a katılanların yanı sıra Cappadox’ta üretilen işlerin ve işbirliklerinin yurt dışında da temsil ediliyor olması, teması sürekli kılıyor. Cappadox’un bölgenin turizmine katkısını bölge insanından dinliyoruz. Ancak bu sene bölgedeki turizmcilerden ve otellerden aldığımız geri dönüşler, yurt dışından bölgeye gelecek ziyaretçilerin az olduğu yönünde. Bu yıl yurt dışından katılımın nasıl olacağını söylemek bu anlamda biraz zor.Temayı belirlerken bu yıl nelerin altının çizmek istediniz?Cappadox’un çağdaş sanat programının küratörlüğünü üstlenen Fulya Erdemci ve Kevser Güler her yılın temasını da çağdaş sanat disiplininden hareketle belirliyor. Cappadox’un ilk yılında “Bağı Toprak Bakışı Uzay” diyerek yola çıkmış, coğrafyayı keşfetmeye başlamıştık. İlk yılında katılımcılarını Kapadokya’nın özel doğasında keşfe davet eden Cappadox, geçtiğimiz yıl ise “Gelin Bahçemizi Ekelim” temasıyla tohumların ekildiği ortak bir mirasın izini sürmek için katılımcılarla buluştu. Cappadox’un bu yılki teması “Dünyadan Çıkış Yolları”. Cappadox 2017, henüz var olmayan, görünür olmayan, ama gelmekte olan dünyayı hayal ederek dönüştürecek kadar cesur olmaya çağırıyor.Farklı müzik türlerinin ahengiFestivalin programı yine dopdolu; Emma Shapplin featuring Mercan Dede, Rhye, Peter Broderick&David Allred Duo, Acid Pauli, Kaan Tangöze, Büyük Ev Ablukada “Fırtınayt” ve Kalben sahne alacak isimler arasında. Türkiye’den ve uluslararası çağdaş sanat dünyasından yeni isimlerin katılımıyla şekillenen çağdaş sanat programının küratörlüğünü Fulya Erdemci ve Kevser Güler üstleniyor. Cappadoxlular şef Mustafa Otar önderliğinde yürütülecek gastronomi deneyimlerinin yanı sıra Cappadox ruhuna uygun güncel açık hava etkinliklerinde buluşuyor.
Son yıllarda yayınlanan albümlerin genel bir mesajı var; mutlu olmayı ertelemeyin. Yaptığı karamsar albümler ile adından söz ettiren birçok sanatçı bile bu anekdotun altını çiziyor. Bunun yanı sıra buhranlı dönemlerinde albüm yapan müzisyenler ise farkında olmadan dinleyicisini de o karanlık çizginin dibine doğru sürüklüyor. Bu acıların birleştirme hali ne kadar samimi ya da ne kadar gerçek bir müzikal tatmin yaratıyor! Orası da çıkan işlerin zamanla kulağımızda ne kadar yer alması ile ilgili...Geçtiğimiz hafta aşırı mutsuzluğun içerisinde bulmuşken kendimi, müzik dinleyerek bu hal ve tavırdan kurtulmaya çalıştım. Mutlu olmaya çalışırken Bon Iver, Elliot Smith, Sufjan Stevens, Fever Ray, Angel Olsen gibi şarkıları ile bir adım daha karanlığa sürükleyen isimlerin müziklerini dinlediğimi fark ettim. Bu tedavi yöntemim için büyük bir problem miydi? Kendime farkında olmadan “Bak yalnız değilsin” telkinini mi yapıyordum yoksa “Evet, üstüme daha fazla karanlık atın mı!” demeye çalışıyordum. Acaba The XX’in son albümü I See You’yu beğenmeme nedenim de bundan kaynaklı mıydı? Çünkü grubun son albümü fazlasıyla mutluydu ve grup üyeleri “Bakın el birliği ile küçük hatalarınıza gülebilir, ayrıca o küçük hatalarınız ile kendi mutluluğunuza adım atabilirsiniz” diyor ve bizi güneşli havalara davet ediyordu! Son dönemde karamsar olan yalnızca ben değildim, dünya üzerinde konuştuğum çoğu arkadaşım keyiflerinin yerinde olmadığını söylüyordu. Bu yüzden de funky müzikler dinlediklerini belirtiyorlardı. Karamsarlığı karamsar müzikler ile kapatmak galiba harakiri yapmak gibi bir şeydi, müzisyenler de bunun farkına varıp notaları başka yöne çevirmeye başlamışlardı.Ayşe Hatun ‘Hadi kalk’ derkenMüzik seçimlerimin bu kadar kafamı karıştırdığı bir anda Ayşe Hatun Önal’ın Selam Dengesiz’i bir aplikasyonun ‘yeni çıkan albümler’ sekmesinde gözüme çarptı. Albümü dinlerken kahkaha atmaya başladım. Keza albümün kötülüğünden değil bu... Kendimle dalga geçmeye başladığımdandı. Başına buyruk, acayip komik bir kadın Ayşe... Sesine güvenmedi birçok kişi ama buna rağmen kimseyi umursamadı. Kendi bildiğinden vazgeçmedi ve birkaç yıldır son dönemin en iyi pop şarkılarını seslendiriyor. Yüzü gülen şarkılara ne kadar çok ihtiyacımız varmış oysa ki... Yaptığımız hataların, insanların hakkımızda neler konuştukları ya da sosyal çevremizde kimi zaman dışlanmalarımıza yorganın altında en üzücü şarkılarla ağlamak yerine, bangır bangır Ayşe Hatun’un yeni albümünü açıp biraz boşvermek lazım. Selam Dengesiz, Ayşe’nin müzikal olarak bir adım öteye gittiği bir albüm. Yaptığı çoğu şarkının tuttuğunu bilen bir şarkıcı edasıyla yapılmamış. Üstünde çalışılmış, emek verilmiş, dinleyicisini iyi müzikle eğlendirmeyi başarmış bir proje. Şarkıcı, Burning Man’de eğlenirken, bu huzuru ve boşvermişliği dinleyicisine de sunmak istemiş. Ciddiye alınmak için değil, dinleyicisini aptal yerine koymamak için bu çaba...Son zamanlarda ruh haliniz fazlasıyla hasarlıysa, müziğin sesini sonuna kadar açıp ana dilinizde şarkılar söyleyin, deneyimledim... Ruha iyi geliyor... Ben Ayşe Hatun’dan haz etmem diyorsanız eğer, Metronomy’den biraz eski The Bay şarkısını açın!
90’lı yılların başında birçok genç grubun sözcüsü efsanevi müzik fanzini Laneth, tüm heavy metal ve rock severleri, eski günleri yad etmek ve hasret gidermek üzere sizi bugün Salon’da büyük bir parti verecek.90’lar Türk pop’unun yükseldiği hatta tavan yaptığı yıllardı. Ama başka bir öneme daha sahipti, ülkede rock ve metal türünde müzik yapan müzisyenler şimdi için sarsılmaz bir temel inşaa ediyordu. Şimdinin birçok önemli müzisyeni o dönem yarattıkları şarkılar ile şu anın gençlerine önemli kapılar açıyordu. Malumunuz efsanevi Metallica konseri 90’larda yapılmıştı. Özlem Tekin ve Şebnem Ferah’ın dahil olduğu Volvox, Teoman, Pentagram yine o dönemden bize kalan miraslardı. Gençlerin kendilerini ifade edebildiği, yüzde yüz yerli bir yayın da tam da o dönem yayımlandı. Laneth dergisi şimdinin önemli müzisyenlerine ve müzik yazarlarına sayfalarını açtı. Yenilikçi bir tavır sergiledi. Yerli sahnenin önemli metal ve rock sanatçılarını ciddiye aldı ve onlara dair makaleler yayınladı.Şimdi ise o günleri anmanın, gençlere daha iyilerini yapmaları için ilham yaratması için özel bir gece düzenleniyorlar.Yıllar sonra bir araya geliniyorBugün Salon İKSV kapılarını bu etkinlik için açarken Laneth’in fikir babası ve editorü Çağlan Tekil geceyi şöyle özetliyor; “Laneth dergisi, 1991-1994 yılları arasında toplam 31 sayı yayımladı. Bu yıllar içerisinde sert müzik dinleyen gençliğin sesi oldu. Yasal olmadığı ve dolayısıyla bayilere dağıtılamadığı için sadece belli başlı müzik dükkanlarından satılabildi, buna rağmen kapandığında tirajı 3 bindi.Bu dergide o dönem kendi ve takma isimleriyle Kanat Atkaya, Süreyya İzgi, Tolga Akyıldız gibi tanınmış gazeteciler yazdı. Laneth kendi adıyla 90’larda 3 konser düzenledi. Bu konserleri Aptülika, Metin Demirhan, Ketche, Hakan Tamar ve Ayça Şen gibi isimler sundu. Laneth, ilk başta metal müzik üzerine yayın yapmasına rağmen daha sonra bir rock kültürü dergisi oldu. Şebnem Ferah, Athena, Cenk Durmazel, Ogün Sanlısoy, Pentagram gibi isimler ilk röportajlarını bu dergiye verdi. Bu akşam 90’lı yıllarda bu müziğe ve dergiye gönül vermiş insanlar yıllar sonra bir araya gelecek. Grupların da Laneth’in çıktığı dönemde faal olan gruplardan olmasına özellikle dikkat edildi. Geceyi Aptülika sunacak, müzikleri ise Nikki Wild çalacak.” Anlayacağınız o zamanın gençleri tüm imkansızlığı bir yana koyup, kült olmuş şarkılara ve hikayelere sahip oldu. Bir bakıma bu ilhamın enerjisini ve gücünü görmek için muazzam bir gece sizi bekliyor olacak. Sahnede tutku ile müzik yapanlar ve müziğin hala dünyayı hadi geçtim kendi dünyalarını değiştirecek gücü olduğuna inananlar ile aynı havayı solutacak Laneth gecesi kaçmaz!Müziğin sert çocuklarıSalon İKSV’de iki farklı alanda gerçekleşecek gece kapılarını saat 21.00’da açacak. Aptülika’nın sunuculuğu, Pentagram, Metalium, Kronik, Radical Noise ve Dr. Razor’ın canlı performansları, Nikki Wild’ın da DJ setiyle devam edecek “Laneth Bir Gece”ye eş zamanlı olarak binanın teras katında ise yine Nikki Wild’ın müzikleriyle sesi ve ısıyı yükselteceği özel bir parti gerçekleşecek. Bu bol distorsiyonlu gecede bütün özgür ruhlar eski sert günleri yad edecek.
Ülkemizde müzik festivalleri bir elin parmağından bile az kaldı. Turnede olan birçok müzisyen artık ülkemizi es geçiyor ve burayı gelmeyi tercih etmiyor. Müzik tutkunları olarak bu durumun üzücülüğünü bir kenara bırakırsak eğer Avrupa’da size kollarını açan birçok festivali yakalama şansınız var... Tatil programınızı şimdiden yapmaya başladıysanız eğer size line up’ları ile gümbür gümbür programlar sunan bu yılın dikkat çeken festivallerini sıraladım...Rock Werchter (29 Haziran-2 Temmuz)Belçika’nın Werchter kasabasında yapılan festival şüphesiz bu yılki line up’ı ile herkesi şaşırttı. Birçok isim açıkladılar, açıkladılar ve hala açıklayacağız da diyorlar. Foo Fighters, Radiohead, Arcade Fire, Kings of Leon, Linkin Park, System Of A Down, Alt-J, Blink 182, Imagine Dragons, James Blake, Lorde, Oscar And The Wolf, Agnes Obel, Bonobo, White Lies, Benjamin Clementine... Bilet fiyatı bin TL’ye denk geliyor. Ama böyle rüya kadroyu bir arada görmek neredeyse imkansız. Son yirmi yılın en büyük isimlerini paket olarak önümüze sunmuşlar... Sahneler arası mekik dokuyacaksınız adeta. Festival, küçük bir kasabada olduğu için ya kasabadan bir otelde kalacaksınız ya da kamplı seçeneği tercih edeceksiniz. Ben daha hiç deneyimleyemedim ama oldukça kaliteli bir ses sistemi, sıfır kuyruk ve alanda iyi bir festival ruhunun olduğunu birçok arkadaşım anlattı. Line up’a yeni isimler de eklenecek, tek birini bile bu yıl Türkiye’de izler miyiz orası meçhul!Nos Alive (6-8 Temmuz)Depeche Mode, Foo Fighters, The Weeknd, the xx, Alt J şimdiden açıklanan isimler. Lizbon müzik sahnesinin en önemli festivallerinden biri. Büyük bir ormanda gerçekleşiyor. Buraya giden çoğu arkadaşım festivalin beklediklerinden daha eğlenceli olduğunu belirtti. Ses sistemi özellikle büyük övündükleri konulardan biri. Depeche Mode yeni albümünü yayınlıyor ve turneye çıkıyor. Uzun zaman sonra onları sahnede izlemek heyecan verici olacaktır. Malum şimdinin müziğinin oluşmasında katkıları büyük. Bu festivalin yanında Lizbon’da da keşfe çıkmayı unutmayın. Muazzam bir rock tatili yapacağınız garanti.Lollapalooza Paris (22-23 Temmuz)Amerika bazlı Lollapalooza Avrupa’da ikinci ayağı olarak Paris’i seçti. Paris’de de Berlin’deki gibi Hippodrome de Longchamp adlı hipodromda gerçekleşecek. Merkezden on beş dakika uzaklıkta... Festivalin ilk senesinin nasıl olacağını tahmin edemediğimizden güçlü line up’ını sizlere sıralayalım; The Weeknd, Red Hot Chili Peppers, Lana Del Rey, Imagine Dragons, Alt-J, DJ Snake, Editors, London Grammer. Son yılların en önemli sanatçılardan olan The Weeknd’i kariyerinin en parlak döneminde canlı izlemek için önemli bir fırsat olsa gerek. Lollapalooza, şehirli ve moda ile ilişkili bir festival. Lokasyon bakımından tahmin ediyorum ki bekleneni verecektir.NOVA ROCK (14-17 Haziran)Farklı bir festival rotası önereceğim size, Viyana... Linkin Park, Fatboy Slim, Blink 182, Slayer, In Flames, Good Charlotte, System of a Down, Green Day, Mastodon festivalde sahne alacak isimler. Nu metal, punk ve metal tutkunları için bir vaha niteliğinde olmuş. Festival Viyana’ya çok yakın bir bölgede gerçekleşiyor. Ana sponsorlarının arasında Avusturya’nın tren şirketi ÖBB olunca, ek seferler koymuşlar ve şehre kolayca gidiş dönüş imkanı sağlıyorlar. Viyana’ya uçak biletleri çok uygun, şimdiden alırsanız eğer. Genellikle yerel bir festival sayılabilir. Bolca turist yok, Avusturyalılar festivalde tüm snobluklarını bir kenara bırakıp, süper eğlenceli insanlar oluyorlar. O yüzden festival tercihlerinde farklı bir rota arayanlar için önerimdir.Roskilde (24 Haziran-1 Temmuz)Bu yıl line up’larda bu kadar iddialısını görmemiştim. Foo Fighters, Arcade Fire, Justice, Moderat/Modeselektor, Trentemøller, The Weeknd, Blink-182, Bryson Tiller, Lorde, Solange, The Lumineers ile ortalığı yakmışlar. Şu sıralar turnede olan birçok isim Kopenhag’tan yarım saatlik uzaktaki Roskilde alanında arz-ı endam edecek. Bol dans ve eğlence vaadettiğini söylemesek olmaz.Primavera Sound (29 Mayıs-4 Haziran)İspanya’nın Barselona şehrinde düzenlenen Primavera Sound Festivali bu yıl özellikle indie müzikseverler için kendi klasmanında iyi bir line up’ı var. Geçtiğimiz yıl Radiohead etkisi ile yüksek bir Türk yoğunluğu vardı festivalde. Bu yıl festivalin line up’ındaki dikkat çeken isimler şöyle, Frank Ocean, Arcade Fire, Bon Iver, the xx, Aphex Twin, Grace Jones, Slayer, Solange, Van Morrison... Arcade Fire özellikle canlı performansı kaçırılmayacak gruplardan. Sahnede büyük bir şenlik yaratıyorlar. Parc del Fòrum’da gerçekleşen festival şehre yakın ve tertemiz bir konser deneyimi yaşamak isteyenler için ideal. Yalnız Primavera’da eksik olan bir durum var. Kendini tamamen müziğe adayan bir seyirci kitlesini ana sahnelerin önünde görme şansınız biraz düşük. İzleyici fazlasıyla cool, fazlasıyla turist, fazlasıyla şık... Ama sahnedeki sanatçıların en güçlü performanslarını sergilediğinin garantisini verebilirim. “Hem deniz-güneş tatili yaparım, hem müzik dinlerim” kafasındaysanız Primavera’ya bir bilet alın. Ana sahnelerine takılıp kalmayın, ufak tefek sahnelerinde de sizi şaşırtacak konser deneyimine vakıf olabilirsiniz. Bir de mümkünse konseri sahneye yakın bir yerden izleyin. Azıcık arkada kalınca ses duyulmaz oluyor. Festival ayrıca küçük çocuklarınız için bedava.Lollapalooza Berlin (9-10 Eylül)Bu yıl festival üçüncü yaşına girecek. İlk yıl Berlin’in kapatılmış ikonik havalimanı Tempelhof’ta gerçekleşti. Festival alanı oldukça küçük kalmıştı. O yüzden ikinci yıl Treptower Park’a geçtiler. Burada da Almanya Çevre Bakanlığı parkta yaşayan hayvanlara ve ağaçalara zarar verilmesinden çekiniyordu. Alan çok büyüktü. Sahneler arası yer değişitirirken neredeyse diğer konseri kaçırıyordunuz. Buradan da vazgeçtiler ve son olarak festivali bu yıl Rennbahn Hoppegarten adlı hipodromda yapmaya karar verdiler. Burası da şehre 30 dakika uzaklıktı bir bölge. Lollapalooza, Berlin’de tam olarak bir dikiş tutturamadı ama bu yılki line up’ları müthiş... Foo Fighters, Mumford&Sons, The xx, Hardwell, Beatsteaks, Two Door Cinema Club, London Grammar, Metronomy festivalin line up’ının alev aldığının kanıtı. Son dönemde gençlerin seyahat rotasına Berlin’i katması bu festival için de şans. Ama ilk yılı yerel halkın daha çok gittiğini, Avrupa festivalcilerinin daha rotasına girmediği söyleyebilirim. Mumford and Sons canlı izlemeniz gereken, sahnede sizi fazlasıyla eğlendiren bir grup. Malumunuz Dave Grohl kırık bacağı ile eğlenceli bir turne deneyimi yaşamıştı geçtiğimiz iki yıl. Şimdi ise sapa sağlam ayakta ve dibine kadar gitarını konuşturmaya hazır. Kült gruplar her zaman iyidir unutmamak lazım.
Müzik için ne kadar heyecanlanıyoruz ya da yeni çıkan bir albümün ilk şarkısını dinlerken neler hissediyoruz? Müzik ne kadar ulaşılabilir olduysa dinleyicisi için bir o kadar heyecansız hala geldi... Aklımıza takılan bir şarkıyı cep telefonumuzda internet varsa nerede olursak olalım dinleme lüksüne sahibiz artık. Dinleyici olarak hiç bu kadar hazıra konan ve keşiften uzak bir dönemimiz olmamıştı herhalde. Yüz milyonlarca şarkılık havuzda yeni şarkıcıların da kendini göstermesi de hiç bu kadar zorlaşmamıştı. Bu zorluğun içinde hala üretebilen sanatçılar olduğu için de şanslıyız. Emre Aydın işte o isimlerden. Kötü işlerini analiz edebilen daha iyisini yapmak için hala çaba sarf eden müzisyenlerden... Emre ile müzikal köklerine döndüğü Sen Beni Unutamazsın single’ı üzerine konuştum...Müziğe hala bağlı olmanı sağlayan şey nedir?Ben bir müzik dinleyicisiyim, müzisyen olmamın dışında. Son dönem ise inada bindirdim. Birincisi müziğe çok elverişli dönemlerden geçmiyor da olsak daha çok müzik üretilmesi lazım. İkincisi de alternatif kategorisinde görüyorum müziğimi, evet pop türüne de yakınım ama… Pop piyasasına hakim olmayan alternatif isimlerin de ilk 5 listelerinde yer alabildiğini gösterebilme derdindeyim. Keşke alternatif müzik hareketi başlatsak bir şekilde. Bu iki anekdot beni müzik yapmaya motive ediyor.Bundan önceki işin Ölünmüyor’u çok beğenmemiştim. Sen Beni Unutamazsın isk öklerine geri döndüğün, sağlam bir şarkı olmuş…Ölünmüyor, hızlı tüketilen şarkı kategorisindeydi. Ama dinleyicim o şarkıyı kabullenmedi ve sevmedi. Bu şarkıyı yazarken insanlar sevecek mi, sevmeyecek mi düşüncesine dalmadım. Bu da ister istemez müziğime olumlu bir şekilde yansıdı.Neden albüm çıkarmıyorsun? Single çıkarmak daha mı az risksiz?Yakında bir single daha çıkaracağım sonrasında ise albüm planım var. Ama diğer taraftan da çok korkuyorum. Albüm uzun süren bir süreç.Eylül Geldi Sonra albümü kötü bir zamanda çıkmıştı ve o albüm hiç çıkmamış gibi olmuştu. Bu durum işte beni korkutuyor. Sürekli single fikri dinleyici olarak benim de tercih ettiğim bir şey değil.Yeni müzisyenler beni de motive ediyorBir single’ın stream kanallarında kazancı nasıl oluyor?Artık yapımcılar stream müzikten gelirini kazanmaya başladı. Üç gelirimiz var. Konserler, söz yazarlığından telif, yorumculuktan alınan telif… Stream müzik kanallarının hepsi artık bir ödeme yapıyor.Şarkı yazıyor musun?Sürekli yazmıyorum. Fikir biriktiriyorum. Kıyıda köşede şarkı olma yolunda ilerlemiş kelimelerim oluyor.Google’da kendini aratıyor musun?Hayır aratmıyorum. Ekşisözlük’e bile 7 yıldır kendim hakkında ne yazmışlar diye bakmadım. Ama youtube’dan şarkının günlük grafiğine bakıyorum.Son dönemde neler sana ilham veriyor?Sinema filmleri… Buray’ın ilk albümü mesela çok beğendim. Hala duyguları olan müzik yapanlar çıkıyor olması motive ediyor beni. Kalben’i çok beğeniyorum. Alternatif müziğin yeniden çıkışı beni müzik yapma konusunda motive ediyor. Zamanın ruhu bu müzik.İngillizce şarkı yapmak büyük cesaretmişDiskografine baktığın zaman ‘Keşke bu şarkıyı çıkarmasaydım’ dediğin işlerin oldu mu?6. Cadde ile çıkardığım ilk albümün sound’unun çok kötü olduğunu düşünüyorum. Afilli Yalnızlık albümünün de sound’unun abartıldığını düşünüyorum. Çok güzel bir albümdü ama oradaki her şarkı hit değildi. Hoşçakal, Son Defa şarkıları o albümde sanılıyor ama değildi.Farklı türden işler yapmayı planlıyor musun? Çok iyi cover’lar yapıyorsun mesela…Birçok projelerim var sonra vazgeçiyorum. Bir cover yapmayı planlıyorum İngilizce sonra yine vazgeçiyorum. Yedi yıl önce İngilizce single çıkarmayı düşündüğümde hiç donanımım yokmuş. Büyük cesaretmiş. Dediğim gibi bir albüm çıkarma planım var. Galiba ona başladığım an her şey şekillenecek.Yeni dünyanın müziğine hakim misin?Sanmıyorum. Yeni soundları kaçırdığımı hissediyorum bazen. Bir sürü işi farkında olmadan kaçırmışım. Yerlileri dinliyorum ama…Hala sahneye çıkarken heyecanlanıyor musun?Çok uzun süredir heyecanlanmıyorum. Ama adrenalin her zaman yüksek. Seyirci donuksa biraz geriliyorum. En son büyük bir Türkiye turnesi yapmıştık, o da çok ayaklı bir festivaldi. Heyecanımız yüksekti. Sahneler gittikçe küçüldü. Şimdi de alışveriş merkezlerine geçti olay.
Son dönem birçok müzisyen İstanbul’a gelmekten çekinirken Belçikalı grup Oscar and The Wolf, Volkswagen Arena’da 6 bin kişiye bağırarak şarkılarını söyletti. Grubun bu kadar sevilmesinde etken hiç kuşkusuz vokalleri Max Colombie’nin karakteristik sesi ve sahnedeki egzotik tavrı. Max ile geçen hafta gerçekleşen konser öncesi kulisinde bir araya geldim. Buraya dair düşüncelerini sordum, cevabı ise netti; “Sokaklara çıkmalıyız, konserlere gitmeliyiz. İnsanların ufacık da olsa rahatlaması mutluluk verici.”İstanbul senin için ne ifade ediyor? Çok konser veriyorsun burada ve konser biletlerinin tamamı neredeyse satılıyor. Tabii ki... Bu ülkeyi çok seviyorum. Buraya daha önce tatil için gelirdim. Benim için çok ilginç, çünkü evimden çok uzaktayım ve bir sürü insan konserlerime geliyor. Türkiye’deki insanlar benim ülkeme göre çok daha enerji dolu, ve daha heyecanlı.Yaz boyu uzun bir turnedeydin. Bu süreçte kendin ve müziğinle ilgili neler keşfettin?Kendimle ilgili bazı eksiklikleri keşfettim. Daha iyi yapabileceğim şeyler olduğunu gördüm. Bir şeyi yaptığınızda, bir sonraki sefer neresini daha iyi yapmanız gerektiğini fark edersiniz ya, öyle oldu. Bunun yaratıcı sürece katkısının da büyük olduğunu düşünüyorum.Peki Entity albümünden sonra bir baskı hissettin mi? Çünkü bu albüm büyük bir başarıydı ve kitleler tarafından çok beğenildi...Bazı yönlerden baskı hissediyorum, bazı yönlerdense hissetmiyorum. Albümü belirli bir zamanda bitirme gibi bir telaşım yoktu, sadece şarkılarımı istediğim gibi kendi tempomda yazmaya devam ettim. Bu arada yeni albüm gerçekten farklı stilleri buluşturacak. Şimdilik o kadar baskı hissetmiyorum, eğlenceme bakıyorum. Çünkü baskı hissedersem ve bu baskı altında şarkı yazarsam sonuçlar kötü oluyor. Aslında sadece şarkı değil, yaptığım her şey berbat oluyor. Kafam özgür olursa şarkılarım da özgürleşiyor.NE YAPTIĞIMI ANLAMIYORSUNUZ BENİ DE DİNLEMEYİNBir röportajında film sahnelerine bakarak şarkı yazdığını söylüyorsun. O alışkanlığın sürüyor mu?Tabii ki, hala bir filmi izledikten sonra şarkı yazmaya başlıyorum. Filmin sesini kısıyorum ve sanki müziklerini hazırlıyormuşum gibi çalışıyorum. Hatta bazen filmden bazı sahneleri siliyorum, kendi kurgumu hazırlıyorum.Son dönemde hangi yapımları beğendin? “Keşke film müziklerini ben yapsaydım” dediklerin oldu mu?Netflix’te yayınlanan The OA adlı dizinin müziklerini yapmayı çok isterdim. Dizinin yazarlarının beni arayıp “bu dizinin müziklerini yapmanı çok isteriz” demelerini dilerdim. Tabii böyle bir yapımın müziklerini yapabilmem için çok daha başarılı çalışmalara imza atmam gerekiyor. (gülüyor)Şarkıların ve sahnedeki tavrın ne kadın ne erkek... Sadece insan olarak oradasın. Bir cinsiyeti, bir ırkı temsil etmiyor gibisin... Bu özellikle mi tercih ettiğin bir şey?Tabii ki, en azından benim yaptığım müziğin bir cinsiyetle tanımlanabileceğini düşünmüyorum. Biliyorsun ki bazı parçalarımı bir kadının şarkı söylediğini düşündürecek şekilde yorumlamayı seviyorum. Bazı dinleyicilerin beni kadın sanmaları ilginç geliyor. Erkek ve kadın tanımlamalarını sorgulamayı, aradaki ince çizginin üzerinde yürümeyi seviyorum. Belçika’da bu tür kavramlar arasında keskin çizgiler olmadığı için bu tarza alışığım. Bir yandan da bu çizginin üzerinde ne kadar oynayabileceğim, sınırları ne kadar zorlayabileceğimi görmeye çalışmak da ilgi çekici. Örneğin geçenlerde Instagram’da bir video paylaştım. Videoda Brezilya’da bir arkadaşımlaydım ve bir kız arkadaşımın elbisesini giymiş, dans ediyordum. Pek çok Türk dinleyicimin, özellikle erkeklerin “Güle güle Oscar and The Wolf, seni iyi bilirdik, bizim için öldün” yazdıklarını okudum. Bir elbise içinde dans edip popomu sallıyor olmamı, orada arkadaşlarımla eğlenip bir rol yapıyor olmamı anlamamışlardı. Benim ne yaptığımı anlamayan insanların beni takip etmelerine, beni dinlemelerine ihtiyaç duymuyorum. Çünkü bu davranışları bana tanımadıkları birisini takip ettiklerini düşündürüyor.MÜZİĞİM IŞIK VE KARANLIK ARASINDAKİ HASSAS DENGEDEKaranlık bir müziğin var ama bir o kadar da parlak... Kendini hep kötüye alıştıran müzisyenlerden misin?Genelde çok karanlık bir insan olduğumu düşünmüyorum. Ancak yaşanmışlıkların herkes için bazı karanlık yanları olabiliyor. Özellikle müzikte bu karanlığın ya da melankolinin ortaya çıkması çok ilginç. Entity’yi yazdığımda insanlar bu şarkının üzgün bir şarkı mı yoksa mutlu bir şarkı mı olduğunu anlamamıştı. Aslında bu soruyu sormalarını seviyorum çünkü ışık ve karanlık arasında hassas bir denge olduğunu fark etmelerini sağlıyorum.Peki, tanınır olmanın sana ne kattığını düşünüyorsun?Hiçbir katkısı yok. (gülüyor) Bence insanlar ünlü olmanın çok iyi bir şey olduğu gibi bir yanılgı içerisindeler. Bir restoranda bir arkadaşınızla derin bir sohbete daldığınızda biri gelip fotoğraf çektirmek istediğini söylüyor ki bu hiç hoş değil. Başlangıçta iyi geliyordu ancak artık insanları görmek istemediğim, onlardan korktuğum için dışarı çıkmak istemiyorum. Tabii ki insanlar bana olumlu eleştirilerini ilettiklerinde mutlu oluyorum ancak fotoğraf çektirmek gibi şeylerde kendimi bir obje gibi hissediyorum. Onların gözünden bakınca durumu anlayabiliyorum ancak beni dinleyenlerle bir fotoğrafta sabit durmaktan çok daha ötesini paylaşabileceğimi düşünüyorum.İSTANBUL’A GELMEKTEN ASLA KORKMADIMMüziğin dinleyicilerinin kişisel dünyasını onarma gibi bir durumu var. Sanatın dünyayı değiştirecek kadar güçlü olduğunu düşünüyor musun?Tabii ki inanıyorum. Ben aslında pek müzik dinlemiyorum. Her gün stüdyolarda veya konserlerde o kadar çok müzikle iç içeyim ki eve geldiğimde müzik dinlemek istemiyorum. Eskiden tabii daha farklıydı. kendimi kötü hissettiğimde müzik dinliyordum ve daha da kötü hissediyordum. (gülüyor) Dünyaya bakıldığındaysa özellikle savaş dönemlerinde müzik, sanat, tiyatro gibi ihtiyaçların çok arttığını düşünüyorum. İnsanlara ufacık da olsa bir rahatlama sağladığını görüyorsun. Ve tabii bir şekilde müziğin dünyayı değiştirebildiğini. Bakın Donald Trump’ın yemin töreninde kimse sahneye çıkmak istemedi. Bu çok normal. Çünkü oradan dünyayı iyiliğe götürecek bir şeyler çıkmayacağını tahmin edebiliyorsun.Birçok sanatçı son dönemde Türkiye’ye gelmekten çekiniyor. Burada olman bizim için çok özel bir şey... Sen buraya gelirken korktun mu?Hayır, hayır. Ben bu tür olayların bizleri sindirmek, korkutmak için yapıldığına inanıyorum. Biliyorsun Brüksel’de de benzer şeyler yaşandı ve sokaklar bomboş oldu. Onların istediği de bu. Ama biz sokaklara çıkmalıyız, konserlere gitmeliyiz, hayatımızı yaşamaya devam etmeliyiz. İstanbul’da bu daha sık yaşandığı için insanların daha çok korkabileceğinin farkındayım ancak ben korkmuyorum. Eğer olacağı varsa olur.HAYATIMIN FON MÜZİĞİ YENİ ALBÜMDEBirazdan sahnede olacaksın. Sahne sana neler ifade ediyor? Sahne kıyafetimi giydiğimde ‘birazdan sahneye çıkacağım’ diye düşünmeye başlayıp heyecanlanıyorum. Yani heyecanım o anda başlıyor. Şu an gördüğün gibi rahatım, az sonra sahneye çıkmayacakmışım gibi...Yeni albümünde dinleyiciyi şaşırtacak parçalar var mı? Müziğinde değişikliğe gittin mi?Elbette çünkü ben de sürekli değişen bir insanım. Herkes değişiyor. İnsanlar 10 yıl boyunca birbirinin aynısı albümler yapıyor. Bunu katiyen anlayamıyorum. Hayatımın son 3-4 senesinin fonunda çalan parçaları topladığım bir albüm geliyor. Tabii ki bazı değişiklikler göreceksiniz. İnsanları şaşırtacağından eminim. Ancak bu değişiklik, bu sürpriz onları kızdırsa da umurumda olmayacak. Çünkü bu benim hayatım, benim müziğim.
Günlerden sonra İstiklal Caddesi’ndeyim. Caddeyi boydan boya yürürken bana arkadaşlık etmesi için Sezen Aksu’nun ‘Biraz Pop Biraz Sezen’ albümünü seçiyorum. Açılış şarkısı ‘İsyancı’ kulağımda dönmeye başlıyor. İstiklal Caddesi’nin soundtrack’i gibi yankılanıyor albüm. Bir şehre bu kadar yakışır bir albüm. Malumunuz kötü bir Türkçe ile yazılmış tek şarkıları ile kendini kral ya da kraliçe ilan eden şarkıcıların anlamsız bir hayran kitlesine sahip olduğu zamanlardayız. Sezen Aksu ise onlara inat 16 şarkıyı aynı anda hayranlarına sunuyor. Kapak tasarımındaki fotoğrafları ile dünde değil bugünde olduğunu gösteriyor. Keza hareketli şarkılarında kullandığı dil ile de...Sezen Aksu deyince bence müzikal alt yapı dışında özellikle şarkı sözlerine dikkat kesilmek gerekiyor. Yaşadığımız döneme dair her duyguyu bir toplum bilimcisi gibi ince ince sözlerine aktarıyor.“Başka bir dünya mümkün” diyen şarkılarAlbümün şarkıları ruhunuzda öyle bir sarsılma yaratıyor ki sizi baharda açmış çiçeklerin arasına, yenilmiş aşkınızdan ayağa kalktığınız ana, yataktan çıkmadan ağladığınız günlere, arkadaşlarınız ile mutlu yemek masalarına, yaşadığınız topraklardaki dertlerinize, ayaklarınızı yere vura vura dans ettiğiniz anlara bir anda götürüyor. Albümün açılış şarkısı olan İsyancı, Köz, Göç, Hakkımda Konuşmuşsun en beğendiklerimden. Ben Kedim Yatağım; özel bir şarkı gibi... Çünkü bu şarkı 90’lardan bugüne gelmiş gibi... Sezen Aksu’nun vokali özellikle bu şarkıda 90’lardaki gibi buğulu bir şekilde. Keza şarkı sözleri ve müzikal düzenlemesi açısından da.Kördüğüm’ü de şu an yaşadığımız acıların tentürdiyotü niyetine yazmış sanki.Sezen Aksu albümlerinde arka vokallerin kullanılış şekline hayranım. O efsanevi Sezen Aksu arkadaş ortamlarının samimiyetini hissediyorsunuz. Aynı zamanda bir dinleyici olarak bana Ara Dinkjiyan’ı da Aksu albümlerinde görmek iyi geliyor. Bu albümde ayrıca bir dönem Sakin dinlemiş, Onur Özdemir’in müzikal zekasını önceden keşfetmiş olanlar için de özel bir şarkı var. Sakin’in Kurtlu Kuyu’su Aksu’nun albümünde Günaydın Memur Bey adı ile yeniden can bulmuş.Vokallerde Onur’un da sesini duyabilirsiniz. Şarkının sözleri biraz değişmiş ama müzikal alt yapısı aynı özgünlüğü ile yerli yerinde duruyor. Sezen Aksu, şarkıyı muazzam bir güzellikte söylemiş.Albümde şahsen Manifesto ve Hu Hu şarkılarını pek sevmedim. Ama Sezen Aksu şimdinin gençlerinin kodlarını da iyi çözmüş. Onların kullandığı kelimeleri ve sevdiği müzik türlerini çok başarılı şekilde analiz etmiş. Bu iki şarkıda hedefini tam 12’den vurmuş gibi.Tekerleme gibi duran, sevgilisine atarlanırken dünyanın en kötü Türkçe’sine bizi maruz bırakan sözlere sahip şarkılardan size de fenalık geldiyse eğer Sezen Aksu şarkıları ile bir güzel arının...Aradığınız güç bulunduKanadalı grup Arcade Fire’ın yaptığı her şarkı kelimenin tam anlamıyla geleceğe bir imza niteliğinde. Win Butler, bu yüzyılın en önemli müzisyenlerinden. Yaptığı her iş yüksek sanatın açık bir örneği olurken işbirlikleri ile de müzik dinamiklerini belirliyor. Reflektor 2013 yılında yayınlandığında yılın en iyi işlerinden biri olarak listeleri alt üst etmişti. Reflektor, David Bowie’nin vokali ile de kült statüsüne yükselmişti. Grup, uzun bir aradan sonra yayınladığı “I Give You Power” ile gücü yeniden eline aldı. Mavis Staples’in kışkırtıcı soul vokali ile geçmiş ve gelecek arasında yeniden bir müzik köprüsü kurdu. Şarkıyı yayınladıkları youtube videolarının altına şu notu da düşmeyi unutmadılar; “Birlikte kalmamız ve birbirimizle ilgilenmemiz hiç bu kadar önemli olmadı.” Dünyada yaşanan savaşlara ve ırkçı yaklaşımlara bir şarkı ile karşı çıkıyorlar. Aradığımız güç bazen bir şarkıdan da gelebilir işte...Alternatif işlerin ayak sesleriGeçtiğimiz gün çok önemli bir müzik lansmanına katıldım. İstanbul Blue Night ve Sony Music Türkiye, bir araya gelerek İstanbul Blue Night Records adı altında, alternatif müziğe destek verecek bir alt label ortaya çıkardı. İki marka Türkiye’deki alternatif müziğin güçlü ayak seslerine daha fazla kayıtsız kalmadıklarını bu proje ile bariz bir şekilde göstermiş oldu. GECE, Yok Öyle Kararlı Şeyler ve Nadas grupları birer single ile bu label’ın çıkışını kutlamış oldu. GECE’nin Kalbe Kördüğüm albümünü tam bir fiyasko olarak görüyordum. Albümde müzikalite olarak ancak iki şarkı göze çarpıyordu. Grubun iyi şarkılar yaptığını çok iyi bilen biri olarak sabırla ‘o’ şarkının geleceğine emindim. İşte bu label kapsamında çıkardıkları Tik Tak şarkısının grubu yeniden harekete geçireceğine inanıyorum. Gece, güzel işler yaptığını dinleyicisine hatırlattı. Açın ve dinleyin, Pazar gününüze gayet iyi gelecektir. Özellikle gençlik dizilerinin de bu şarkıyı kullanacağına eminim. Malumunuz yeni nesil şarkıları artık diziler sayesinde keşfediyor!