Padişah soyundan değil, ama onun da bir sarayı var
Sözbir Otel Royal Residence, yani Sözbir’in Kral Daireleri...
Kendisinden esinlenilen Çırağan ve Yıldız Sarayı’nın karşı yakasında Üsküdar’da, Boğaz’a nazır modern bir saray... Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden izler taşıyan ve o dönemin eserleriyle süslü otelin sahibi Serdar Sözbir aynı zamanda Osmanlı eserleri koleksiyoneri. Otelin gerçek sarayları aratmadığını anlatan Sözbir, 16 yılda oluşturduğu koleksiyonun bir kısmını müzede sergileyecek.
Sözbir Otel Royal Residence, yeni yapılan bir bina olmasına rağmen tam anlamıyla tarihi bir hava estiriyor. Üsküdar’da deniz kenarında yer alan otel; Dolmabahçe ve Çırağan Sarayı’nı karşıdan görüyor. 28 süit odası ve 10 apart residence’ı bulunan otelin sahibi Serdar Sözbir, “Sözbir’in Kral Daireleri” adını taşıyan oteli yaptırmaya başladığında 24 yaşındaymış. 17 yaşında benzin istasyonu işleterek ticarete atılan Serdar Bey, genç yaşında öyle bir tarihi bilince erişmiş ki otelin her detayında geleneksel Türk taş oymacılığı ve eskitme boya tekniklerini kullanmış, koridorlarını müzayedelerden satın aldığı Osmanlı’ya ait tarihi eserlerle dekore etmiş. Şimdi, eski bir sarayı andıran oteli görenler, onun yeni yapılmış olduğuna inanamıyor. Kurtlar Vadisi, Binbir Gece gibi dizilerin de çekildiği, Osmanlı hanedanlarının misafir edildiği otelin sahibi Serdar Sözbir oteli ve koleksiyonunu anlattı.
Burası adeta bir saray... Ama tarihi bir bina değil...
Otelde tarihi dokuyu orijinaline uygun şekilde yaşatmak istedim. Ahşap, taş işçiliği, Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyor bu bina. Sadece bina değil konumu da tarihi özellikleri yansıtıyor. Bu otelin yapımı 10 sene sürdü, 5 yıl da ön hazırlık yaptık. Geç ama aslına uygun olsun diye uğraştık. Üsküdar başlı başına bir kültür mirası. Dolmabahçe Sarayı’nın tam karşısında bulunan otelimizi de bu yüzden burada konumlandırdık. Paşalimanı Caddesi ile Sultantepe arasında. Sultantepe, Sultanlar’ın Boğaz’ı seyretmek için tercih ettiği, Doğancılar Yokuşu ise avlandıkları yer. Proje için Mimar Sinan Üniversitesi dekanı Cengiz Eruzun’un kapısında sıraya girdik. Nevşehir’den 40 tır dolusu taş getirip, elle oydurdum. Nevşehirli ustaları 2.5 yıl bekledik. Otelin girişindeki Ege bordo taşın ocağı kapandığından oradan buradan topladık.
Bu kadar uğraşıya da değdi sanırım...
Otel bittiğinde Anıtlar Kurulu “Ne güzel bir şey, yeni olmasına rağmen tescil edelim” dedi. Oysa otel yapılırken turizm kredisi bile alamamıştık. Ama masraftan hiç kaçmadım. Oysa ticarette bir şeyin geri dönüşü 10 sene diye bakarlar. Bu kadar paraya düşkünlük olmaz ki. Bu sefer kötü, taş yığını binalar ortaya çıkıyor. 15 sene sonra çöpe atılıyor. Ömrü o kadar oluyor. Ama burası her şeyi ile ilk gün açıldığı gibi duruyor. Otelin tüm detayları, günün de yarınların da trendlerine uyuyor. Türkiye’de fizibilitesi olmadan hiçbir araştırma yapılmadan iş yapılıyor. Arkadaşlarım da Serdar “Otel yaptırmayı düşünüyorum ne dersin?” diyorlar. “Yapma” desem kendi oteli var onun için öyle diyor” derler. Ümraniye’de varoşlara 5 yıldızlı otel yapıyorlar bunu anlayamıyorum.
Dedemin Paşa olmasını çok isterdim ama değil
Otelde mimarinin yanı sıra süsleme de Osmanlı hakimiyeti gözüküyor. Osmanlı’ya düşkünlüğünüz nereden geliyor?
Ailemde Osmanlı saraylarında yaşamış kimse yok. Bir paşa da yok. Ama dedemin bir Osmanlı Paşa’sı olmasını çok isterdim. Belki de bu yüzden Osmanlı sanat ve kültürüne bu kadar düşkünüm. Bu düşkünlük hem bu oteli, hem de Osmanlı eserleri koleksiyonu yapmama neden oldu. Otelde kullandığımız tabaklar, sarayda kullanılanların aynısı ve Yıldız Sarayı’nda özel olarak yapılıyor. Topkapı Sarayı’ndaki bir vazodan iki kopya yaptırdım. Aslına uygun şekilde 5 ayda 1280 derecede pişirilerek yapıldı.
Otelin en güzel yerini kendinize ayırmışsınız. Herkesin Kurtlar Vadisi dizisinden bildiği odayı...
Ben bunu hak ettim. Her şey para değildir. Bazıları “Aman benimki deniz falan görmesin, buraları da satalım, kiralayım paraları biraz daha istifleyelim” diyebilir. Bu odanın geceliğini en az 10 bin dolara satarsınız. Ama ben “Allah’ım beni 10 bin dolara satabileceğim yerde oturtuyorsun” deyip şükrediyorum. Orası bana ve konuklarıma ait. Hiçbir zaman dostlarımı lobide ağırlamam. Benim dostum bir haz yaşasın istiyorum. Arkadaşlarım, köprüden geçerken burayı gösterip, “Bak orada benim arkadaşım var Sözbir beni en doğru noktada yaşatır ve ağırlar” diyor.
Buranın değeri ne kadar?
Bana göre değeri ölçülemez. Benim 10 yılımı neyle çarpacaksınız? Buranın sigorta bedeli 8-10 trilyon. Ama gerçek değeri bu değil. 3-5 katına da vermem. Cefasını ben çekmişim. Çocuk gibi 10 senede büyüttüm. Değer biçemem ve satamam...
Osmanlı hanedanından da konuklarınız olmuştu sanırım...
Onlar da buraya gelip kalmayı tercih ediyor. Geçen sene hanedanlar burada toplandı. Hepsi hayran kaldı. Osmanlı hanedanın son velihattı, Osman Osmanoğlu,“Dedelerimin tümü teşhir ediliyor bu bana gurur veriyor” dedi.
Peki koleksiyonunuzda hangi parçalar var?
Koleksiyonumu dedemden kalanların haricinde, müzayedelerden, antikacılardan veya ailelerden satın aldığım objeler oluşturuyor. Nişan madalya, silah, kılıç, mühür, dürbün, kol düğmesi, hokka, sigara tabakaları; koleksiyonumda geniş yer tutuyor. 100 parçalık dürbün koleksiyonum var. Büyük kısmı Osmanlı asilzadeleri için yapışmış. Osmanlı’dan kalanların yanı sıra Rus, İtalyan, Fransız eserleri de var. Fakat ben koleksiyonumu tek bir obje üstüne şartlandırarak yapmıyorum. Bir obje peşinde, hem kendini hem de cebini perişan eden koleksiyonerlerden değilim.
Bu eserleri nerelerde buluyorsunuz?
Bu işle ilgilenen arkadaşlarım Avrupa’daki fuar ve müzayedelere gidiyor. Türkiye’deki koleksiyoncu arkadaşlarımız herkesin ne istediği belli olduğu için, bulduğu obje kiminle ilgiliyse ona haber veriyor. Eğer bu işi biraz biliyorsanız, maldan anlıyorsanız, satanı tanıyorsanız zaman harcamaya gerek yok. Müzayedeler gidip parçalanmaya, antikacılarda zaman kaybetmeye hiç lüzum yok. Siz ofiste işinizi gücünüzü yaparken adam gelip sergisini gösteriyor.
Demirören ve Sabancılar gibi müze kurmak istiyorum
Alırken nelere dikkat ediyorsunuz?
60-70 parçalık hokka koleksiyonum, Ermeni ustaların Osmanlı’ya yaptığı sigara tabakalarım var. Bunları alırken ezik ve yıpranmış olmamasına dikkat ediyorum. Üstündeki deseni güzel olursa, madeni gümüş ya da altın olursa daha kıymetli oluyor. Mühür koleksiyonunda; mühürün altın olması değerini artırıyor. Hele ki önemli bir adama aitse değeri müthiştir. Sahibi önemli değilse, mühürün çok güzel yapılmış olmasının pek bir değeri yoktur. Koleksiyonumda, Vahdettin’in damatı, aynı zamanda 3 dönem başbakanlık yapan Sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu İsmail Hakkı Bey’in mühürü de var. Osman Hamdi’ye verilen nişan da bende. Resimleri yüksek fiyatlara satılan birinin nişanlarını alınca “Elime geçirebileceğim en önemli nişan buydu” diye bir haz duyuyorsunuz. Bu sizi daha iyisini almaya şevk ediyor.
Koleksiyonculuk ve müzecilik neden yapılmalı sizce?
Erdoğan Demirören, Sakıp Sabancı, Koç ailesi gibi parayı had safhada kazanmış zenginlerin bir saatten sonra şirketlerini kurumsallaştırıp, kendilerinin kültür değerlerine önem verdiğini görüyorsunuz. Sonra onlarla övünüp, ticaretlerine de onları soktuklarını görüyorsunuz. Ticaret yaptıkları yabancı ortaklarını getirip orayı gösteriyor Çünkü bizim neyimiz var? Araba fabrikan mı, uçağın mı, araban mı var? Tüm bunların daha iyisi onlarda var. Uçağı zaten onlardan alıyoruz. İşte onlarda olmayan bu kültür mirasıyla da biz övünmeliyiz. Bu yüzden Sözbir Otel’e gelen yabancıların ağzı açık kalıyor. Ben de onlar gibi bir müze kurmayı düşünüyorum.