Sabık cumhurbaşkanı Sarkozi 1958’de kurulan Beşinci Fransız Cumhuriyeti’nin en sevilmeyen yöneticisiydi. Bu minvalden bakınca kat’iyen sosyalist olmayan yüzbin belki milyonla ölçülecek seçmenin oyunu alamamasının ardında bu nefret var. Bu nefretin ise pek çok nedeni var. Küstah, kırıcı, mağrur, alaycı, önüne gelene ayar veren kişiliği ve son derece kişiselleşmiş yönetim tarzının yanında Sarkozi, el attığı ve reform gerektiren hayati meselelerin neredeyse hiçbirinde başarılı olamadı. Fransa gibi köklü sosyal devlet geleneğine sahip ama küreselleşmeye de ayak uydurmakta zorlanan Batı Avrupa ülkelerinde sağlık, emeklilik, eğitim, göç, çevre ve ekonomi yönetiminde kemikleşmiş adetleri sorgulamanın gerekliliği ile yeni vizyon ve politikalara duyulan ihtiyaç konusunda herkes hemfikir. Ancak teşhis başka, politika üretmek başka hele doğru politika üretmek bambaşka. Sarkozi el attığı meselelerde varolan işleyişi yerle bir etti ama yerine bir şey koyamadı. Kurumların temellerini sarstı ama onları yenileyemedi. Yaptığı işler hep ortada kaldı ve bu, memnuniyetsizliği hem içeride hem dışarıda katladı.
Beş yıllık cumhurbaşkanlığı ve ondan önce Mart 2004’ten bu yana yaptığı bakanlıklar ve parti başkanlığıyla sekiz yıldır Fransız sağına yön veren bu politikacının kararları Fransa’nın göçmen topluluklar, Müslüman dünya, güney Akdeniz, Afrika ve Türkiye ile olan kadim ilişkilerine büyük zarar verdi. Sarkozi bütün bu ilişkileri pervasızca sarstı, harcadı, insanları küstürdü. Cumhurbaşkanı olur olmaz kurduğu “Milli Kimlik Bakanlığı” daha önce İçişleri Bakanı iken uygulamaya koyduğu alenen ırkçı ve ayrımcı siyasetin bir anlamda taçlandırılmasıydı. Ruhu ve hukuku itibariyle kan bağına değil toprak bağına dayanan ve çoktan melezleşmiş Fransız toplumuna safkan bir kimlik kılıfı uydurmaya çabalayan bu zihniyet elbette bir yere varamadı ama toplumsal ahengi derinden sarstı. Ana tarafından Osmanlı Yahudisi, baba tarafından Macar olan Sarkozi’nin millî kimlikten dem vurması acıklı bir ironi olarak siyasî zırvalar antolojisinde yerini aldı.
Fransa’nın müstemlekeci geçmişinin “nimetleri” konusunda 2005’te kabul edilmiş yasayı sonuna kadar savunması, Senegal’de sarf ettiği küstah lakırdılar, her fırsatta ve her seçimde şapkasından çıkardığı Müslüman ve Türkiye düşmanlığı, Fransa’nın göçmen topluluklarına, mültecilere ve beyaz olmayan AB vatandaşlarına karşı uyguladığı ahlaksız politikalar kolay unutulmayacak. Bu anlamda halefi François Hollande’a, açılan bu yaraları sarmak babında çok iş düşüyor.
Türkiye bu tedavi sürecinde önemli bir yer tutacak. Sarkozi kâh mahsus, kâh cahilce Türkiye’nin AB ilişkilerine ve üyelik sürecine yönelik gayet sarih bir karşı tutum aldı. Bu tutumuyla Türkiye’nin AB üyeliğinden tamamen bihaber olan kamuoyunun Müslüman ve yabancı düşmanı unsurlarını azdırdı. AB üyelik sürecimize karşı takındığı tavır ve verdiği zararın uzun AB ilişkimizde eşi benzeri yok. Ancak bu hasmane tavır Türkiye’nin AB ilişkisiyle sınırlı kalmadı. Sarkozi bu vasıtayla Fransa’daki millî kimlik tartışmasını besledi, diğer yanda Fransa’nın Türkiye ile olan ikili ilişkilerini de bozdu. Yakın zamanda zorla dayattığı soykırımı inkârın cezalandırılmasını öngören yasa, Anayasa Konseyince iptal edilmeden bozuk ilişkileri çökme raddesine taşıdı.
Sarkozi’nin özensiz ve cahilane siyasetinin ardında kendisini de aşan temel bir sorun var: Fransa’nın Türkiye politikası halen oryantalist dış politika yaklaşımını aşabilmiş ve Türkiye’yi “ortak” olarak değerlendirebilmiş değil. Ve yeni cumhurbaşkanı bundan azade değil. Hollande’ın Nouvel Observateur dergisinin seçimin ilk turundan önce bütün adaylara yönelttiği dışpolitika soruları arasında Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği yetersiz cevap bu “politikasızlığın” kanıtı. Hollande, Türkiye’nin daha üyeliğe hazır olmadığını ve kendi başkanlığı döneminde de hazır olmayacağını söyleyen içi boş bir cevap vermiş. Sosyalistler Türkiye’nin AB üyeliğine karşı değiller. Sarkozi’nin 2007’de aldığı, tam üyelikle birebir ilgili olan beş müktesebat faslının müzakereye açılmasını veto etme kararı hızla kaldırılacak. Ama bu zaten normal olanı yapmak demek, Sarkozi’nin kararı anormaldi. Sosyalistlerin hızla bu tarafsız duruşun ötesine geçebilmeleri ve Türkiye ile ortaklığın zihinsel ve fiziki altyapısını oluşturabilmeleri gerekiyor. Türkiye’nin dönüşümü, AB üyeliği, Arap uyanışı bağlamında ve daha genel olarak Ortadoğu’daki işlevselliği İslam’la zor birarada olan ve giderek içe kapanan Fransa için ne anlam ifade ediyor? Bu soruya verilecek cevap Fransa’nın müstakbel Türkiye politikasının içeriğini oluşturacak. Ancak bundan sonra iki ülke arasında çoktaraflı ve ikitaraflı ortaklıklar dönemi başlayabilecek.
Cumhurbaşkanı Hollande’ın çevresinde Martine Aubry, Pierre Moscovici gibi politikacılar ve şimdiki AB Ankara temsilcisi Jean-Maurice Ripert ile Jean-Michel Casa gibi tepe bürokratlar yukarıdaki sorunun cevabını verebilecek ve politikanın içini doldurabilecek niteliktedirler.
Sarkozi sonrası Fransa-Türkiye ilişkileri
Haberin Devamı