Gazete Vatan Logo

Ülkemdeki haksız savaşlara karşı çıkışım asiliğimden geliyor

´Şalvarlı, kara gözlü türkücü imajını sarı saçlarım ve kotumla yıktım´

Arif Sağ’ın türkücü gelini olarak adını duyuran Pınar Sağ, okullu bir halk müziği sanatçısı. Ama albümlerinden çok davalarla gündemde... Tunceli’de katıldığı bir festivalde söylediği “Artık dağlarımızda çatışmalar olmasın, kimse ölmesin. Mercan Dağları’nda 17 genç silahsız öldürüldü” sözleri yüzünden hakkında “suç ve suçluyu övmek” suçundan 2 yıl hapis istemiyle dava açılan sanatçı, geçen yıl da TİKKO kurucusu İbrahim Kaypakkaya’yı övmek iddiasıyla ifade vermişti. Arif Sağ Müzik Okulu’nda öğretmenlik de yapan Sağ, sözlerini tekrar eden gençleri uyardığını dile getiriyor: “17-18 yaşında gençler benim konserde söylediklerimin aynısını söylüyor. Diyorum ki, aman yapmayın, benim başım yandı. Bari siz dikkat edin kendinize...”

* Nasıl bir ailede büyüdünüz, müzikle ilk ne zaman tanıştınız?

Ben 1979 İstanbul doğumluyum. Ama aile kütüğümüz Erzurum Aşkale’de... Alevi olduğumuz için çocukluğumdan beri halk kültürüyle, ezgilerle, bu gelenek içinde büyüdüm. Duvarımızda bağlamamız her zaman asılıydı. Gözümü ilk açtığımdan itibaren türkülerle var oldum. 13 yaşında bağlama kursuna başladım, İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı’ndan mezun oldum.
16 yaşından itibaren bağlama ve nota öğretmenliği yapıyorum. Karşımdaki insana en küçük bir notayı öğretmenin mutluluğu trilyonlara değişilmez. Yetiştirdiğim yüzlerce öğrencimle çok ciddi paylaşımlarım oldu. Bizim geleneğimizde bir üzümü 40’a bölüp yemek vardır. Ben Çağlayan gibi varoşların yoğun olduğu bir bölgede büyüdüm. Tabii ki orada o kültür hayatıma çok olumlu yansıdı. Çünkü ben orada azla yetinmeyi, hiç tanımadığım insanlara kapı açıp dost olabilmeyi öğrendim. İlk kasetim “Türkü Söylemek Lazım” 2003’te çıktı. Şimdi de 1 ay içinde “Mavi Bir Düş” çıkacak.

Sanatçının işi sadece çıkıp şarkı söylemek değildir ben hep barıştan yanayım

* Türkiye’de pek çok sanatçı politika konuşuyor ama hep size “suç ve suçluyu övmek” suçundan dava açılıyor. Neden?

İnsanlar çok fazla taraf olmaktansa, ortada durmayı tercih ediyor. Hep “Rengimi belli etmeyeyim”, “Kimseyi karşıma almayım” diye düşünülüyor. Ama ben cesur bir insanım. İnandığım değerler ve ilkeler uğruna kaybetmeyi göze alırım. Bu ülkenin bugünlere gelmesinde çok değerli olduğunu düşündüğüm isimleri söylerken bana davalar açılıyor. “Suç ve suçluyu övmek” üzerine olan 215’inci maddeden yargılanıyorum. Sanatçının işi, sadece çıkıp türkü söyleyip gitmek değildir. Çünkü sanatçı bu ülkenin aydınlarındandır, gerçeklerindedir. Ben hep ülkemde kardeşlik ve barıştan yana saf tuttum. Bir Alevi olarak mezhebimden onur duyuyorum. Birileri bunu yargılasa da, yadırgasa da, böyle bir mezhebin bireyi olmaktan hep onur duyacağım. Benim çok yakın Ermeni ve Kürt dostlarım da var. Bizler bu ülkede yüzyıllarca birbirimizden kız alıp verdik. Aynı halaylara durduk. Yeri geldi, aynı coğrafyada bir lokma ekmeği paylaştık. Türkü söylerken, asla savaş ve kanı onore edecek bir söylemim yoktur. Çünkü bize yaraşan dostluk ve barıştan yana saf tutmaktır.

* Tunceli’deki konserinizde “Dağlarımızda artık çatışma olmasın” demişsiniz. Herhalde bu sözden size dava açılmadı, neydi esas mesele?

Dersim bölgesi her zaman biraz devlet için sakıncalı görünmüştür. Hep “olağanüstü halin” yaşandığı bir bölge gibi görünür. Ama Dersim gerçekten de insanıyla, toprağıyla 7’den 70’e oradaki tüm rengiyle, en çok da doğa anlamında tecavüze uğramış bir bölgedir. Ama ben diyorum ki, bu dağlarda çatışmalar olmasın, sonuçta orada dökülen kan hangi taraf olursa olsun, bu ülkenin çocuklarının kanı. Ben burada “kanı” savunmuyorum. Dersim bölgesindeki son davamda ise, yine ben 2009’da da Dersim Nazımiye İlçesi’nde verdiğim konser sırasında söylediğim sözlerden dava aldım.

* Bir yasa dışı örgütün kurucusunu övmek suçundan...

Suç ve suçluyu övmek nedir? Gerçekten de ortada bir suçlu varsa ve bu kişi hakkında “suçlu” diye hüküm verildiyse, evet, suçludur o kişi. Ama yalnız İbrahim Kaypakkaya’yı “övme” vasfından yola çıkmak, doğru değil. Ben orada daha hakkında hüküm verilmemiş, yargılanmamış ve işkence sürecinde gencecik yaşta katledilmiş bir insanın adını söyledim. 10 gün önce Tunceli’deki ilk davamın savunmasında da bunu söyledim. Bu kişi sınıfsal ayrımlara karşı durmuş birisi. Bir dönem Denizler’in ipini çekenler şimdi özür dilemeye başladı. Çünkü vicdan ve kendini aklama mücadelesi var. Bana dava açıldıysa, o zaman Başbakan da Erdal Eren’in 17 yaşındayken yaşı büyütülerek katledilmesi gibi 80 döneminden isimlere örnek vermesine ne diyeceğiz? “Demokrasi şehidi” diye adlandırılan Adnan Menderes örneği de önümüzde. Eğer durum böyleyse o zaman Başbakan’a da “suç ve suçluyu övdüğü için” dava açmak gerekiyor.

Alevi kimliğim mi yoksa gözü kara bir kız olduğum için mi dediklerim batıyor?

* “Mercan Dağları’nda 17 genç silahsız öldürüldü” diyorsunuz. Acaba bu öldürülen kişiler terörist olarak mı biliniyordu?

Ben tabii ki Dersim bölgesinde yaşamıyorum. Ama bir aydın olarak, 17’lerle ilgili araştırma yaptım. Mercan Dağları’nda yapılan bir çatışmada 17 genç öldürüldü. Bölge insanlarından bu insanların “silahsız olarak” öldürüldüğünü öğrendim ve yargı huzuruna çıkmadan öldürülmelerine karşı çıktım. Dostoyevski ne demiş, “Eğer dünyanın herhangi bir yerinde bir acı yaşanıyorsa ve sen sırtını dönüyorsan, orada kendini ve insanlığını yargılamalısın.” Bu illa ki, benim yaşadığım İstanbul bölgesinde olmak zorunda değil. Ben coğrafyamın hangi bölgesi olursa olsun, bir acı varsa, o acının yanında saf tutarım. “Suçlu” diye hakkında yargı kararı alınmış Mehmet Ali Ağca çıktığında, onu alkışlayanlar neden suçluyu övmüş olmuyor? Bana neden dava açılıyor? Sadece Alevi kimliğimden ötürü mü? Yoksa hakikaten çok gözü kara ve deli bir kız olduğum için mi her dediğim batıyor?

* Gerçekten de bir asilik var mı sizde?

Asiyim, evet. Ben Asi Nehri’ni de çok severim, ters aktığı için... Ama müzik hayatımda yola çıktığım ilk günden beri hep insan yetiştirmekten yanayım. Hep “Paylaşım kadar güzel bir değer yoktur” demişim. Bir aşkı yaşa, korkma ve paylaş... Bu kadar güzel ve özel duyguları dile getirirken, eğer ülkemdeki herhangi bir bölgede haksız savaşlar yaşatılıyorsa, tabii ki ona da karşı çıkmalıyım. Bu da asiliğimden ve ‘eyvallahçı’ olmayışımdandır.

Sahnede barış mesajları verirken dava açılacak mı diye hesaplar yapamam

* Çocuklarınız varken ve müzik yaparken, sürekli davalarla uğraşmak sizi yıprtamıyor mu?

Zaten yaptırılmak istenen budur. Şu anda korku ülkesi yaratılıyor. Bunun ucu şu anda bizlere değmiyor ama gün gelecek değecek. Bir köşe yazarının bir sözü beni çok etkiledi: “Bir gün kapınız çaldığında, komşunuz değil, polis geldi beni tutuklamaya” diye düşünüyorsanız, o ülkede gerçekten faşizm yaşanıyordur. Ben sahnede binlerce insanın karşısında türküler söyleyip barış mesajları verirken de hesap yapamam. Âşık ‘Elmayı seviyorum diye elma beni sevmek zorunda değil’ demiş ya, ben de halkımla bir şeyler paylaşırken öyle bir rant derdinde değilim. Hem özgürlüğü, hem de gerçekten aşkı savunabilen bir insanım. Ben toprağına aşık bir insanım. İnsanlara karşı yapılmış bir katletme mantığı varsa tabii ki karşı duracağım. Ermeni olmama gerek yok, ama ben Hrant Dink’in cenazesinde pankartları taşıyan kişiler arasında en öndeki kişiydim. Ve o dönemdeki bütün gazetelerin manşetindeydim. Ama Pınar Sağ olarak değil, halktan biri olarak...

* Halkın içine sık sık karışır mısınız?

Ben çok deli doluyumdur. İstiklal’de çıkarım, dostlarımla dolaşırım. Dernek gezilerimde çekirdeğimi alıp çimenlerde otururum, çok rahatlıkla bir gecekondu bölgesinde milleti toplayıp muhabbet ederim. Bunları çok sık yapıyorum. Özellikle 6 yaşındaki ikiz çocuklarım Turna (kız) ve Toprak’la (erkek) birlikte bu gezileri yapıyoruz. Bu yaşamları onları göstermek istiyorum. ‘Hayatınız sadece sizin eviniz ve okulunuz değil, dışarıda bir mücadele var’ diyorum. Ekmek kavgası var. Çocuklarıma ‘Benden ne istersiniz?’ diyorum. Bana ‘Bir tek kırmızı gül getir, bize yeter’ diyorlar. Bu çok anlamlı. Gül istiyorlar çünkü ben onlara daha şimdiden elimden geldiğince sosyalizmi öğretiyorum. Ortak paylaşımın önemini anlatıyorum. Maden işçilerinin ölümünü konserlerimde çok dile getirdiğim için kızım bana sordu: ‘Anne, emekçiler neden öldü?’ Ben de ‘Kızım bu bir hikâye’ demiyorum, gerçekleri o yaşta da olsa anlatıyorum.

Şalvarlı, kara gözlü türkücü imajını sarı saçlarım ve kotumla yıktım

* Genç kuşaklar artık eskiye oranla pek türkü söylemiyor. Türkülerimizin nesli tükeniyor mu sizce?

Bence hiçbir zaman türküler tükenmez. Çünkü “gençlik” dediğimiz belli bir kesim. Daha çok popüler kültürle ve günlük hayata önem veren ve “bugünü kurtardım” zihniyeti ile yaşayan insanların yaklaşımı bu. Çünkü türküler bu ülkenin gerçeğidir. Aşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü sahnede okuduğumda, “Bunu ben hiç bilmiyorum” veya “Ay bu ne” diyen hiç kimseyi görmedim. Avrupa konserlerim de buna dahil. Uzun ince bir yoldayım, ortak bir ezgidir. Sonuçta bu ülkenin gerçeğidir türküler ve bildiğimiz bazı şarkılar. Ama gerçekten ülkemiz ciddi anlamda bir dönem susturuldu. Ve türkü söyleyenlere karşı hep bir önyargı oldu. Hatta ben ilk çıktığımda sarışınım, mavi gözlüyüm, kot giyiyorum, fazlasıyla doğaldım. Bir anda bazı insanlar beni eleştirme ihtiyacı hissetti. “Acaba halk müziği söyleyen biri böyle olabilir mi?” dediler. Neydi o ana kadar normali? İşte şalvar olmalı, kara kaş, kara göz olmalı. Biz bunları yıktık. Ben konsere çıktığımda biliyorum ki, bir yerlerde beni örnek alan insanlar ve gençlerimiz var. Bakıyorum da benim gibi bir giyim tarzı belirliyorlar. Ya da konserde benden önce çıkan nice genç şarkıcı benim önceki konserde söylediklerimin aynılarını söylüyor. Diyorum ki, “Yapmayın, beni başım yanıyor. Bari siz dikkat edin kendinize.” Ama “Hayır Pınar Abla, biz senin yanındayız” diyorlar. Bu bir yoldaşlık anlayışıdır. Ben 31 isem, onların çoğu 17-18 yaşında...

Haberin Devamı