Bir yıl daha bitti. Okullar kapanıyor. Yaz tatili başlamak üzere… Bütün eğitim paydaşları iyi bir tatili haketti… Büyük bir heyecan içinde karnesini alan çocuklardan kimileri emeklerinin taçlandırmış olmanın gururunu yaşarken, kimileri de karnedeki notları anne-babasına nasıl göstereceğinin kaygısını taşımakta...
Karne ne demektir?
Karne, çocuğun bir yıl boyunca harcadığı emeğin ispatıdır. Harcanan emekler kimine az kimine de çok gelebilir. Ancak, ortada açık bir gerçek var ki, karneler, harcanmış bir çaba ve akıtılmış bir alın terinin belgesidir. karne. Başarı dediğimiz şey, daha çok sonuçlar üzerinden tanımlanmaktadır kültürümüzde. Oysa, sonuçtan daha çok sürecin ve bu süreçte harcanan emeğin değeri üzerinde durmak gerekir. Karneler de, bir anlamda bu sürecin tescili anlamına gelir.
Beklenen başarıyı gösteremeyen çocukların karnesi ile karşılaşıldığında anne-babalar neyi yapmamalı, neyi yapmalıdır?
Arkadaşlarıyla kıyaslama yapılmamalıdır. Bazı anne-babalar, çocuklarının karne sonuçları ile çevresindeki başka çocuklarının karne sonuçlarını karşılaştırma yapabiliyor. Buna bağlı olarak çocuğunun başarısızlığına hükmeden anne-babalar, diğer çocukların başarılarından söz ederek çocuğunu eleştirip aşağılayabiliyor. Bu tür bir yaklaşımı sergileyen anne-babaların, neyi hedeflediklerini düşünmelerini öneririm. Sonuçta, duygularının etkisinde kalmadığında çocuğu kıyaslamanın yanlış olduğunu kendileri de düşünüp söyleyebilir. Ancak önemli olan şey, zorlandıkları durumlar karşısında bu tür davranışlara başvurmamayı başarmalarıdır. Bir çocuğun başkasıyla kıyaslanmasının mantığı yoktur. Hiçbir çocuk diğeriyle aynı özelliklere sahip değildir ki… Elbette her çocuğun birbirinden daha başarılı olduğu ya da daha az başarılı olduğu alanlar olacaktır. Her çocuğun kendi gerçekliğine uygun olarak değerlendirmek ve ona uygun bir çözüm yolu üretmek şarttır.
Beklenen başarıyı göstermediği dersler için öfke ya da şiddet dolu tepkiler gösterilmemelidir.Bir çocuğun karnesini eline aldığında en fazla görmek istediği şey başarılarıdır. Eğer karnesi beklediği gibi değilse, çocuk için bundan daha büyük bedel olamaz. Çocuğun zaten üzüntü yaşadığı düşünülürse, üstüne bir de ebeveynin göstereceği öfke dolu sert tepkilerle karşılaşması hiç de doğru olmayacaktır. Kaldı ki şiddete başvurmak hiç düşünülmemesi gereken bir yoldur. Şiddete başvurmanın suç olduğunu da özellikle belirtmekte de yarar var.
Sonuçta, eğitim sadece bir yıllık bir performansla sınırlı değildir. Her çocuğun daha uzun yıllar kendini gösterme fırsatı olacaktır. Verilecek abartılı tepkilerle, çocuğun geleceğine katkı sağlanmış olmayacak, aksine riski artırılmış olacaktır. Bir çok çocuk için karne dönemi tam bir travmaya dönüşmektedir. Hiçbir ebeveynin çocuğuna böyle bir travmayı yaşatmaya hakkı yoktur. Bu travmatize edilmiş ilişkiler yüzünden gazetelerde büyük üzüntü verici haberlerle karşılaşabiliyoruz. Unutmayın ki, hiçbir karne ve başarı, çocuğun varlığından ve ruh sağlığından daha değerli olamaz.
Çocuk emeğinden dolayı kutlanmalı ve sevgi dolu karşılanmalıdır. Karnedeki sonuçlar ne olursa olsun, anne-babanın çocuğunu kabul ettiğine dair bir duygu aktarımı yapmaları gerekir.
Çocuğun sosyalleşmesinde arkadaşlık ilişkilerinin özel bir yeri vardır. Sosyal ilişkiler, çocuğun dünyası hakkında çok önemli ipuçları verir. Her çocuk kendi kişiliğini bu ilişkilere yansıtır. Kimi çocuk yeni çocuklarla hemen tanışır ve oynamaya başlar, kimi çocuk ise temkinli davranır ve uzun süre izler...
Çocuğun arkadaşlık ilişkileri ile ilgili anne-babaların yaklaşımları nasıldır?
Anne-babalar, çocuklarının arkadaşlık ilişkileri konusunda çok hassastır. Her ebeveyn de, kendi kişilik özelliğine göre farklı tepkiler verir. Bu tepkilerden en belirgin olanları şunlardır:
Kaygılı ve sorgulayıcı ebeveynler. Çocuğun okula başlamasıyla birlikte, her gün çocuğun arkadaşlık ilişkilerini merak edip sorgularlar. Çocuk eve geldiğinde genellikle ilk yaptıkları şey, okulda günün nasıl geçtiğini sormaktır. Konu bir şekilde arkadaşlık ilişkilerine de gelir ve bu ebeveynler sürekli sorun ararlar. Buldukları en küçük şeyleri de fırsata dönüştürür (!) ve yakaladığı bu sorun alanı ile ilgilenmeyi kendine görev edinir.
Yönlendiren ebeveynler. Çocuğun gün içinde yaşadıkları hakkında bilgi alan bazı ebeveynler, çocuğun uygun bulmadıkları davranışları ve yaşantıları karşısında kendilerince akıllıca öneriler ileri sürerler. Çocuğa, okula gittiğinde ne yapması ve ne yapmaması gerektiği konusunda talimat verirler. Kimi çocuk bu yönergeleri dikkate bile almaz ya da unutur gider. Kimi çocuk da, bu yönergeleri abartarak uygulamaya kalkar. Böylece, bu tür öneriler kimi zaman çözüme kimi zaman da yeni bir soruna dönebilir. Çocuk, annesinin “Kendini koruyabilirsin.” gibi bir yönlendirmesini arkadaşlarına vurmak olarak da algılayabilir. O nedenle son derece dikkatli davranılması gerekir.
Öfkeli ebeveynler. Çocuğun arkadaşıyla yaşadığı her sorun karşısında öfkelenir ve hem kendi çocuklarına hem de diğer çocuklara kızarlar. Özellikle okula ve öğretmenlere tepki gösterirler. Öğretmenin sınıf içi dinamikleri kontrol edememesinden yakınırlar. Daha da abartıp diğer çocuğun anne-babasıyla görüşmek isteyenler de olabilmektedir.
Çocuğun arkadaşlık ilişkileri ile ilgili anne-babalar nelere dikkat etmelidir?
Arkadaşlık ilişkileri ile ilgili yönlendirme yapmayın.
Özgüven duygusu, kişiliğin temelini oluşturur. Öyle ki, bir çocuğu yetiştirirken en öncelikli konulardan biri ona özgüven duygusunu kazandırmaktır. Bir çok anne-baba akademik başarıyı herşeyin üstünde tutar ama aslına bakılırsa, genelde kişilik yapısı özelde de özgün duygusunun gelişimi çok önemlidir.
Özgüven kaç yaşlarından itibaren gelişir?
Bilimsel teoriler özgüvenin temelinin özellikle ilk iki yılda atıldığını söylemektedir. Özellikle annenin bebeği ile kurduğu ilişkinin oldukça önemli olduğu vurgulanmaktadır. Eğer anne, çocuğun ihtiyaçlarına karşı duyarlı olur ve ihmal etmezse, çocukta huzur ve güven duygusu; aksi durumlarda ise huzursuzluk ve güvensizlik duygusu yerleşir. Bebeklik duygusu özgüven açısından kritik bir öneme sahip olmakla birlikte, ergenliğin sonuna kadar gelişim devam eder.
Çocuğun özgüven eksikliği nasıl anlaşılır?
- Eğer bir çocuk; duygu ve düşüncelerini ifade edemiyorsa,
- Sorumluluk almayı istemiyorsa,
- Huzursuz ve ürkek bir yapısı varsa, gibi ifadeleri çok kullanıyorsa,
- Karar veremiyor ya da sık sık kararsız kalıyorsa,
Şu dönemde pek çok anne babanın derdi aynı; “ Çocuğum için hangi okulu seçmeliyim?”Akıllarda onlarca soru... Çocuğun gideceği okula karar vermek çok boyutlu bir süreçtir. Her ailenin önceliklerine göre de değişir. İlk olarak çocuğunuzu iyi tanıyın ve okulu iyi araştırın. Okuldan beklentilerinizi doğru analiz edin...
Şu günlerde bir çok anne-baba için en büyük dert okul seçme... Her yıl olduğu gibi, çocuğuna iyi bir gelecek hazırlamak adına kaygılanan bir çokanne-baba, önümüzdeki yıl için en ideal okulu seçme telaşına düştü. Akıllarda onlarca soru, yüreklerde ise “Acaba doğru kararı veriyor muyum?” endişesi... Şimdilerde anne-babalar okul okul dolaşıyor ve ikna edilmeyi bekliyorlar.
“Çocuğumu devlet okuluna mı özel okula mı göndermeliyim?”
“Okulu seçmek mi öğretmeni seçmek mi daha önemli?”
“Bir okulu diğerlerinden ayırt edecek en kritik özellikler neler?”
“Okula gittiğimde en doğru bilgiyi kimden nasıl alabilirim?”
Okul seçerken hangi kriterlere bakılmalıdır?
Çocuğun gideceği okula karar vermek çok boyutlu bir süreç olup her ailenin önceliklerine göre değişebilmektedir. Ancak, yine de belirli kriterlerden söz etmek mümkündür.
Eğitimin omurgası öğretmenlerdir. Öğretmenlerin en temel sorumluluklarından biri, çocukların öğrenmesini sağlamaktır. Öğretme faaliyetleri, öğrenme ile sonuçlandığı kadar anlamlıdır. Bu nedenle, sınıftaki tüm uygulamaların asıl hedefi çocukların öğrenmesi olmalıdır. Öğretmenlerden beklenen, eğlenceli öğrenme etkinlikleri geliştirerek akademik performansı geliştirmektir.
Minik öğretmen uygulaması nedir?
Beyin görüntüleme cihazlarının bize gösterdiği gerçek şudur ki, beynimiz pasif alıcı olduğunda değil, aktif katılımcı olduğunda daha iyi öğrenir. Öğrenmenin en iyi yolu “başkasına öğretmek”tir. Eğitim süreçlerinde, çocukların, belirli konuları başkasına anlatmasını istemek oldukça etkili bir yoldur. Bir konuyu başkasına anlatacağımız zaman, o konuyu zihnimizde iyice kavrayıp, ayrıntılandırmak ve organize etmek zorunda kalırız. Böylece bilgiler zihnimizde çok daha güçlü izler bırakır. İşte bu amaçla yapılabilecek ilgi çekici uygulamalardan biri de “minik öğretmen” uygulamasıdır. “Minik öğretmen” uygulaması tam olarak, çocuklara öğretmenlik rolü, anne-babalara da öğrencilik rolü vererek belirlenmiş bir konuyu anlatmasını sağlamak olarak tanımlanabilir.
Minik öğretmen uygulaması çocuğu aktif hale getirir ve öğrenme kalitesi artar
“Minik öğretmen uygulaması” ile elde edilebilecek sonuçlar şunlardır:
- Çocuğu aktif hale getirdiğinden öğrenme kalitesi artacaktır. Görev olarak verildiğinden sorumluluk duygusu desteklenecektir.
- Çocuğun, kendini öğretmen yerine koyması sağlanarak empati duygusu geliştirilecektir.
- Ev ortamında ve aile üyeleriyle yapılacağından aile içi ilişkilerin gelişimine katkı sağlayacaktır.
Ölümü anlatmak zordur; özellikle de bir çocuğa... Genelde yaptığımız sorularını geçiştirmek ve tatmin edici olmayan cevaplar vermektir. Oysa bu doğru değil! Çocuğunuzun yaşını dikkate alarak doğru ve gerçekçi bilgiler vermeniz gerekir. Aileden biri vefat ettiğinde üzülür diye sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmamalısınız...
Sevilen bir kişinin kaybı hepimiz için zor bir sürecin yaşanmasına neden olur. Ölüm gerçeği, birçoğumuz için bilinen ama bilinmesine rağmen bizi çok da huzursuz eden bir durumdur. Çocuklar da ölüm kavramı ile bir şekilde tanışırlar.
Bu süreç genellikle okul öncesi dönemde başlar. Merak ederler, kaygılanırlar, şaşırırlar... Özellikle de yakınlarının kaybından ve yalnız kalmaktan korkabilirler.
Küçük yaşlarda iken ölümün gerçeğini tam olarak kavrayamayan çocuklar ilkokul yıllarında ölümün geri dönüşü olmayan bir süreç olduğunu daha iyi anlarlar. Ölüm gibi bir kavramı çocuklara anlatmak gerçekten de bir çok yetişkini oldukça zorlar. 5-6 yaşlarından itibaren çocuklar anne-babaları terletecek şekilde bir çok soru sorar ve onları sıkıştırmaya başlar:
- Ölmek ne demek? Ölünce ne oluyor? Ölenler nereye gidiyor?
- Anne, siz ölecek misiniz? Ben sizden ayrılmak istemiyorum.
- Ölünce Allah bizi cezalandıracak mı?
- Ben hiç büyümek istemiyorum, çünkü büyükler ölüyor.
Eğitim adına yaşanan sorunlardan biri de, çocukların yaptıkları faaliyetlere yetişkinlerin yaptıkları müdahalelerdir. Özellikle çocukların ürünlerinin sergilendiği ortamlarda bir bakıyorsunuz, mükemmel ötesi çalışmalar yapılmış. Anaokuluna, ilkokula devam eden çocukların, yetişkinlerin bile yapmakta zorlanabileceği türden projeler ürettiği, harika maketler yaptığı, kusursuz işler çıkardığına şahit oluyorsunuz.
İşin aslı böyle mi? Tabi ki hayır.
Elbette, yaşından çok ileri düzeyde performans sergileyen çocuklar var. Ancak, neredeyse bir sınıfın tamamına yakını bu kadar mükemmel düzeyde performans gösterirse burada doğal olmayan bir şeyler olduğunu anlayabilirsiniz. Sonuçta, her çocuk doğal olarak, kendi ka- pasitesi ve çabası ölçüsünde performans gösterir. Biz yetişkinlere düşen de bu performansa saygı gösterip onu kendi kapasitelerine uygun olarak geliştirmektir elbette.
Çocuklara verilen akademik sorumlulukların temel amacı nedir?
Eğitim programlarında öngörülen davranış ve becerilerin sadece derslerde kazandırılması mümkün değildir. Bu nedenle, öğretmenler, programın bir gereği olarak, çocuklardan zaman zaman proje, ödev, araştırma, etkinlik vb. yapmalarını ister. Bu faaliyetlerdeki temel amaç, çocuğun zihinsel, dil, sosyal ve duygusal yönlerden gelişmesini desteklemektir. Daha ayrıntılı olarak ifade edersek;
- Çocuklar tasarım yaparak yaratıcılıklarını geliştirecekler.
- Verilen probleme çözüm üreterek düşünme becerilerini geliştirecekler.
- Ürünlerini geliştirmek amacıyla kesecek, yapıştıracak, şekil verecek ve böylece kas becerilerini geliştirecekler.
Bir ülkenin en büyük sermayesi insan yeteneğidir. Yeraltı ve yer üstü kaynaklar elbette çok önemlidir. Ancak, bu kaynakları ortaya çıkaracak, işleyecek ve toplumun hizmetine sunacak bütün süreçler insan emeğine dayanır. Çocuklarımızın yeteneği, ülkemizin geleceğidir. Ve unutmayalım ki, her çocuğun yeteneklerine uygun eğitim almaya hakkı vardır.
Okullarda yetenek eğitimi neden yapılamıyor?
Eğitim sisteminin en önemli görevi, milli eğitimin genel amaçları içerisinde de belirtildiği gibi, çocukların yetenek ve ilgi alanlarını keşfetmek ve geliştirmektir. Uyguladıkları eğitim modeli ile fark yaratan ülkelerin de en iyi yaptığı şey çocukların yeteneklerine uygun eğitim vermek. Ülkemizde yetenek eğitimi her zaman geri plana atılıyor. Bunun çeşitli nedenleri var...
- Ulusal sınavların yarattığı baskı hem anne-babalar hem de eğitimcileri çaresiz bırakıyor. Sınavları kazanmak tartışmasız en önemli şeymiş gibi algılanıyor. Adeta, sınavları kazanan çocuklar geleceğini kurtarıyor, kazanamayanların ise geleceği risk altında diye düşünülüyor. Ülkemizin gerçeklerini dikkate aldığımızda, bu algının tamamen haksız olduğunu söylemek de mümkün değil.
- Okullar ciddi bir müfredat baskısı altında. Okullarda, matematik, Türkçe, fen bilgisi, sosyal bilgiler gibi dersler ağırlıklı olup yetenek dersleri ise adeta ikinci sınıf dersler gibi. Bu nedenle, özel yetenek alanları ile ilgili dersler (görsel sanatlar, müzik, beden eğitimi vb.) süre olarak azr ve olan dersler de ya önemsenmediğinden ya da imkansızlıklar yüzünden doğru dürüst yapılamıyor.
- Özel yetenek alanlarına ilişkin faaliyetlere zaman ayrıldığında akademik başarının düşeceğine inanılıyor. Çocuklar ne kadar çok masa başı çalışma yapar, ne kadar çok test çözerse o kadar başarılı olur sanılıyor. Bu çok yanlış.Çalışma süresi uzadıkça başarı artmaz. Zaman verimli kullanıldığında başarı artar. Kendine ve yeteneklerine zaman ayıran çocukların ders başarısı düşmez, aksine artar.
Öğrenme kalitesi artırılmalı
Beyinle ilgili son yıllarda yapılan araştırmalar, yetenek eğitiminin ne kadar önemli olabileceğine dair ipuçları veriyor. Araştırmalara göre beynimiz, doğuştan belirli yetenek alanlarına yatkındır. Eğer yetenek alanlarımıza uygun bir eğitim alırsak, öğrenme kalitemiz ve akademik başarımız büyük ölçüde artıyor. Bir anlamda, beynimize kendi anlayacağı dilden yaklaşıldığında harika sonuçlar elde etmek mümkün.