An itibarıyla Turkcell maç ekibi olarak dev kadro şeklinde İsviçre’ye gitmekteyiz. Türkiye-Portekiz maçını seyredeceğiz, canımız ciğerimiz milli takımımıza destek vereceğiz! (Ah! Hele ben! Hangisi bizim kalemiz onu bile maç sonuna doğru belleyebilen biri olarak ne de destek veririm! Neyse...)
Ekibimiz adeta bir renk cümbüşü. Posta Gazetesi’nin güzel yazı işleri müdürü Betül Kabahasanoğlu, NTV’nin maviş prensi Mirgün Cabas, Marketing Türkiye dergisinin zarif Genel Yayın Yönetmeni Günseli Özen Ocakoğlu, Zaman Gazetesi’nin ekonomi müdürü Turhan Bozkurt, Hürriyet’in yazı işleri müdürü ve yazarı Tufan Türenç, yine Hürriyet yazarı Erdal Sağlam, Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız, Star Gazetesi’nin ekonomi müdürü Oğuz Karamuk, Akşam Gazetesi’nin yazı işleri müdürü Cengiz Kahraman, Dünya Gazetesi’nin yazı işleri müdürü Ömer Türkdönmez, Bugün Gazetesi yazarı ve Bahçeşehir Üniversitesi dekanı Ali Atıf Bir (AA1) veeeeeee gazetemizin assolisti, tek kişilik dev kadrosu, cabbarların en cabbarı Rehamız Muhtarımız!
Daha havaalanındaki Gloria Jeans’te buluşmuşken başladı cümbüş. Dev bir kahve ve kaşarlı simit tüketme bulutu şeklindeydik. (Gazeteci iştahı da ansiklopedilere girecek kadar enteresan bir şeydir bu arada) Bir ara baktık aramıza Ülker ekibi sızmış, simitlerimize dadanıyorlar, ekip ruhuyla başarıyla bertaraf ettik. (Havaalanı zaten komple ekipler alemi şeklindeydi. Turkcell, Ülker, Canon, Coca Cola, ellerde kartonet herkes ekip elemanlarını koyun toplar gibi topluyordu)
Herkes birbirine takılırken bir baktık uzaktan dev bir “sarı ceket” ve iki sarı ayakkabı yaklaşmaya başladı. Gözlerimiz kamaşıyor, kim bu “güneş”, kim bu “ışık” diyoruz... Aaa! Baktık meğer Reha Muhtar’mış. Sarı ceketi, sarı ayakkabılarıyla ve muhteşem güneş gözlükleriyle sabah sabah bir sükse yaptı, bir sükse yaptı öyle böyle değil! (Gazetemiz ulusalcı ve liberal olmak üzere iki kanattan da temsil ediliyor gördüğünüz gibi.)
Sonra Ali Atıf Bir, kıpkırmızı Abercrombie tişörtüyle, dersi kırmış uzatmalı bir lise öğrencisi gibi çıka geldi. Hah dedim. Adamım geldi! Zaten Paris’ten de tanışıyoruz, oldu size iki tane dersi kırmış velet.
Kakara kikiri derken uçak 45 dakika rötar yaptı. Fırsat bu fırsat havaalanında yapılacak ne kadar saçmalık varsa hepsini yaptık AA1 ile. Bütün parfümleri üzerimize sıktık, bütün kahveleri dolaştık... Sonunda işi o kadar abarttık ki su masajı bile yaptırdık! Aqua mesaj diye muhteşem bir şey.. Böyle emar makinesi gibi bir alete, üzerinizdeki kıyafetlerle giriyorsunuz, arada bir muşamba var, başlıyor tazyikli su masajı! Japon yapmış diyeceğim ama Japon değil Amerikan yapmış! Şiddetle tavsiye ederim.
Fakat şiddetle tavsiye etmediğim şey uçağa geç kalmak! Hele de soyadınız “Tönbekici” gibi feci bir şey ise.. O zavallı anonsçu arkadaşlar soyadımı söylemek için Allahım nasıl zorlandılar anlatamam.. Tömbelekçi’den Torbakıcı’ya dönüştüğü noktada çok şükür kapıya varmıştım.
Uçağımız, yukarıda saydığım bizim ekibin üyelerinin dışında Mehmet Altan’ından Cengiz Çandar’ına, yakışıklı Genel Yayın Yönetmenimiz Tayfun Devecioğlu’ndan Cengiz Semercioğlu’na Türk basının bütün güzide isimlerini taşımakta. Es kaza düşersek Türk basını diye bir şey kalmayacak diye düşünürken çok şükür sağ salım indik..
İsviçre, çocukluğumdan hatırladığım gibi (ya evet. Bir Heidi’lik var geçmişimde) yağmurlu ve kapalı. (Bu ülke hiç adam olmayacak ehe he he) Ama nedir? İnsanlar sevimli, ortam düzgün, gözü ve gönlü rahatsız eden hiçbir şey yok.. Özetle hava güzel, zemin müsait, aslanlarımız bol bol gol atar da mutlu mesut ayrılırız peynir, çikolata ve saat cennetinden. Şimdilik dağlar kızı Heidi memleketinden bu kadar.