Gazete Vatan Logo

Tiyatrocularımıza dizilerden üç yıllık maaşlarını bir ayda kazandıracak teklifler geliyor

Devlet Tiyatroları, 1 Ekim itibariyle yeni sanat sezonuna “merhaba” dedi

Kendisi de tiyatro sanatçısı olan Devlet Tiyatroları Genel Müdürü
Lemi Bilgin ile yeni sezonu, tiyatroyu, sahneden ekrana kayan sanatçıları konuştuk. TV dizilerinden sanatçılara gelen tekliflerden dolayı biraz dertli!


Çok değil, kısa zaman öncesine kadar, akşam yemeği sofrası kaldırıldıktan sonra evin küçüğü, farzı misal, komşu Hayriye Teyze’ye gönderilirdi; “Bir maniniz yoksa annemler akşam oturmasına size gelecek.” Hepimiz için tanıdık anlardı bunlar...
Çay, kurabiye, meyve eşliğinde yapılan sıcak aile sohbetleri...
Zaman geçti, büyüdük...
Zamanların zamanı değiştikçe, biz de değiştik. Artık akşamları komşuya çaya gitmiyoruz. Ne biz eski biziz, ne de artık gidilecek Hayriye Teyzelerimiz var!
İçe döndük, yalnızlaştık...
Evdeki “en yakın dostumuz” televizyon, dert ortağımız diziler oldu. Eskilerde kalan Hayriye Teyze’nin sıcaklığını, anaçlığını “Yaprak Dökümü”nün Hayriye’sinde bulduk. Aradığımız, özlediğimiz ne varsa, ona kanallardan birinde yayımlanan dizilerin bir karakterinde denk geldik. Onlarla sevinip, onlarla üzüldük. Hatta neredeyse hayatı orada yaşamaya başladık.
Kimilerini tiyatro sahnelerinden, çok geçmiş zamanlardan tanıyorduk zaten... Şimdilerde bir dizi karakteri ile yaşamımıza tekrar girince baş tacı yaptık. Biz baş tacı yaptıkça, onlar da yeni yeni dizilerle, farklı karakterlerle yaşamımıza girdiler.
Zamanların zamanı değişti ya, tiyatrocular da çok sevilmeyi çok sevdi...
Ekrana çıkanların sayısı hızla arttı...
Diziler onlara şan, şöhret, para, bol sevgi getirdi...
Peki ya asıl mekanları olan tiyatro sahneleri?
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin, “Tiyatroda varolmazlarsa orada kısa zamanda yok olacaklarını arkadaşlarımız biliyorlardır” diyerek yanıt veriyor bu soruya.



Yeni sezon başladı, ilk izlenimleriniz nedir, seyircinin ilgisi nasıl?

Sabah ilk işim, bir gece önceki veya hafta sonuysa hafta sonunun hasılatlarına bakmaktır. Seyirci konusunda bir problemimiz yok. Yüzde 100 doluluk oranında oynuyoruz. En arkadaki, en köşedeki koltuğa kadar satıyoruz.


Halbuki günümüz “internet gençliği” tiyatroya ilgi göstermezmiş gibi düşünülür?

Ama öyle değil. Zaten tiyatronun güzelliği de burada. Tiyatro, canlı, nefes nefese, yüz yüze yapılıyor. Bu anlamda ne sinema, ne sanal ortamlar tiyatronun yerini tutmuyor. Gençlerin enerjisiyle de uyuşuyor. Önemli olan tanışmak. Üstelik iyi bir oyunda tanışırsanız, o zaman tiyatro vazgeçilmez oluyor.


KLASİKLERE DÖNÜŞ VAR

Sinemada görsellik teknolojinin gelişmesine paralel olarak zenginleştikçe, sanki tiyatro giderek önemini kaybedecekmiş gibi düşünülüyor.

Bu çok yanlış bir düşüncedir. Sinemanın yeri farklı ama tiyatroda vazgeçilmez olan bir şey var; Çok birebirsiniz, çok yakınsınız, yüz yüzesiniz. CD’den bir müziği dinlemekle, aynı müziği, karşınızdaki şarkıcıdan dinlemeyi düşünün. Mutlaka CD’deki daha kalitelidir, teknik imkanlar kullanılmıştır. Ama yüz yüze dinlemenin keyfi başkadır. Tiyatro da böyle. Onun için de insanlık tarihinden beri var, yok olmayacak bir sanat dalı. Yeryüzünde iki insan kaldıysa, bilin ki tiyatro vardır, biri oynayacak, biri seyredecektir.


Farklı kültür ve eğitim seviyesinde, değişik yaşlardaki izleyici, nasıl oluyor da aynı oyundan keyif alabiliyor?

Oyunun başarısı da buradadır. Kimi çok derinliğine iner, kimi yüzeyden izler. Ama sonuçta aynı oyunda buluşurlar.


Türk tiyatro seyircisini etkileyen unsurlar neler?

Seyirciyi etkileyen en önemli şey, “kulak.” Seyirci söyler, bilgi başlar. Birinci etken seyircinin kendi arasında söylediğidir. Bir oyunun tutup tutmayacağı, sahnelendikten 3 gün sonra belli olur.


Türk edebiyat klasiklerine repertuvarınızda geniş yer veriyorsunuz. Aynı şey son dönemlerde ekranlarda da dikkat çekiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğal olarak bütün şeyler önce tiyatroda başlıyor, sonra başka taraflara sirayet ediyor. Biz tiyatroda yıllardır dünya klasiklerini, yerli klasiklerimizi, hatta romanlarımızı oyunlaştırarak sunuyoruz. Televizyonlarda daha önce şarkıcı furyası vardı, ardından vurdulu kırdılı mafya dizileri geldi. Sonra baktılar ki, yerli yabancı klasik eserler, özellikle yerli romanlarımız öyle çok da ihmal edilesi eserler değil. Bunları güncelleştirdiler, iyi çekimler yaptılar, iyi de kadro kurdular, reyting sağladılar. Bu olumlu bir gelişme. Çünkü Türk edebiyatında gerçekten çok değerli eserler var. Bunların, güncelleştirilmiş olarak da olsa televizyonlarda yer alması önemli bir şey. Bu biraz o işi yapanların vizyonuna, algılamasına, kültürüne bağlı. Bu kültür, vizyon, algılama gelişiyor. Bu da sevindirici.


Klasik eserlerin uyarlamalarının yüksek reyting getirmesini neye bağlıyorsunuz?

Bunun kaliteyle ilgisi var. Klasik eserler de kaliteli olduğu için zaten yüzyıllardır var. Siz bunu ne zaman sunarsanız sunun kaliteli olduğu sürece mutlaka talep olur.


Bu eserler günümüze uyarlanmadan ekrana gelse bu kadar çok izlenir miydi?

Birebir yapılsa da aynı etkiyi görür ama o zaman konu bitiyor, 26 bölüm olmuyor (gülüyor). Temele sadık kaldıkça ve kaliteyi korudukça günümüze uyarlanması doğaldır. Bu dünyada da çok yapılan bir şey. Romeo ve Juliet’in yüzlerce versiyonu vardır.

Tiyatroda var olmayan silinip gider, sahne mihenk taşıdır

Belki siyasetçilerimiz daha fazla sanatla içiçe olsa rahatsız edici tartışmalara şahit olmayız?

Kuşkusuz. Hangi işi yaparsanız yapın, eğer edebiyatla, müzikle, resimle, tiyatroyla gerçekten ilgileniyorsanız, işinizde daha başarılı olursunuz. Çünkü her şeyden önce empati yaparsınız. Empati ile yola çıkınca, kendinizi karşınızdakinin yerine koyup, onu anlamaya çalışıyorsunuz. O zaman ilişkiler çok daha iyi oluyor. Hele hele siyaset gibi direkt insanlarla karşı karşıya kalanların, mutlaka edebiyatla, sinemayla, resimle, müzikle, tiyatroyla, mimariyle içiçe olması gerekiyor. Bu değerleri elde ederseniz ancak daha farklı düşünebiliyorsunuz.


Tekrar TV dizilerine dönelim. Sizin sanatçılarınız dizilerde rol alıyor. Bu durum tiyatroyu nasıl etkiliyor?

Dünyanın her tarafında, sinemada da, dizilerde de yapımcılar, yönetmenler tiyatro kökenli oyuncularla çalışmayı tercih eder. İyi iş, kaliteli insanlarla yapılır. Bizde de oyuncularımızdan yararlanırlar. Biz sanatçılarımıza “Asli görevlerini aksatmamak” kaydıyla izin veririz.


Çok sayıda sanatçının sahneden ekrana kayması sizin için sıkıntı yaratıyor mu?

Bu iş İstanbul merkezli olduğu için şöyle bir problemimiz oluyor; Devlet Tiyatroları’nda 800 sanatçım var. Bunun 140-150’si İstanbul’da. Geri kalan 650’nin 600’ü İstanbul’a gitmek istiyor. Sanatçılar kendi açılarından haklı. “Oyuncu isem bu imkanları da kullanmak istiyorum” diyor. Bu bakımdan bizim adımıza sıkıntı yaşanıyor. Talep İstanbul’a gitme ve oynama. Ama şu gerçeği de arkadaşlarım biliyordur diye düşünüyorum, bütün bunlar aslında saman alevi gibi. Bir anda parlayıp, bir anda yok olan şeyler.


İşin ekonomik boyutu da var ama?

Evet ve bu konuda o tarafla başa çıkmak mümkün değil. Ama asıl kalıcı olan, önemli olan, tiyatroda varolmaktır. Tiyatro bütün sanatların er meydanıdır. Oyuncunun mihenk taşıdır.


İstanbul Devlet Tiyatroları için sanatçıların dizilerde rol alması işlerini aksatıyor mu?

İstanbul’da tiyatro, sahne sayısı ile oyuncu sayısı arasında bir dengesizlik var. Sahne sayısına göre, oyuncu sayısı fazla. Bu yüzden sahneye çıkma sırası bir sanatçıya bazen 1-2 yıl gelmeyebiliyor. Bu anlamda da bir sıkıntı yaşanmıyor.


İstanbul’a gitmek isteyen sanatçıları nasıl yerlerinde tutuyorsunuz?

Tayin etmiyoruz. İşlerini yapıyorlar. Son yıllarda şöyle bir şey geliştirdik, eğer çok gitmek istiyorlarsa, o zaman ücretsiz izin veriyoruz.


Yönetici olarak işiniz zorlaşmış görünüyor?

Evet idarecinin zorlukları. Sanatçıyla uğraşıyorsunuz. Sanatçı kırılgandır, kaprislidir, normal değildir, normal olmamız beklenemez zaten. Anormalliği kötü anlamda söylemiyorum, ama sıradan insan değildir sanatçılar. Onlarla çalışma ortamı yaratıyorsunuz bir de dış etkenler, bu teklifler, arzu, istekler var, onu dengeliyoruz. Tüm bu yüzden sanatı idare etmek zor.


SAHNE SİZE DEĞER KATAR

Sanatçılarınıza yönelik talep devam ederse, Devlet Tiyatroları açmaza girer mi?

Hayır sanmıyorum. Şu anda da bazı sanatçılarımıza çok iyi teklifler geliyor. Giderlerse buradaki iki, üç yıllık kazançlarını belki de maaşlarının toplamı kadar ücreti bir ayda kazanacaklar. Ama buna rağmen “Hayır” diyorlar, “Önce kendi işimiz”. Kolay vazgeçilecek bir şey değil Devlet Tiyatroları sanatçısı olmak, tiyatroda olmak. Birbirini destekleyen bir şey zaten. Siz sah-nede olduğunuz için, orada oynuyor- sunuz, orada yer alıyorsunuz.


Bir de tersten bakalım. Sanatçılarınızın ekrana çıkması, tanınması, tiyatroya olan ilgiyi artırıyor mu?

Tabii bizi de olumlu etkiliyor. Çok hoş şeyler oluyor bazen. Örneğin yazın Doğu, Güneydoğu Anadolu turnelerimiz oluyor. Buralara da Ankara ve İstanbul oyunları gidiyor. Bir dizide izlediği oyuncuyu karşısında görünce şaşıranlar oluyor. “Aa sen falanca dizideki adama ne kadar benziyorsun?” diyorlar. “O benim” deyince, “Hadi canım, ne işin olacak ki senin burada” diye önce inanmıyorlar. Ulaşılmazmış gibi olan sanatçıyı karşısında görüyor. Arkadaşlarımız, tiyatroda varolmazlarsa, orada çok çabuk yok olacaklarını biliyorlardır.


Bu konuda yeni bir yasal düzenlemeye gitmeyi düşünüyor musunuz?

Bunu söylüyoruz evet. Günün şartları, televizyondu, sinemaydı, çalışma şartlarıydı, izindi, bir yasal düzenleme yapılma zorunluluğu var. Hem tiyatronun daha iyi işlemesi, hem de sanatçıların bu konuda tercih kullanabilme hakkı açısından bu düzenleme gerekli. Çalışmayan, az çalışan, çalışan arasındaki dengeyi sağlamak adına bir düzenlemeye ihtiyacımız var.


PROVALARI İZLERKEN GÖZLERİM DOLUYOR

Sahneye çıkmayı özlüyor musunuz?

Çok özlüyorum. Provalarda gözlerim doluyor, biraz kötü oluyorum. Sahnede olduğum bir dakikayı, hiçbir makam ve mevkiye değişmem. O bambaşka bir şey.


Kaç yıldır genel müdürlük görevini sürdürüyorsunuz?

Aralıklarla 10 yıl oldu. Bir oyuncunun enerjisi, tecrübesi bakımından en verimli olduğu dönemi, 40-50 yaş arasıdır. Ben 41 yaşında genel müdür oldum.


Operaya, baleye, konsere gider misiniz?

Eşim balerin olduğu için opera bale ile çok iç içeyiz. Sahne sanatlarıyla çok ilgiliyim. Hepsi keyif veriyor ama seçiciyim bu konuda. Kötüyse sahneleme -gerçi şimdi yapamıyorum ama- terk ederim, salondan çıkarım. Genellikle yaz aylarında kendi imkanlarımla yurtdışındaki gösterileri izlerim.


Edebiyatla ilginiz nasıl, şu an okuduğunuz bir kitap var mı?

Edebiyatla ilginiz doğal olarak oluyor. Her ay 20-30 tiyatro eseri okumakla yükümlüyüm. Klasikleri okumayı severim. Şu anda “Gazap Üzümleri”ni bir daha okuyorum. Yeni çıkan romanları da takip etmeye çalışıyorum. Orhan Pamuk’un son kitabını aldım ama henüz başlayamadım.


KASIM SÜRPRİZİ: FOSFORLU CEVRİYE
Şu anda ilan ettiğimiz 57 yeni oyunumuz var. Geçen yıllardan beğeni kazanmış, ödüller almış, hâlâ talep olan oyunlarımızın toplamı 132. Yıl sonuna kadar yeni oyun sayımızı 90-100’e çıkarmış olacağız. Bu sezon Gülriz Suriri bizde konuk yönetmen, Fosforlu Cevriye’yi yapıyor. Oyunun müziklerini Atilla Özdemiroğlu hazırlıyor. Kasım ayında sahneleyeceğiz.

HER ŞEYİN MERKEZİ İSTANBUL MU?
Ankara sanatın okuludur. Sinemada, dizilerde, tiyatrodaki sanatçıların çoğu Ankara’dan yetişmiştir. Bunda konservatuvarın çok ciddi etkisi var. Son yıllarda İstanbul’da da çok iyi okullar oldu. Ankara opera, bale, senfoni olarak da, tiyatro olarak da, ciddi bir kültür şehri idi. Ama şimdi her şey İstanbul’a kaydı. Her şeyin bir yerde toplanması kötü. Bana çok akılcı da gelmiyor.

Haberin Devamı