Annelerin bebeklerini kucaklarına aldıkları andan itibaren en çok kafalarını karıştıran soruların başında onları nasıl besleyip büyütecekleri geliyor. Günümüzde neredeyse tüm anneler bebeklerini ilk altı ay anne sütü ile beslemesi gerektiğini biliyor. Ancak rakamlara bakıldığında bunu ülkemizdeki annelerin sadece yüzde 9.5’u gerçekleştirebiliyor. Bebekliğinde sağlıklı beslenmeyen çocuklar ileriki yaşlarında ya yetersiz beslenme ya da obezite ile karşı karşıya kalıyor. 22 yıldır bebek beslenmesi konusunda çalışmalar yürütün ve şu anda Danone Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Genel Müdürü Dr. Yalım Üner ile bu konuyu masaya yatırdık. Yalım Bey’in hem doktor olması hem de sektördeki tecrübelerinden dolayı ilginç tespitleri var.
Ülkemizde anneler bebeklerini kendi sütleriyle büyütebiliyor mu?
Rakamlara göre Türkiye’de ilk 6 ayda anne sütü verme oranı yüzde 9.5. Yani her 10 anneden sadece biri bebeğini kendi sütüyle besliyor. Kalan 9 anne sütünün yanında şekerli sudan tutun da pirinç unu, nişasta, çorba, çay, ekmeğe kadar her şeyi veriyor.
Katı gıda için çok erken değil mi?
Annelerin 3’te 2’si ilk 6 ayda çocuklarına katı gıda veriyor. Burada iki tane hata yapılıyor. Birincisi pirinç unu ve bisküvi veriliyor. Diğeri proteinden zengin besleniyor. Bunu da ekonomik durumu iyi eğitimli anneler yapıyor. Anne sütünün proteinine baktığımız zaman 100 gramında 1 gram protein var. İnek sütünün ise 100 gramında 3.8 gr... Protein faydalı ancak ilk altı ayda inek sütü vermek, zamanından önce yumurta, köfte yedirmek ya da katı gıdaya geçtiklerinde fazla proteinle beslemek bebeklerin ileride şişman olmasına neden oluyor. Okul çağı çocuklarının şişmanlığının en önemli nedeni ilk iki yaşta yüksek miktarda protein alması.
Aslında hepimiz protein tüketmenin daha sağlıklı olduğunu düşünüyoruz?
Anne sütü doğadaki et yiyen canlılar arasında en düşük proteine sahip süt. Anne sütünün içindeki protein 1 iken siz 4 protein ile besliyorsanız, elleri bacakları boğum boğum sevimli bir bebeğiniz oluyor ve yürümeye başladığında bu kilolardan kurtuluyor. Boyu hızlı büyüyor bu dönemde. Siz de bebeğiniz zayıfladı diye seviniyorsunuz. Ama bu çocuklar ilkokula başladıkları dönemde yeniden kilo alıyorlar. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde okul çağındaki çocukların 3’te 1’i şişman. Aynı dönemdeki çocukların yüzde 12’sinde ise beslenme yetersizliği var. İki anne grubu da beslenme konusunda hatalı davrandığını bilmiyor da kabul de etmiyor. Ve çocuklarının çevrelerindeki diğer çocuklarla kıyaslıyorlar o çocuklarda da benzer sorunlar var zaten. Böylece toplumda obezite normalleşiyor.
Dişi yok diye yemek suyu vermeyin
Üniversite eğitimi, kariyer planlaması derken özellikle büyük şehirlerde anne olma yaşı giderek yükseliyor. Prof. Dr. Bülent Urman anne olmak isteyen kadınların geç kalmadan önlem alması gerektiğini söylüyor.
Türkiye’de anne olma yaşı giderek yükseliyor. Üniversite eğitimi, ardından kariyer planları derken özellikle şehirlerde anne olma yaşı 30’ların başını çoktan aştı. Türkiye’de en çok doğum yapan kadın sayısı 25-29 yaş aralığında olsa da oransal olarak doğum yaşı arttı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre son 5 yılda yüzde 28 ile en çok 35-39 yaş arasındaki anne sayısında artış görülüyor. 40-44 yaş grubunda doğum yapanların sayısı ise yüzde 27’ye yükseldi. Uzmanlar yaş ilerledikçe gebe kalmanın zorlaştığını söylese de kadınlar olarak her yaşta anne olabileceğimizi düşünüyoruz. Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bülent Urman, “Her kadın anne olacak düşüncesi hiçbir zaman gerçek olmayacak. Bu yanılgıdan kurtulmamız lazım. Tabii ki her kadının anne olmasına çabalıyoruz ama her kadını anne yapma olasılığımız yok” diyor. Profesör Urman ile konuyu masaya yatırdık ve boş inanışlar yerine bilmemiz gerekenleri öğrendik.
Dünyada ve ülkemizde kadınların anne olma yaşı artıyor...
Bu sadece gelişmiş ülkeler için değil, gelişmekte olan ülkeler için de bir trend. Türkiye’de de özellikle çalışan, kariyer yapan, yüksek eğitim almış kadınlarda çok daha belirgin. Evlendikten sonra belirli bir süre çocuk yapmamayı ve az sayıda çocuk sahibi olmayı planlıyorlar. Bunun da ilk nedeni kariyer yapma isteği. Bu dönem içinde gebelik hep erteleniyor. Sıra gebeliğe gelince yaş çok ilerlemiş oluyor. Ondan sonra gebe kalmakta güçlük çekiliyor. Tabii bu arada şunu da unutmamak lazım; yaş ne kadar ilerlerse, gebe kalmaya engel olabilecek çevresel faktörlere ya da hastalıklara yakalanma riski de artıyor kadının. Bizim takip ettiğimiz gebelere baktığımız zaman, artık yaş giderek artıyor.
Peki ne olacak?
Tabii burada bir ikilem var. Kadınlara, “Sen kariyer yapma, çalışma, hemen gebe kal” demek son derece dikte edici ve yanlış bir yaklaşım. Hiç kimse böyle bir şey söyleyemez. Biz de söylemiyoruz ama kadının bu konuda bilinçli olması lazım. Yani şu bilince sahip olması lazım; kadının artan yaşla birlikte gebe kalabilme şansı sürekli olarak aşağı iner. Örneğin 22 yıl önce Amerikan Hastanesi’nde tüp bebek kliniğini kurduğumuz zaman çocuk yapmak isteyip de yapamayan yani kısırlık nedeniyle bize gelen hastaların ortalama yaşları 31.5’ti. Şu anda ortalama yaş 37.5. Bu yaşlar bir kadının gebe kalabilirliğinin olumsuz etkilenmeye başladığı yaşlar. Dolayısıyla bizim yardım etmemiz gereken çift sayısı artıyor. Yani 29 yaşındaki 10 kadından dokuzu hiç yardımsız gebe kalıyor, 39 yaşına geldiği zaman ise 10 kadından belki 6-7’si yardımsız gebe kalıyor, gerisine tıbbi yardım gerekiyor. O yardımlar da yüzde yüz sonuç vermeyebiliyor her zaman.
Türkiye’de internet kullanma yaşı her geçen gün düşüyor. Araştırmalar 2 yaşa kadar indiğini gösterse de çevremizde 6 aylık bebeklerin elinde bile tablet ya da cep telefonu görmek artık sıradanlaştı. Bu sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın sorunu aslında. Sorun diyorum çünkü çocuğumuzun elindeki tableti alana kadar çoğu zaman büyük bir mücadele veriyor, çatışma yaşıyoruz. Bu konuda çocuğuna kurallar koyup uygulamayı başaranları gerçekten alkışlamak gerekiyor. Aslında sadece çocuklar değil, gençler ve yetişkinlerin de internet, cep telefonu ve tabletlerle başı dertte.
Bu sorundan yola çıkan Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu ve CNN Türk Haber Programları Müdürü Cansel Poyraz hem konu ile araştırmaları kapsayan hem de ebeveynlere çözüm önerileri sunan Kapat-Çocukları Sanal Dünyadan Koruma Kılavuzu adlı kitabı hazırladı. Kitabı incelediğinizde sadece çocukların değil, toplum olarak herkesin nasıl birer “bağımlı” haline geldiğini anlıyorsunuz.
TÜİK verilerine göre Türkiye’deki hanelerin yüzde 96.8’inde cep telefonu veya akıllı telefon, yüzde 80.7’sinde ise internet erişimi bulunuyor. Güncel araştırmalar, 11-15 yaş arası çocukların yüzde 65.1’inin aktif olarak internet kullandığını gösteriyor.
Sosyal medya kullanıcısı olan 13-19 yaş arası gençlerin yüzde 24’ünün neredeyse sürekli çevrimiçi olduğu görülüyor.
Şakiroğlu ve Poyraz bunu şöyle açıklıyor: “Zihnimiz mutluluğa alıştırıldığında bir canavar gibi onu aramaya başlar. İnternet kötüye kullanımının da temel mekanizması, bizi gündelik hayatın dertlerinden uzaklaştırıp, oluşturduğumuz alternatif dünyada sanal mutluluklar yaşatma kolaycılığıdır. Bir şey ne kadar çekici ve büyüleyiciyse bağımlılık açısından da o kadar risklidir. Bize iyi hissettiren, yargılamayan, ödüllendiren, güvende hissettiren bu teknoloji hele ki ergenlik dönemindeysek iyice çekici algılanır.”
Tableti bir ödül olarak kullanmayın
Tableti ödül haline getirmek ise en büyük sakıncalardan biri: Çocuğunuza tablet/akıllı telefon kullanma, internette oyun oynama veya sosyal medya kullanma iznini ödevlerini bitirdiği zaman ödül olarak vermeniz, ödev yapma motivasyonundan ziyade çocuk için bu kullanımları pekiştirir. Ödül ya da pekiştirici haline gelen akıllı telefon kullanımı bir süre sonra çocuğun ödül mekanizmasına etkileri nedeniyle bağımlılığa dönebilir ve çocuk o ödülü hep ister hale gelebilir.
Bunlar otizmli çocuk sahibi bir annenin sözleri. Bu hayaller pek çok anne için küçük ama otizmli çocuk sahibi anneler için büyük hayaller. Ancak erken tanı ve eğitimle de ulaşılmayacak hayaller de değil...
15 yıl önce kurulan Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı da ‘otizm spektrum bozukluğu’ olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma kazandırılması için çalışıyor. Çünkü otizmin bilinen tek çaresi erken tanı ile yoğun sürekli eğitim.
Otizm bazen bebeklik döneminden itibaren belirtiler gösterirken bazen de normal bir gelişimin ardından 2 yaş civarında ortaya çıkabiliyor. Türkiye’de 0-18 yaş arası 352 bin otizmli çocuk, toplamda da yaklaşık 1 milyon özel eğitim ihtiyacı olan çocuk bulunuyor. Erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık yüzde 50’sindeotizmin belirtileri kontrol altına alınabiliyor, büyük ilerleme kaydedilebiliyor ve hatta bazı otizmli çocukların ergenlik yaşına geldiklerinde diğer arkadaşlarından farkı kalmayabiliyor. Burada en önemli nokta olabildiğince erken dönemde (18 ay civarı) tanı koyulması ve haftada en az 30 saati bulan yoğun bir eğitim alınması. Buna rağmen Türkiye’deki 352 bin çocuğun sadece yüzde 5’i (21 bin) okul öncesi dönemde yeterli eğitim alabiliyor.
Mavi Işık Yak
2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü... Bu gün sayesinde kamuoyunun dikkatini otizme çekmek için dünyada başlatılan Otizme Mavi Işık Yak kampanyasının Türkiye elçisi Tohum Otizm Vakfı’nın çağrısı ile Pazartesi günü akşam saatlerinde 15 Temmuz Şehitler Köprüsü, Fatih Zultan Mehmet Köprüsü, Galata Kulesi başta olmak üzere İzmir saat Kulesi, Amasya Kalesi ve birçok yapı mavi ışıkla aydınlanacak. Mavi giyen insanlar sosyal medya hesapları üzerinden #otizmemaviışıkyakdiyerek farkındalığı artırmaya çalışacak. Siz de bir mesajla farkındalığı artırabilirsiniz.
Ayrıca otizmli çocuklar ile ailelerine yardım etmek ve onların yaşadıklarına ortak olmak için birçok etkinlik ve kampanya var. Tohum Otizm Vakfı, herkesi “Çocuğum büyüyünce gözümün içine bakabilsin yeter”... diyen otizmli çoçuk annelerinin hayallerini gerçekleştirmeye, çocuklarının eğitimine destek olmaya çağırıyor. Bunun için de“Tohum” yazıp “5290”a mesaj atılması ve 10 liralık bir bağış yapılması yetiyor. www.tohumotizm.org.tr
Eğitimleri önemli
Otizm sendromlu çocuklara ücretsiz eğitsel oyunlar ve çocukların ailelerine yapay zekaya dayalı kontrol imkanı sunan mobil platform Otsimo tarafından geçtiğimiz yıl başlatılan
Mevsim geçişlerinde yaşanan hava değişimleri, savunma mekanizmasını zayıflattığı için çocuklarda da nezle, soğuk algınlığı gibi hastalıklara neden olabiliyor. Uzman Diyetisyen İpek Ağaca yapılması gerekenleri anlattı.
Çocukların sıkça ve uzun sürelerle hasta olduğu bir kışı geride bıraktık. Baharın ilk günlerinde, çocukların bağışıklık sistemini güçlendirmek için beslenme konusunda nelere dikkat edilmeli?
Çocuklarınızı hastalıklardan korumak ve sağlıklı olmalarını, büyüme ve gelişmelerini desteklemek için tüm besin gruplarından tüketebileceği bir beslenme programı oluşturulmalı. Güne iyi bir kahvaltıyla başlamak çok önemli. Yumurta, peynir, çiğ sebzeler, zeytin, ceviz, tam tahıllı ekmek olmazsa olmazlardan… Evde tükettiği besinler kadar okulda tükettiği öğünler de çok önemlidir. Okulda ara öğünlerini yaptığından, yeterli su içtiğinden, öğle yemeğinde dengeli beslendiğinden emin olmak gerekir. Öğle yemeğinde sebze yemeği yediyse akşama et veya balık mönüsü planlanabilir.
Bahar aylarında beyaz renkli yiyecekleri seçin
‘Renklerle Diyet’ kitabınızda renklere göre ayrıştırdığınız meyve ve sebzelerin etkilerinden bahsediyorsunuz. Bahar aylarında çocuklarımız hangi renk grubunda beslenmeye ağırlık vermeli?
Bu aylarda beyaz, yeşil ve turuncu renkteki meyve ve sebzelere ağırlık verebiliriz. Bahar ayında düşen bağışıklık sistemi çabuk hastalanmamıza neden olabiliyor. Bağışıklık sisteminin baştacı bağırsaklardır. Yeterli mineral, vitamini sağlamak ve bağırsak bakterilerini güçlendirmek için beyaz renklerden enginar, kereviz, turp, elma, armut, ayva, pırasa tüketilebilir. Yeşil besinlerden ıspanak, pazı, brokoli, kivi, avokado ve turuncu besinlerden de portakal, mandalina, havuç, tatlı patates kesinlikle günlük beslenmede bulunmalı.
Bu milkshake diğerlerinden çok farklı çünkü vitamin, mineral, anti oksidan ve omega 3 yağ asitleri ve posa içeriyor. Gereksiz yağ ve şeker ise yok.
İki anne bir araya gelince ilk konu ya çocuklarının yeme içme problemleri ya da dersleri oluyor. “Çocuğum hiçbir şey yemiyor, meyvelerin tadına bile bakmıyor, yemeklerini zorla yediriyorum” yakınmaları hiçbirimize uzak değil. Çocuklardaki iştahsızlık konusundaki kaygılarda bazen aşırıya gidilse de
Türkiye’de çocukluk çağında iştahsızlık ve yeme problemleri nedeniyle doktora başvuran sağlıklı çocukların oranı yüzde 20-35. Medical Park Göztepe Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Nebil Emir’e göre iştahsızlığın anne veya babanın bakış açısına göre yoruma açık bir özelliği var. Yani bir ebeveyn tarafından “iştahsız” olarak tanımlanan bir çocuk başka bir ebeveyne göre “iştahlı” olabiliyor. Bu yüzden de gereksiz yere fazla beslenmeye teşvik edilebiliyor.
Peki çocuklardaki iştahsızlığın ardında neler var? Anne babaların beslenme konusunda yaptığı en büyük yanlışlar neler? İştahsızlığın önüne nasıl geçilebilir? Dr. Nebil Emir bu soruları şöyle cevaplıyor:
Çocukluk çağında iştahsızlık ve yeme problemleri nedeniyle doktora başvuran sağlıklı çocukların oranı yüzde 20-35 arasında değişiyor. Çocuklarda yeme ve iştahsızlık problemleri, rafine ve yüksek kalorili besin ve içeceklerin de etkisiyle gittikçe artıyor. Hep aynı yiyeceklerle beslenen, farklı yiyecekleri reddeden çocukların beslenmelerinin yeniden düzenlenmesi, belirli bir zaman ve çaba gerektiriyor. Çocukta gerçekten somut bir iştahsızlık tespit edildiği takdirde, eğer yeterli önlemler alınmazsa uzun vadedeki beslenme eksiklikleri sonucunda çocuğun büyüme ve zeka katsayısı da olumsuz yönde etkilenebilir.
İştah açıcı diye vitamin vermeyin
Ailelerin iştahla ilgili en çok sorduğu soruların başında ‘iştah arttırıcı’ diye bir ilaç veya vitaminin olup olmadığıdır. Vitamin ve minerallerin hekim tarafından tespit edilmiş eksiklik durumları dışında iştah artırıcı olarak verilmesi, işe yaramayacağı gibi boşuna alınması da önerilmemeli.
Blender bebekler yutma zorluğu yaşıyor
İştahsız çocuklar yemek seçiciler, ‘blender bebekler’, yavaş çiğneyenler ve hastalıklara bağlı olarak iştahsız olanlar olmak üzere 4 gruba ayrılıyor. Yemek seçiciler; bebeklerin aileleri tarafından ‘seçici bebek’ olarak tanımlanıyor. Yaşa göre kilosu fazla olan bebeklerse daha az yemek seçiyor. Bir diğer grupta ise ‘Blender baby’ olarak adlandırılan aşırı ve aylarca uzun süreli blender ile beslenen bebekler. Bu bebeklerde çiğneme ve yutma sorunları gözlenebilir. Diğer bir grup ise yavaş çiğneyenler, çabuk doyanlar. Esas önemli olan ve mutlaka acil olarak uzman yardımı gereken grup ise akut, kronik primer veya sekonder organik hastalıklara bağlı olarak iştahsız olanlar.
Kronik böbrek hastalığı Türkiye’de en sık görülen hastalıklardan. Hastalıkla ilgili doğru bilinen yanlışları İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Seyit Mehmet Kayacan anlattı.
Ülkemizde ne kadar böbrek hastası var?
Kronik böbrek hastalığının görülme oranı Türkiye’de giderek artıyor. Türkiye Nefroloji Derneği’nin, Türkiye’de diyabet ve kronik böbrek hastalığı Credit Çalışması’na göre ülkemizde erişkin kronik böbrek hastası oranı yüzde 16. Bu aşağı yukarı 7.5 milyon insana tekabül ediyor. Bu kişilerin yaklaşık 2.5 milyon kadarı evre 2 veya 3 dediğimiz ilerlemiş kronik böbrek hastası. Ciddi kronik böbrek hastası olan diyabetik hastaların sayısı da yaklaşık 6 milyon civarında. Artışın en önemli nedeni ise en başta diyabet kontrolünün iyi olmaması, obezite, sigara tüketimi, kandaki lipid düzeyi yüksekliği olarak sayabiliriz. Her geçen gün çeşitli insülinler kullanıma girse de hastaların tedaviye uyum sağlayamamaları bu artışın en önemli faktörü. Obezite ve sigara geriye döndürülebilir risk faktörleri arasında öne çıkıyor. İnsanların kendi iradeleriyle kontrol altına alabilecekleri faktörler.
Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, kalp yaşımızın nümerik yaşımızdan önde gitmemesi için 10 öneride bulundu.
Genç ve sağlıklı görünüyorsunuz ama kalbiniz sizi hayal kırıklığına mı uğratıyor? Kalp yaşınız, kalp krizi ve inme riskinizi de etkiliyor. Kalple ilgili değiştiremediğimiz veya kontrol edemediğimiz faktörler var, yaşlanmak aile hikayesi gibi... Bunlar dışında yıllar geçtikçe en hayati organımız olan kalbi korumak ve genç tutmak için yapılacak birçok şey var. Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, kalp yaşımızın nümerik yaşımızdan önde gitmemesi için yapılması gerekenleri 10 maddede sıraladı.
Kalp yaşınızı bilin!
(Nümerik 0 / Kalp Yaşı 0)
Sağlıklı yaşamın altın kurallarından biri olan kalp ve damar sağlığını, “damar yaşı” ile ölçmek mümkün. Yeni doğmuş bebeğin kalp ve damar (fizyolojik) yaşı, nümerik yaşla aynıdır. Yani sıfır/sıfır. 1 yaşından itibaren beslenmeye ve yaşam tarzına bağlı olarak nümerik yaşla kalp damar yaşı farklılaşır. Yıpranma kat sayısına göre kalp yaşı nümerik yaşın önüne geçer. Sigara, stres, yüksek tansiyon, diyabet, obezite gibi faktörler yıpranma katsayısı olarak kalp hastalığını öne çeker.
Aile geçmişinizde kalp hastası varsa, şişmansanız, diyabet veya yüksek tansiyon hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız risk gurubu sayılırsınız. 30 yaşından sonra, değilseniz 40 yaşından sonra şu testleri yaptırın: Total kolesterol, HDL, LDL, trigliserid ve kan şekeri. Tansiyonunuzu düzenli ölçtürün. Kalp hastalığından korunmak için hekim tavsiyesiyle risk grubundakiler 30, 2’nci guruptakiler 40 yaşından sonra günde 100 mg aspirin almalı.