Haberin Devamı
Yakın zamanda yazmıştım bu yazıyı... Bir yıl olmuş... Birlikte okumuştuk kitabı ve yaşananları. Dün canım Fügen Ünal Şen, programımıza katılıp tatlı sohbetini bizlerle paylaştı. O konuşurken uzun uzun dalıp gittim. Bir yerlere... Belki de o yerlere... Döndüğümde programda ona ayırdığımız zaman bitmiş, anlattıklarına doyamamıştım. Geçen sene birlikte okuduğumuz yazıyı bir kez daha paylaşsam... İster misiniz?
“Fügen yeni bir romana oturmaya karar verip de bana ilk söz ettiğinde Fenerbahçe parkında güneşli bir öğle sonrası yaşıyorduk. Ben kibrit patates yiyordum. Arka masamızda oturan orta yaşlı süslü kadınlar kendilerine hizmet etmekte olan garsona dünyayı dar etmekle meşguldüler... (Bu tür detayları aklımda tuta tuta asıl akılda tutmam gereken meselelerin hiçbirini tutamaz oldum o da ayrı bir mesele!)
Fügen o tatlı sesiyle anlatmaya başlamıştı...
Ben yemeyi unutmuş, çoktan anlattığı hikâyenin bir parçası olmuştum bile...
Sonra romanı yazmaya başladı... İlk yazdığı sayfalardan gönderdi bana. New York’a uçuyordum. Kucağımda siyah bir dosya içinde Fü teyzenin (kızımın ilk uçurtması Fü teyzenin hediyesidir ve o gün bugündür Fügen ailemizin Fü teyzesidir) göz nuru satırları bana eşlik ediyordu. Bir gün ben de bir roman yazabilir miydim acaba?
Fügen Ünal Şen’in dili, kitapları, duygusu, ruhu, insanlığı, gazeteciliği çok sevdiğim, çok yakın bulduğum, çok canım bildiğim bir bütündür benim için...
Okuduğum satırların kimisinde bu tanışıklığın, bu arkadaşlığın izleri ne çok demiştim o gün de kendi kendime.
Bu roman Fü’nün Rumelili ailesinin hikâyesidir aslında...
Birkaç ay sonra yolum Girit Adası’na düştü...
Bir yaz akşamıydı... Çok mutluydum. Ailesi de zorunlu göçler yaşamış olan bir arkadaşımla adanın sokaklarını keşfediyorduk. Yol ikiye ayrıldı. Sokağın birinden güzel bir müzik sesi, diğerinden baygın bir yasemin kokusu geliyordu. İkisi arasında karar vermeye çalıştık. Müzik sesini seçtik. Küçücük bir dükkân çıktı karşımıza. Önüne iki masa atmışlar. Masalardan birinde dükkânın sahibi ve iki müzisyen demleniyordu. Diğerinde iki kişi yemek yiyordu. ‘E, hani bize masa?’ dedik. Hemen, iki tabure, bir küçük sehpa çıkardılar... Kafamızı bir çevirdik ki sokağın adı Türkçe...
Fügen’in henüz bitmemiş romanından söz ettim o akşam... Selanik’ten İstanbul’a, İstanbul’dan Selanik’e göçe zorlanan iki ailenin hikâyesi...
‘Düşünsene’ dedim. ‘Şimdi şu sokakta oturuyor olsak, bize deseler ki yarın gidiyorsunuz... Doğduğunuz, büyüdüğünüz memleketinizi bırakıyorsunuz diyorlar! Hiç bilmediğimiz bir yere zorla gönderiliyoruz. Bu masayı, bu bahçeyi, bu perdeyi, bu arkadaşı, bu denizi, bu akşamı, bütün bu anıları burada bırakıyorsunuz, hemen şimdi diyorlar. Ve yollara düşüyorsun. Bir daha da hiç dönemiyorsun...’
Arkadaşım ‘Ben hâlâ bu korkuyla yaşıyorum, sen yaşamıyor musun’ demişti bana gülerek... Sonra da göz kırparak eklemişti: Musevilerle Kürtler arasındaki fark bu işte... Hiç düşündün mü bunu?”
‘Bir Avuç Mazi’ sonunda çıktı... Kitapçılarda yerini aldı... Fügen Ünal Şen’le kitabı kutlamak için birkaç gün önce buluştuk. Yorgundu... Yorgundum...
Taksim’de buluştuk... Ben kahve içtim, o çay... Yanımızda yaşlı bir çift tartışıyordu... Kitabımı imzaladı... Kızımın Fü teyzesi... Güzel dostum..
Fü, dedim...
Bu kitabın ilk satırlarını bana verdiğinde New York’a gidiyordum, anımsıyor musun... Bir çıktı dosyasıydı elimde... Ben birkaç hafta içinde gidiyorum... Ve kitabının bitmiş hâli eşlik edecek bana... Bu uzun göç kitabı, içimdeki uzun göçe rehberlik edecek sanırım... Umarım elime ilk aldığımda bir gün benim de bir romanım olur mu soruma “evet olur” yanıtını verecek, yüreklendirecek sihir bu sayfaların arasındadır... Hayırlı olsun dostum.. Yolu açık olsun.. Selanikli Fethi Bey‘le, Alsonya’lı Bayan Mitra bana yol gösterici olsunlar dilerim...”
- Bir Avuç Mazi - Everest Yayınevi