Devlet-hükümet ikilemi

Asırlar boyu devlet adına kral, sultan, padişah tarafından yönetilen toplumlar, demokrasinin gelişimiyle halkın seçtiği hükümetlerce yönetilince, devleti temsil eden, kral-cumhurbaşkanı unvanları az yetkilere sahip itibari ve temsili nitelikte mevkileri tanımlar oldu. AB coğrafyasında, ülkesini hükümetin değil de devletin yönettiğini düşünen vatandaş pek yoktur

Haberin Devamı

Asırlar boyu devlet adına kral, sultan, padişah tarafından yönetilen toplumlar, demokrasinin gelişimiyle halkın seçtiği hükümetlerce yönetilince, devleti temsil eden, kral-cumhurbaşkanı unvanları az yetkilere sahip itibari ve temsili nitelikte mevkileri tanımlar oldu. AB coğrafyasında, ülkesini hükümetin değil de devletin yönettiğini düşünen vatandaş pek yoktur. Öne çıkan devlet değil halktır. Temsilcisi de seçimle iktidara gelen hükümetlerdir.

Türk halkı ise Osmanlı dönemi dahil 1950’ye kadar devlet tarafından yönetilmiştir. Devletin, yönetimi bir hükümete bırakması 1950’de Demokrat Parti’nin seçimleri kazanmasıyla mümkün oldu. İsmet İnönü’nün demokrasiye geçiş iradesi, Celal Bayar’ın, “İstiklal Savaşı kahramanı” ve “Atatürk’ün başbakanı” gibi nitelikleri bu değişimi mümkün kıldı. Ancak Demokrat Parti’nin kendisini devletten üstün ya da bağımsız görmesiyle başlayan çatışma 1960 darbesiyle sonuçlanmıştır. Devlet, kendisine karşı çıktığına inandığı Menderes ve iki bakanını asmış, yüzlerce milletvekilini yılllarca hapsetmiştir.

Menderes iktidarının halkla fazla yüz göz olup hükümet etmeyi devletin önüne koyması, devleti temsil ettiğine inan sivil ve askeri bürokratik güçleri denetimi altına almaya çalışması darbenin ana nedeniydi. Nitekim 1960 sonrası yapılaşmayla, seçilecek hükümetlere karşı devlet güçlendirilmiştir. İktidarları denetlemek üzere Anayasa Mahkemesi kurulmuş, idari mahkemelerinin ve Danıştay’ın yetkileri artırılmıştır. 1980’de de YÖK kurularak, fazla bağımsız davranan üniversiteler hükümetin elinden alınıp devletin eline verilmiştir. 1950 sonrasındaki 57 yıllık sürenin

45 yılında fiilen iktidar olan sağ hükümetler ise devlet tarafından hep şüpheli görünmüş ve devlet adeta onlara karşı korunmak istenmiştir. Hükümetler ise kendilerini devletin oluşturduğu kurumlardan (Anayasa Mahkemesi, Danıştay, YÖK) bağımsız kılmaya çalışmışlardır.

Siyaseti muhafazakâr değerlere bağlı olarak yaptıklarını iddia ettikleri için oy toplayan sağ hükümetlerin hukuk anlayışlarının zayıf, uygulamalarının keyfi olması, siyasi görüşlerini devletin tüm kurumlarına empoze etme gayretleri ve cumhuriyeti cumhuriyet yapan değerlere bağlı görünmek istememeleri, haklarında endişe duyulmasına yol açmıştır. Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına çıkıp çıkmaması devlet ile hükümet anlayışımızdaki farklılıktan kaynaklanan bu güvensizliğin sonucudur.

Ülkemizde rejimin istikrarı devlet ile hükümet arasında kurulu dengeye dayalıdır. Başka demokrasilerde temsili bir görev olan Cumhurbaşkanlığının bizde ciddi yetkilere sahip olması bu dengenin ve dolayısıyla rejimin ihtiyacı olan istikrarının korunamaması endişelerini doğurmaktadır. Demokrasilerde iktidar, bir tahakküm aracı değil bir yönetim aracıdır. İktidara gelme yolunu sağlayan siyaset ise bir uzlaşma sanatıdır. Sayın Başbakan’dan da beklenen bu anlayış ve yaklaşımdır.

DİĞER YENİ YAZILAR