Gazete Vatan Logo

Babamdan ilk tokadımı evin duvarına "Tek yol devrim" diye yazdığım için yedim

Ayşe Brav, İzzet Çapa ile konuştu...

İşinde devrim yapan, kimsenin göremediğini gören, vizyon sahibi insana o alanın dahi çocuğu denir. Modanın dahi çocuğu “Tom Ford”, efendim müziğin dahi, çocuğu “Michael Jackson” gibi...Bana göre Türkiye’de eğlence sektörünün dahi çocuğu da “İzzet Çapa”dır. Beğenin, beğenmeyin bugüne kadar açtığı her mekanla bir ilke imza attı ve yaptığı işler hep ses getirdi.

İnsanlar en çok onun mekanlarında eğlendi. Bu İzzet’in profesyonel tarafı; bir de İzzet Çapa’nın insani tarafı var tabii ki... İzzet’i sevmek için bence tanımaya bile gerek yok. Çünkü o ilk görüşte sevebileceğiniz tiplerden. İzzet’le hem onu yakından tanımak hem de projelerini konuştum. Ama bana mühim bir ayrıcalık yaptı. Evet, evini bize açtı. Akaretler Sıraevler’deki şahane bahçesinde İzzet’le çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Röportajımız sırasından İzzet’in köpeği Buz da bizi yalnız bırakmadı.

İzzet Çapa kimdir, nasıl bir adamdır?

Ben İzzet’in dışına çıkıp size İzzet’i anlatacak olsam şöyle derdim: Çevresi çok geniştir, görünürde kalabalıkların insanıdır. Ama aslında tenhalığının hapishanesine kilitlemiştir kendisini. Yaşam çevresi son derece dardır ve görünmez duvarlarla çevrilidir. Eğer bu duvarları aşarsanız size kucak açar, çok cömert bir kişilikle karşılaşırsınız. Ama bu duvara toslarsanız, onun kızdığı biri olursanız insafsız, acımasız bir düşmanınız var demektir. Sözünü hiçbir zaman sakınmaz. Damarına bastığınız zaman, damarınızın kesilme ihtimali çok yüksektir. İzzet Çapa dışa dönük bir gökkuşağını andıran rengârenk görüntüsünün altında kapalı bir kutudur aslında. Ruhunu besleyen öğeler, gece yaşamının çok ötesinde bambaşka dünyalardan edindiği birikimlerdir.

Nietzsche gibi konuştun valla.

E ne yaparsın, şair yaptılar beni.

Ailem bakan olacağımı sanıyordu, işletmeci oldum

Okulda nasıl bir öğrenciydin? Duyduğum kadarıyla bir de solculuğumuz var galiba?

En kötüsünden bakan olacak falan zannediyorlardı beni. Yakın arkadaşım Oğuz Satıcı’yı da restorancı, meyhaneci falan olur zannediyorlardı. Ama gel gör ki yıllar içinde tam tersi oldu. Oğuz siyasete yakın bir şeyler yaptı, ben de meyhane kültürüne yakın işler yaptım. Solcu olmama gelince... Trendlere olan ilgim solcu olmamı etkilemiş olabilir. Mesela yeşil parka bir statüydü o zaman, solculuğu belirleyen bir statü yani. Ben, evet Çapa Marka’nın oğluydum. Evet, Rumeli Hisarı’nda denizin üzerinde oturuyordum ama ruhumda hep devrimci bir taraf vardı. Beşiktaş Atatürk Lisesi’nde okurken gayet sert üslupla politik dergiler çıkardığımız için soruşturmalar falan görmüşlüğümüz var yani. Ama benim cesaretim en fazla evdeki duvarlara “Tek yol devrim” yazabilecek kadardı. Biraz korkaktım herhalde. Sonra ne mi oldu, sosyalizm mi patladı yoksa kapitalizm mi dünyaya hâkim oldu bilmiyorum ama bu noktadayız işte... Ruhumun romantik yanı da galiba beni solcu yaptı. Baksanıza Nazım Hikmetlerin, Yaşar Kemallerin eslerlerine. Ne kadar naif değil mi? Belki de köklü aileden gelmenin, ezme gücünü nefretle karşılamanın bir tepkisiydi. Solda her zaman kahramanlar vardır, öyle değil mi? Belki ne olduğunu bilmeden girdiğim duygular, o romantizm akımı, o ütopyanın içinde olan kahramanlara hayranlığım seni bir başkaldırıya yöneltiyor. Çünkü sağ dediğin yerde çok fazla kahramanlar yok, var olan statüyü korumak var. Hiçbir zaman bir devrimci olmadım ama bir devrimci aşkını yaşadım.

Peki ailen senin bu solculuğuna tepki vermedi mi?

Vermez mi! Babam eve Cumhuriyet gazetesinin girmesinden bile rahatsız olurdu. 12 Eylül döneminde parkamı, bütün Uğur Mumcu kitaplarımı ve diğer solculuğumla ilgili her şeyimi “Allah senin cezanı versin” lafı eşliğinde denize attı. Ve babamdan ilk tokadımı oturduğumuz evin duvarına “Tek yol devrim” yazdığım için yedim. Birçok insan tarafından dahi çocuk olarak görülsem de hâlâ devrimci olduğuma inanıyorum. Ruhumdaki devrimci hâlâ yaşıyor. Bana hep “Neden bu kadar çok dükkan açıp kapatıyorsun” diye soruyorlardı. Belki ruhumdaki devrimci çocuğun bastırılmış duygularının beni gıdıklamasıyla alakalı bir şey...

Ego ve kariyerini vestiyere bırakmayan adam değildir

Abim Celal Çapa ile bizi kardeşlikten para ayırdı


Abinle ki o da eğlence sektörünün duayenlerinden (Celal Çapa) niye beraber yürüyemedin, ne sizi ayırdı? Bu kişilik ayrılığı mı yoksa başka ailevi sebepler mi var?

Ben aslında bu olayı geçen yıllarda irdeledim. Ve o zaman babamı kaybettikten sonra Celal’i babamın yerine koyduğumu ve onu fazla sahiplenip başkalarından kıskandığımı fark ettim. Ve bu paylaşamama egosuyla benim de hatalarım olduğuna inanıyorum. Ama onun güzel bir sözü vardı, “Para bizi kardeş yaptı” diye. Belki de para bizi ayırdı kardeşlikten. Celal dünyaya daha pozitif ve gırgır bakabilen bir insan, ben hayatı daha ciddiye alıyorum. Aradan geçen yıllar dolayısıyla yaş farkının kapanmasıyla daha iyi anlaşabileceğimizi zannediyorum.

Sen farklı bir adamsın, zaten farklı işlerle görünmen bunu gösteriyor. Hepimiz Taksim meydanına gidiyoruz, hepimiz oradaki heykele bakıyor ve muhtemelen aynı şeyi görüyoruz. Peki sen o heykele baktığında ne görüyorsun?

E mutlaka ben herkesin baktığı noktadan bakmıyorum ve her zaman o noktadan bakan insanlardan nefret ediyorum. Çünkü aynı şeyi gören insanlar vasat çıkıyor. Ben belki de o heykele hiç bakmıyorum. Ben Taksim’in arka sokaklarına ve Taksim gerçeklerine bakıyorum.

Sadece mekanımın tadını çıkaran insanlar istiyorum

Sıkılmadın mı bu kadar insanı eğlendirmekten?


Ben insanları eğlendirmiyorum ki... Ben onlarla eğleniyorum. Birey olarak servisimi verdikten sonra hiçbiri umurumda değil. Ben egolarını ve kariyerlerini vestiyere bırakmayan hiçbir adamı adam olarak görmüyorum. İster mesleği mafya olsun ister gazeteci... İstiyorsa da ezilmişliğinden dolayı, kalemini ezmek için kullanacak bir zavallı olsun. Benim dükkânıma bunları kullanmak için giriyorsa kapım onlara açık değil. Yani statüsüne bakmıyorum.

Senin müşterilerin arasında bir sınıf farkı yok. Herkes sınıfını kapının önünde bırakıp içeri giriyor, yanılmıyorsan?

Evet. Ben sadece ve sadece mekanlarımda eğlenen, mekanın tadını çıkaran insanlar istiyorum. Mekanıma gelip gücünü kullanmak isteyen insanlarla ilgili gerçekten problemler yaşadım. Beni bugüne kadar hiç mafya tehdit etmedi. Ama inanın gazeteciler çok tehdit etti.

Mantıksız bir ilişki yaşıyorum ve ilk defa aşığım

Peki aşk?

Aşk kokusu var, aşk kokusu var. Evet, ilk defa aşığım zannediyorum. Uzun yıllar sonra.

Diğerlerinden farkı nedir bu aşkın?

Farklı bir şey, belki aşkın ne olduğunu bilmiyordum. Belki de orta yaş sendromu ama bir gerçek var ki aşkta mantık devreye girdi mi ben kısa devre yapıyorum. Bugüne kadar adına aşk dediğim her şeyde bir mantık vardı. Bu çok mantıksız bir ilişki, enerji dışında ortak noktası çok az olan bir ilişki...

Yani diyorsun ki aşk için illa aynı geçmişi solumanız gerekmiyor. Yani 2 kere 2, 4 etmiyor.

Valla ben mantıklı ilişkiden çok sıkıldım. Mantığı sorgulayan her şeyden sıkıldığım gibi...

Evimde misafir ağırlamaktan hoşlanmıyorum

Evin herkese açık mıdır?


Bugüne kadar değildi. Evimde kimseyi ağırlamaktan hoşlanmıyorum. Evimi paylaştığım sevgilim ve iş arkadaşlarım dışında tabii ki...

Yani evinde parti yapmıyor musun hiç?

Asla. Benim için en güzel parti ve ev arkadaşlığı televizyon ya da film izlemekten ibaret.

En çok yatak odamı seviyorum, bir tek uyuduğum zaman huzurlu oluyorum

Evini kim dekore etti?


Kendim. Öyle çok ev eşyasına da, eve de meraklı değilimdir. Yani gittiği yerlerden eve bir şey toplayan cins değilim ben. Ama yurt dışı seyahatlerimden minimum 3 bavulla geliyorum. Şaşıracaksın, ama bir bavul tamamen vitaminler, ilaçlar merhemlerle dolu oluyor.

Evde en çok hangi köşeyi seviyorsun?

En çok yatak odasını seviyorum. Belki de bir tek uyuduğumda huzurlu oluyorum. Çünkü o kadar çok yoruluyorum ki... Gerçi benim uykum biraz paranoyak.

Yani her saat başı ya da her iki saatte uyanıyorum. Hayatta yaşadığım tedirginliği galiba uykumda da yaşıyorum. Zaten bunları yaşamasam gerçek hayatta da başarılı olacağıma çok da inanmıyorum.

Kış için 80 çeşit martini yaptık, Türk kahvelisi de var egzotik meyvelisi de

Bu kış İstanbul’da eğlence trendleri neler? Yani neler moda olacak?

Sadece İstanbul’da değil, dünyada zıtlıkların uyumu trend olacak. Eğlencede zıtlıkların uyumu çok önemli. Ben kendi iş yerimi bir kabareye benzetiyorum. İsterse bir restoran isterse kafe olsun. Ama bu kabarenin içinde Marilyn Monroe da var Müslüm Gürses de... Zıtlıklar buradan başlıyor. Örneğin Çapa Marka’nın herhangi bir mekanında sokak köftesi de yiyebiliyorsun, türüflü carpaccio da... Zıtlıkların uyumu bence insanların kabullenmesi gereken bir şey. 80 çeşit martini yaptık. Bunun içinde Türk kahveli de var, adını duymadığımız egzotik meyveli martini de var. Sen bu zıtlıkların içinde hangisini istersen onu al.

Şu anda bildiğim kadarıyla bir Joke College, bir Longtable, bir Al Jamal, bir Joke Hippi, bir de Joke Perestroykamız var değil mi? Müthiş bir çekim yaptın bu Joke College için, mesela Süreyya Yalçın’la Ahmet Hakan’ı aynı karede çektin.

E zıtlıkların uyumu işte. Bunu düşünerek yapmıyorum aslında, böyle çıkıyor. Mesela sabah yoga yapıp, akşam gece kulübüne giden insanlara bayılıyorum. Ya da bazı rock grupları Müslüm Gürses çalıyor. Bunlar hep zıtlıkların uyumu, ama hiçbiri bilinçli gelişmiyor.

Geçenlerde bir gazeteci bu çekimle down sendromlu çocukları bahane edip kendi reklamını yaptığını söyledi. Hakikaten öyle mi yaptın?

Adam demiş ki “İzzet Çapa çok akıllı, bu işten kendi reklamı yaptı.” Evet, tabii ki reklamımı yapıyorum ama bunu yaparken down sendromlu çocukları kullanmıyorum. Zekamla böyle bir şeyden elde edilen geliri onlara veriyorum. Zaten bir işte reklam olmazsa gelir de olmaz. Bu dünyanın her yerinde böyle yapılıyor zaten. Mesela Dolce Gabanna da defile yapıyor ama gelirini bir yerlere bağışlıyor. Biz de nedense hep iyi şeyler kötüleniyor ve taşlanıyor. Zaten birileri sizi kötülüyorsa bilin ki iyi bir şey yapıyorsunuz.

Haberin Devamı