Her şey o ahenkte saklı sanırım....
Doğanın bizim ruhumuza pek de yansımayan bir ahenki var mesela...
İçine doğduğu tabiatı değiştirmek isteyen tek canlı biziz herhalde...
Sanırım tüm huzursuzluğumuzun, mutsuzluğumuzun ve muhteşem başarımızın sebebide bu, sahip olduğumuz koşulları asla kabul edemeyişimiz...
İçimizdeki direnç...
Olanı bir türlü sevemememiz...
Ne olursa olsun olan her şeye ‘eksik’ diye bakmamız.
***
Konuları bilenler, bilmeyenler, muhalifler, militanlar, yandaşlar, bilgisayarı olanlar , herkes, hepimiz yazıyoruz... Uzunca bir süredir üstelik.
Ben bir süre ne siyaset duymak, ne yazmak, ne okumak istiyorum aslına bakarsanız...
Baharın gelişine tutunarak buralardan gitmek istiyorum hatta, başka şeyler yazmak istiyorum.
Türkiye’yle beraber çürüsün istemiyorum hayatım ve harflerim.
Çürüyormuş gibi hissediyorum çünkü…
***
Bu isteğin aslında bir “yenilgi” duygusundan kaynaklandığını da biliyorum elbette.
Kuşak kuşak süren bir mücadelenin çaresizlik ve yenilgi duraklarından birini yaşıyoruz uzun zamandır...
“Acının usta, insanın çırak” olduğunu söyleyen şaire hep inandım ben.
Acı usta, bizler çırağız...
Ama acı hep acı, hep usta olmasına rağmen, bizler çıraklar hep kötü çıkıyor, ustadan neredeyse hiçbir şey öğrenmiyoruz...
İnsanlar bir türlü acılardan bir bilgelik, bir ustalık çıkaramıyor sanki...
Ne tuhaf değil mi, acılarla bile yontulamıyoruz.
***
O yüzden mi acaba başkalarının acılarına, başkalarının fikirlerince, başkalarının mutluluklarına tepkiliyiz, acının çırağı olamadığımız için mi?
Kendi kişisel hayatlarımızda içinden geçtiğimiz acıları usta kabul edebilsek, yine aynı insanlar mı olurduk, merak ediyorum...
Geçen gün güneş yaramaz bir çocuk gibi dolanıyordu penceremin önünde.
Beni baharın geldiğine iyice inandırmak, sıcaklığıyla bu ülkede bile mutlu olunabileceğini düşündürerek kandırmak istiyordu sanki.
Oysa dışarısı buz gibiydi.
Güneşe kanıp çıkarsanız dışarı, neredeyse bir kış günü gibi soğuktan titriyordunuz aslında...
Ama bir yanda da güneşe kanmaya da korkmayalım artık ne olur yani biraz üşüsek diye aklımdan geçiyordu...
Gerçekten mevsimlere bile temkinle yaklaşılması gereken bir zamandan geçiyoruz.
Üşümek bile bizi korkutuyor sanki artık, güneşin bile bizi kandırmasına tahammülümüz kalmamış gibi...
Temkinli, kederli, ağırbaşlı ve uslu duruyoruz..
Size olur mu?
Ben genelde bahar ve yaz başlarında bir değişirim, değişmek isterim, acı çekerim, dönüşürüm ve her şeye rağmen bir kez daha inanırım “bu yaz hersey çok güzel olacak” diye…
Biliyorum henüz Mart’a girdik...
Ama Şubat tüm şaşırtıcı olağanlığıyla bizi bahara inandırdı...
Biz de inandık, en azından ben inandım...
***
Ve her bahar gibi aynı şeyi düşündüm:
“İnsanlar niye anlaşamaz?”
Herkesin bir yeteneği, herkesin diğerlerine benzemeyen farklı bir yönü, pırıltılı bir parçası olduğuna inanlardanım ben.
Siz hayatınız içinde onu hiç keşfedemeseniz bile, o yetenek, o farklılık koca bir ömür boyu hiç ortaya çıkmasa bile siz o yetenekle doğmuş oluyorsunuz aslında.
İçinizde “uyuyan” belki bir, belki birden fazlayetenek var...
Ne sarsıcı bir inanç değil mi?
***
Çoğumuz, ömrümüzü “bende niye yok” diye üzülerek geçiririz de, “bende diğerlerinden farklı ne var diye düşünsek bambaşka hayatlarımız olabilirdi”diye aklımızdan geçirmeyiz...
Suyun altındaki çakıl taşları gibiyiz…
Hepimiz suyun altındayız, hepimiz taşız, kimimiz rengimizle, kimimiz şeklimizle birbirimize benziyoruz ama aslında hepimiz birbirimizden farklıyız...
Dünyada gördüğümüz her kavga, güce sahip olmak için...
Her kavga, ‘ben öldüreceğim, ben ezeceğim, ezme hakkına ben sahip olacağım’ hırsıyla çıkıyor.
Her kavga, güçlünün bileğinin hakkı olan ‘haracı ben alacağım’ dalaşı aslında.
Her şey değişiyor da kavgaların
nedenleri hiç değişmiyor nasılsa...
Güç sahibi olmayı güçlü olmak zannettiğimiz için savaşıp duruyoruz ‘düşmanlarımızla.’
İnsanlar ‘birilerinin’ güce sahip olma ihtirası yüzümden ölüyor.
Her birimiz için o ‘birileri’ farklı oluyor, herkesin kendine göre ‘birileri’ bulunuyor bu dünyada.