Gazete Vatan Logo

Aşure günü ile ilgili hadisler! Aşure günü nasıl ortaya çıkmıştır?

Peygamberlerin hayatında önemli hadiselerin yaşandığı Muharrem ayının 10. Günü Aşure Günü olarak kabul ediliyor. Pek çok evde de bereket, paylaşma birlik ve beraberliğin simgesi aşure yapılarak dağıtılıyor. Hicri yılın ilk ayı muharremin onuncu gününe denk gelen aşure gününün fazileti, hükmü, hadislerin olup olmadığı ve nasıl ortaya çıktığı ise pek çok kişi tarafından merak ediliyor. Peki, Aşure günü nasıl ortaya çıkmıştır? Aşure gününün fazileti nedir? İşte aşure günü ile ilgili hadisler

Aşure günü ile ilgili hadisler! Aşure günü nasıl ortaya çıkmıştır?

Hicri yılın ilk ayı Muharrem Ayı idrak ediliyor. Muharrem ayının 10. Günü de aşure günü olarak kabul ediliyor. Aşure günü ile ilgili Hadis-i Şerifler ve yapılacak ibadetleri pek çok kişi tarafından merak ediliyor. Peki, Aşure günü nasıl ortaya çıkmıştır? Aşure gününün fazileti nedir? İşte aşure günü ile ilgili hadisler

AŞURE NE DEMEK? AŞURE’NİN ANLAMI NEDİR?

Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’ne göre, Aşure şöyle tanımlanmaktadır:

“Âşûrâyı on sayısı ile ilgili olan aşr ve âşir veya develerin güdülmesiyle ilgili ışr kökünden türemiş Arapça bir kelime kabul edenler olduğu gibi, bu dilde “fâûlâ” vezninin bulunmadığını ileri sürerek İbrânîce’den geldiğini söyleyenler de vardır. Fakat âlimlerin çoğu bu görüşe katılmamakta, kelimenin Arapça asıllı olduğunu benimsemektedirler.”

AŞURE GÜNÜ NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?

İslam Ansiklopedisi’nde aşure günü ile ilgili şu bilgiler yer alıyor:

“Âşûrânın menşei hakkında kaynakların belirttiği görüşleri iki noktada toplamak mümkündür. 1. Âşûrâ, Hz. Mûsâ ve kavminin, Firavun’un zulmünden kurtulduğu ve yahudilerin oruç tutmakla mükellef olduğu bir gündür. Daha çok müsteşriklerin benimsediği bu görüşe göre müslümanların mübarek bir gün olarak kabul edip oruç tuttukları âşûrâ yahudi geleneğine dayanmaktadır. 2. Âşûrâ, Hz. Nûh’tan itibaren bütün Sâmî dinlerde mevcut olan ve Câhiliye Arapları arasında da Hz. İbrâhim’den beri önemli görülüp oruç tutulan bir gündür. Bu görüş, Hz. Âişe ile Abdullah b. Ömer’in rivayetlerine dayanır. Âişe’nin rivayeti şöyledir: “Âşûrâ Kureyş’in Câhiliye devrinde oruç tuttuğu bir gündü. Resûlullah da buna riayet ediyordu. Medine’ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretmişti. Fakat ramazan orucu farz kılınınca kendisi âşûrâ gününde oruç tutmayı bırakmış, bundan sonra müslümanlardan dileyen bu günde oruç tutmuş, dileyen tutmamıştır” (Buhârî, “Ṣavm”, 69; Müsned, VI,”

Haberin Devamı

Âşûrânın menşeiyle ilgili bu iki yorum dışında bazı tarih, hadis ve fıkıh kitaplarında yer alan haberler, bu günü Hz. Âdem’in tövbesinin kabul edildiği, Hz. Yûnus’un balığın karnından çıkarıldığı, Hz. Mûsâ ve Îsâ’nın doğduğu, Hz. Süleyman’a mülkün verildiği, Hz. Dâvûd’un tövbesinin kabul edildiği, Hz. Peygamber’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının affedileceğine dair kendisine Allah tarafından teminat verildiği ve Mekke’den Medine’ye hicret ettiği gün olarak tavsif ederler (Diyarbekrî, I, 360). Ne var ki bunları ilmen doğrulama imkânı olmadığı gibi bir kısmının yanlışlığı da ortadadır. Meselâ Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti 10 Muharrem’de değil 12 Rebîülevvel’de gerçekleşmiştir. Bunun dışındaki rivayetlerin ise İsrâiliyat’a dayandığı kabul edilmektedir.

Haberin Devamı

Hz. Nûh zamanından beri bütün Sâmî dinlerde makbul sayılan âşûrâ gününde oruç tutmak yahudilere farz kılınmıştı. Onlar, yedinci ayları olan Tişrin’in onuncu gününe rastlayan âşûrâyı bayram telakki ederek birtakım merasimler icra eder ve bir yıllık günahlardan temizlenmek üzere oruç tutarlardı (Levililer, 16/30-34, 23/27). Câhiliye devrinde Kureyş’in de tuttuğu âşûrâ orucunu Hz. Peygamber bi‘setten önce tutmuş, sonra bir ara terketmişse de Medine’ye hicret edince Hz. Mûsâ’nın şeriatına uyarak ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bir veya iki sefer o da bu orucu tutmuş ve müslümanlara da tutmalarını emretmiştir. Hatta bu konuda henüz bir emir bulunmamakla birlikte Resûlullah münâdîler çıkararak âşûrâ orucunu halka duyurmuş, geceleyin oruca niyet etmeyenlerin günün yarısında haberdar olsalar dahi o andan itibaren oruca başlamalarını emretmiş (Buhârî, “Ṣavm”, 69), ancak ramazan orucunun farz kılınmasıyla bu orucu isteğe bırakmıştır.

Haberin Devamı

AŞURE GÜNÜ İLE İLGİLİ HADİSLER

" Aşure günü oruç tutmak sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Aşure günü oruç tutanın, bir yıllık günahları affolur." (Müslim, Tirmizî, İ. Ahmed, Taberani)

"Aşurenin faziletinden faydalanın! Bu mübarek günde oruç tutan, melekler, peygamberler, şehitler ve salihlerin ibadetleri kadar sevaba kavuşur." (Şir'a)

Aşure günü eğer mümkünse Sıla-i rahim yapmalı. Yani salih akrabayı ziyaret edip, hediye ile veya çeşitli yardım ile gönüllerini almalı. Hadis-i şerifte, "Sıla-i rahmi terk eden, Aşure günü akrabasını ziyaret ederse, Yahya ve İsa'nın sevabı kadar ecre kavuşur." buyuruldu. (Şir'a)

Haberin Devamı

Aşure günü Sadaka vermek sünnettir, ibadettir.

Aşure günü sadaka vermekle ilgili Hadis-i şerifte, "Aşure günü, zerre kadar sadaka veren, Uhud Dağı kadar sevaba kavuşur" buyuruldu. (Şir'a)

Aşure günü Çok selam vermeli. Hadis-i şerifte, "Aşure günü on Müslümana selam veren, bütün Müslümanlara selam vermiş gibi sevaba kavuşur." buyuruldu. (Şir'a)

Aşure günü Çoluk çocuğu sevindirmeli! Hadis-i şerifte, "Aşure günü, aile efradının nafakasını geniş tutanın, bütün yıl nafakası geniş olur." buyuruldu. (Beyheki)

Aşure günü Gusletmeli. Hadis-i şerifte, "Aşure günü gusleden mümin, günahlardan temizlenir" buyuruldu. (Şir'a)

İlim öğrenmeli! Hadis-i şerifte, "Aşure günü, ilim öğrenilen veya Allahü teâlâyı zikredilen bir yerde, biraz oturan, Cennete girer" buyuruldu.

Aşure Günü ile ilgili Hadis-i Şeriflerde Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:

"Kim Aşure günü (nafaka hususunda) âilesine geniş davranırsa Allah Teâlâ da bütün sene boyunca onun (o kişinin) rızkına bolluk ihsân eder." (Taberânî, Evsat, IX, 121, Kebîr, X, 77; Beyhakî, Şuab, III, 366)

Câbir (r.a.) bu rivâyetle alâkalı olarak, "Biz bunu denedik ve öyle (büyük bir bereket) bulduk." buyuruyor.

 Yine İbn-i Uyeyne de: "Biz bunu elli sene, altmış sene tecrübe ettik." (Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, VI, 306) buyuruyor.