Dünyanın en büyük hazinelerinin sırrı! Halen bulunamamış gizemli hazineler: Altın, mücevher, gümüş ve elmaslar...
Hazineler, defineler, gömülü küp küp altınlar... Kolay yoldan zengin olmak isteyenlerin hayalini süslüyor hazine bulmak. Eğer 'gömülü hazine' hikayeleri uydurma masallar sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Bir yerlerde 'hazine' sözcüğünü duyduğumuzda hemen yola çıkıp araştırmalara başlama duygusu baş gösteriyor.
1. Üzgün Gece Hazinesi
1520 yılının haziran ayında, Aztekler'in başı İspanyol istilacılarla beladaydı. Mücadelenin sonunda, Aztek ordusu İspanyol askerleri Tenochitlan şehrinin dışına çıkarmayı başarmıştı. Fakat İspanyol askerlere şehirden kaçarken toplayabildikleri kadar değerli eşya toplamaları emredilmişti. Askerler 2 büyük problemle karşı karşıyaydı. Birincisi: Tenochitlan şehri bir gölün ortasındaydı. İkincisi ise, askerlerin taşıdıkları altınların gerçekten çok ağır olmasıydı. Bu nedenler yüzünde, İspanyol askerlerin taşıdığı altınların, Tenochitlan şehri civarında sulara gömüldüğü ve bir daha asla oradan çıkartılamadığı söyleniyor. Bu hazineyi aramaya gidecekler için yararlı bilgi: Günümüzde Meksiko şehri, Tenochitlan'dan arta kalan kurumuş havza üzerine kurulu. Bu da demek oluyor ki altınlar, modern binaların altında, toprağın derinliklerinde bir yerlerde.
2. Lima'nın Hazinesi
1820 yılında, İngiliz denizci William Thompson'a çok net bir görev verilmişti: Lima ve Peru'dan elde ettiği hazineyi, hiçbir eksik olmadan Meksikaya getirmesi gerekiyordu. Fakat Thompson verilen emre uymadı ve bu büyük hazineyi Kosta Rika yakınlarında bulunan Coco Adaları çevresine gömdü. Hazine avcıları bu gizemli hazineyi bulmak için yıllardır uğraşıyor. Eski A.B.D başkanlarından Franklin D. Roosevelt bile, 1910 yılında bir kaç arkadaşıyla yola çıkıp bu hazinenin peşine düşmüş. Hazinenin bugün için değerinin 269 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
3. John Singleton Mosby'nin Yağmaladığı Hazine
1863 yılında, destekçileriyle birlikte oldukça riskli bir yağmalama işine girişen John Singleton Mosby, general Edwin H. Stoughton'un hazinesiyle birlikte diğer bir çok altına sahip olmuştu. Virginia bölgesinde, generale ait olan eski bir aile yadigarı ev bulan John'un amacı, ele geçirdiği hazineyi bu evde tutmaktı. Fakat karşılarına oldukça güçlü bir Birleşik Devletler ordusu çıkmıştı. Yenileceklerini hemen anlayan John, elde ettiği hazineyi en güvendiği adamlarından birine vererek, uygun bir yere gömmesini söylemişti. Bu hazine bugün hala bulunabilmiş değil.
4. La Nuestra Señora de Atocha ile Sulara Gömülen Büyük Hazine
Bu hazinenin bir kısmı bulundu, fakat bu demek değil ki kalan kısmını siz bulamayacaksınız. 6 Eylül 1622'de, İspanya'ya ait hazine gemisi La Nuestra Señora de Atocha, İspanya'ya dönerken bir fırtınaya yakalandı ve Florida yakınlarında battı. Gemide bulunan tüm personel boğuldu ve büyük hazine sulara gömüldü. Amerikalı hazine avcısı Mel Fisher, bu kayıp hazinenin bir kısmını 20 Temmuz 1985 yılında buldu. Fisher'ın iddia ettiğine göre, kendisi 500 milyon dolarlık bir hazine buldu. Fakat kayıp geminin kayıtları incelendiğinde 17 ton gümüş, 128.000 altın para, 27 kg zümrüt ve 35 kutu klise altının hala kayıp olduğu söyleniyor. Kalan servetin de peşinde olan Fisher, hazine avı ile uğraşan bir şirket kurmuş ve çalıştırdığı dalgıçlar ile gece gündüz hazinenin peşinde. Söylenene göre dalgıçlar ara sıra altın paralar buluyormuş, fakat büyük hazineye henüz ulaşılamamış.
5. Guatavita Gölü Sularında Yatan Hazine
Genellikle, sular altında uzun süre kalan altınlar antika değerine ulaşır. Fakat bu hazine için durum biraz farklı. Anlatılan hikayeye göre, günümüz Kolombiya'sında, bir grup insan çılgınca bir işe girişmiş. Kasabanın din adamını altın tozu ile kaplayıp, bu adamın Guatavita Gölü'ne altın atmasını istemişler. Su Tanrısı'na bir ibadet olarak gerçekleştirilen bu eylemde, göle oldukça büyük miktarda altın fırlatılmış. Bu hikayeden sonra yüzlerce kişi göle dalıp toprağı kazmak istemiş, fakat Kolombiya hükümeti bu bölgede yürütülecek herhangi bir hazine avını yasaklıyor.
6. Naziler Tarafından Çalınan Avrupa Hazineleri
1930 ve 1940'lı yıllarda Avrupa'da terör estiren naziler, ele geçirdikleri bölgelerde evleri talan etmeleri ve değerli ne varsa çalmaları ile biliniyor. İkinci Dünya Savaşı'nda Alman güçlerinin yenilmeye başlamasıyla beraber, bir çok nazi elde ettiği değerli şeyleri ya yok etti ya da bir yerlere sakladı. Fakat bilinen bir gerçek var ki, Avusturya'da bulunan Toplitz Gölü'ne çok değerli şeyler atıldı. Bu gölün altında çok büyük bir hazine yattığı söyleniyor. Fakat Avusturya hükümeti bu bölgede hazine araması yapılmasına çok nadir izin veriyor.
7. Eyalet Altınları
1865 yılında, Amerika'da oluşan birlik dağılma dönemine girmişti ve Güney eyaleti birlikten ayrılıyordu. Ayrılan eyaletin hazinesi ile ne yapacağına karar veremeyen birlik üyeleri, bu hazinenin bir kısmını kendi bankalarına koymaya karar verdi. Fakat söylenen o ki, arta kalan ve 140.000 dolar değerinde olan hazine Washington civarında bir yerlere gömülmüş.
8. Flor Do Mar'ın Hazinesi
Zamanının en büyük gemilerinden olan Flor Do Mar, Malacca'dan dönerken büyük bir hazineye sahipti. Buna rağmen karaya mı oturdu denizin dibine mi bitti bilinmiyor. Siyam kralının söz verdiği hazinelerle dönen gemiye ne olduğu hakkında hiçbir bilgi yok.
9. Atahualpa'nın Altınları
İnka hanedanı Atahualpa, askerleriyle birlikte Cajamarca'yı yakaladığında özgürlükleri karşılığında sahip oldukları hazinelerin tamamını talep ediyordu. Bu talep ölmemek için kabul edildi. Buna karşın İspayon Kral enteresan bir kararla bu hazineyi redderek derin sulara gömdü. Yeri ve akıbeti halen bilinmiyor.
10. Cengiz Han'ın Mezarı
Bu denli büyük kralların ve hanedanların mezarlarının büyük hazinelerle dolu olduğu aşikar. Yüzyıllardır Moğol Kralı Cengiz Han'a dair hazinelerin nerede olduğu delicesine araştırılıyor. En tanıdık teori ise bu mezarın ve hazinenin Onon Nehri kıyılarında olduğu yönündedir.
11. Oak adası Hazinesi
Kanada'nın Nava Scotia Adası yakınlarında küçük bir ada. Hakkında türlü efsaneler bulunan bu ada, para kuyusu olarak da adlandırılıyor. Efsaneye göre adada kimsenin tahmin edemediği bir hazine gizli. Hazine hakkında çeşitli rivayetler var. Kimi defineci dini hazinelerin var olduğunu savunsa da en güçlü tezler İspanyol korsanların tarihe damga vuracak ganimetlerinin bulunduğu olmasında toplanıyor. Çeşitli tuzaklar ve bir türlü gizeminin çözülemediği Oak Adası'ndaki o hazineyi bulmak isteyenlerin başına gelenler ise oldukça ürkütücü...
Definecilerin lanetli saydığı Oak Adası hakkında efsaneler
Kanada'nın Nava Scotia Adası yakınlarında küçük bir ada. Hakkında türlü efsaneler bulunan bu ada, para kuyusu olarak da adlandırılıyor. Efsaneye göre adada kimsenin tahmin edemediği bir hazine gizli. Hazine hakkında çeşitli rivayetler var. Kimi defineci dini hazinelerin var olduğunu savunsa da en güçlü tezler İspanyol korsanların tarihe damga vuracak ganimetlerinin bulunduğu olmasında toplanıyor. Çeşitli tuzaklar ve bir türlü gizeminin çözülemediği Oak Adası hakkında tezler.
Orada olduğu biliyor fakat çıkarılamıyor
Oak Adası, Nova Scotia kıyıları açıklarındadır. Mahone Körfezi’nin geniş dönemeci ile korunur. Tarihte 1975 yılından beri söylenti halinde gümüze kadar gelen hazine dedikodusu hala gizemini koruyor. Oak Adası'nda gömülü hazine için bir çok defineci servetini ve neredeyse tüm hayatını adadı. Hazinenin orada olduğu biliniyor fakat gelişen tüm teknolojiye rağmen çıkarılamıyor. Hatta kuyunun bir çok bölümüne halen daha girilmiş değil.
Oak Adası kehaneti nasıl başladı?
Daniel McGinnis adlı 16 yaşında bir delikanlı, Mahone Körfezi’ni kanosuyla geçiyordu. McGinnis, Nova Scotia’nın güney kıyısındaki Mahone Körfezi’nde bir adada kıyıya çıktı. Körfezin güneydoğu kıyısı açıklarındaki bu adayı neden seçtiğini kendisi de bilmiyordu. Çünkü, yakında başka adalar da vardı. Belki de, McGinnis adanın farklılığından etkilenmişti. Oak (Meşe) Adası, adını, tüm adayı kaplayan sık kızıl meşe ormanından almıştı.
Oak Adası nasıl bulundu?
Mahone Körfezi ve Oak Adası’nın haritası. Define burada aranmaya başlandı. 1795 yılının bir yaz günü, 16 yaşındaki Daniel McGinnis kanosu ile kürek çekerek Mahone Körfezi’ni geçti ve Oak Adası’nda keşfe çıktı. Sonra da Para Çukuru’na rastladı.
Ağacın dalı
McGinnis, ağaçlar arasındaki eski bir patikayı izleyerek adanın içlerine yürüdü. Derken, bir açıklığa vardı. Burada meşe ağaçları kesilmişti. Yeni yetişmekte olan ağaçlar onların yerini almak üzereydi. Ancak, ne gariptir ki, açıklığın orta yerinde tek bir ulu meşe yükseliyordu. McGinnis ğacın dallarından birinin budanmış olduğunu fark etti. Budanmış dalın çotuğu, topraktaki bir göçüğün 5 metre kadar üstünde uzanıyordu. Bu göçük nokta ile dalda gördüğü çentikler, delikanlının dikkatini çekti. Bakar bakmaz göze çarpan çentiklerin, bir iple yapıldığına hükmetti.
McGinnis, bir defineye rastladığını düşündü. Hemen oturduğu kent olan Chester’a geri döndü. Oak Adası’ndan 6 km mesafede olan Chester, Mahone Körfezi’nin doğu kıyısındaydı. Delikanlı, buradaki arkadaşlarını yardıma çağırmayı düşünüyordu.
Ertesi günü McGinnis, yanında 20 yaşındaki John Smith ve 13 yaşındaki Anthony Vaughn’la Oak Adası’na döndü. Delikanlılar ellerinde kazma küreklerle, meşe ağacının altında çalışmaya koyuldular.
Akılalmaz sistem
Oak Adası'nın bu kadar gizemli kalması ve defineciler tarafından lanetli sayılmasının en büyük göstergesi, yapılan çalışmaların bir aşamaya geldiğinde para çukuru diye adlandırılan bölgenin bir anda suyla dolması ve kazı işleminin yapıldığı bütün bölgeleri su basması. Cevabı bulmak zor değildi. Para Çukurundan 150 metre uzaklıkta, en yakın kumsaldaki Smith’s Koyu’nda çabucak yapılan bir araştırma her şeyi açığa çıkardı. Sular çekilince, kumlar suyu sıkılan bir sünger gibi akıtıyordu.” Küreklere sarılıp biraz uğraşınca iş anlaşıldı. 4 metre derinlikte, çalışanlar artık iyi tanıdıkları 5 santimetre çapında bir hindistan cevizi elyafı tabakasıyla karşılaştılar. Bunun altında ise 13 santimlik bir deniz yosunu tabakası vardı. Sonra birbirini çaprazlamasına kesen, itinayla dizilmiş yassı taşlar geliyordu.
Ancak bir mühendis yapabilir
Bunun da ötesinde, planlanması bu kadar parlak, gerçekleştirilmesi bu kadar usta işi olan bir projenin, korsanlar gibi ayaktakımı insanlara yakıştırılması Furneaux’a göre gülünçtü. Furneaux’un danıştığı bir uzmana göre, açılan tünel, disiplinli 100 adamla üç vardiya halinde ancak 6 ayda tamamlanabilirdi. Onları böylesi yıpratıcı bir çalışmada yöneten ise, çok iyi eğitim görmüş, deneyimli bir mühendis olmalıydı.
Son olarak meşe ağaçlarıyla ilintili olarak, daha önce sözü edilen yapılış tarihi gündeme geldi. Eğer Furneaux haklı idiyse korsanların bu konuda lafı bile edilemezdi. Çünkü bu işi kim yaptıysa Des Barres’in planını görmüş olmalıydı (Öyleyse para çukurunun yapılışı 1770’lerin ortasından sonra başladı). Oysa, bu sıralarda korsanların Karayipler ve Atlantik kıyıları boyunca kurdukları egemenlik günleri geride kalmıştı.
Çukur yeri kayboluyor
Daha önce defalarca yapıldığı gibi, su tünelini kesme işleminde yine bir hata yapıldı. Girişim, kıyıya değil de, Para Çukuru’na yakın bir yerde yapıldı. Oysa kıyıya yakın bir noktada su tüneli elbette yüzeye yakın olurdu. Çabalar yine başarısızlıkla sonuçlandı. Derken, yine önceden olduğu gibi, Para Çukuru üzerinde çalışmaya girişildi. Bu kez işler daha da zorlaşmıştı. Çünkü yüz yıl süren tahribat, çukurun tam yerinin de belirsiz hale gelmesine yol açmıştı. Blair ve ortakları yine de çukuru bulmayı başardılar. Bunun için, önceden mille açılmış tünellerden birinden bir yan tünele geçip, oradan yukarı doğru çıktılar. Su tünelini, 30 metre düzeyinde Para Çukuru’na girdiği noktada keşfettiler. Ancak gelgitin basıncı, suları o düzeyde kesemeyecek kadar fazlaydı.
Hiçbir şey bulunmamış değil...
Olayların akışına göre, artık delme vakti gelmişti. Önce içeri 3 inç kalınlığında bir boru soktular. Boru 126 feet derinlikte demire rastladı. Borunun içinden aşağı bir delgi sarkıttılar. Delgi, engeli aşıp geçti. 151 feet derinlikte ise, çimento olarak tanımlanan bir şeye çarptı. 20 inç aşağıda bu kez, delgi, 5 inç kalınlığında bir meşe bölmeye rastladı.
Sonra, büyük metal nesnelere “benzeyen” bir şeylere vurdu. Burguyu ısrarla döndürüp çevirerek, bunları yerinden oynattılar. Burgu da, görünürde, aralarından kayıp geçti. Sonra gevşek bir metal tabakaya gelindi. Delginin bu tabakadan geçmesi daha da zor oldu. Bunun ardından, yine büyük metal nesnelerle karşılaştılar. Birinci Truro grubu, 1897’de tahta ve metal bölmelerden geçtiğinden bu yana, gömülü bir mal olduğuna ilişkin ilk kanıttı bu. Delgiciler, iki metal çubuk dizisi arasında bir tabaka, gevşek bir madeni para tabakası olduğuna hükmettiler. Üstelik de, çubukların demirden olduğunu sanmıyorlardı.
Kırmızı boyalı su ile yapılan deney!
Sonradan yapılan basit bir deney yeterli oldu. Blair, su en yüksek düzeydeyken Para Çukuru’na kırmızı boya boşalttı. Boya, Para Çukuru’ndan 600 feet uzakta üç ayrı yerde yüzeye çıktı. Ancak bu kez yüzeye çıktığı yer, adanın güney kıyısındaydı. Bu ikinci tüneli kesmek için de, hüsranla sonuçlanan bir çabada bulunuldu. Blair, toprağa 6 mil sokarak, altı tünel açtı. İşi bittiğinde, ortaklığın parası da bitmişti. Çabasının tek sonucu olarak, Para Çukuru’nun çevresinin bataklıktan farkı kalmadı. Öyle ki, tam yerini bulmak mümkün olmayacak gibiydi.
Ancak, birbirini izleyen bu başarısızlıklar dizisi içinde, Blair olumlu bir keşifte de bulundu. Bulduğu esrarlı bir nesne, hem kendi ortaklığının üyelerinin, hem de daha sonraki hazine avcılarının kuşkularını sildi. Artık, hiçbir kuşkuya yer bırakmamacasına, Para Çukuru’nda bir şeyler gömüldüğüne emindiler.
Delme işlemlerinden biri sırasında, burgu toprak yüzeyine, top haline gelmiş küçük bir parşömen kağıdı parçası çıkarmıştı. Kağıdı düzelttikleri zaman, üzerinde “V.I.” harflerinin yazılı olduğunu gördüler. Bu harflerin ne anlama geldiği belli değildi. Ama, bu kadar büyük bir derinlikten çıkarılan bir parşömen parçasını göz ardı etmek de mümkün değildi. Mutlaka bir tür kanıttı bu! Peki ama neyin kanıtıydı?
Define bir efsane mi?
Aramaları bundan sonra sürdüren kişi, New Yorklu bir maden ve deniz mühendisi olan Yüzbaşı Harry L. Bowdoin oldu. Bowdoin işe iyi girişti. Önce Para Çukuru’nu 113 feet derinliğe kadar temizledi. Buradan aşağı bir çekirdek delgi (göbek mili) sarkıttı. Delgi, 149 feet derinlikte, çimento olduğu sanılan bir şeye çarptı. Kazıyı yürütenler adamakıllı heyecanlandılar. Acaba gerçekten su geçirmez bir hazine odasının eşiğine mi gelmişlerdi?
Ne yazık ki, hayır. Bunu izleyen 18 feet boyunca yukarı yalnızca sarı balçık ve taş çıktı. Sonra da asıl kaya tabakası geldi. 25 delik daha açılması da hiçbir sonuç vermedi. Columbia Üniversitesi’nden uzmanlar ise, çimento sanılan madde hakkında yargılarını bildirdiler. Bu, suyun etkisiyle çukurlaşmış doğal kireçtaşıydı. Bowdoin, definenin bir efsane olduğunu söyleyerek adayı terk etti.
Korsanlar hazine saklarlar mı?
Para çukurunun ve onun özenle korunmasının, korsan işi olduğuna dair var olan iddialar, Furneaux için alay konusu oldu. Her şeyden önce korsanların derine sandıklarını gömmek için yer aramaları kurgudan başka bir şey olamazdı. Bu düşünce, genel olarak korsanların günü gününe yaşam anlayışlarına tümüyle aykırı düşüyordu.
Korsan tayfalarına pay hesabına göre, kesin ödeme yapılırdı. Bütün denizciler gibi onlar da çeşitli zorluklarla elde ettikleri paraları seferden sonra, dilediklerince harcamak isterlerdi. O halde bir daha yakınından bile geçmeyecekleri uzak bir adaya hazine saklamak için kaptanlarına niçin yardım etsinlerdi? Bu yaklaşım Furneaux’a ait bir varsayımdı, ama anlamlı bir yaklaşım oldu.
Hazine daha önceden çıkarılmış olabilir mi?
Dolayısıyla bu teoriye göre, 1780 civarında bir tarihte, ender rastlanan bir dehaya sahip meçhul bir mühendis yönetimindeki Britanyalı bir istihkâm bölüğü, Oak Adası’na indi ve büyük bir iş başardı. Nesiller boyunca define avcıları için buradan çıkan anlam şudur: Eğer hazine oraya yerleştirildiyse, saklayanlar tarafından yeniden çıkarılmış olabilir. Çünkü Clinton’un İngiltere’ye döndüğünde kaybolan birkaç milyon hakkında açıklama yaptığına dair bir kayda rastlanmıyor.
Eğer para çukurunun kusursuz bir akış düzeni varsa, hazine saklandığı yerden nasıl geri çıkarıldı? Yıllar boyu araştırmacılar boşuna suyun çıkış noktalarını aradılar. Su çıkış noktalarını, planlayıcının, geri döndüğü zaman suyu kapayabilmesini sağlamak amacıyla yerleştirdiği düşünüldü. İşte kör geçit, Furneaux’ya göre, para çukurunun ta kendisiydi. Ona göre para çukuru ve tüneller kazıldıktan sonra (fakat birleştirilmeksizin), tünelin bir ya da daha fazla kolu çukurdan dışarı ve yukarı doğru çıkıyordu. Yukarıya çıkan bu tünellerin ucunda, toprak yüzeyinin biraz altında hazine gizliydi.
Sonra para çukuru doldurulmuş, su tünelleri bağlanmış, hazine de orada tümüyle güvenceye alınmıştı. Hazinenin yerini ancak, tam olarak bilen kişi bulabilirdi. Başka herkes çukurun bataklığı içinde debelenip duracaktı.
Dünya tarihinin en büyük hazinesi bulundu!
Tarihin en büyük batığı olan bu gemide yaklaşık 18 milyar dolarlık değerli maden bulunuyor. Tam 300 yıl önce Karayip Denizi'nde İspanyol gemileri ile İngiliz gemileri karşı karşıya geldi. İki tarafın donanması arasındaki çatışmada İspanya'ya ait San Jose isimli gemi de battı.
San Jose gemisi 2018 yılında otonom araçlarla keşfedilmişti. Kolombiya ordusu en büyük batıktan yeni görüntüler paylaştı. 2015'te bulunan gemi 1708'de batırıldığında Amerika kıtasındaki hazineleri Avrupa'ya taşıyordu.
Uzmanlara göre San Jose'nin içindeki altın ve kıymetli madenlerin günümüz dünyasındaki değerinin ise 18 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor. Gemideki altın gümüş ve zümrütün toplam ağırlığının 200 ton olduğu belirtiliyor.
Okyanusun 900 metre altındaki batık son teknoloji ekipmanlarla görüntüledi. Kayıtlara bakıldığında denizin dibinde binlerce altının olduğu görülüyor.
Bunların yanısıra Çin porselenleri de dikkat çekiyor. Ayrıca bölgede daha önce tespit edilemeyen iki gemi kalıntısı daha bulundu. Bu gemilerin San Jose'den 100 yıl sonra battığı tahmin ediliyor.
SERVETE DOKUNULAMIYOR
18 milyar dolarlık servetinin denizin dibinde daha uzun süre yatacağı tahmin ediliyor. Gemi 2015 yılında tespit edildiğinde İspanya, Bolivya ve Kolombiya arasında bir savaş başladı. Üç ülke de definenin kendilerine ait olduğunu savunuyor.
Geminin battığı 1708 yılında, Kolombiya, İspanya İmparatorluğu'nun bir kolonisiydi. Öte yandan gemideki değerli malzemeler çoğunlukla günümüzde Peru ve Bolivya'ya ait topraklardan toplanmıştı.
Ülkeler arasındaki bu hak mücadelesi nedeniyle hazinenin bir süre daha okyanus altında yatacağını söylemek mümkün.