Gazete Vatan Logo

Seksenler

Kızma birader oynamayı biliyor musunuz? Kağıt elbiseli bebekleriniz oldu mu?

Sokaktaki eskici, demirci, tabakçı? Yoğurtçu, hallaç, köşedeki kasetçi? Ediyorsa seksenlerde çocuktunuz demektir.

Her kuşak, geçmişte bıraktığı ayrıntıları hatırlamayı, hatırlatmayı ve onu kalıcı hale getirmeyi sever. Bu, birbirini hiç tanımayan ama aynı dönemde çocuk olmuş insanların gizli anlaşması gibidir. Biri çıkıp olanı biteni az da olsa hatırlattığında zihninizin bir köşesine sinip kalmış ayrıntılarınız gizlendikleri yerden birer birer çıktığında o kişinin adını bilmeseniz bile onu düşündükçe içiniz sıcacık olur. Söz ettikleri sizin çocukluğunuza, ilk gençliğinize, masumiyetinize dönüştür çünkü. Seksenlerin gençliği, aldığı terbiye sebebiyle sınırları ne kadar istese de zorlayamamış, ona verilenle yetinmeyi bilmiş, yaptığı ufak tefek yanlışlarla yalnızca kendisini üzmüş, başkalarına asla zarar vermemiş bir nesildir.

Kitapların arasında güller kurutan, sevdiği şarkılardan kasetler doldurtan, plaj kültürünü yeni yeni geliştirmiş, köşe başlarında, dondurmacı önlerinde akşam sohbetleri yapan, sokakta, boş arsalarda oynayan, her mahallede bir perili köşkü olan, defterine kenar süsü yapan, Kara Şimşek, Bonanza, Pasaklı Sally, Tatlı Cadı izlemiş bir nesildir. Hem hiçbir şeyi olmayan hem her şeye sahip bir nesil... Oğuz Tektaş, “Seksenler” adlı kitabında işte böyle sevimli, insanı bazen gülümseten bazen hüzünlendiren ayrıntılarla neredeyse hiçbir şey atlamadan anlatıyor. Kitap, 1970’li yıllarda dünyaya gelen ve seksenlerde çocuk ve genç olanların bilebileceği o tuhaf, eğlenceli dönemi çok keyifli örneklerle yeni neslin gözlerinin önüne seriyor. Gençlik, bunları okurken bizim kuşağa uzaylı, gözüyle de bakabilir, bize acıyabilir, asla özenmez. O dönemin hem siyasi, hem ekonomik hem de kültürel anlamda nasıl hızlı ve şaşırtıcı bir değişim süreci olduğunu bilenlerse, kendilerini yaratıcı, bilinçli, hayal gücü sapasağlam ve ümitli bir nesil olarak tarif edeceklerdir.

Az’ların içinde çok’ları bulmayı beceren, küçük şeylerle mutlu olmayı bilen, tasarrufu öğrenmiş, değerlerine sahip çıkan neredeyse son nesildir seksenlerde çocuk olanlar. Futbolda Maradona’yı, pop müzikte Madonna’nın doğuşunu bilen, yazın sıcak öğleden sonralarını atari salonlarında geçirmiş, en yakın parfümericiden evdeki boş şişeye seksen derece limon kolonyası doldurtmuş, karşı ki kuruyemişçiden leblebi tozu, kuş lokumu almış, Şeker Kız Candy ile ilk aşkın ne olduğunu az da olsa anlamış, Celal Şahin’in akordeonundan en güzel hikayeleri dinlemiş, Heidi’yle özlem, dostluk ve aile kavramlarının içini doldurmuş, üniversite sınavlarının, lisedeki alanların ilk değişimini yaşamış, hayatın her getirisini tevekkülle kabul etmiş çocuklarıydı.

Ruhu alınmış çocuklar değildik

Halit Kıvanç’ın maç yorumlarıyla, Cenk Koray’ın Pazar programlarıyla Barış Manço’nun modern halk edebiyatıyla, Erkan Yolaç’ın Evet-Hayır’ıyla Kaptan Cousteau’nun Calypso’suyla büyümüş; tanıdığı her insandan, izlediği her programdan, okuduğu neredeyse her satırdan bir şeyler öğrenmiş bir nesildi.

Bu neslin kendi kaleminin ucuna sıkışmış neredeyse tüm ayrıntılarını yine o dönemin tatlı üslubuyla anlatan yazarın belki de bu kadar başarılı olmasının gerisinde geçmişe duyduğu özlem ve geçmişle bugün arasında kalan dev uçurumun etkisi var şüphesiz. Yazara göre seksenler demek... Cam şişeden Coca Cola içmek, bir litrelik cam şişede kola görmek, şalvar kot giyip, saçları tavuk bir şeysi gibi kestirmek, perma yaptırmak, Ajda Pekkan ve Zeki Müren’i “Alo”, Michael Jackson’u “Pepsi” reklamlarında görmek, ”Güç bende artık”, "Voltran, Voltran”, ”Hişt hişt deyince bakmak mı lazım demektir. Türkiye’nin 69 no’lu palakasının Zonguldak olduğunu ve bunun son ilimiz olduğunu bilmek demektir. Elektrik kesintisi, su kesintisi, bidonlar, odun, kömür, beyaz tüpçü, mavi tüpçü, videocu, atarici bilmek demektir. O dönem çocukları, hâlâ bir şeylere şaşırma ihtimali olan çocuklardı. Yazarın deyimiyle, “ruhu alınmış sokaklar”da büyümemiş çocuklardı. Seksenler’i okumak banliyö treniyle geçmişe gitmek gibi olacak sizin için. Rayların üstünde bir sağa bir sola hafifçe sallanacak, oturduğunuz koltukta, yere değemeyen ayaklarınızı sallayacak, pencereden denizi seyredecek, binaları henüz yükselmemiş İstanbul’u görmenin keyfine varacak, trenden indikten sonra biletinizi istasyon görevlisine verecek olmanın tatlı heyecanını yaşayacaksınız...

Haberin Devamı