Gazete Vatan Logo

Elimde yetki olsa erkek kısmının kırk yaşından önce koca olmasını yasaklarım

Selahattin Duman: ´Erkek kadın derbisinin adı El Spastiko olmalı´

Selahattin Duman benim en sevdiğim ve her gün takip ettiğim yazarlardan biridir. Son beş altı aydır yazılarının siyasileştiği, öfkeli bir hâl aldığı nazarı dikkatimden kaçmadı. Halbuki ben kendisini okurken gülmekten iskemleden düşmeye, çevremdekilerden deli muamelesi görmeye alışmışım. Bu tarz değişikliğinin nedenini anlamak için Selahattin Abi’nin Bodrum’daki evinin kapısını çaldım. “Neniz var kuzum?” diye sordum. “Memleket efradı sonunda bizi de psikopata bağladı” dese de, paniğe mahal yokmuş. Duman eski performansından hiçbir şey kaybetmemiş. Kendisiyle stand up tadında bir röportaj yaptık, sonra da bir el tavla attık. Buyurun Pazar gösterisine...

Alaycılık, küçüklükten beri kalıcı huyumdur! Hayatı da böyle algılayıp para kazandım...

* Babanız doktordu. Küçükken hiç doktor olmaya özenmiş miydiniz?

Babam çok isterdi doktor olmamı. Hayatının sonuna kadar da “Keşke doktor olsaydın” diye söylenip durdu. Bir baba lisenin iki sınıfında beş sene okumuş oğluna bu kadar inanabilir. Altı senelik orta eğitimi on senede bitirmiş ve bir iki dersin dışında geçer notları sadece kopya ile almış birini, yani beni herhangi bir tıp fakültesi kabul etseydi yanmıştı sistem. Sadece sınav sistemini sorgulamak yetmez, dönemin Mili Eğitim Bakanı’nı da Yüce Divan’a göndermek gerekirdi.

* Çocukken de sivri dilli miydiniz?

Sivri dilliydim, alaycıydım. Aziz Nesin’in “Böyle Gelmiş, Böyle Gitmez” kitabında çocukluğunu anlatırken yaptığı bir tarif vardır. Fiziksel olarak kendini eksik gören, kompleksli çocuklar bu açığı kapatmak için başkalarıyla alay ederler. Ben de ufak boyluydum, miyoptum, kıvırcıktım, annemin dışındaki herkes için çirkin bir çocuktum. Önüme gelene isim takardım. Alaycılık böylece kalıcı huylarımdan biri oldu, sonra hayatı algılama biçimine dönüşüp bundan profesyonel olarak para kazanmaya başladım.

* Yazmaya nasıl başladınız?

1970’de gazeteciliğe başladım. Bütün gazeteyi üç dört kişi çıkarıyorduk.
Haberinden resim altına kadar her şeyi yazıyorduk. Köşe yazarı kaytardığında onun yerine de yazıyorduk. Sallama fotoğraftan, dandirik araştırmaya kadar her marifetimiz vardı. İnanılmaz bir özgürlüktü. Arşivde arslan klişesi bulamayan arkadaşımız, yazının içine kaplan resmi koyuyor, altına da “Her ne kadar ormanlar kralı arslan ise de yukarıda arslanın yakın arkadaşı kaplan görülüyor” yazabiliyordu.

İşten adam at dediklerinde muhabirlere kıyamadım; köşe yazarlarını çıkarttım

* Köşe yazarı olarak tanınmanız Sabah’ta oldu ama...

Evet. 1994’te. Ondan önce Gün diye bir gazete çıkarıyorduk. Benden adam çıkartmamı istediler. Adamlara kıyamadım, köşe yazarlarını çıkarttım. Onlar daha pahalıydı çünkü... Dört beş köşe yazarından boş kalan köşelere farklı üsluplarda ben yazmaya başladım. Siyaset filan.. “Hükümet yok kurulur.. Yok kurulmaz.. Kurulsa iyi olur.. Belki de olmaz..” yazıları. O çakma yazarlardan birini patron çok beğenmiş. Bir gün tepeme dikildi “Bu adam iyi yazıyor, niye resmini koyup parlatmıyorsun?” diye yüklendi. “Tamam, peki” diye geçiştirdim. Yazarın resmini göremeyince Zafer Mutlu’ya beni şikâyet etmiş. Zafer Mutlu da “Nasıl fotoğraf koysun, öyle biri yok ki. Kendi yazıyor, söylemeye utanmıştır..” demiş. O günden sonra patron “yazı yazsın” diye tutturdu. Bir buçuk sene sonra yazmaya başladım.

Demirel’in uçağına binip gördüklerimi Almancı işçi gibi yazdım; meşhur oldum

* Niye o kadar uzun sürdü?

Üslup derdine düştüm. Farklı bir şey bulmak lazım ki köşe yazarlığına geçtiğimizde “Hah! Bir sen eksiktin..” demesinler. Zafer’le kafa patlatıyorduk, işin içinden çıkamıyorduk. Bir gün Hasan Cemal’in odasına destursuz daldım. Baba’nın (Süleyman Demirel) Uzak Doğu gezisi var. Hasan’ı davet etmişler. Hasan kendi kendine Baba’ya küsmüş, gitmek istemiyor. Zafer de onu ikna etmeye çalışıyor. Ben zart diye odaya girince Zafer “Hah! Ulan sen git şu geziye, madem bu nazlanıyor” deyip topu ayağıma bıraktı.

* Üslûp ne oldu?

Ankara’da Meclis’te muhabirlik yaparken Zafer’le birlikte en kızdığımız şey gazeteci abilerin kulise gelen siyasileri konuşturmamasıydı. Herkes kendi bulunmaz fikirlerini siyasilere anlatıp, onlara devlet nasıl idare edilir dersi vermeye çalışırdı. Adamlar konuşma fırsatı bulabilseler belki ağızlarından bir haber kapacağız. Zafer geziye çıkmadan önce dedi ki: “Baba’nın uçağına gazeteci olarak değil de Almancı işçi olarak yanlışlıkla bindiğini düşün. Gördüklerini öylece yaz” Aynen uyguladım ve bana has bir yazı tarzı ortaya çıktı. Türkiye’ye döndüğümde şöhret olmuştum. Baba’yı uçağın ön kapısından ne kadar kamera karşıladıysa, beni de arka kapıda o kadar kamera karşılaşmıştı. Bütün kanallar benden röportaj istiyordu.

KIZ ARKADAŞIM SAYESİNDE VERİMLİ ÇALIŞIR HALE GELDİM

Arada tiyatro oyunu yazma konusunda iştahlanıyorum. Zamanı doğru kullanmayı beceremediğim için verimli olamıyorum. Son bir senedir daha verimli çalışır hale geldim, o da kız arkadaşım sayesinde... Onun çok sistematik çalışan bir kafası vardır. Beni toparladı. Bu sistem devam ederse, elimden kaza da çıkar, çok şey de çıkar.

Yazarken espri bulmaya değil, konu bulmaya odaklanırım... Hazine arazisi büyüklüğündeki köşem 50-60 dakikada dolar

* Güldüren adamlar, genellikle günlük hayatta komik değildir. Siz nasılsınız?

Keyfim coştuğunda hem güler, hem güldürürüm. Bazen stand up tadında sohbetlerimiz olur. Dilimi de tutmam. “Sarhoş ayıkken düşündüğünü masada söyler” derler ya! Ayıkken düşündüklerim o muhabbetlerde elime geçmesin.

* Yazarken espri bulmak için düşünür müsünüz?

Hayır, konu bulmaya odaklanırım. Konu varsa gerisi gelir. Benim üç köşe yazısı uzunluğundaki hazine arazisi köşe elli, altmış dakikada dolar.

Televizyon ve gazetelerde manipülasyon çok fazla; sistem en ağır olaylar üzerine bile iki dakika düşünmeye izin vermiyor

* Yazılarınızda IQ’dan çok bahsediyorsunuz. Aptallığa tahammülünüz yok mu?

En nefret ettiğin şeyleri sırala deseler “Aptallık” ilk üçe girer. Birinciliği de kadından “bayan” diye söz edenler alır. Aptal sayımızı tartışmak bir yana, akıllı bildiklerimizin de düşünme kabiliyetleri sistematik olarak azalıyor. Kalıplarla, ön yargılarla idare ediyoruz. Düşünenlerin devamlı sopa yemesi, tek partiyi aratmayan hukuki düzenler, televizyon... Tabii en başta da dillere destan, her yıl yeniden yapılanan eğitimimiz. Ahaliyi sersemlettiler. Eee! Eğri ağaçtan doğru değnek çıkmaz..

* Televizyonu biraz açsanıza...

Sosyal gözlemci, yazar Frederic Beigbeder’in Paris için yaptığı bir araştırma var. İşine metro ile giden, evine günlük iki gazete alan, ortalama dört saat televizyon seyreden biri gün içinde dört bine yakın haber veya reklama hedef oluyor. Manipülasyon çok fazla. Akşam ana haber kuşağını izliyorsun diyelim. Afşin Elbistan’dan gelen bir göçük haberinin derin sarsıntısını yaşarken ekran değişiyor, hoop Tarkan’ın bilmem ne şarkısı olay oldu haberi çıkıyor karşına... Ardından bir aile içi şiddet, onun ardından komik bir görüntü. Sistem en ağır olay üzerine bile iki dakika düşünmene izin vermiyor.

En nefret ettiklerim aptallık ve bayan kelimesi

“En sinirlendiğim şey, birkaç görgüsüz magandanın Türkçe’ye bayan kelimesini sokması... Kadın yerine bayan... Bir de bunu kibarlık zannediyorlar. Görgüsüzlük, dil cehaleti kibarlığın ölçeklerinden biri haline geldi. Denk geldiğimde “Bayan” sözcüğünü bana karşı kullanan oldu mu o kişinin üzerine kafadan bir çarpı atıyorum. İçimden “Otla konuşuyorum, bitkiyle konuşuyorum” diyorum.”

IQ’um 154 çıktı yani dahi kategorisi... Lisede aynı sınıfı üç sene okudum; nasıl bir dahiysem?

* Geçenlerde şike operasyonu ile ilgili bu durumu eleştiren bir yazı yazmıştınız.

İki aydır şike üzerinde konuşmayan adam kalmadı. Bir kişi bile çıkıp “Ya şike ile ilgili ceza yasası düzenlemesinde, bu işe karışanlar tutuksuz yargılanır, hükmü var” demiyor. Birbirinden sersem kanaat önderleri bunun farkında bile değil. Kabahat bizde. Başımıza bir şey geldiğinde ya Hülya Avşar’ın ağzına bakıyoruz, yahut bir cemaat sözcüsü arıyoruz. Sosyal şizofreni dediğim bu. Ağzı olan konuşuyor ama Türkçe hak getire. Üç gün önce yeni Federasyon Başkanı’nı canlı yayında izliyorum. Adam “Eski Gençlerbirliği futbolcusu” diyor. Yahu eski olan futbolcu, Gençlerbirliği takımı değil ki. Aldıran da yok. Aptallık bulaşıcı mı acaba?

* IQ’nüzü ölçtürdünüz mü?

Lisedeyken genç bir felsefe hocamız vardı. Onun ölçümünde benim IQ 154 çıktı; dahi kategorisi yani. Nasıl dahiysem aynı sınıfta üçüncü seneyi okuyorum. Ciddiye alınacak bir ölçü değil ama gırgır olsun diye yazılarımda kullandım durdum. Bu memlekette Einstein olsan kaç para. Mevzuatı arkasına alan 90’lık IQ sahibi bir belediye adamı ile başa çıkamazsın.

Okurlarla yüz göz olursan 6 ayda tımarhanelik olursun

* Son dönemde yazılarınızda öfke var.

Sağ olsun memleket efradı sonunda bizi de psikopata bağladı. Son iki ayı çok keyifsiz geçirdim, bazı özel meseleler hastalıklar filan. Memleketin gidişatı. Bazen kendini tutamayıp sosyal konulara da maydanoz oluyorsun. O trafiğe bu hırpalanmış balatalarla girdin mi, öfke freni bazen tutmuyor.

* Çok eleştirildiğiniz yazılarınız da oldu. Köpekler ve Formula 1 ile ilgili olan özellikle...

Okurla karşılıklı yazışma halinde yüz göz olursan seni altı ayda tımarhanelik ederler. Üstelik kimseye yaranamazsın. Gücenmesinler ama en iyisi önüne bakıp yoluna gitmek. Köşeme e-mail adresi koymadığım halde günde bin mesaj geliyor. Okumaya kalksan tek satır kitaba zaman kalmaz.

* Kaleminize hiç ayar vermez misiniz?

Ölçüyü kaçırdığım durumlar olmuştur. Zamanla öğreniyorsun. Mesela eski bir futbolcudan söz ederken fiziği ile alay etmiştim. Sanki kendi fiziğimiz çok şahaneymiş gibi. Aptallık işte. O arkadaşı kırdığım için aklıma geldikçe hâlâ içim burkulur. Bu tür fauller hergün yazmanın getirdiği baskıdandır. Yazacaksın, okur beğenecek, yazı işleri burun kıvırmayacak, patron söylenmeyecek. Senin de içine sinecek. Bazen hepsi olmuyor.

Erkeğin bıngıldağı ancak kırkından sonra kuruyor

* Gelelim aşka... İlk evliliğiniz niye bitmişti?
Elimde yetki olsa erkek kısmının kırk yaşından önce koca olmasını yasaklarım. Erkeğin aklı ancak o çağda bâliğ oluyor, bıngıldağı kırkından sonra kuruyor. Ayrıca evlilik kurumu doğaya aykırı. İnsanın yarattığı medeniyetin zorlatması. Nitekim medeniyet detaylanıp sınırlar kalkınca boşanmalar çığ gibi arttı. Uzun süren evlilikler ise iyi arkadaşlığa dönüşüyor. Çıkardığım birinci sonuç “Erkeğin karısı on sene içinde teyzesi olur...” O yüzden eskiler “Üzümün iyisi tane, kadının iyisi nene..” demiş. Evliliğim niye mi yürümedi? Saydığım sebeplere bir de benim yarım akıllı kocalığımı ekle, işte sonuç.

Aynı eşle ikinci nikahımı Antep formasıyla kıydırdım

* Peki sonra sorumluluklarınızı fark ettiniz de mi, aynı kadınla ikinci kez evlenebildiniz?

Ya ben niye boşandığımı da anlamamıştım zaten. Boşandık ama yine aynı evde oturuyorduk. Mahkeme kararı şekilde kalmıştı. Teknik olarak evlendik yine. Celâl Doğan bana bir takım Gaziantepspor forması yollamıştı. Yatarken onu giymiştim. Öğlen uyandım ki kız tarafı akraba ve arkadaş ittifakı şeklinde benim ayılmamı bekliyor. Misafirlerden biri “Damat giyinmeyecek mi?” diye sordu. Nasıl ters bakmışsam sorusu havada kaldı. Ayılmak için önümdeki demlikten ha babam çay içiyorum. Sonunda nikâh memuru Necati “Abi ben seni akşama kadar da beklerim ama istersen kıy şu nikâhı kurtul” dedi. Gaziantep forması, şortu ve tozlukları ile oturdum masaya. Balayı niyetine tek başıma evden çıktım, komşum Can Bartu’ya espresso içmeye gittim. Bizim Gaziantep formalı evlilik iki vakte kadar küme düştü.

KENDİ YAZDIĞIM OYUNU İKİNCİ GALADA TERK ETTİM

Aşkla ilgili yazılarım “Dumanaltı Aşklar” adıyla oyun haline getirildi. Tiyatrocu Hüseyin Avni Danyal beni aradı, yazılardan oyun yapmak istediğini söyledi. İstediğini yap dedim. Gittim baktım ama içime sinmedi. Ben yapsam başka türlü yapardım. İkinci galada ben bile izlemeyip, tüydüm.”

Beraberlik, makattan tatbik edilen fitil gibidir

* Aşık olunca nasıl biri oluyorsunuz? IQ düşüyor mu?

Aşk ateşli hastalık gibidir. Beraberlik temin edilince de erkeğin canı yanar. Çünkü “beraberlik” de ateşi düşürmek için makattan tatbik edilen fitil gibidir. Canının yanması kaçınılmaz. Aşık olup da salaklaşmamış veya salaklığını ikiye katlamamış bir tane erkek yoktur. Bir erkeğin, kendisini karşı cinse beğendirmek için düştüğü durumun komedi edebiyatlarında benzeri yoktur. Kadın hep üstün. Tıpkı Fener-G.Saray maçlarındaki Fener’in psikolojik üstünlüğü gibi. Derbi maçlarına “El Clasico” diyorlar ya! Erkek kadın derbisinin adı da erkek sayesinde “El Spastiko” olmalı.

* Şu andaki durumunuz...

İki seneyi aşkın çok özel biriyle beraberim. Keyfim çok yerinde.

“En seksiler listesinde” yerime Ahmet Mete Işıkara’yı değil Brad Pitt’i yazsalar, koymazdı

* Bir dönem Türkiye’nin en seksi erkeği seçildiniz. Şaşırdınız mı?

Şaşırmaz mıyım? Kadın dergilerinin marifeti işte... Kadının içinde “güce tapma virüsü” olduğundan popüler isimlere de meraklı oluyorlar. Üç sene üst üste “en çekici erkek listesinde” beni ilk üçe yazdılar. Sonra deprem oldu. Beni çizip yerime Deprem Dede’yi koydular. (Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara) Ölçekleri bu. Fena madara oldum. Brad Pitt’e neyim geçilseydim hiç koymazdı.

Cem, Ata, Şahan... Üçü de tosun gibiler maşallah, icraat olmayınca kiloya biniyor

* Kadınlar komik erkekleri seksi mi buluyor? Cem Yılmaz’ın da dünyanın en yakışıklı erkeği olduğu söylenemez ama kadınlar bayılıyor.

Cem Yılmaz bir gün katil olursa bu yalanı ortaya atanı bulduğu için olur. Kadınlar komik erkeklerin yanında eğlenirler sonra sıkıcı birinin kolunda acı çekmeye giderler. Siyasetimizde bir Osman Bölükbaşı figürü vardı. Müthiş hatipti, espriliydi, adeta seçim mitinglerinin stand up sanatçısıydı. Her mitingi tıklım tıklım dolardı. İş sandığa gelince en arkada kalırdı. Sandıktan çıkamayınca meydanlara toplananlarla “Başak çok ama tane yok” diye dalga geçerdi. Komik bilinenlerin durumu da bu.

* Kuru başak yani... (Gülme krizindeyim)

Kuru başak... Hadi ben unumu eleyip asmışım, hasat peşinde değilim ama Cem genç ve bekar. Ata genç, Şahan genç. Üçü de gürbüz. Tosun gibiler maşallah. İcraat olmayınca kiloya biniyor. Bu gidişle “Boğalık keyfi” yaşayamadan tohuma kaçacaklar. Sonları belli. Biraz daha yaşlandıktan sonra evlenip kaderlerine razı olacaklar. Öküzün gamsızı kasabın bıçağını yalarmış. İleri yaşta evlilikten kaçışları yok!

16 sinema filminde oynadım ama toplasan 5 dakika görünmedim

* Peki “seksi erkek” seçildikten sonra mı film teklifleri aldınız?

Hee! Aldım tabii.. Benjamin Button rolünü önce bana teklif ettiler. Ardından Mahsun geldi: “Abi, New York’ta Beş Minare filmini üzerine yapayım, yeter ki beş dakika görün” dedi. Ayşe sen kendini bana dövdürüp gazeteye manşet mi olmak istiyorsun. Ne teklifi? 16 filmde figüranlığım vardır. Sinan Çetin “Kitapsız ilim, Selahattin Duman’sız film olmaz” der durur ama, 16 filmlik sinema kariyerimdeki sahnelerimi toplasan beş dakikalık klip çıkmaz.

* Kimse Türkiye’nin en seksi erkeğine başrol teklif etmedi mi yani?

Ayşe sen olay çıkarmaya çalışıyorsun, sonra “Basına saldırı, teybimizi kırdılar” diye bağıracaksın. Teklif yok demedik mi? Bir kere Atıf Abi (Atıf Yılmaz) bana Eylül Fırtınası filminde komiser rolü teklif etmişti. Ben de “Abi ben Sinan’ın Romantik filminde emniyet müdürüydüm, şimdi komiserlik yani... Tenzil-i rütbe gibi...” diye yan çizdim. Bana bir mektup yazdı, hâlâ saklarım. Atıf Abi mektubunda “Elimizde emniyet müdürü kadrosu yok. Başkomiser olur musun?” diye soruyordu. Görev bizi bekliyordu olduk biz de.

Magazin basınının kirlenmesini santim santim izledim

Severim magazinci arkadaşlarımı ancak konuşacağım yine alınacaklar. Bence işlerini iyi yapmıyorlar. Kimse de yönlendirmiyor anladığım kadarıyla. Magazin bölümleri koca gazetelerin içinde kendi başlarına buyruk birer ünite olmuş. Gidiyorlar üç gece kulübünün kapısına, “O sarhoştu, o bunla diğeri şununla beraber” haberleri üretiyorlar. Yaptıkları yakıştırmalar çoğunlukla asılsız çıkıyor. Daha da beteri, soracak soru bulamadıklarından hedefteki şahsı sinirlendirmek için tahrik edici sorular soruyorlar.. Adam çileden çıkarsa bunlar da “Dudulu Postası” adlı mizah köşesindeki gibi “Basına saldırı, makinemiz kırıldı” diye bağırıyorlar. Aralarında gazete ayırmadan şirket olmuşlar. Haber paylaşıyor, politika üretiyor, kolladıkları kişileri manüple ediyorlar. Haber konusu yaptıkları insanlarla meslek adabına uymayan ilişkiler kuruyorlar. Dizilerine, kasetlerine, filmlerine yardım edip onların hasımları hakkında malzeme topluyorlar. Biri de çıkıp bunları yapmayız, desin. Kırk senedir bu işin içindeyim, kirlenmeyi santim santim izledim. Ancak kabahat kimde derseniz gazetelerin, televizyonların yöneticilerinde derim. Magazini hafifsedikleri için o alanı başıboş bırakıyorlar. Haa bunların bir de yardım ve yatakçısı var. “Twitter gazeteciliği” dedikleri moda. Şahsen günün yirmi dört saati twitter’la uğraşan insanın zekasından şüphe ederim. Dünyanın en gereksiz şeyi ama belli ki aptal eğlencesi.

Geri demokrasiyi geri istiyorum arkadaş

* Türkiye’de medyanın geldiği durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye yaklaşık dokuz senedir aynı iktidarın yönetimi altında. İktidarın birinci söylemi “İleri Demokrasi”. Nasıl oluyorsa biz demokrasiye yaklaştıkça boynumuzdaki halka da bir derece daha sıkılmış oluyor. Herkes sinmiş. Sesini yükselten başına iş açılacağını biliyor, insanlar telefonda konuşmaya cesaret edemiyor. “Hukuk devleti” dilden düşmüyor ama herkes bir tutuklandın mı sonunda suçsuzluğuna hükmedilmesi garanti olsa bile on yıl içerde kalabileceğini biliyor. Al sana ileri demokrasi.. Ben geri demokrasiyi geri istiyorum arkadaş. Bizim geri demokraside hiç değilse başbakana soru sorulabiliyordu. Demirel’inden Ecevit’ine, Erbakan’ından Mesut Yılmaz’ına dünya kadar başbakan gördük. Herkes istediğine, istediği soruyu sorardı. Bugünkü duruma bakın. Kimse başbakana en masum soruyu sormaya cesaret edemiyor. Kurban olmuşum ben bu ileri demokrasiye..

Haberin Devamı