Finans krizi değil sistem krizi

Haberin Devamı

Yunanistan halkı hakkında olumsuz düşünüyor olabilirsiniz ki bu, pek yaygın bir hissiyat bu aralar. Dünya gerçeklerinden ne kadar kopuk olduğunu ve tembelliğini öne çıkarabilir, rahata alışmış olduğunu, cepten hem de başkasının cebinden yediğini söyleyebilirsiniz. 17 Haziran’da tekrarlanacak olan seçimlerde ilk parti çıkacağı öngörülen Syriza’nın ve Pasok ile Yeni Demokrasi dışında kalan tüm partilere oy veren yüzde yetmiş civarı seçmenin uyanık vaziyette rüya gördükleri üzerine sayfalar dolusu laf edebilirsiniz. Üstelik görüşleriniz finansal anlamda makul ve gerçekçi de olabilir. Ama Yunanlılar yanlı değil, artık Avrupa’da sokaklara dökülen, sistem partilerine oy vermeyen, “gerçekçi ol imkânsızı iste” diyen milyonlarca insan var.

Onlar bize unuttuğumuz gerçeği ya da bize unutturulan gerçeği hatırlatıyorlar: ekonomi insan içindir, insan ekonomi için değil. Borç krizi olarak başlayan, kıtasal finans krizine dönüşen sorun sistem krizine, hatta Fransız feylesof Edgar Morin’in demesiyle medeniyet krizine dönüşmüş durumda. Buna rağmen duruma çare arayan siyasetçi ve karar vericiler hâlâ olan biteni basit bir finansal mühendislik meselesi gibi algılamaya ve dolayısıyla ancak finansal çözümlerle bu işin halledilebileceğini düşünmeye devam ediyorlar. Syriza’nın başkanı Alexis Tsipras bu şuur halinin o kadar farkında ki “sıkıysa bizi avrodan çıkarın” derken Yunanistan’ın avrodan çıkması veya çıkarılmasının sadece Yunanistan’ı değil tüm kıtayı finansal anlamda altüst edeceğini biliyor ama kumar da oynuyor.

Aynı şuur halinin somut örneği Fiscal Compact tabir edilen “Ekonomik ve Parasal Birlikte İstikrar, Eşgüdüm ve Yönetişim Antlaşması”. İmzadan çıktı, şimdi tarafı olan 25 üye ülkenin onay sürecini bekliyor. Bu fiyakalı antlaşmanın özü bir varsayımdan ibaret. Maastricht Kriterlerine tavizsiz uymak hedefiyle Avrupa’nın doymuş yani daha fazla büyüme potansiyeli olmayan, işsizliğin yapısallaştığı ve artık hep artacağı ekonomilerinde, yeterli geliri vergiyle toplayamayınca kamu harcamalarını kısmak. Bütün sosyal güvenlik ağlarının delik deşik olduğu, insanların sokağa atıldığı, tahsilli işsizlerin çığ gibi büyüdüğü ve küreselleşme karşısında daha azla yetinmek zorundaki kıtada dünyanın baskın paradigmasının emrettiği finansal dengeleri insan pahasına kotarmak.

Avrupa, Çin veya Türkiye olmadığı ve bu hoşnutsuz, istikbalsiz kitleler itiraz etme geleneğine sahip oldukları için ellerindeki oy silahını gittiği yere kadar kullanıyorlar. Bugün Avrupa’da finansal anlamda en başarılı sayılabilecek politikacı bile seçim kaybediyorsa demek ki sorun başka yerde: Angela Merkel bir yıl zarfında üç eyalette seçim kaybetti. Bugün seçim olsa çiçeği burnunda İspanyol Başbakanı Mariano Rajoy makamını zor muhafaza eder. Daha geçenlerde seçim kazanan François Hollande’ın mucizevî bir çözümü yok ve seçimi daha ziyade selefi Sarkozi kaybetti.

Her türlü verimlik artışı, yapısal reform gibi neo-liberal ya da büyüme ve teşvik gibi keynesçi politikalar elbette denenmelidir. Misalen Syriza Avrupa Merkez Bankası’nın verdiği çok düşük faizli krediler bankalara kürekle verilirken üye devletlere açık olmamasının yarattığı radikal piyasacı standarttan geri adım atılmasını talep ediyor. Uçuk bir talep değil. Keza Avrupa Komisyonu başta olmak üzere Avrupa’da başkaları enerji tasarrufu, kamusal altyapı ve geleceğin teknolojilerine yönelik büyük projeler öneriyorlar. Bunları Avrupa Yatırım Bankası ve diğer Avrupalı finansal kurumlarla “proje bazlı Avrupa bonoları” çıkartarak fonlamayı öneriyorlar.

Ama muhtemelen sorun, bırakın finansı veya topal ördeklerin eleneceği sıkı bir avro bölgesini, ekonomik doktrinlerin hedefte olduğu derin bir varoluşsal sorgulamaya kadar uzanıyor.

Bu pencereden bakınca Yunanistan uç bir örnek gibi duruyor olsa da sistem karşıtı her çeşit itiraz, başkaldırı, günah keçisi arayışı artık kıtanın günlük gündemini oluşturuyor. Dışlama ve dışlanmaya neden olan tıkanıklık ve çözümsüzlük hissi bütün kıta için geçerli. Çünkü Avrupa’nın, tarihin olağan yasası olarak tasavvur ettiği, uyguladığı ve bütün dünyaya dayattığı ketsiz gelişme paradigması Avrupa ve gelişmiş tüm ülkelerde çöküşte. Onları ahmakça taklit edenler ise sırada. Çöküşün ardında sistemin sonsuzluğu ve kendini yenileme gücüne olan bağnaz tapınma var. Oysaki kendinden beslenen hedonist tüketimin sonucunda ebediyen tükenmeye yüz tutan beşeri ve ekolojik tüm dengeler.

Alman Bundu mu verelim, İspanyol Bonosu mu?

DİĞER YENİ YAZILAR