Şu klişe sorudan başlayacağım neden bu kadar uzun sürdü yeni albümü çıkarmanız?Selim Kırılmaz: Detaylara önem veren bir grup olduğumuzu söyleyebiliriz sanıyorum. İlk albümümüzü de grubun kuruluşundan 11 yıl, bestelerle uğraşmaya başlamamızdan 6 yıl kadar sonra çıkarmıştık aslında.Deniz Ünlü: Öte yandan ilk albümün çıkışından sonra boş durmadık, konserler, şarkıların akustik yorumları, sevdiğimiz şarkıları kendi tarzımızla yorumlamamız gibi ciddi vakit alan çalışmalarımız da oldu. Dolayısıyla ikinci albümün üretimine yaklaşık iki buçuk yıl önce başlayabildik.Uzun zamandır ilk albümün benzer müzikal alt yapılara sahip bir albüm dinlememiştim. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Yeni nesil müzisyenler ikinci albümünde tarzlarını ya tamamen değiştiriyor ya da bambaşka bir albüm ile karşımıza çıkıyorlar. Siz ise ilk albümün aynı müzikal çizgisinde bizi selamlıyorsunuz. Bunu özellikle mi tercih ettiniz?Selim: Şarkı üretim süreci varsayılanın aksine çok da bilinçli bir süreç değil. Bir şeyler yazarken, çalarken, kaydederken buluyorsunuz kendinizi. Bizlerin kıyaslaması ne kadar doğru emin değilim ama şuna eminim ki iki albümde de her şeyden önce dinlerken, çalarken keyif almayı hedefledik. Öte yandan, düzenleme mantalitesi, çalışılan müzisyenler, prodüktör, kullanılan enstrümanlar ve melodik zenginliği açısından ciddi farklar taşıyan bir albüm oldu.Bu şarkıları yazarken hayatınızın arka planı nasıldı?Selim: Şarkıların üretildiği geçtiğimiz son yıllarda ülke ve dünya genelinde hayatlarımızın arka planı ziyadesiyle şiddet ve yas yüklüydü. Belki yok saymak yerine yasımızı, öfkemizi müziğimizde yaşamayı seçmiş olduk. Hepimizin maruz kaldığı şiddetlerin bizdeki yansıması bu şarkılar oldu bir bakıma.Konser sihir gibi bir şeyBu sıralar siz neler dinliyorsunuz?Deniz: Alaa Wardi, İbrahim Malouf, Gevende, We Lost The Sea.Verdiğiniz konserler size ne anlam ifade ediyor?Selim: Kaydedilmiş müzikten farklı olarak konserlerde insanlarla aynı anda aynı müzikal mekanda bulunma hali müziğin içerdiği duyguların paylaşımı için eşsiz birer deneyim olanağı taşıyor. Tarifi çok da kolay olmayan, sihir gibi, büyü gibi bir şey. Bizim için müzikle ilgili geri kalan her şey bu sihirin gölgesinde.Deniz: Bir canlı müzik ortamında bulunmak, müziğin sıkıştırıldığı kutuların dışına çıkması ve müziği şimdiki zamanda icra edilirken duymak ve etkileşime girmek açısından başlı başına farklı bir deneyim. Müziğin gerçek hali konserlerde gerçekleşiyor.Zorlayıcı bir albüm olduTeşekkür yazınızda “belki müzikli bir dünyaya” diye bir cümleniz var. Müziğin yeni dünyada tüketiliş şeklini nasıl görüyorsunuz? Dünyada müziğe eskisinden daha mı az anlam yükleniyor?Selim: Hayata geldiğimiz 80’li yıllardan itibaren hemen her dönemde ticari maksatlı ve daha kaliteli müzikler bir aradaydı. Bu anlamda müziğin eskiye nazaran topyekün anlam kaybettiğini düşünmüyorum.Deniz: Evet, daha hızlı tüketildiği doğru olsa da, diğer yandan daha fazla müziğin ulaşılabiliyor ve paylaşılabiliyor olması da olumlu bir gelişme.Bu albümün en sancılı şarkısı hangisi oldu?Deniz: Özel olarak böyle bir şarkı ayırmak biraz zor fakat yazıldıkları dönemin zorluklarıyla ilişkili olarak genel itibariyle zorlayıcı bir albüm oldu diyebiliriz.Bir müzik grubu olarak maddi ve manevi ayakta kalmanın en zor yanı nedir?Selim: Sanatını içinden geldiği gibi icra eden insanların çoğu örnekte sanattan başka işlerle de uğraştıkları bilinir. Bu açıdan müziğe ayırabileceğiniz zamana tezat bir olgu ama diğer yandan bu ikircikliğin kendisi başka etkileşimlere, zenginliğe de muktedir.Deniz: Öte yandan, bir müzik grubunun ayakta kalması için hem maneviyat hem maddiyat gerekli olsa da birçok müzisyen maddiyat yetersizken maneviyatın imkansız gözükeni mümkün kılan gücüyle ayakta durarak tarihte yer edinmişlerdir.
House müzik ile ilgilenen amatör ya da profesyonellerin müziğini geniş kitlelere duyurabilmesini sağlamak amacıyla düzenlenen Housekeeper Podcast Contest 2017 başvuruları başladı. 2011 yılından bu yana dünyaca ünlü isimlere ev sahipliği yaptığı partiler düzenleyen, podcast serileri yayınlayan, radyo programı hazırlayan ve sanatçılarla sergiler düzenleyen Housekeeper, bu kez yeni DJ’lere de kapılarını açıyor. Yarışmacıların house müzik ve türevlerini içeren setleri birbirinden önemli jüri üyeleri tarafından değerlendirecek ve birinciler için birbirinden önemli hediyeler verilecek. Housekeeper oluşumun kurucusu DJ İlker Aksungar ile yarışmanın detaylarını konuştuk.Housekeeper’ın düzenlediği yarışmanın amacı nedir?Yaklaşık 6 yıldır bir podcast serisi yayınlıyoruz ve sadece profesyonel isimlere yer verdik bu seride. Geçen sene bu serinin içerisinde yer almak için amatör DJ’lerden çok talep geldi. Tam da yenilik aramaya başladığımız bir dönemde bir yarışma düzenledik ve katılım beklediğimizden de çok fazla oldu. Bu sene daha donanımlı ve tecrübeli olarak ikincisini yapıyoruz.Housekeeper oluşumunu tarif edebilir misin?House müzik tabanlı bir oluşum, amacı house janrası ile ilgilenen kişilerle buluşmak. İstanbul’da bu kültürün öncüsü olarak global anlamda da adını duyurmak isteyen bir oluşum. İstanbul elektronik müzik hayatı son zamanlarda çok iç açıcı bir durum içerisinde değil. Ama bu işle ilgilenen çok önemli yetenekler var. Bu yüzden Türkiye’de de önemli DJ’lerin yetişmesinde yardımcı olmak istiyoruz.DJ’liğin son dönemdeki yükselişi neye bağlıyorsun?DJ’lik aslında benim aktif olarak başladığım 2000’lerin başında yükselişe geçti ve popülerleşti. Ancak bu fazla uzun sürmedi. O zaman başlayanların çoğu imkanların da zorluğundan kısa süre sonra mücadeleden vazgeçip başka mesleklere devam etti. Ancak yeni yani 90 jenerasyonu gençler müziğe karşı çok daha tutkulu. Tabii teknolojinin ilerlemesinde de etki var. Şu an DJ’lik yapmak her anlamda o zamanlardan daha kolay.Bu yükseliş gençlerin yarattığı setlere yansıyor mu?Müziğe gerçekten tutkuyla yaklaşan ve DJ’liğe emek harcayan bir kitle var. Bir de meşhur olmuş, eğlenmeyi de seven ve bunu paraya dönüştürmek isteyen bir kitle var. Yani yeni jenerasyonun iyisi çok iyi, kötüsü de çok kötü. Etrafta gördüğünüz biraz popülaritesi olan mankenler, oyuncular, fenomenler, bloggerlar DJ’lik yapmaya başladı. Daha müzik çalmayı bırakın hiç ekipman tanımayan insanlar DJ vasfıyla klipler çekiyor.Derece alan birçok festivalde çalacakYarışmada değerlendirmeyi neyi baz alarak yapacaksınız?Biz bu organizasyona yarışma demesek daha doğru olur. Çünkü en çok puan alanın yanında iyi müzik yapana da destek veriyoruz. Temelde katılımcıların iyi müzikler seçip seçmediğine dikkat ediyoruz. Seçtiği parçaları nasıl bir kompozisyonla sunmuş ve nasıl bir mix tekniği ile ortaya çıkarmış gibi kriterlere özen gösteriyoruz.Derece alan isimlere nasıl avantajlar sağlayacaksınız?Bu sene geçen seneden farklı olarak yarışmaya katılan herkese bir şeyler katmayı amaçladık. Kayıt imkanı olmayan kişilere destek verdik ve stüdyomuzda kayıt yapmalarını sağlıyoruz. Kazanan kişi Housekeeper’a katılma şansı kazanacak. Podcast serimizde yer alacak, Babylon Soundgarden, Klein, Housekeeper etkinlikleri ve FG’de Housekeeper Radio Show’da çalacak. Compel ve Jack&Jones’dan bin 500’er liralık hediye çeki, Unis Academy’den tam burslu Ableton eğitimi alacak. Housekeeper ve Wunder hediye paketleri de sürpriz. Maddi manevi birçok hediyesi var bu seneki yarışmanın...Housekeeper oluşumunun uzun zamandır farklı projeler ortaya koymasını sağlayan nedir?Housekeeper ilk kurulduğu günden bugüne kadar çok ilgi gördü ve farklı insanlar hatta house müzik’le ilgisi olmayan kişiler bile bizim yaptığımız işlerimizi sevdiler. Her şey çok organik ve kendiliğinden gelişiyor. Farklı disiplinlerden sanatçıların ilgisi ve desteği bizi onlarla beraber projeler yapmaya itiyor ve ortaya farklı projeler çıkıyor. Sevmediğimiz ve inanmadığımız hiçbir işin içine de dahil olmuyoruz, bence en önemlisi de bu.Amaç bu kültüre bir şey bırakabilmekBu oluşumda yapılan elektronik müziğin belli sınırları oluyor mu? Yoksa oldukça özgür bir platform mu kurmaya çalışıyorsunuz?Sınır koymak demek doğru olmaz ancak yapılan müziğin bir duruşu ve karakteri olması gerek. En önemlisi, sound olarak sadece house müzik ve türevlerine yer veren işler içindeyiz. Müzikal olarak da evet adımızın housekeeper olmasında buna bir gönderme.Yaptığınız workshoplarda katılanların yüzde kaçı DJ’liğe devam ediyor?Ben ilk workshop yaptığımız da bu kadar ilgi olacağını hiç düşünmüyordum. indigo’da bu sezon yaptığımız workshop neredeyse kulübün ortalama bir gecesi kadar kalabalık oldu. O zaman amacımıza yakınlaştığımızı anladım. Amacımız bizimle beraber zaman geçiren insanların DJ’liğe devam edip etmemesi değil, amaç bu kültüre bir şeyler bırakabilmek. Workshop’a gelen kişinin orada geçirdiği vakti çok değerli bir hale getirmek.Bu seneki workshop’ların katılımcıları ve konuları neler?Housekeeper Stüdyosu’nda, Babylon’da ve Compel Stüdyosu’nda üç farklı workshop düzenliyoruz. Bunların ikisi sadece yarışmaya katılanlar için diğeri ise herkese açık. Bir DJ’in sektöre dahil olduğunda kimlerle çalışması gerekiyorsa o kişilerle buluşup neyi nasıl yapmaları gerektiğini ilk ağızdan duymalarını sağlıyoruz. Murat Uncuoğlu, Birol Giray, Ahmet Şendil gibi önemli DJ’lerin yanı sıra organizatörler, kulüp ve festivallerin ses-ışık uzmanları, müzik yazarları, modacılar, sosyal medya uzmanlarıyla buluşturup bir DJ’in esasen neler yaptığını ve yapması gerektiğini yarışmacılara anlatmaya çalışacağız.
Women albümünün ardından uzun bir zaman geçti. Birçok isimle ortak projelerde yer aldınız. Son olarak Bonobo ile yaptığınız şarkı beğeni topladı. Yeni albüm yapmama ve sessizliğinizi koruma nedeniniz nedir?Yaratıcı süreçle ilgili bir karar değildi. Sadece albümlerimize çıkarmanın önünde sözleşmesel sorunlar bulunuyordu ve bu süreci yaşamak zorunda kaldık. Geçen Ağustos gibi de yeni bir albüm yapma özgürlüğüne kavuştuk ve ben de yeni albüm çalışmalarına başladım. Şimdi albümümüzü hangi plak şirketinden çıkaracağımız üzerine düşünmeye. Bu suskunluk kesinlikle bir seçim değildi ve yasal bir meseleydi. Yeni single’ımız bu yaza çıkacak.Şarkılarınız çok duygusal ama umut da dolu. Bana göreyse libodosu ya da erotizmi bir hayli yüksek... Şarkılarınızın kimyasını siz nasıl tarif edersiniz?Bu enteresan bir soru. Kendime göre tarif edecek olursam şarkılarım hayatımda yaşadığım gerçek durumlar hakkında ve ben bunlar hakkında şarkı söylüyorum. Tabii ki şarkılarda veya sözlerde çokça çift anlamlılık bulunuyor. Benim için şarkılarımı yazdığım zamanlarda yaşadığım, başımdan geçen şeyleri şarkıya geçirebilmek çok önemli. Bundan dolayı bu şarkıların içinde aşktan, gerçek hayattan unsurlar bulunuyor. Bütün bu şarkıların altında yatan temel temanın bir optimism, bir umut etme, hayatı sevme hali olduğunu söyleyebilirim. Ama biraz hüzün de var parçalarda ve bazen hüznün mutlu duyulmasını sağlıyorum. Bazense mutluluk varken onun hüzünlü duyulmasını sağlıyorum çünkü müziğini duyguları yönlendirebilmesini seviyorum.Yeni albümde şarkılar daha organik ve canlıSesin özellikle Bonobo’nun Break Apart şarkısında çok daha vurucu bir hal almış. Müziğinizin son dönemde evrimini nasıl tarif edersiniz?Hayatımın son dört yılında zor zamanlar yaşadım. Bu beni biraz etkiledi. Beni daha hüzünlü hissettiren zor şeylerdi. Mesela eğer Bonobo şarkısını dinlerseniz kesinlikle hüzünlü bir şarkı olduğunu fark edebilirsiniz. Bence hayatında başına gelenler konusunda dürüst olup onları kabullenerek yaşamak çok önemli. Ve bence müzik de aynı, o anda nasılsan müziğin de öyle olması lazım. “Tamam şu an böyle hissediyorum ve bunu ifade edeceğim” demen lazım ve bu yaklaşım benim müziğimi de çok etkiledi. Bunların yanı sıra, hayatımın yeniden bir anlamı varmış gibi hissediyorum ve bundan dolayı ortaya çıkan müzik çok dinamik oluyor. Şu sıralar yapmaya çalıştığım her çalışmanın altında yatan ortak tema her şeyin birazcık daha metanetli ve doğal olması. Mesela prodüksiyonda, önceki albümde elektronik davulu kullanırken yeni kayıtlarda gerçek enstrümanlar ve orkestra kullanıyorum. Bu, albümün kaydını etkiledi ve her şeyi biraz daha canlı, organik ve doğal hale getirdi.Özellikle Women albümünün başarısı ile elektronik müzik yapan çoğu sanatçının şarkılarında vokal kullandığına şahit olduk. Siz bu albümle belli kalıpları da yıktınız mı?Ben bu şekilde düşünüyor muyum emin değilim. Kendi yapmadığın şeyler için hak iddia etmek bana fazla kolay geliyor. Bazen müzik kültürünün içinde dahil olabildiğiniz belli dalgalar oluyor. Kalıpları yıkıp yıkmadığımı bilmiyorum. Sadece yaptığımı yapıyorum. Melodileri, vokalleri ve prodüksiyonu çok seviyorum. Şarkılarla hikayeler anlatmayı çok seviyorum. Bunu kendime has bir şekilde yapıyorum sadece. Bu kalıpları yıkıyor mu bilmiyorum, ben sadece kendim olarak görüyorum yaptığım şeyleri. Başkalarının bana kalıpları yıktığımı, maskülen rollere değişik bir şekilde bakmalarını sağladığımızı söyledikleri oldu. İnsanlar uzun bir süre bir kadın olduğunuzu düşünüyorlar ve birden erkek olduğunuzu fark ediyorlar. Ben bu farkındalık sürecini yaşamadım çünkü benim sesim zaten hep böyleydi. Kendimi hiç kalıpları yıkan biri olarak görmedim. Değişik isimler altında projeler yaptım ve yapmaya da devam ediyorum.En erotik şarkımı daha kimse duymadıLirikleriniz aynı zamanda çok da şiirsel. Müziğin edebiyatla da bir bağı olduğunu düşünüyor musunuz?Evet, yüzde yüz. Birkaç tane gizli tutkum var. Bazen benim bu tutkuları başarmamın yolunun müzikten geçtiğini düşünüyorum. Hazır hissetmesem de, bir kitap, bir roman yazmak istiyorum. Yazmayı çok seviyorum ancak hiç roman yazmaya çalışmadım. Sanırım muhteşem işler yaratmış yazarları görünce biraz ürküyorum bu fikirden. Müziğin, bu edebiyat dünyasına katkı sağlamanın bana özgü olan yolu olduğunu hissediyorum. Bir kitabı okurken aklınıza yaptıklarına bayılıyorum. Kafanıza gelen görüntüler, okuduğunuz kelimeler ve onların bazen nasıl ilkel deneyimleri ifade edebildikleri. Kitapta gergin bir andayken kalbinizin küt küt attığını hissedebiliyorsunuz ya da kahkahalara boğulabiliyorsunuz. Ben de müzik ile bunu biraz olsun başarabilmeyi umut ediyorum. İnsanlar sözleri duyduklarında akıllarında o kadar güçlü imgeler canlanabilsin ki o an için o duyguları yaşadıklarını hissedebilsinler. Yani sorunu kısaca cevaplamak gerekirse, yüzde yüz bağlılar. Müzik ve edebiyat birbirinin kardeşi.Biraz kişisel bir soru ama size göre en erotik şarkınız hangisi?Bilmiyorum. Evet biraz kişisel bir soru çünkü o şarkıları yazarken neler düşündüğüme kendi açımdan bakmam gerekiyor. En erotik şarkım sanırım daha kimsenin duymadığı bu yeni albümde olabilir. En erotik şarkımı daha dinleyiciler duymadı ama kaydedildi.Bazen hayatımın soundtrack’ı olarak görürüm şarkılarınızı. Bunu sağladığınız için teşekkür ederim.Bunu söylemen enteresan çünkü sanırım bu da benim hedefim, insanların bu şekilde senle bir bağ oluşturabilmesi. Bunu söylediğin için teşekkür ederim.Kapadokya için çok heyecanlıyızKapadokya’nın mistik bir havası var. Sahne alacağınız Cappadox festivalin videolarına hiç denk geldiniz mi? Siz hem İstanbul hem orada nasıl bir performans gerçekleştireceksiniz?Cappadox’un videolarını izlemedim çünkü çalacağım yerlerin videolarını önceden görmeyi sevmiyorum. Hiçbir beklentim olmasın istiyorum. Beklentim olmamasını gerçekten çok seviyorum çünkü anın içinde olabilmemi sağlıyor. Ama Kapadokya’ya gittim, beş altı yıl önce Türkiye’de bir ay geçirdim. Türk arkadaşlarımlaydım ve arabayla her yeri gezdik. Bana etrafı göstermek konusunda çok heyecanlılardı ve bir sürü güzel şey gördük. Tüm Kapadokya’nın doğası çok etkileyici. Sadece Göreme’de de kalmamıştık. Etrafta gezip yeraltı şehirleri ve muhteşem vadiler keşfettik. Orada fotoğrafçılık yapıyorduk ve etrafı keşfediyordum. O zamanki kız arkadaşım da orada arkeolojik bir alanda çalışıyordu. Grubumun yaşayacağı deneyim için heyecanlıyım, daha önce İstanbul’a geldiler ama Kapadokya’ya hiç gelmediler. Tek üzüntüm Kapadokya’da geçirecek çok fazla vaktimizin olmaması. Los Angeles’a geri dönmemiz gerekiyor, vaktimiz maalesef kısıtlı.Konserlerde ne yapacağım konusuna gelirsek; sanırım ne yapmak istediğim hakkında temel bir fikrim var ancak ben seyirciye göre çalmaya çalışan biriyim ve eğer konser çok kalabalıksa sessiz bir izleyici kitlesine göre daha farklı çalarım. Sessiz izleyici kitlelerini genel olarak daha çok seviyorum çünkü sessizlik, konserde daha duygusal anların ortaya çıkmasını sağlıyor ve biz de daha sessiz, yumuşak ve hassas hale gelebiliyoruz. Ama benim için, ne olursa olsun, sahnede olmak her zaman eğlenceli, güzel ve biz de dinleyicilerin enerjisine göre hareket ediyoruz.
Haykır Saraybosna ya da orijinal adıyla Scream For Me Sarajevo filmini izliyorum, ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. Bir müzik belgeseli değil miydi izlediğim yoksa hayatın ta kendisi mi? Iron Maiden’ın solisti Bruce Dickinson, “Sarajevo” diye bağırdıkça müzik ile özgürlüğe sıkı sıkı tutunan insanların hislerini anlamaya çalışıyorum... Haykır Saraybosna, İstanbul Film Festivali kapsamında savaş sırasında Saraybosna’da konser veren Iron Maiden ve dinleycilerinin başından geçenleri anlatan önemli bir belgesel. 1994 yılı ve abluka altındaki Saraybosna’da yaşayanlar dış dünyadan uzak bombaların arasında hayata tutunmaya çalışır. Ama ufak bir mucize gerçekleşir. Bruce Dickinson önderliğindeki Iron Maiden, gelen bir telefonla Saraybosna’daki BKC Konser Salonu’nda 14 Aralık günü konser vermeyi kabul eder. O dönem grubun gitaristlerinden olan Chris Dale, Dickinson’dan gelen telefonu şöyle anlatıyor, “Saraybosna’dan konser teklifi geldiğinde Bruce hemen kabul etmişti. Ardından bizi aradı. Teklifi kabul ettim ama bir süre sonra orada savaş olduğunu hatırladım. Bruce’a sordum, o da beni doğruladı ve ‘Evet, bir çeşit savaş ama Birleşmiş Milletler koruması altındayız ve bir tankla konser alanına gidebiliriz’ dedi.”Ardından ise müzik tarihinin en önemli konserlerinden birinin gerçekleşmesi için macera başlar. Yönetmen Tarık Hodzic, o güne tanık olanları, Mostar’dan Saraybosna’ya gelmeye çalışan ve hayatlarını tehlikeye atan hayranların başından geçenleri, Bruce ve o dönem Iron Maiden’da çalan grup üyelerinin hislerini bize derinden anlatmış. Kuşatma altında hayatlarını yaşamaya çalışanların konserdeki hallerini ve umutlarını izlerken göz yaşlarınıza hakim olmak neredeyse imkansız. Özellikle grubun yıllar sonra yeniden Saraybosna’ya konsere gidip, ardından hayranlarından birinin mezarına pena bıraktığı sahne müziğin gücünü bir kez daha iliklerinize kadar hissettiriyor.Yeni dünyanın suni müzisyenleriHaykır Saraybosna biterken ister istemez şu anın müzisyenlerinin cesaretlerini düşünmeye başladım. İstanbul’da yaşanan hazin terör saldırılarından sonra burada konser vermekten vazgeçen, buradan gelen konser teklifi maillerine cevap verme inceliğini bile göstermeyen, bireysellikle kaplı şarkılarını konforlu ülkelerinde seslendiren şimdinin çiğ müzisyenleri bir bir aklımdan geçmeye başladı. Sadece sosyal medya hesaplarından yazdıkları birkaç kelime ya da paylaştıkları fotoğraflar ile vicdanını rahatlatmaya çalışan gerçek dünya ile tamamen bağı kesilmiş müzisyenlerin iyi müzik yapma olasılığı var mı! Ardından Iron Maiden’ı İnönü Stadyumu’nda izlerken Fear of the Dark şarkısında bize selam çakışını yeniden anımsadım. Esas soru ise yeni nesli arkasından sürükleyen dünyaca ünlü müzisyenlerinden kaçı Suriye’de konser vermek için kendini tehlikeye atardı!
İzlediğim en iyi tiyatro oyunu olarak 2011 yılında İKSV’nin İstanbul’a getirdiği Kevin Spacey’nin başrolünde olduğu III. Richard’ı söylerim. İngiltere ya da Amerika’da o büyük tiyatro sahnelerinin kapısından içeri daha girememiş bir izleyici olarak hayal ettiğimden daha da etkileyici bir performans ile karşılaşmıştım. Sene 2017; İKSV İstanbul Film Festivali kapsamında ülkemize gelen Sir Ian McKellen, karşımızda. William Shakespeare’ın oyunları hayatına yön vermiş bir oyuncu. İngiltere’de en görkemli tiyatro salonunda, en ön sırada oturup, sahnede onu izlemekten çok daha önemli bir an yaşıyoruz. McKaellen, bize Shakespeare’den bölümler oynuyor hemen ardından ise hayatının dönüm noktalarını paylaşıyor. O sırada sanki İstanbul’da değil de Londra sokaklarında geziniyoruz. Bir oyuncunun zihninde nelerin var olduğunu, onu hayata karşı bu kadar olumlu ve gururlu yapan temel taşların neler olduğunu dinliyoruz. İşte McKellen’ın ‘Sahne, Beyazperde ve Meydanlar’ başlıklı konuşmasından anekdotlar...- İlk kez 3 yaşındayken bir tiyatro oyununa gitmiştim. Eve döndüğümde prodüksiyonu eleştirmeyi başlamışım ve sahnede bundan daha iyi olacağımı belirtmişim.- Shakespeare’ın metinlerini oynamak bana her zaman ilham verdi. O metinlerinde hepimizi tanıyordu, insan doğasını ve karakter analizini yıllar öncesinden icat etmişti. Tüm duyguları biliyor gibiydi. Bunları fark ettikten sonra bir oyuncu olarak da dünyaya daha farklı bakıyorsunuz. Oyuncu olduktan sonra insan olmayı anlıyorsunuz.- Hollywood’dan ilk başrol teklifim Tom Cruise’un Görevimiz Tehlike filminin ikincisi için gelmişti. Kötü adam rolünde beni görmek istiyorlardı. Görüşmeye gittiğimde senaryoyu gösteremeyeceklerini belirttiler. “Okumadığım rolü oynayamam” dedim ve rolü kabul etmedim. Ajansım bu konuda çok kızdı bana, oyunculara güvenmedikleri için senaryoyu göstermiyorlardı. Ama bu benim için şans niteliğindeydi hemen ardından X Men’de Magneto rolü ve Yüzüklerin Efendisi’ndeki Gandalf rolü geldi. Hepsini kabul ettim. Eğer sadece Görevimiz Tehlike’ye onay verseydim bu rolleri oynayamaz ve şu an karşınızda olamazdım.- 49 yaşıma kadar gay olduğumu açıklayamadım. Çünkü İngiltere’de bu suç olarak görülüyordu. Kendimi bir yalancı gibi hissediyordum, bazen delirecek gibi oluyordum. Kimliğimi açıkladıktan sonra ise film kariyerim coştu. Çünkü insanlar dürüst kişileri her zaman sever. Geri dönüp baktığımda tüm yaşadıklarım çok komik geliyor. Mesela son oynadığım film Güzel ve Çirkin’de iki erkeğin dans ettiği bir sahne olduğu için Malezya ve Alabama’da yasaklandı. Rusya’da 17 yaş sınırı getirildi. Aklım almıyor. Ben otorite hiç sevmem ve itaat etmek asla istemem. Kimliğini açıklamayan insanlar keyifsiz ve mutsuzlardır. İnsanlara kim olduğunuzu açıklamanız gerek.- Türkiye’ye bu kadar geç geldiğim için pişmanım. Daha düz bir şehir bekliyordum ama burası tepelerden oluşuyormuş. Ayasofya’ya gittim ve büyülendim. Çok fazla yer gezemedim ama çok fazla insanla tanıştım. Zaten bir şehri en iyi keşfetmenin yöntemi budur. Türkiye’nin başka şehirlerini de gezmek istiyorum, bir daha geleceğim.
İlhan Erşahin, New York’taki kulübü Nublu ile bulunduğu bölgeye kültürel bir iz bıraktı. Erşahin ise bu noktada İstanbul ile de bağını koparmadı. Burada yer alan Wonderland ve İstanbul Session projeleri ile saksofonuna nefes vermeye devam etti. Erşahin ile Babylon’un kulisinde buluşuyoruz. Onun müzikten asla vazgeçmeyecek müzisyenlerden olduğunu anlıyorsunuz. Erşahin ile New York-İstanbul müzik hattını konuştuk.Üsküdar Belediyesi, müzik dünyasının önemli ismi Ahmet Ertegün’ün ölümünün 10. yılı anısına saygı konseri düzenledi. Sen de Ertegün için sahnedeydin. Ahmet Ertegün hafızanda hep nasıl yer aldı?1995 yılında New York’ta gündüzleri, bir kulüpte gerçekleşen brunch’larda çalıyordum. Bir gün birkaç limuzin araba kulübün önüne geldi ve 35 kişi birden mekana girdi. Ahmet Ertegün ve ekibiydi. Benim ismimi bir afişte görmüş ve Türk ismi olduğu için merak etmiş. Ardından beni evine davet etti. Arkadaş olduk onunla ve baba figürü oldu benim için. New York, Long Island ve Bodrum’daki ev partilerinde çaldım. Yaptığım müzikleri hep ona dinletirdim.Müzikal anlamda size hiç yardımı dokundu mu?Hayır, olmadı. Konser ya da plak şirketi ayarlamadı bana. Ama iyi arkadaştık. Böyle şeyler arkadaşlıkta pek önemli değildir. O bir ilham vericiydi bana. Nublu’ya geldi birkaç kere.Nublu New York’ta tarihi bir yer olduİstanbul’da Nublu niye istikrar gösteremedi?Ben öyle düşünmüyorum. Çok güzel geçti hepsi de. Beş kere ayrı ayrı yerlerde mekanı açtık. Ama hep mekan sahibi ile bir problem yaşadık. Kulüp olarak güzel geceler yaşadık. Benim mekan alacak param yoktu. O yüzden mekan sahiplerine isim hakkımız ve kültürümüzü verdik. Amerika’daki Nublu benimdir ve evimdir. Her şeyini ben yapıyorum. Buradaki Nublu’lar da kendi enerjisini yarattı.Nublu için özel bir belgesel de çekildi. Ne hissettin ilk kez izlerken?Benim için her gün Nublu ve müzik olduğu için normal geliyor. Dışarıdan baktım biraz da Nublu’ya…Nublu sence nasıl bir kültür yarattı?New York’taki East Village’ın devamı gibi… Orada hep önemli kulüpler vardı. Nublu da tarihi bir yer oldu. Bir sürü müzisyen, müzik dinleyicisi orada bir araya geldi. Benim müziğimin ismi de Nublu… Müziğimin içinde her şeyden olduğundan. Yaptığım işi tek bir janraya oturtmam gerekirse eğer onun da ismi Nublu olur. Şu anki çağ da öyle değil mi? Sabah klasik müzik ile başlayıp gün ortası pop, rock ve geceyi elektronik müzik ile bitiriyorsun.Herkes müzikal bir arayışın içindeMüzik dinlemekten sıkılan müzisyenlerden misin yoksa tam tersi mi?Ben müziğe para ve zaman harcamayı seviyorum. Plak mağazalarına gidiyorum ve bilmediğim müzisyenleri keşfediyorum. Üç tane Nublu var Amerika’da. Oradan çıkmıyorum ve dinlediğim hiçbir müzikten sıkılmıyorum.Nublu’da İstanbul’dan gelip çalan DJ’ler var mı?Son zamanlarda yok neredeyse. Türkiye’den Amerika’ya turistik geziye gelenler ama eğlenmek için mutlaka uğruyor.Şu sıralar müzikte yeni akımlar sence ne?Herkes arayış içerisinde. Şimdi müziğin içinde her şey var. DJ’ler down tempolar ve slov müzik çalmayı çok seviyor. Arayış dönemindeyiz. Tek bir isim artık çok öne çıkmıyor. Ünlü olmak değil iyi işler yapmanın önemli olduğu bir dönem.İstanbul her zaman cazibe merkeziSen neler dinliyorsun bu aralar?Evde olduğum zaman kendi kayıtlarımı dinliyorum. Hep dinlemem lazım… Etnik ve DJ müzikleri de dinlemeyi seviyorum. Bir sürü kulübe gidiyorum ve yeni DJ’ler keşfediyorum.Müziğin son dönemde yerinde mi sayıklıyor yoksa hep gelişim içinde mi?Her türlü şey benim müziğimi etkiler. Hep bambaşka müzikler yapmaya çalışıyorum. Bazı seneler daha çok yazıyorsun, bazen daha suskun kalabiliyorsun. Haftaya mesela Brezilyalı arkadaşlarımla rock soundlu bir albüm yaptım o çıkacak. Ardından sonbaharda caz ağırlıklı bir albüm daha çıkıyor. İşler bitmiyor.İstanbul müzik sahnesini nasıl görüyorsun?İstanbul ne olursa olsun sanatçılar için hep cazibe merkezi oldu. Gaye Su Akyol, Dilara, Yasemin Mori gibi çok yeni isimler var. Türk sanatçılarının gelişimi çok heyecanlı. Büyük şehirler dalga gibidir. Mesela New York çok iyi şu aralar. Ama birkaç sene önce oradaki kulüpler çok sıkıcıydı. Şu an İstanbul sakin gibi ama bir iki sene sonra yeniden aynı heyecanına geri dönecektir. Büyük şehirlerin genelinde vardır bu.İstanbul sana hala ilham veriyor mu?Ben İstanbul’u çok seviyorum ve buradaki insanlar da ‘cool’.
24-25 Mart tarihleri arasında Zorlu PSM’de ve ilk kez İstanbul’da gerçekleşecek zihin açan festival Sonar’da sahne alacak Weval ile konuştuk... Ayrıca festivalden de size önemli anekdotlar verdik...Elektronik müziğin Detroit’in karanlık kulüplerinden çıkıp gün ışığı ile buluştuğu bir yüzyıldayız. Dünya gençleri müzik için dışarı çıkarken hangi DJ’in hangi kulüpte çaldığına dikkat ediyor. Ses dalgaları arasında sanatsal bir dünya inşa eden müzisyenler, ilham verici parçalar ile müzikseverleri selamlıyor. Hiç kuşkusuz bu büyük denizin içinde müzikal zekaları ve kreatif yanı en iyi olanlar ise kitleleri aynı dans pistinde buluşturuyor.24-25 Mart günü Zorlu PSM, ilk kez gerçekleşecek Sonar Festival ile adeta bir elektronik müzik mabedine dönüşecek. “AVM’nin içinde yer alan performans sanatları merkezinde nasıl olur da festival yapılır?” gibi klişelerle dolu geyiklerinize son verdiyseniz eğer biletinizi çoktan almışsınızdır. Malumunuz müziğin en çığır açan ve en deneysel alanlarından biri de elektronik müzik, o yüzden bu tarz söylemler artık eski kafalılıktan öte bir şey değil. Sonar’a dönersek eğer ideolojisi bakımından fark yaratmayı seven, bulunduğu alanı kendi sanatsal imzası ile değiştiren bir festival. İstanbul’da her dakikası farklı bir etkinlik, farklı bir keşif sunan festivale denk gelmeyeli ise uzun zaman oldu. Bu yüzden takvimimde işaretlediğim Sonar’ı merak içinde bekliyorum. Festivalin dikkat çekici isimlerinden biri de 24 Mart günü Sonar Club sahnesinde olacak olan Hollandalı ikili Weval...Weval, elektronik müzik sahnesinde son dönemde adını söz ettirenlerden. Caz, rave, pop ve funk gibi müzik türlerinin birleşimlerine setlerinde rastlıyorsunuz. Harm Coolen ve Merijn Scholte ile farklı bir performans ile karşınıza çıkacakları İstanbul konserini konuştum...Müzik bir yolculuk demekŞarkılarınızın sinematografik bir hikayesi varmış gibi... Bunun sinema eğitimi almış olmanızla bir bağlantısı var mı?Bizim için sinema gerçekten anlatı üzerine kurulu bir şey, müzik ise yolculuk demek. Prodüksiyon açısından ikisinin arasında epey bir fark var, filmler daha geniş kapsamlı, vakit alan ve karmaşık şeyler, müzik ise basit başlangıçlara sahip. Ve sonucu daha direkt. Bu yüzden müziğin bizim için özgürlüğü ifade ettiğini söyleybilirim. Herhangi bir tür ya da kurala bağlı kalmaksızın, tek hedefimiz tekrar tekrar dinleyebileceğimiz türden müzik yapmak.Yaratım süreciniz nasıl işliyor?Her şarkıda farklı. Albümü yaparken iki kuralımız var. Birincisi, her gün futbol oynamak. (Çünkü o noktada genelde ne yaptığımızı bilmiyor oluyoruz) İkinci kural da bir şey yakaladıysak, onu sonuna kadar götürmek. Bunun sebebi de, bir şarkıyı şekillendirirken her şeyi alelacele yaptığınızda, sonuçların daha iyi olduğunu keşfetmemiz aslında. Çalışmayı erken sonlandırırsak, gidip uyuyup ertesi gün o işe tekrar dönersek, hisler değişebiliyor. Çalışmayı sevmeyebiliyorsunuz ya da her şeyden şüphe duymaya başlayabiliyorsunuz bu durumda.Elektronik müzik hayatınıza nasıl girdi? Etkilendiğiniz DJ’ler kimlerdi?Elektronik müziğin popüler kültürün parçası haline geldiği bir çağda büyüdük, yani bizim açımızdan o hep vardı diyebilirim. İlerleyen yaşlarda Amsterdam’a taşındık ve orası bize çok doğal geldi, bir sürü güzel kulüp, festival ve konser mekanı vardı. Kendimizi bu faktörlerin etkilerine özellikle dikkat ederken bulmadık hiç.Bazı şarkılar sonsuzluğa uzanıyor gibiWeval olarak şimdiye kadar çaldığınız en iyi mekan hangisiydi? Amsterdam’ın meşhur kulübü Paradiso’nun enerjisini biraz anlatabilir misiniz?Bu konuda bir ilk 10 listesi tutuyoruz, çünkü her konserin kendine has özel yanları var. Örneğin geçen hafta Paris’te çaldığımızda, kalabalık inanılmazdı, çalarken de çok rahattık. Sanırım en iyi performanslarımızdan birisi buydu. Paradiso da kesinlikle ilk 10’da yer alır. O mekanda sevdiğimiz birçok ismi izledik ve bir gün orada biletleri kapışılan bir konser verebilmeyi hayal bile edemezdik. Orası aslen eski bir kiliseymiş, bu yüzden çok teatral bir yönü var, sanırım konserden çok rave partisi gibi bir atmosfer vardı o akşam. Aklımızdaki performans için mükemmel bir yer oldu.Sahnede iki kişi olmanın ne gibi avantajları var? Kayıt sürecinde iş bölümünüz nasıldır?Sahnedeyken bir ikili olmayı grup olmakla karşılaştırırsam, sanırım ortada daha çok rave partisi gibi bir atmosfer oluyor. Bize bakmanıza gerek yok, kendini tekrar eden tınılar var ve sanki sonsuzluğa uzanıyor gibisiniz. Grupla olduğunuzda daha renkli olabiliyor bir şeyler, ama belli bir çizgide gidiyor ve konserde olduğunuzu daha çok hissediyorsunuz. İki türlü de farklı özellikler çıkıyor karşınıza, ikimiz de bundan keyif aldığımız için tek bir tanesini seçmiyoruz asla.En çok hangi şarkı miksinizi beğeniyorsunuz?İyi bir miksin, bestenin kendisiyle doğrudan bir bağlantısı vardır. Bazen haftalarca miksaj yapıp doğru noktayı tutturmaya çalışırsınız, bazen de hiçbir şey yapmanıza gerek kalmaz, çünkü her şey uyum içerisindedir. “I Don’t Need It” kaydının yapısından epey memnunuz, ama onu bu noktaya getirmemiz için epey bir tartışma ve 40’tan fazla miksaj denemesi gerekti. Ama “Gimme Some”a baktığınızda, ondan da çok memnun olduğumuz halde miksajı sadece birkaç saat sürmüştü.Neler mi izleyeceğiz?Yaratıcılık ve teknoloji konseptleriyle katılımcılara eşsiz bir deneyim yaşatan Sónar Festivali ilk kez Türkiye’de peki sahnelerde kimleri izleyeceğiz işte isimler...SonarClub sahnesinde elektronik müzik sahnesinin dev isimleri hayranlarını selamlayacak. Weval, Roisin Murphy, Nina Kraviz, Fuchs&Cervus, Clark, Floating Points, Moderat, DJ Koze sabahın ilk ışıklarına kadar eğlendirecek. SonarHall sahnesinde ise Honne, Nosaj Thing ve Tim Hecker ile dans edeceğiz.Red Bull Music Academy’nin kürasyonunu üstlendiği SónarLab sahnesi de güçlü programıyla öne çıkıyor. Space disco’nun önemli temsilcilerinden Prins Thomas, dubstep müziğinin başarılı ismi Kode9 ile techno ve elektro’ya bambaşka bir boyut kazandıran Helena Hauff Akademi’nin SónarLab sahnesi için anlaştığı ilk isimler arasında...İstanbul’da davul ve vokal de olacakCanlı performanslarınızda başka hangi sanat dallarına yer veriyorsunuz?Tabii ki her şeyden önce, müziğin kendisi ön planda. Ama bazen saykodelik esintili görüntüler müziğe daha da dalmanızı sağlayabiliyor. İlerleyen zamanlarda performansın görsel yönünü çeşitlendirebiliriz, müziğe uyduğu ve dikkat dağıtmadığı sürece tabii.Son şarkılarınıza baktığınızda, setinize ne gibi yeni öğeler dahil ettiğinizi fark ettiniz?Geçen sene sahnede canlı bir davulcu kullanmaya başladık. Bu epey yeni ve farklı bir tecrübeydi, hem müzik, hem de prodüksiyon açısından. Tüm şarkıları elden geçirdik ve canlı davul kayıtlarının onlara nasıl uyabileceğini değerlendirdik. Hala ikili performanslarımız da oluyor, bu anlamda iki tarafı da keşfetmeyi seviyoruz. İstanbul’daki konserimizden sonra yeni şarkılar yazmayı ve onları ilk kez canlı davullar kullanarak kaydetmeyi planlıyoruz.Turne sürecinde neler dinliyorsunuz?Spotify’daki Weval OST listemizden neler dinlediğimize bakabilirsiniz. Geniş bir şarkı listesi var, klasik ve deneyselden tutun, R&B ve lo-fi pop’a kadar.Sonar Festival’da sahne almak sizi heyecanlandırıyor mu? Türkiye için aklınızda nasıl bir set var?Elbette ki böyle güzel isimlerle dolu bir festivalde çalacak olmaktan dolayı çok mutluyuz. Davulcumuz da bizimle sahnede olacak (bu bir sürpriz olabilir sanırım), bis için de albümde bizimle vokal kaydeden bir isim sahnede olacak.
Geçtiğimiz hafta sonu uzun zamandır yapmadığım bir ritüeli gerçekleştirdim ve üç ayrı mekanda, sosyalleşmek ya da iyi müzik dinlemek için dışarı çıkan insanları gözlemleme şansı yakaladım. Öncelikle rotam Kadıköy, Karanfil Sokak’ta yer alan Bina oldu. Bina, özel bir Cumartesi programı hazırlamıştı. bant mag.’in düzenlediği etkinlikte sabahtan derginin eski sayıları Bina’da satışa çıktı. Hemen ardından mekanın üç ayrı katına yayılan bir program izledi. Üst katında Bubituzak sahne aldı. Malumunuz son albümleri Boyut’lar bu yılın şimdiye kadarki en iyi işlerinden biri. 50 kişilik konser alanı ağzına kadar dolmuştu. Grup, sahnede sanki arkadaş ortamı ile bir araya gelmiş gibi eğlenceli bir konser verdi. Ben albümde “Zamanla Anlaşılıyor Zaman” şarkısına bayılıyorum. Sahnede ise albümün bir adım üstüne çıkabilen gruplardan. Bubituzak ayrıca bu yıl Macaristan’da gerçekleşecek Sziget festivalinde sahne alacak. Sziget, adeta yerli bir festival edasıyla yeni nesil Türk gruplarına birkaç yıldır programında yer vermeyi ihmal etmiyor. Hafta sonunda kalabalıklar içine karışmak isteyenler için Kadıköy bayrağı en önde taşıyor.Hemen ardından Cihangir’de minimüzikhol’de soluğu aldım. Kapısında kuyruk olan, nefessiz bir şekilde dans ettiğimiz o mekan eski günlerini aratır olmuş. DJ’in müziği ruhsuz ve çok sıradandı. Soundcloud’da zaten binlerce bu tarz DJ seti ile karşılaşma olasılığınız var. Hadi müziği geçtim gece aynı mekanda yer aldığınız insanların ruhu da önemlidir. minimüzikhol’un o ruhu emilmiş gibiydi. Belki de benim gittiğim o güne denk gelmişti.Son mekanımız ise gece 2 sularında Harbiye’deki Klein oldu. Daha önce buranın VIP anlayışını ve müziğine dair eleştirilerim olmuştu. Ama mekan gitmediğim zamana göre büyük bir değişime uğramış ve son dönemde İstanbul gece hayatının özgürlük kalesi gibi olmuş gibiydi. Mekanın hemen girişinden aşağıya doğru inen bir merdiven vardır ve tepeden tüm alanı görürsünüz. Bunu özellikle bir Cumartesi gecesi deneyimlemenizi çok isterim. İnsanların dans ederken birbirlerine sarılmalarını, kahkaha atmalarını, DJ’e doğru bakmalarını ve tekrar ediyorum ama konuşmak yerine dans etmelerini izlemek bir hafta sonunun hakkını veren anlardan oluyor. Mekan çok doluysa eğer sirkülasyona göre içeri alım yapıyorlar. Genç kızlarımız dans mekanına sivri topuklularla gelmekten biraz da olsun vazgeçmişler. Muazzam bir kapı kuralı kuralları yok, tek istekleri var; saygı. Müzikleri de güçlenmiş ve ortaya güzel bir atmosfer çıkmış. İstanbul’da hala dışarı çıkıp dans etmek için binlerce sebebimiz var. Biraz sağınızı solunuzu izlemeyi bırakıp gecenin güzel ruhunu es geçmeyin...Bu kadro ağlatırBu sene merakla beklediğimiz filmlerden biri Song to Song... Terrence Malick’in yönettiği filmde, Austin müzik sahnesi gözler önüne seriliyor. Michael Fassbender, Rooney Mara, Ryan Gosling ve Natalie Portman’ın başrolde olduğu filmde dikkat çeken en önemli detay ise konuk oyuncu olarak yer alacak müzisyenler. Lykke Li, Patti Smith, Iggy Pop, Tegan ve Sara, Alan Palomo ve Diplo beyazperdede karşımıza çıkaca. Geçtiğimiz gün yayınlanan filmin teaser’larından birinde Patti Smith, indie müzisyenini canlandıran Rooney Mara’ye muazzam bir kariyer ve hayat tavsiyesi verdi. Şimdiden filmi izlemek için geri sayıma başladık bile... Not alın derim.