Gazete Vatan Logo

Onların tüfekleri değil kazma kürekleri vardı

Varlık Vergisi’nden önce, 1941 yılının Nisan ayında yaşları 20 ila 45 arasında değişen gayrimüslim erkekler, askerliğini yapsın yapmasın hiç fark gözetmeksizin Nafıa Askerliği adı altında tekrar askere alındılar

Araştırmacı-Yazar Rıfat Bali’nin son kitabı da ’Yirmi Kur’a Nafıa Askerleri’, Türkiye’nin karanlıkta kalmış bu dönemine ışık tutuyor. Kitaptaki kimi iddiaların ise büyük tartışma yaratacağından şüphe yok.


Yıl 1941, aylardan Nisan. II. Dünya Savaşı tüm dehşetiyle devam ediyor. Savaşın Türkiye’ye sıçrayıp sıçramayacağı tartışılırken, hükümet askerlik görevini yapmış yapmamış, yaşları 20 ila 45 arasında değişen tüm gayrimüslimleri tekrar silah; daha doğru bir tabirle kazma kürek altına aldı. Üstlerinde asker üniformalarına benzemeyen kahverengi elbiseler vardı. Görev yerleri Anadolu’nun ücra köşeleriydi. Zor şartlar altında yol, köprü, tünel yapımı için aylarca kazma kürek sallayan gayrimüslimler için 1941 baharında başlayan Nafıa Askerliği, 27 Temmuz 1942 tarihinde sona ermişti...
Yukarıdaki satırlar bir senaryonun parçası değil. Cumhuriyet tarihinin karanlıkta kalmış, unutulmuş bir sayfası: Nafıa Askerleri ya da nam-ı diğer ‘Amele Taburları.’
Araştırmacı-Yazar Rıfat Bali’nin kaleme aldığı ‘Yirmi Kur’a Nafıa Askerleri’ adlı kitap yakın tarihin karanlıkta kalmış bir sayfasını daha aydınlatırken, büyük bir tartışma da yaratacağa benziyor. Peki hükümet neden böyle bir karar almıştı? Bu kararla ilgili ABD ve İngiliz istihbarat raporlarında hangi cümleler dikkat çekiyordu? Türkiye’deki gayrimüslimler askere mi alınmıştı, yoksa bir çeşit toplama kamplarına mı?



Anadolu’nun her yerine tünel açmak için gönderildiler


Tamamı belgelere ve o günleri yaşamış gayrimüslimlerin hatıralarına dayandırılan kitapta önemli alıntılar da var. O alıntılardan biri de Bakırköy Belediyesi Başkan Yardımcısı Yervant Özuzun’a ait: “1941 yılında 20-25 yaşından 45-50 yaşına kadar babadan oğula tüm gayrimüslimleri ani bir kararla, ‘Nafıa Askerliği’ ya da ‘Amele Taburları’ denen, sözde askere aldılar. İş yerlerinden, evlerinden, sokaklardan yakaladıklarını kamplarda topladılar. Kahverengi elbiseler giydirilip Anadolu’nun her tarafına yol yapımı, tünel açma gibi işler için yolladılar. Hiç kuşkusuz bunun nedeni onları işlerinden uzaklaştırarak ticari anlamda zor durumda bırakmaya, işlerini kapatmaya, devretmeye, ülkeye gönül bağlarını zedelemeye yönelikti. Öyle ya, aynı iş yerinde çalışan baba ile oğlunu, usta ile kalfasını çalışma kamplarına sürersen o iş yeri ne olur?”


Yunanistan’dan gelen çöpçü elbiseleri giydirildi

Tarihe not düşen bir başka alıntı da Humanite Dergisi Editörü Sait Çetinoğlu’dan: “1941 yılının Mayıs ayında hükümet gizli bir karar aldı. Bir mayıs sabahı askerler, vatandaşlara kimlik kontrolü yaptı ve gayrimüslim olduğu anlaşılanlar hemen o anda askere alınmaya başladılar. Askere alınanlara üniforma verilmedi. 1939 depreminde Yunanistan’dan yardım için gönderilen çöpçü elbiseleri giydirildi. Silah da verilmeyen bu gayrimüslim ordu sadece amelelik yapacaktı.”


Bu çukurlar mezarınız olacak

Araştırmacı Yazar Rıfat Bali kitabında Nafıa Askerleri’nin onurunu en fazla kendilerine üniforma ve silah yerine kahverengi elbiseler ve kazma kürek verilmesininin zedelediğini belirtiyor: “Bu uygulama dil, din, ırk farkı gözetmeksizin vatandaşlarını eşit birer Türk yurttaşı olarak kabul eden 1924 Anayasası’na aykırıydı ve uzun yıllar boyunca azınlıklar tarafından hüzün ve öfkeyle anılacaktı. (...) Azınlıkların ortak hafızalarında yer eden çok yaygın bir söylenti, hükümetin silah altına alınan gayrimüslim erkekleri katletmeyi tasarladığı, dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın bu tasarıdan haberi olduğunda azınlıkları Milli Müdafaa Vekaleti emrine aldırarak, canlarını kurtardığı kanaatiydi. Bu kanaatten ötürü azınlıklar Fevzi Çakmak’ı minnetle anacaklardı. Bu söylentinin ortaya çıkmasındaki neden Nafıa Askerlerinin hemen tamamının yol ve inşaat işlerinde çalışır ve çukurlar kazarken onlara nezaret eden çavuş ve onbaşıların ‘Bu çukurlar mezarlarınız olacak’ şeklindeki haykırmalarıydı.”





Askere gitmemek için tavan arasına saklandılar

Nereden bakılırsa bakılsın Nafıa Askerliği Türkiye’deki azınlıklar üzerinde derin yaralar bırakmıştı. Bali, I. Dünya Savaşı’nda subay olarak görev yapmış gayrimüslimlerin bile bu kez er olarak görev yaptıklarının altını çiziyor: “Askere alınan kimi gayrimüslim erkekler birliklerine teslim olmayıp ‘şirvane’ olarak adlandırılan evlerin, çatı ve tavan aralarında saklanacaklardı. Yahudi Nafıa Askerleri terhis edilmelerinden sonra kendi aralarında yaptıkları sohbetlerde herkes askerliğini nerede yaptığını anlattığında, tavan arasına saklananlar ‘Ben şirvane taburu askerciğiydim’ diyeceklerdi.”


Aynı kaderi paylaşan değişik sosyal sınıflar

Bali, Nafıa Askerlerinin sivrisinek, sıtma, bataklık, rutubet, çamur, aşırı sıcak, susuzluk gibi kötü tabiat koşullarının hakim olduğu ve alt yapısı mevcut olmayan kamplara gönderildiğinin altını çiziyor: “Yirmi kur’a gayrimüslim erkeklerin silah altına alınmaları, normal hayatta bir araya gelmeyen çok değişik sosyal sınıflara mensup insanların ortak bir kaderi paylaşmalarına yol açacaktı. Milyonerlerden fukaralara, patronlardan memurlara, eğitimli kişilerden cahil işçilere, tüccarlardan katiplere, sağlığı yerinde olanlardan hastalara, hocalardan cahil halka kadar değişik sosyal sınıflara ait Yahudiler aynı kaderi paylaşacaktı.”


“Türkiye’de de ’Yahudi’ yazılı pazubantlar hazırlanmıştı”


Bali, Yahudilerin hissettikleri korkuyu en iyi yansıtan, Filistin’de yayımlanan The Palestine Post gazetesinde yer alan ve yirmi yaşlarındaki İstanbullu Yahudi Alfredo ve kız arkadaşı Rebeka’yla 1945 yılında yapılan bir mülakat olduğunu belirtiyor: “Alfredo, Atatürk’ün vefatından sonra Nazi yanlısı Türkçülerin ırkçı bir siyaset geliştirdiklerini, II. Dünya savaşı sırasında tarafsız olmalarına rağmen Türkiye’nin Alman yanlısı tavır takındığını, Varlık Vergisi Kanunu’yla Nazi yanlısı Türkler’in ilk antisemit darbeyi gerçekleştirdiklerini söyledi ve şunları ekledi: ’İkinci darbe hiç gerçekleşmedi. Hükümet, üzerinde ’Yahudi’ yazan pazubantlar hazırlamıştı. Pazubant uygulamasına kesin bir şekilde geçmek için savaşın Almanların lehine dönmesi bekleniyordu. Üçüncü darbe Türkiye’deki Yahudilerin tamamının imhasıydı. Ama şükür savaşın seyri değişti! Almanlar Stalingrad ve El Alameyn’de yenilgiye uğradı. Varlık Vergisi nedeniyle kamplara yollananlar serbest bırakıldı.’ Rebeka da ’Müttefik Kuvvetleri savaşı kazandıkları için bugün hayattayız’ sözleriyle arkadaşının fikrini destekledi.”


ABD istihbarat raporuna göre Nafıa Askerleri 30 bin kişiydi

Amerikan Büyükelçiliği’nin 30 Eylül 1941 tarihli ve ’mahrem’ ibareli raporu Nafıa Askerlerinin, askere alınış nedenleri ve kararın etkileri konusunda bilgiler içeriyor:
“10 Nisan 1941 tarihinde yayınlanan resmi seferberlik ilanını takiben İstanbul Vilayeti’nde ikamet eden yirmi kur’a gayrimüslimler silah altına alındılar; askeri veya yarı askeri inşaatlarda çalıştırılmak üzere Anadolu’nun muhtelif yerlerine sevk edildiler. Bu hususi seferberlik emriyle askere alınanların sayısı her ne kadar açıklanmadıysa da, güvenilir bir tahmin bu rakamın 30 bin civarında olduğunu göstermekte. Bedeni engelli olmalarını mazeret olarak gösteren askerler, şayet yürümelerine mazeret olacak bir engelleri yoksa seferberlikten muaf sayılmadılar. (...) İstanbul bölgesinde ikamet eden 25 ila 45 yaş arasındaki Rum, Ermeni, Yahudi erkeklerin tamamının aniden askere alınmalarının ve bu kararın bugün itibariyle halen meriyette olmasının, bu bölgenin iktisadi hayatı üzerindeki fark edilebilir bir etkisi olduğu aşikârdır. Harp sebebiyle zaten durgun olan piyasa gayrimüslimlerin ticari faaliyetlerden çekilmeleri neticesinde daha da durgunlaştı (...) Gayrimüslim askerlerin maruz kaldıkları davranışlar hakkındaki raporlar muhtelif. Çoğunun meşakkatlerle karşılaştıkları şüphesiz, zira bazıları çeşitli sebeplerden dolayı hiç askerlik yapmamıştı; çoğu da Türk askeri için tabii olan zor hayata alışık değildi. Şehrin rahat hayatından gelenler arasından birçoğu hastalandı ve bazısı hayat şartlarından dolayı vefat etti.”



’Amele Taburları’ndaki tanıdık isimler

Vitali Hakko: Askerden geleli bir hafta olmuştu koluma girip “Haydi askere” dediler

Vitali Hakko da Nafıa Askerlerindendi. O günleri şöyle anlatıyor: “Polisler mağazamıza geldiler; ’Vitali sen misin?’ diye sordular. Ben, ’Evet’ deyince de koluma girip, ’Hadi askere’ dediler. Onlara askerden yeni döndüğümü, bu işte bir yanlışlık olduğunu anlatmaya çalıştım. Yanılan benmişim. Bu kez Selimiye Kışlası’na gönderiliyorduk. Çoğul konuşuyorum, çünkü askere çağrılmamıştık, askerden yeni dönmüş olmamıza rağmen birçoğumuz birer suçlu, birer kaçak gibi askere sevk edilmiştik. Yaş baş gözetmeden birkaç sınıf birden askere alınmıştı ama bu kez farklı bir durum vardı. Aramızda hiçbir Müslüman Türk yoktu. Doğrusu bu da hepimizin kafasında bir yığın soru oluşturuyordu. ’Niçin yeniden, daha terhisten bir hafta sonra bu üçüncü askerlik?’, ’Niçin yalnız biz gayrimüslimler?’, ’Niçin nereye götürüldüğümüzü söylemiyorlar?’ Bizi marşandiz vagonlarına yüklediler. Aramızda ak saçlı altmış yaşında Rumlar, Ermeniler, Museviler vardı.
Geceleri ot yatağıma uzandığımda düşündüğüm yalnızca savaşın bitmesiydi. Sabah uyandığımda günün gerçekleriyle karşılaşırdım. 18 ay süren askerliğim de bir gün sona erdi. Tabii sevindik. Ama üç gün sonra askere çağrılmayacağımızı kim temi edebilirdi? Yarı sevinçli, yarı tedirgin İstanbul’un yolunu tuttuk.”



Etyen Mahçupyan: Büyükbabam bu konuda hiç konuşmamış

Büyükbabam da kardeşinin Aşkale’de olduğu dönemde 8 ay askerlik yapmak zorunda kalmış. O yıl tüm Ermeni toplumu 1915’in yeniden yaşanacağı korkusu içinde aylar geçirmiş. Ancak babam bu konunun evlerde hiç açılmadığını özellikle vurguladı. Ailenin huzurunun bozulmaması, muhtemel bir trajedinin eşiğinde olunduğunun sanıldığı bir süreçte bile egemen tavır olmuş. Annem 8 aylık askerlikten dönen büyükbabamın ise sonraki yaşantısı içinde, bu döneme ilişkin tek bir kelime bile etmediğini söylüyor.


Nubar Terziyan: Falakaya yatırıldım

Yeşilçam’ın ünlü siması Nubar Terziyan da Nafıa Askerleri arasında yer alan isimlerdendi. Terziyan o günlerden bir hatırasını şöyle anlatıyor: “Sene 1941, tekrar vatani vazifeye çağrıldık. Bir gün bizleri topladılar. Başka bölgelere göndereceklerdi. İsimler okundukça herkes ’Mevcut!’ diyordu. Bu arada subayın gür sesi ile adım okundu: ’Kirkor oğlu Nubar!’ Ağzımı açmadan arkamdan bir arkadaş ’Asfalt kralı’ diye bağırdı. Subay, ’Kimmiş bu’ diyerek beni ortaya çıkardı. ’Demek kaçıyorsun ha’ dedi. Ben de yine hiçbir cevap yok. Subay ’Yatırın falakaya’ diye emir verdi. Üç sopa yedim. Sarsıldım ama ses çıkaramadım.”



Haberin Devamı