Lazımsa, uyu sen şimdi!

Haberin Devamı

Uzun zamandır kalabalık bir sofra kurmamıştım. İnsan bir parça telaş ediyormuş, pratikliğini kaybediyor, hamlıyormuş meğer... Dün akşam... Nihayet hepsi geldiler... Tam vaktinde çaldılar kapımı.

Bütün konuklarım tamamdı. Masanın etrafında oturup mırıl mırıl sohbet etmeye başladılar.

Epeydir görüşmemişiz. En son neler olup bitmiş, güzel güzel anlatmaya başladık birbirimize... Aralarında New York’tan yeni dönmüş bir çift arkadaşım var... Özlemişim o taş taş, şehri... “Çok soğuktu ama çok” diyorlar... Diğer bir arkadaşımsa evinde aylar süren tadilat çalışmasından sonra o iç mimara nasıl olup da hâlâ sabredebildiğine şaşırıyor... İşler, çocuklar, kış üzerine konuşuyoruz...

“Sen ne yapıyorsun” diyorlar...

“Baştan başlıyorum” diyorum...

“Üniversite notlarımı, eski filmleri, kitapları bir daha okuyorum. Günlük okumak gibi olmuyor. Bir kitabı okurken neden o tarihte o satırın altını çizdiğimi anlamaya çalışıyorum. Çoğu güzel satırlar. Belli ki kelimenin, cümlenin görkemine, fiyakasına kapılmışım o yaşlarda. Ama şimdi bir kez daha okuduğumda ‘vay be, doğruymuş meğer’ diyorum.”

Gülüyorlar...

Ne güzel... Bu işte... Bu kadarcık bütün istediğim. Çekişmesiz, kavgasız, sitemsiz, Allah aşkına hesapsız kitapsız, şüphesiz, yalansız bir dost sofrası... (İnsanlara ne kadar anlam yüklüyorsun böyle diyor bazıları. Evet çok yüklüyorum. Birini, bir şeyi sevdik mi hakkını vermeyelim mi?)

Mutluyum...

***


Arkadaşımın babası masanın başköşesinde... Türkiye’de televizyonculuğun duayeni. Çamlıca’daki antenlerin, başlangıcın, hepsinin mimarı... Genç müzisyen arkadaşlarım da geliyorlar o sırada. Birazdan güzel şarkılar okuyacaklar. Ama TRT yıllarındaki denetim anılarını dinliyoruz önce... Sansür, küstürülen sanatçılar, icracılar...

Yıllar geçip gidiyor işte...

Masadan kalkıp, koltuklara geçtiklerinde eski şarkılar başladığında herkes dalıp gidiyor bir yerlere... Kimi Ankara’ya kimi Londra’ya...

Arkadaşımın annesine bakıyorum. Gözleri dalmış... Halıda bir motife bakıyor.

Elini tutuyorum...

Gülümseyerek yüzüme bakıyor...

Kolumu okşuyor... “Teşekkür ederim, güzel kızım, ne güzel bir gece oldu bu” diyor..

Mutluyum...

***


Birazdan gidecekler... Oysa gitmeseler. Oysa kapanmadığım, uyanıkken uyumadığım bir an bu.. Oysa herkes öyle (benim gibi) değil mi?

Eski kitaplarımdan biri bak tam karşımda...

Atilla Atalay’ın... “Kişi Başına Bir Yalnız“ kitabın adı..

Diyor ki:

“Kendi yazdıklarımı perdede, ekranda, bir yerde izlerken uyuduğum oldu. Ağlarken biri, başkası, hayatının en önemli zaferini anlatırken, sevgi sözcükleri söylerken çok insanı aniden uyuyup üzdüm ben...

Oysa sadece eksik uykularım var benim. Birkaçı güzellikten olmuştur belki. Bir çift göze dikip de kendiminkileri hiç kapayasım gelmediği, sevdiğim bir kitabı bitirmek için, ustamı dinlerken ya da olup biten puştlukları unutmayayım diye uğraşırken eksik kalmıştır.

Öbürkülerini boşver ama.

Seninkiler eksik kalmasın. Adam olmamakla, kurtlar sofrasında yerini başkalarına kaptırmakla, çaldırmakla, fakir kalmakla, yalnız ölmekle korkutmasınlar.

Lazımsa yani, uyu sen şimdi...

Unutma ama uyu...

Ondan anlattım ben bunları...”

***


Misafirlerim gitti. Evi havalandırdım. Bardakları kuruladım. Yerlerine kaldırdım. Tozları aldım. Her şey yerli yerinde. Buz gibi hava evin içine dolmuştu...

İstanbul’a baktım pencereden...

Biraz puslu da olsa ışıklar içinde İstanbul...

“Adam olmamakla, kurtlar sofrasında yerini başkalarına kaptırmakla, çaldırmakla, fakir kalmakla, yalnız ölmekle korkutmasınlar seni” dedim kendime...

Uyumaktan korkma...

Ya çok canın acıyınca uyursun

Ya da çok korkunca uyuyamazsın...

Ama korkunun bittiği yer var ya... İşte deliksiz uyku orada...

Ve biliyorsun, korkunun ecele faydası yok ki...

Uyudum..

***


Suni gözyaşı ampulleri!

(Bugün müthiş bir hayranlıkla takip ettiğim Elçin Gören’in bir yazısını paylaşacağım sizinle. Gıptayla!! Bayılarak!! Ona da sürpriz olacak bu! Elçinnnn ne güzel yazmışsınn, ne güzel...)

- Doğduğunda neden ağlar bebekler düşündün mü bunu?

- Ruh bedene girdiği için/Yeni sınırlarına alışamadığı için!

Cümlelerini sürdürdü...

Bir kitabın sayfa aralarında geziniyormuşum gibi parmaklarımın üzerine yaslanıp gözlerimi kapatarak içimden tekrar ettim! Ruh yeni sınırlarına alışamadığı için.

Mademki konu ruh’a gelmişti; Pekâlâ uçlarımı düşünebilirdim!

Yabancı yollarda sarp bir kayalık gibi aniden beliren, yolun bittiği yerde tek ayağımın üzerinde durabileceğim kadar az/sıkışık yerler bırakan sınırlarıma baktım.

Kendimi getirip bıraktığım köşeleri numaraladım.

Uç! Kelimesinden anladıklarımı saydım.

Hangisinden yana olacağımı, önce zamana bıraktım...

Sonra dayanamadım!

Biri kanat diyordu diğeri sınır, bir diğeri 0.5 0.7 0.9! Ve mümkünse Tombo!

Dönüp yeniden hayata bakarken bu yıla dek akan gözyaşlarımı topladım!

Çocukluğumdan beri çekirdekleri ağzımda biriktiremezdim.

Düşümde durmazdı düşlediklerim.

Kalbimde birikince acı, bir yol bulup sokağa çıkardı usul usul!

Bu yıl birdenbire çekirdekleri biriktirdim ağzımın içinde, düşlerim olduğu yerde kaldı.

Kalbim kırıklarını çatlasa da içinde sakladı.

Büyümek mi oldu yoksa?

İçimde bir büyümek!

Geniş beyaz bir verandaya açılan aralıklı bahçe kapım vardı eskiden.

Gerçek olsa delirirdim sevincimden!

Biliyor musunuz bu yıl bazı günler, o düşümün yarattığı verandaya götürecek araç kapıda olsa yatağımdan çıkaramazdınız beni!

Gözümü açamadığım umutsuz uykularımdan kaldırmazdı sesiniz elçin’i!

Yine de ağlamadım hiç!

Kaç defa olduğunu sayabilirim ancak lüzum yok.

Çünkü siz gelmeden ben zamanın tozunu kaldırıp olup bitenlere göz ucuyla baktım.

Yüzümü güldürmek için var edildiğini anlatanların sözlerini, ruhumun ses bankasından çekip oynattım.

Harfler aynıydı da sözcükler başka!

Masa örtüsünü bir ucundan çekip her şeyi yerlere seren kıyımsız bir hareket gibi, insan yaşamı bazen tek bir sözle dağılıyordu işte öğrendim!

Şimdiye dek hiçbir gidişi izlemedim.

Biliyor musunuz ben kimsenin sırtını görmedim!

Eros’un oku bu yıl aklımı hedef almıştı, komik bulacaksınız belki ama bazen başımda bir elmayla gezindim!

Dev dişli bir tarağı, dağlar, göller, vadiler, bulutlar ve insan suratlarına değdirdim.

Bu yıl asla söylemem dediğim ne varsa söyledim!

İş hayatımın en çarpışmalı günlerini, aşkın İtalyan sözcükleriyle/yemekleriyle dolu gecelerini, aile bağlarının en sağlam kelimelerini geçip şimdiye geldim.

İçimden herkesi kaydırıp filikasına bindirdim.

Artık pupa yelkenim!

2011’in son günlerinde sağ gözümde bir şey çıktı, minicik beyaz bir kabarcık!

Pelerinimle uça uça doktora gittim.

- O kadar minicik bir şeyi görüyorsam gözümde bir sorun olduğunu söylemek mümkün değildi!/İnsan gözbebeğine özen göstermezse neye karşı hak ettiği alakayı gösterebilirdi ki ?/

Hemen başka bir doktor buldum tabi!

Gerekli ilgi sağlandığında sıra reçetemdeki ilacın kullanım amacına gelmişti.

Tek dozluk suni gözyaşı damlalarım; ‘Gözyaşı filmimin düzenlenmesi’ için kullanılacaktı!

Size /ve en çok kendime/ yeni yıl için bambaşka bir yazı yazmayı planlamıştım.

Ta ki bu nedenle ayna karşısında kirpiklerimi tutana dek!

Ne demiştim;

İçimden herkesi kaydırıp filikasına bindirdim!

Şimdi gitmeliyim.

Daha ruhum yeni sınırlarına alışacak!

‘Amazon’ eteğimle yanınızdan ve yeni yıldan geçeceğim.

Bütün bunlar olup biterken bir köşede sessizce ‘gözyaşı filmimi’ düzenleyeceğim.

Bir yıla veda ederken;

Öptüm öperim/ Sonra yine gelin

elçingören / 31 aralık 2011 / 03:44

Atina/İstanbul

***


Aslında ufak mutluluklarımız var.

Çayımızı içip, bittiğinde yeniden demleyebiliriz.

2che

http://2che.me

DİĞER YENİ YAZILAR