Fazla proteinle beslenen bebekler okul çağında şişmanlıyor

27 Nisan 2018

Annelerin bebeklerini kucaklarına aldıkları andan itibaren en çok kafalarını karıştıran soruların başında onları nasıl besleyip büyütecekleri geliyor. Günümüzde neredeyse tüm anneler bebeklerini ilk altı ay anne sütü ile beslemesi gerektiğini biliyor. Ancak rakamlara bakıldığında bunu ülkemizdeki annelerin sadece yüzde 9.5’u gerçekleştirebiliyor. Bebekliğinde sağlıklı beslenmeyen çocuklar ileriki yaşlarında ya yetersiz beslenme ya da obezite ile karşı karşıya kalıyor. 22 yıldır bebek beslenmesi konusunda çalışmalar yürütün ve şu anda Danone Nutricia Anne Bebek Beslenmesi Genel Müdürü Dr. Yalım Üner ile bu konuyu masaya yatırdık. Yalım Bey’in hem doktor olması hem de sektördeki tecrübelerinden dolayı ilginç tespitleri var.

Ülkemizde anneler bebeklerini kendi sütleriyle büyütebiliyor mu?

Rakamlara göre Türkiye’de ilk 6 ayda anne sütü verme oranı yüzde 9.5. Yani her 10 anneden sadece biri bebeğini kendi sütüyle besliyor. Kalan 9 anne sütünün yanında şekerli sudan tutun da pirinç unu, nişasta, çorba, çay, ekmeğe kadar her şeyi veriyor.

Katı gıda için çok erken değil mi?

Annelerin 3’te 2’si ilk 6 ayda çocuklarına katı gıda veriyor. Burada iki tane hata yapılıyor. Birincisi pirinç unu ve bisküvi veriliyor. Diğeri proteinden zengin besleniyor. Bunu da ekonomik durumu iyi eğitimli anneler yapıyor. Anne sütünün proteinine baktığımız zaman 100 gramında 1 gram protein var. İnek sütünün ise 100 gramında 3.8 gr... Protein faydalı ancak ilk altı ayda inek sütü vermek, zamanından önce yumurta, köfte yedirmek ya da katı gıdaya geçtiklerinde fazla proteinle beslemek bebeklerin ileride şişman olmasına neden oluyor. Okul çağı çocuklarının şişmanlığının en önemli nedeni ilk iki yaşta yüksek miktarda protein alması.

Aslında hepimiz protein tüketmenin daha sağlıklı olduğunu düşünüyoruz?

Anne sütü doğadaki et yiyen canlılar arasında en düşük proteine sahip süt. Anne sütünün içindeki protein 1 iken siz 4 protein ile besliyorsanız, elleri bacakları boğum boğum sevimli bir bebeğiniz oluyor ve yürümeye başladığında bu kilolardan kurtuluyor. Boyu hızlı büyüyor bu dönemde. Siz de bebeğiniz zayıfladı diye seviniyorsunuz. Ama bu çocuklar ilkokula başladıkları dönemde yeniden kilo alıyorlar. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ülkemizde okul çağındaki çocukların 3’te 1’i şişman. Aynı dönemdeki çocukların yüzde 12’sinde ise beslenme yetersizliği var. İki anne grubu da beslenme konusunda hatalı davrandığını bilmiyor da kabul de etmiyor. Ve çocuklarının çevrelerindeki diğer çocuklarla kıyaslıyorlar o çocuklarda da benzer sorunlar var zaten. Böylece toplumda obezite normalleşiyor.

Dişi yok diye yemek suyu vermeyin

Devamını Oku

Anne olmak isteyen kadınlar 35’inde yumurtalarını dondursun

21 Nisan 2018

Üniversite eğitimi, kariyer planlaması derken özellikle büyük şehirlerde anne olma yaşı giderek yükseliyor. Prof. Dr. Bülent Urman anne olmak isteyen kadınların geç kalmadan önlem alması gerektiğini söylüyor.

Türkiye’de anne olma yaşı giderek yükseliyor. Üniversite eğitimi, ardından kariyer planları derken özellikle şehirlerde anne olma yaşı 30’ların başını çoktan aştı. Türkiye’de en çok doğum yapan kadın sayısı 25-29 yaş aralığında olsa da oransal olarak doğum yaşı arttı. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre son 5 yılda yüzde 28 ile en çok 35-39 yaş arasındaki anne sayısında artış görülüyor. 40-44 yaş grubunda doğum yapanların sayısı ise yüzde 27’ye yükseldi. Uzmanlar yaş ilerledikçe gebe kalmanın zorlaştığını söylese de kadınlar olarak her yaşta anne olabileceğimizi düşünüyoruz. Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bülent Urman, “Her kadın anne olacak düşüncesi hiçbir zaman gerçek olmayacak. Bu yanılgıdan kurtulmamız lazım. Tabii ki her kadının anne olmasına çabalıyoruz ama her kadını anne yapma olasılığımız yok” diyor. Profesör Urman ile konuyu masaya yatırdık ve boş inanışlar yerine bilmemiz gerekenleri öğrendik.

Dünyada ve ülkemizde kadınların anne olma yaşı artıyor...

Bu sadece gelişmiş ülkeler için değil, gelişmekte olan ülkeler için de bir trend. Türkiye’de de özellikle çalışan, kariyer yapan, yüksek eğitim almış kadınlarda çok daha belirgin. Evlendikten sonra belirli bir süre çocuk yapmamayı ve az sayıda çocuk sahibi olmayı planlıyorlar. Bunun da ilk nedeni kariyer yapma isteği. Bu dönem içinde gebelik hep erteleniyor. Sıra gebeliğe gelince yaş çok ilerlemiş oluyor. Ondan sonra gebe kalmakta güçlük çekiliyor. Tabii bu arada şunu da unutmamak lazım; yaş ne kadar ilerlerse, gebe kalmaya engel olabilecek çevresel faktörlere ya da hastalıklara yakalanma riski de artıyor kadının. Bizim takip ettiğimiz gebelere baktığımız zaman, artık yaş giderek artıyor.

Peki ne olacak?

Tabii burada bir ikilem var. Kadınlara, “Sen kariyer yapma, çalışma, hemen gebe kal” demek son derece dikte edici ve yanlış bir yaklaşım. Hiç kimse böyle bir şey söyleyemez. Biz de söylemiyoruz ama kadının bu konuda bilinçli olması lazım. Yani şu bilince sahip olması lazım; kadının artan yaşla birlikte gebe kalabilme şansı sürekli olarak aşağı iner. Örneğin 22 yıl önce Amerikan Hastanesi’nde tüp bebek kliniğini kurduğumuz zaman çocuk yapmak isteyip de yapamayan yani kısırlık nedeniyle bize gelen hastaların ortalama yaşları 31.5’ti. Şu anda ortalama yaş 37.5. Bu yaşlar bir kadının gebe kalabilirliğinin olumsuz etkilenmeye başladığı yaşlar. Dolayısıyla bizim yardım etmemiz gereken çift sayısı artıyor. Yani 29 yaşındaki 10 kadından dokuzu hiç yardımsız gebe kalıyor, 39 yaşına geldiği zaman ise 10 kadından belki 6-7’si yardımsız gebe kalıyor, gerisine tıbbi yardım gerekiyor. O yardımlar da yüzde yüz sonuç vermeyebiliyor her zaman.

45’inden sonra bir kadının gebe kalma şansı mucizelere bağlı
Günümüzde ilk çocuklarını 37’sinden sonra doğuran birçok anne var ama... Bir kadın gebe kalabilirliğinin olumsuz olarak etkilenmeye başladığı yaşlara giriyor 37’sinden sonra. Kadınlarda şöyle yanlış bir inanış var. Çok gelişmiş ülkelerde de kadınlara sordukları zaman hep aynı inanışla karşılaşılıyor. O da; “Ben menopoza kadar adet gördüğüm müddetçe gebe kalabilirim” inancı. Böyle bir şey yok. Ortalama menopoz yaşını kadınlarda 50 olarak alırsak, kadınlar bunun 10 yıl öncesinden itibaren gebe kalmakta güçlük çekmeye başlıyor. Yani 40 yaşından itibaren, hatta 37 yaşından itibaren gebe kalabilme şansı düşüyor. Pratik olarak bakıldığı zaman 45 yaşından sonra bir kadının gebe kalabilme şansı mucizelere bağlı. Ama 50-55 aşında anne olan kadınları okuyoruz? Bunlar istisna olduğu için okuyoruz zaten. 49 yaşında belki 1000 kadın deniyorsa bir tanesi gebe kalabiliyor. O yaş için anne olma şansı o kadar az. Tüp bebek yöntemi ile başarılı sonuçları hep duyuyoruz? Evet tüp bebek ve benzeri uygulamaların çok başarılı olduğu yerler var. En başarısız olduğu yer, yaşla birlikte azalmış olan kadının gebe kalabilirliğini geri döndürmek. Bunu kadınlar çok net bilmesi gerekiyor. Yani tüpler tıkandı, çaresi var. Endometriozis oldu, çaresi var. Erkeğin spermi düştü, çaresi var. Yumurtalık rezervi azaldı, çaresi yok! Tüp bebekte başarı oranı kaç? 35 yaşın altındaki kadın grubunda, üç tüp bebek uygulamasında aşağı yukarı başvuranların yüzde 80’ini gebe bırakırsınız. 40 yaşın üstünde, başvuranların yaklaşık yüzde 20-25’i gebe kalabilir. 45 yaşın üstünde ise hiçbir şekilde gebe bırakamazsınız. Tüp bebeğin başarısı budur işte.

Üniversite mezunu olanlar daha bilinçli davranıyor

Devamını Oku

Çocukları sanal dünyadan koruma kılavuzu

13 Nisan 2018

Türkiye’de internet kullanma yaşı her geçen gün düşüyor. Araştırmalar 2 yaşa kadar indiğini gösterse de çevremizde 6 aylık bebeklerin elinde bile tablet ya da cep telefonu görmek artık sıradanlaştı. Bu sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın sorunu aslında. Sorun diyorum çünkü çocuğumuzun elindeki tableti alana kadar çoğu zaman büyük bir mücadele veriyor, çatışma yaşıyoruz. Bu konuda çocuğuna kurallar koyup uygulamayı başaranları gerçekten alkışlamak gerekiyor. Aslında sadece çocuklar değil, gençler ve yetişkinlerin de internet, cep telefonu ve tabletlerle başı dertte.

Bu sorundan yola çıkan Adnan Menderes Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu ve CNN Türk Haber Programları Müdürü Cansel Poyraz hem konu ile araştırmaları kapsayan hem de ebeveynlere çözüm önerileri sunan Kapat-Çocukları Sanal Dünyadan Koruma Kılavuzu adlı kitabı hazırladı. Kitabı incelediğinizde sadece çocukların değil, toplum olarak herkesin nasıl birer “bağımlı” haline geldiğini anlıyorsunuz.

TÜİK verilerine göre Türkiye’deki hanelerin yüzde 96.8’inde cep telefonu veya akıllı telefon, yüzde 80.7’sinde ise internet erişimi bulunuyor. Güncel araştırmalar, 11-15 yaş arası çocukların yüzde 65.1’inin aktif olarak internet kullandığını gösteriyor.

Sosyal medya kullanıcısı olan 13-19 yaş arası gençlerin yüzde 24’ünün neredeyse sürekli çevrimiçi olduğu görülüyor.

Şakiroğlu ve Poyraz bunu şöyle açıklıyor: “Zihnimiz mutluluğa alıştırıldığında bir canavar gibi onu aramaya başlar. İnternet kötüye kullanımının da temel mekanizması, bizi gündelik hayatın dertlerinden uzaklaştırıp, oluşturduğumuz alternatif dünyada sanal mutluluklar yaşatma kolaycılığıdır. Bir şey ne kadar çekici ve büyüleyiciyse bağımlılık açısından da o kadar risklidir. Bize iyi hissettiren, yargılamayan, ödüllendiren, güvende hissettiren bu teknoloji hele ki ergenlik dönemindeysek iyice çekici algılanır.”

Tableti bir ödül olarak kullanmayın

Tableti ödül haline getirmek ise en büyük sakıncalardan biri: Çocuğunuza tablet/akıllı telefon kullanma, internette oyun oynama veya sosyal medya kullanma iznini ödevlerini bitirdiği zaman ödül olarak vermeniz, ödev yapma motivasyonundan ziyade çocuk için bu kullanımları pekiştirir. Ödül ya da pekiştirici haline gelen akıllı telefon kullanımı bir süre sonra çocuğun ödül mekanizmasına etkileri nedeniyle bağımlılığa dönebilir ve çocuk o ödülü hep ister hale gelebilir.

Çocuğunuzu korumak için

Devamını Oku

“Çocuğum büyüyünce bana anne desin yeter”

31 Mart 2018

Bunlar otizmli çocuk sahibi bir annenin sözleri. Bu hayaller pek çok anne için küçük ama otizmli çocuk sahibi anneler için büyük hayaller. Ancak erken tanı ve eğitimle de ulaşılmayacak hayaller de değil...

15 yıl önce kurulan Tohum Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı da ‘otizm spektrum bozukluğu’ olan çocukların erken tanısının konulması, özel eğitimi ile topluma kazandırılması için çalışıyor. Çünkü otizmin bilinen tek çaresi erken tanı ile yoğun sürekli eğitim.

Otizm bazen bebeklik döneminden itibaren belirtiler gösterirken bazen de normal bir gelişimin ardından 2 yaş civarında ortaya çıkabiliyor. Türkiye’de 0-18 yaş arası 352 bin otizmli çocuk, toplamda da yaklaşık 1 milyon özel eğitim ihtiyacı olan çocuk bulunuyor. Erken tanı ve doğru bir eğitim yöntemi ile yoğun olarak eğitim alan çocukların yaklaşık yüzde 50’sindeotizmin belirtileri kontrol altına alınabiliyor, büyük ilerleme kaydedilebiliyor ve hatta bazı otizmli çocukların ergenlik yaşına geldiklerinde diğer arkadaşlarından farkı kalmayabiliyor. Burada en önemli nokta olabildiğince erken dönemde (18 ay civarı) tanı koyulması ve haftada en az 30 saati bulan yoğun bir eğitim alınması. Buna rağmen Türkiye’deki 352 bin çocuğun sadece yüzde 5’i (21 bin) okul öncesi dönemde yeterli eğitim alabiliyor.

Mavi Işık Yak

2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü... Bu gün sayesinde kamuoyunun dikkatini otizme çekmek için dünyada başlatılan Otizme Mavi Işık Yak kampanyasının Türkiye elçisi Tohum Otizm Vakfı’nın çağrısı ile Pazartesi günü akşam saatlerinde 15 Temmuz Şehitler Köprüsü, Fatih Zultan Mehmet Köprüsü, Galata Kulesi başta olmak üzere İzmir saat Kulesi, Amasya Kalesi ve birçok yapı mavi ışıkla aydınlanacak. Mavi giyen insanlar sosyal medya hesapları üzerinden #otizmemaviışıkyakdiyerek farkındalığı artırmaya çalışacak. Siz de bir mesajla farkındalığı artırabilirsiniz.

Ayrıca otizmli çocuklar ile ailelerine yardım etmek ve onların yaşadıklarına ortak olmak için birçok etkinlik ve kampanya var. Tohum Otizm Vakfı, herkesi “Çocuğum büyüyünce gözümün içine bakabilsin yeter”... diyen otizmli çoçuk annelerinin hayallerini gerçekleştirmeye, çocuklarının eğitimine destek olmaya çağırıyor. Bunun için de“Tohum” yazıp “5290”a mesaj atılması ve 10 liralık bir bağış yapılması yetiyor. www.tohumotizm.org.tr

Eğitimleri önemli

Otizm sendromlu çocuklara ücretsiz eğitsel oyunlar ve çocukların ailelerine yapay zekaya dayalı kontrol imkanı sunan mobil platform Otsimo tarafından geçtiğimiz yıl başlatılan

Devamını Oku

Mevsim geçişlerinde bağışıklığını yükseltin

9 Mart 2018

Mevsim geçişlerinde yaşanan hava değişimleri, savunma mekanizmasını zayıflattığı için çocuklarda da nezle, soğuk algınlığı gibi hastalıklara neden olabiliyor. Uzman Diyetisyen İpek Ağaca yapılması gerekenleri anlattı.

Çocukların sıkça ve uzun sürelerle hasta olduğu bir kışı geride bıraktık. Baharın ilk günlerinde, çocukların bağışıklık sistemini güçlendirmek için beslenme konusunda nelere dikkat edilmeli?

Çocuklarınızı hastalıklardan korumak ve sağlıklı olmalarını, büyüme ve gelişmelerini desteklemek için tüm besin gruplarından tüketebileceği bir beslenme programı oluşturulmalı. Güne iyi bir kahvaltıyla başlamak çok önemli. Yumurta, peynir, çiğ sebzeler, zeytin, ceviz, tam tahıllı ekmek olmazsa olmazlardan… Evde tükettiği besinler kadar okulda tükettiği öğünler de çok önemlidir. Okulda ara öğünlerini yaptığından, yeterli su içtiğinden, öğle yemeğinde dengeli beslendiğinden emin olmak gerekir. Öğle yemeğinde sebze yemeği yediyse akşama et veya balık mönüsü planlanabilir.

Bahar aylarında beyaz renkli yiyecekleri seçin

‘Renklerle Diyet’ kitabınızda renklere göre ayrıştırdığınız meyve ve sebzelerin etkilerinden bahsediyorsunuz. Bahar aylarında çocuklarımız hangi renk grubunda beslenmeye ağırlık vermeli?

Bu aylarda beyaz, yeşil ve turuncu renkteki meyve ve sebzelere ağırlık verebiliriz. Bahar ayında düşen bağışıklık sistemi çabuk hastalanmamıza neden olabiliyor. Bağışıklık sisteminin baştacı bağırsaklardır. Yeterli mineral, vitamini sağlamak ve bağırsak bakterilerini güçlendirmek için beyaz renklerden enginar, kereviz, turp, elma, armut, ayva, pırasa tüketilebilir. Yeşil besinlerden ıspanak, pazı, brokoli, kivi, avokado ve turuncu besinlerden de portakal, mandalina, havuç, tatlı patates kesinlikle günlük beslenmede bulunmalı.

Portakal yerine yeşil biber yedirin
Güçlü bir bağışıklık sistemi için C vitamini tüketmenin önemini hepimiz biliyoruz ancak doğru bilinen bir yanlış var. C vitamini kaynağı olarak portakalı duysak da yeşil biber, portakadan 5 kat daha fazla C vitamini içerir. Maydanozdaki C Vitamini ise portakaldan 3 kat daha fazla. Çocuğunuza kahvaltıda vereceğiniz 1 büyük yeşil biber günlük C vitamini ihtiyacının tamamını karşılayacaktır
Vitamin deposu renkli milkshake Bu milkshake diğerlerinden çok farklı çünkü vitamin, mineral, anti oksidan ve omega 3 yağ asitleri ve posa içeriyor. Gereksiz yağ ve şeker ise yok. Malzemeler 1 bardak kefir 1/2 küçük muz 1/2 kivi 1 adet kuru hurma 1 çay kaşığı tarçın ve kakao 1 tatlı kaşığı yulaf ezmesi 1 adet ceviz 1 fındık büyüklüğünde zencefil Kefir probiyotik yani faydalı mikro organizmalar içerir. Bu faydalı bakteriler sayesinde ve diğer meyve sebzeler ile içerdiği yüksek antioksidan, vitamin ve minerallerden dolayı bağışıklık sistemini olumlu yönde etkiler. Çocuğa kaliteli enerji verirken; büyüme ve gelişmesine de katkı sağlar. Aynı zamanda cevizden dolayı içerdiği faydalı yağ asitleri ile konsantrasyonunu arttırırken performansını da yükseltir ve iyi hissettirir. Direnci artırmak için beta glukan Çocukları hastalıkladan korumak için nelerden yardım alabiliriz? Son dönemde sıkça kullanılan; maya ve mantardan elde edilen beta glukan bunların en önemlilerinden. “Vücut kalkanı” veya “koruma kalkanı” olarak da tanımlanan beta- glukan, maya ve mantardan elde edilen bağışıklık sistemini güçlendirme etkisi olan doğal bir besin maddesi. Beta glukan takviyesinin hem çocuklarda, hem yetişkinlerde bağışıklık sistemini güçlendirdiği yapılan pek çok bilimsel çalışmada gösterildi. Bakteri, virüs ve parazitik enfeksiyonlara ve mantara karşı vücut direncinin artmasına destek oluyor. Beta glukanı 2-3 yaşından itibaren çocuğunuza verebilirsiniz. Ekmek mayasından üretilen wellmune beta glukan denilen doğal içerikler son dönemde konuşulmaya başlandı... Wellmune yüzde 100 doğal maya kaynaklı bir beta glukandır. Gluten de içermiyor. Yapılan araştırmalar wellmune kullanan çocukların 2/3 oranında daha az üst solumun yolu enfeksiyonu geçirdiklerini, diğer çocuklara göre 12 hafta içinde 6 gün daha az hasta olduklarını gösteriyor. MobileKids Trafik projesi Metrocity’de Mercedes-Benz Türk, ana şirketi Daimler AG’nin 2001 yılında Almanya’da başlattığı, 2013 yılında ise Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) ile birlikte Türkiye’de hayata geçirilen, dünyanın ilk ve en büyük yol güvenliği girişimi olan MobileKids Trafik Eğitim Projesi, 2018 yılında da etkinliklerini sürdürüyor. MobileKids Türkiye yarın İstanbul Levent’te bulunan Metrocity AVM’de çocuklar ve aileleriyle buluşuyor. Sabah 10:00’da başlayacak ve 18:00’a kadar sürecek olan etkinliğe tüm çocuklar ve aileleri ücretsiz olarak katılabilecek. Açık Diyalog İstanbul’dan çocuk atölyeleri Açık Diyalog İstanbul Mart ayında 7-16 yaş arasındaki çocukları felsefe ve doğaçlama atölyesi ile buluşturuyor. 11, 18, 25 Mart ve 1 Nisan’daki dört haftalık Felsefe Atölyesi’nde çocuklar için felsefe; bir masal, fabl, mitoloji, video veya bir nesne üzerinden yola çıkarak adalet, bilgi, özgürlük, mutluluk, sanat, sevgi, gibi günlük yaşamımızda sıklıkla karşılaştığımız kavramları bir kolaylaştırıcının rehberliğinde soruşturacak. Doğaçlama Atölyesi’nde ise çocuklar tamamen kurgusuz olarak duygularını ifade edecek. Doğaçlamada, diyalog, hareket, hikaye ve karakterler oyuncu tarafından kendiliğinden yaratılır. Doğru ya da yanlış yoktur. Atölye minik bir gösteri ile son bulacak. Bu ders çocuklara yeni arkadaşlıklar kurma fırsatı da sağlıyor.

Bu milkshake diğerlerinden çok farklı çünkü vitamin, mineral, anti oksidan ve omega 3 yağ asitleri ve posa içeriyor. Gereksiz yağ ve şeker ise yok.

Devamını Oku

Her beş çocuktan birinin şikayeti iştahsızlık!

22 Şubat 2018

İki anne bir araya gelince ilk konu ya çocuklarının yeme içme problemleri ya da dersleri oluyor. “Çocuğum hiçbir şey yemiyor, meyvelerin tadına bile bakmıyor, yemeklerini zorla yediriyorum” yakınmaları hiçbirimize uzak değil. Çocuklardaki iştahsızlık konusundaki kaygılarda bazen aşırıya gidilse de

Türkiye’de çocukluk çağında iştahsızlık ve yeme problemleri nedeniyle doktora başvuran sağlıklı çocukların oranı yüzde 20-35. Medical Park Göztepe Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Nebil Emir’e göre iştahsızlığın anne veya babanın bakış açısına göre yoruma açık bir özelliği var. Yani bir ebeveyn tarafından “iştahsız” olarak tanımlanan bir çocuk başka bir ebeveyne göre “iştahlı” olabiliyor. Bu yüzden de gereksiz yere fazla beslenmeye teşvik edilebiliyor.

Peki çocuklardaki iştahsızlığın ardında neler var? Anne babaların beslenme konusunda yaptığı en büyük yanlışlar neler? İştahsızlığın önüne nasıl geçilebilir? Dr. Nebil Emir bu soruları şöyle cevaplıyor:

Çocukluk çağında iştahsızlık ve yeme problemleri nedeniyle doktora başvuran sağlıklı çocukların oranı yüzde 20-35 arasında değişiyor. Çocuklarda yeme ve iştahsızlık problemleri, rafine ve yüksek kalorili besin ve içeceklerin de etkisiyle gittikçe artıyor. Hep aynı yiyeceklerle beslenen, farklı yiyecekleri reddeden çocukların beslenmelerinin yeniden düzenlenmesi, belirli bir zaman ve çaba gerektiriyor. Çocukta gerçekten somut bir iştahsızlık tespit edildiği takdirde, eğer yeterli önlemler alınmazsa uzun vadedeki beslenme eksiklikleri sonucunda çocuğun büyüme ve zeka katsayısı da olumsuz yönde etkilenebilir.

İştah açıcı diye vitamin vermeyin

Ailelerin iştahla ilgili en çok sorduğu soruların başında ‘iştah arttırıcı’ diye bir ilaç veya vitaminin olup olmadığıdır. Vitamin ve minerallerin hekim tarafından tespit edilmiş eksiklik durumları dışında iştah artırıcı olarak verilmesi, işe yaramayacağı gibi boşuna alınması da önerilmemeli.

Blender bebekler yutma zorluğu yaşıyor

İştahsız çocuklar yemek seçiciler, ‘blender bebekler’, yavaş çiğneyenler ve hastalıklara bağlı olarak iştahsız olanlar olmak üzere 4 gruba ayrılıyor. Yemek seçiciler; bebeklerin aileleri tarafından ‘seçici bebek’ olarak tanımlanıyor. Yaşa göre kilosu fazla olan bebeklerse daha az yemek seçiyor. Bir diğer grupta ise ‘Blender baby’ olarak adlandırılan aşırı ve aylarca uzun süreli blender ile beslenen bebekler. Bu bebeklerde çiğneme ve yutma sorunları gözlenebilir. Diğer bir grup ise yavaş çiğneyenler, çabuk doyanlar. Esas önemli olan ve mutlaka acil olarak uzman yardımı gereken grup ise akut, kronik primer veya sekonder organik hastalıklara bağlı olarak iştahsız olanlar.

Devamını Oku

Basit bir idrar takibi ile kendinizin doktoru olun

17 Şubat 2018

Kronik böbrek hastalığı Türkiye’de en sık görülen hastalıklardan. Hastalıkla ilgili doğru bilinen yanlışları İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Seyit Mehmet Kayacan anlattı.

Ülkemizde ne kadar böbrek hastası var?

Kronik böbrek hastalığının görülme oranı Türkiye’de giderek artıyor. Türkiye Nefroloji Derneği’nin, Türkiye’de diyabet ve kronik böbrek hastalığı Credit Çalışması’na göre ülkemizde erişkin kronik böbrek hastası oranı yüzde 16. Bu aşağı yukarı 7.5 milyon insana tekabül ediyor. Bu kişilerin yaklaşık 2.5 milyon kadarı evre 2 veya 3 dediğimiz ilerlemiş kronik böbrek hastası. Ciddi kronik böbrek hastası olan diyabetik hastaların sayısı da yaklaşık 6 milyon civarında. Artışın en önemli nedeni ise en başta diyabet kontrolünün iyi olmaması, obezite, sigara tüketimi, kandaki lipid düzeyi yüksekliği olarak sayabiliriz. Her geçen gün çeşitli insülinler kullanıma girse de hastaların tedaviye uyum sağlayamamaları bu artışın en önemli faktörü. Obezite ve sigara geriye döndürülebilir risk faktörleri arasında öne çıkıyor. İnsanların kendi iradeleriyle kontrol altına alabilecekleri faktörler.

Obezite ameliyatları hastalıkları azaltıyor

Obezite diyabeti de beraberinde getiriyor. Peki beslenme konusundaki yanlış nedir?
Diyetle diyabet arasında çok yakın bir ilişki var. Daha doğrusu obezite ve diyabet arasında çok yakın bir ilişki var. Şişmanlıkta insülin direnci artıyor ve hastalarda hipoglisemi dediğimiz kan şekeri düşüklüğüne yol açarak daha fazla yeme ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Bir kısır döngü söz konusu. Sebze ağırlıklı Akdeniz mutfağından uzaklaşıp karbonhidrat ve yağ içeriği fazla olan besinlerin alınması sonucu obezite oluşuyor. Sebze ağırlıklı beslenmeye önem vermek gerekiyor ama egzersiz şart. Egzersiz ve düzenli yaşam hem obezite riskini hem de kronik böbrek hastalığı riskini bertaraf ederek ortadan kaldırılmasında faydalı olabilir.
Obezite ameliyatlarından sonra diyabet, böbrek gibi kronik hastalıklarda geri dönüş oluyor mu?
Kesinlikle olur. Çünkü netice itibariyle obezitede vücuttaki yağ kütlesi fazla. Vücutta yağ ne kadar fazlaysa, insülin direnci de o derece çoktur. Dolayısıyla bu da diyabet gelişme olasılığını veya mevcut diyabet hastalığının daha da ilerlemesine yol açar. Bu da böbrek yetersizliğinin ilerlemesine neden olur. Bu kısır döngüyü kırmak amacından obezite ameliyatları faydalı olabilir diye düşünüyoruz.
Kışın elma, yazın ise karpuz yiyin
Böbrek sağlığı için mucizevi bir besin var mı? Böbrek hastalarında potasyumu yükselten gıdalar, kalpte durmaya bile yol açabilir. Muz, üzüm kayısı gibi meyveleri yememeliler. Kronik bir böbrek hastası için en iyi meyve kışın elma, yazın karpuz. Ama karpuz sıvı yüküne yol açabilir. Kronik böbrek hastasının proteinden kaçınması gibi yanlış bir bilgi var toplumda. Bilakis, idrarında protein kaçağı olan bir kronik böbrek hastasının proteinden zengin beslenmesi lazım. Az önce söylediğimiz yüzde 30 oranını da aşmaması gerekiyor ama. Protein kaçağı olan bir hastaya bizim tercihimiz her gün bir yumurtanın beyazını yemesi. Haftanın bir günü bütün bir yumurtayı sarısıyla birlikte yiyebilir. Yumurtanın beyazının proteini çok zengin. Böbrek nakli sonrası ilaçlara dikkat edin Peki diyalize giren hasta sayısında bir artış var mı son yıllarda? Türkiye’de yaklaşık 120 bin diyaliz hastası var. Bu oran giderek doğrusal orantıyla artıyor. Diyalizin yanı sıra böbrek nakilleri de sayıca artmakta Türkiye’de. Her ikisinin de avantajları ve dezavantajları var. Diyaliz tedavisi bir merkeze bağlı olması açısından veya her gün bir işleme tabii tutulduğu için hastaya külfet getirip yaşam kalitesini azaltabiliyor. Ama böbrek nakili olan hastalarda böyle bir dezavantaj yok. Ancak böbrek nakli sonrasında kullanılacak olan bazı ilaçların gerek enfeksiyonlara gerek çok nadir de olsa bazı kanser türlerine eğilim yaratması sebebiyle böyle bir dezavantajı var. Özellikle cilt kanseri veya diğer iç organlarda görülen kanserlere eğilim artmakta. Erken tanı ile bu risk ortadan kaldırılabilir. Bu kanser riskine rağmen böbrek naklini de yaşam kalitesini artırması açısından diyaliz tedavisine göre üstün olarak görüyoruz. Dolayısıyla kar-zarar olayını hesap ederek ve hastanın tercihini dikkate alarak diyaliz veya börek naklini hastalarımıza uyguluyoruz. Eczanede satılan tuzlar tehlikeli Sağlık için ne kadar tuz tüketilmeli? Tuz ile böbrek arasında son derece yakın bir ilişki var. Günlük almamız gereken tuz miktarı 6 gram. Türkiye’de günlük tuz tüketimi kişi başına 15 gram. Kronik böbrek hastalığı, hipertansiyon ve diyabeti olan insanlarda ise tuz miktarını daha da düşük tutmalı. Günlük 4 gram tuz kullanmalarını öneriyoruz. Bazen tansiyon ve böbrek hastaları aşırı tuzsuz diyet uyguluyor. Bu da hastada halsiz ve bitkin duruma yol açıyor. Kronik böbrek hastaları tuzsuz yemek yesin denildiği için, hastalar normal tuz yerine eczanelerde satılan tuzları kullanıyor. Bu tuzlarda potasyum bulunuyor. Dolayısıyla potasyum, bir böbrek hastası için en tehlikeli mineral. Kalbin durmasına dahi yol açabilir. Deniz tuzu kullanımı yeterli. Ağrı kesici tansiyon ilaçları zararlı Ağrı kesici, antibiyotik ve hipertansiyon ilaçları böbrek yetmezliğine varan sonuçlar doğurabilir. Böbrek testi yapılmadan ağrı kesici kullanmayın.Bazı tansiyon ilaçları böbrek koruyucu dahi olsalar erken dönemde böbrek testlerini bozabiliyor. Protein tableti kullanmak böbreğin yükünü artırıyor Kronik hastalıklardan korunmak ve sağlıklı bir yaşam sürmek için nasıl bir beslenme programı uygulanmalı? Genel olarak kabul edilen görüşe göre diyetin yüzde ellisi karbonhidrat, yüzde otuzu proteinlerden ve yüzde yirmisi yağlardan oluşmalı. Bu dengeli bir şekilde sağlanılırsa kilo alımı engellenebilir. Ama burada şuna da dikkat etmek gerekir; aşırı protein tüketildiğinde bunun da zararları var. Özellikle kas kütlesini arttırmak için diyetteki protein oranının artırılması, böbreğin üre yükünü artıracağından dolayı böbrek yetersizliğine de neden olabilir. Özellikle kas kütlesini artıracak protein tabletlerinin kullanımını toplumda görüyoruz. Bu da böbrek yükünü artırması açısından son derece riskli bir durum. Diyetteki protein miktarını yüzde otuzun üzerine çıkartmamak gerekir. Özellikle spor yapanlar bu protein tabletlerinden kullanıyor. Bu tür hastalarınız oluyor mu? Nadir de olsa rastlıyoruz. Protein tableti akut böbrek hasarı dediğimiz tabloya yol açabiliyor. Bu nedenle protein tableti kullanımını çok önermiyoruz. Mümkün olduğu kadar belli oranlarda protein alımı ilave protein alımına gerek kalmayacak şekilde yeterli olur diye düşünüyoruz. Böbrek taşına üç haftada müdahale edilmeli Kronik böbrek hastalıklarının önemli sebeplerinden biri böbrek taşı. Taşlı kronik böbrek hastalığında erken dönemde taşın ortadan kaldırılması gerek. Burada süre 3 haftadır. Üç haftayı geçen idrar yolunu tıkayan bir böbrek taşı varlığında alarmda olunmalı. Aksi taktirde üç haftadan fazla böbrek taşını tıkayan bir hastalık varsa böbrekte geri dönülmez bir kayıp meydana gelir. Bu da ya taş kırma yöntemiyle taşın büyüklüğüne, böbrekteki yerine ya da endoskopik yöntemle ya da açık cerrahi müdahaleyle başarılabilir.

Devamını Oku

Kalp yaşınız biyolojik yaşınızdan genç olsun

27 Ocak 2018

Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, kalp yaşımızın nümerik yaşımızdan önde gitmemesi için 10 öneride bulundu.

Genç ve sağlıklı görünüyorsunuz ama kalbiniz sizi hayal kırıklığına mı uğratıyor? Kalp yaşınız, kalp krizi ve inme riskinizi de etkiliyor. Kalple ilgili değiştiremediğimiz veya kontrol edemediğimiz faktörler var, yaşlanmak aile hikayesi gibi... Bunlar dışında yıllar geçtikçe en hayati organımız olan kalbi korumak ve genç tutmak için yapılacak birçok şey var. Memorial Şişli Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez, kalp yaşımızın nümerik yaşımızdan önde gitmemesi için yapılması gerekenleri 10 maddede sıraladı.

Kalp yaşınızı bilin!

(Nümerik 0 / Kalp Yaşı 0)

Sağlıklı yaşamın altın kurallarından biri olan kalp ve damar sağlığını, “damar yaşı” ile ölçmek mümkün. Yeni doğmuş bebeğin kalp ve damar (fizyolojik) yaşı, nümerik yaşla aynıdır. Yani sıfır/sıfır. 1 yaşından itibaren beslenmeye ve yaşam tarzına bağlı olarak nümerik yaşla kalp damar yaşı farklılaşır. Yıpranma kat sayısına göre kalp yaşı nümerik yaşın önüne geçer. Sigara, stres, yüksek tansiyon, diyabet, obezite gibi faktörler yıpranma katsayısı olarak kalp hastalığını öne çeker.

Sağlıklı beslenin 10 yaş gençlesin
Kolesterolünüzü gerekli seviyeye düşürmek ve kalp hastalıklarından korunmak için tereyağı, iç yağı gibi hayvansal kaynaklı yağlardan uzak durun. Bunların yerine zeytinyağını tercih edin. Kırmızı eti mümkün olduğunca yemeyin. Beslenmenizde kolesterolsüz protein kaynaklarına yer verin. Yağsız veya az yağlı, süt ve süt ürünleri tüketin. Konsantre süt, sakatat türü yiyecekler ile işlenmiş gıdalardan uzak durun. Düşük kalorili sebze ve meyveler kalp hastalıklarına karşı koruyucu maddeler içerir. Günde 3 porsiyon sebze ve meyve tüketin. Sağlıksız beslenme kalp yaşına en az 10 yıl ilave eder.
Bel ölçünüze dikkat edin
Yağların karın çevresinde toplanmasının özellikle kalp - damar hastalığı riskini arttırdığını ve bel çevresinin kadınlarda 88, erkeklerde 102 santimi geçmemesi gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. Fazla kilolarınızdan kurtulmaya çalışın. Bunun için öğün aralarında atıştırmalara, hızlı yemek yemeğe son verin. Yavaş ve istikrarlı kilo vermenin daha sağlıklı ve kalıcı olduğunu unutmayın. Kilo vermek; kan basıncını, kan şekerini, kan yağlarını ve erken ölüm riskini azaltır. Komşunuzun değil uzmanların diyet reçetesini kullanın.
40’ından sonra günde 100 mg aspirin için

Aile geçmişinizde kalp hastası varsa, şişmansanız, diyabet veya yüksek tansiyon hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız risk gurubu sayılırsınız. 30 yaşından sonra, değilseniz 40 yaşından sonra şu testleri yaptırın: Total kolesterol, HDL, LDL, trigliserid ve kan şekeri. Tansiyonunuzu düzenli ölçtürün. Kalp hastalığından korunmak için hekim tavsiyesiyle risk grubundakiler 30, 2’nci guruptakiler 40 yaşından sonra günde 100 mg aspirin almalı.

Devamını Oku