Karşımdakinin kusurlarından etkilenirim

13 Eylül 2018

Bugün ve yarın Salon IKSV sahnesinde son dönemin en etkili seslerinden biri olan Warhaus’u izleyeceğiz. Belçikalı indie rock grubu Balthazar’ın da sesi olan Maarten Devoldere’nin bu solo projesi özellikle ‘Love is Stranger’ şarkısı ile kitlelerce tanındı. Leonard Cohen, Serge Gainsbourg ve Tom Waits arası çizgideki sesi ve fazlasıyla havalı tavrıyla Warhaus’u çekici kılan etkenleri konuştum.

Salon hayranlarından ‘Bu sene İstanbul’da bizim sahnemizde kimi görmek istersiniz’ diye istek listesi yaptı ve o listeden siz çıktınız. Dünyanın başka bir yerinde müziğine tutku ile bağlanan dinleyicilerinin olması ne hissettiriyor?
Müziğimin bütün dünya tarafından tanınıp sevildiğine inanmak çok zor. Warhaus turnesine başladığım zaman bu kadar olumlu geri dönüşler alacağımı neredeyse hiç beklemiyordum. Bu yüzden de karşıma çıkan her dinleyiciye karşı minnettar hissediyorum.
Bir önceki grubun Balthazar’dan yola çıkarsak eğer bir grupta yer almak mı yoksa solo mu müzik yapmak daha zor?
Bence her ikisinin de artı ve eksileri var. Bir grupla beraberken akışa göre ilerliyorsun, ama onlarla beraber bir turne gerçekleşirken o zaman sürece bağlı olarak daha belirsiz ve bağımsız olabiliyorsun. Warhaus ile beraberken çevremde olup biten şeyleri daha çok algılamam lazım ve en önemlisi daha duyarlı olmalıyım. İş benim de elimde olmalı.
Yasak aşk ve şehvet ilham kaynaklarım
Warhaus’un şarkılarının oldukça sinematografik ve karanlık bir dünyası var. Aslına bakarsan vokal tarzından dolayı şehvetli de diyebiliriz... Şarkıları oluştururken nasıl bir dönemdeydin?
Ben her zaman gerçek hayat deneyimleri ve tecrübelerinin üzerine şarkılar söyledim. Şehvet, ihanet ve yasak aşk hakkında yazmak çok kolay çünkü hayatımda sürekli olan durumlar. Bu konuları her zaman çok sevdim. Çünkü hayatımı fazlasıyla işgal ediyorlar, şu an bu durumların içindeyim. İnsanları sevmek istedim ama yapamadım. Yalnızlığım da ilham oldu bana.
Warhaus başarılı olmasaydı ne hissederdin?
Benim müzik yapmaktaki hedefim asla başarı olmadı. Sadece müzik yapmaktan zevk aldım. Biliyor musun, eğer şu an şarkılarımın hepsini herhangi bir sokağın köşesinde de çalsam benim için fark etmez. Aslında ben her zaman şarkı yazıyordum Warhaus yokken Balthazar için yazıyordum. Tıpkı bir dişçinin diş çekmeyi sevmesi gibi ben de şarkı yazmayı çok sevdim. Sevdiklerin ya da sevmediğin şeyler için şarkı yazmaktan daha romantik bir şey yok. (gülüyor)
Hayranlık kavramını anlamıyorum Türkiye’de çok fazla kadın hayranın var. Konser tarihi açıklandığında sosyal medyada çığlıkları duyar gibiydim. Kadınların müziğine etkisini nasıl tarif edersin? Bunun pek de farkında değilim. (gülüyor) Sanırım bir şarkıcı ya da grup için duyulan hayranlık, müziğin kesin bir parçası olmuştur. Bunu kişisel olarak pek anlamıyorum. Herkesle aynı havayı soluyorum, önümdeki insanla aynı bardaktan bira içiyorum. Hayranlık sadece bir illüzyon. Bir insanın kusurlarından çok daha etkilenirim. Neler izlemeyi çok seversin? Eski Fransız filmlerini izlemeye bayılıyorum. Franz, La Regle du jeu ve Violette&François benim favori filmlerim.

Devamını Oku

Yeni sezonda neler mi izleyeceğim?

8 Eylül 2018

İstanbul sahneleri ısınmaya başladı. Birçok mekan bu sezona tüm zorluklara rağmen ne kadar güçlü girdiğini line up’ları ile kanıtladı. Sezonda bizi yerimizden kaldıracak, yepyeni anılar yaratacak, en önemlisi hayranı olduğumuz sesi canlı dinleme şansını yakalayacağımız konserlerden kendi adıma en ilgi çekicileri sıralıyorum. “Artık ülkemize de hiç yabancı müzisyen gelmiyor” gibi ağlamalar yerine harekete geçip bu güzel sezondan payınıza düşen sanatçıyı seçme vakti...

- Belçikalı müzisyenlere karşı Türk izleyicisinin bir zaafı olduğuna hem fikiriz. Oscar and The Wolf bu duruma en büyük örnek... Online müzik kanaları sayesinden adını duyuran Warhaus da bunlardan biri. Maarten Devoldere’nin Love’s A Stranger şarkısındaki gibi sahnedeki serseri tavırları, buğulu sesi onu yakından görmek için oldukça önemli nedenlerden. 14-15 Eylül’de Salon IKSV sahnesinde tabii ki kaçmaz.

- Kings Of Convenience’dan tanıdığımız Erlend Øye geçtiğimiz yıl İtalya’nın kırsallarında fazlıca vakit geçirince oranın müziğine dair işler de yapmaya başladı. Üç kişiden oluşan La Comitiva ile genellikle sahil kasabalarında konserler verirken bir anda büyük sahnelere geçiş yaptılar. 19 Eylül günü Zorlu PSM-

Turkcell Platinum Sahnesi’nde naif sözler, ukelele, klasik gitar ve üflemelerle yapılmış melodilerini seslendirecekler.

- 10 Ekim günü kadınların sahnenin tüm hakimiyetini alacağı La Luz, Salon IKSV sahnesini şenlendirecek. Sanatsal anlamda ilham verici melodilerin yaratıcıları, Seattlelı surf rock grubu sahnede de en az kliplerindeki kadar renkli.

- Beyrutlu Mashrou’ Leila’yı keşfetmediyseniz hemen Youtube’a isimlerini yazıp dinleyin. Komşu ülkelerin en dikkat çekici seslerine yer veren Salon İKSV, grubu 29 Eylül günü ağırlıyor. Ben vakti zamanında Beyrut’ta inanılmaz bir izleyici kitlesi ile izleme şansını yakalamıştım. Indie müziğine kendi kültürlerini de katarak nasıl çizgi dışı hale getirdikleri sizi şaşırtacak.

- Ought, 8 Kasım’da Babylon’da olacak. Eski Babylon günlerinden kalma bir gün gibi konser... Post-punk türünün en kendine has vokallerine sahip Montreal çıkışlı grup, yeni albümleri “Room Inside The World” kapsamında ülkemizi ziyaret ediyor.

Devamını Oku

Norveç’ten dünyaya hizmet Amanda Delara

1 Eylül 2018

Spotify’ın ülkelere göre ‘Viral 50’ ve ‘En İyi 50’ listelerini dinlerken klişe gelebilir ama dünyanın kocaman bir global köy haline geldiğini müzik bakımından da görmüş oluyorsunuz. Dijital müzik platformlarını kullanan neredeyse herkes şu sıralar Drake, Cardi B, Calvin Harris dinliyor. Herhangi bir ülkenin, herhangi bir listesine tıkladığınız an bu isimler değişmiyor. Bu ülke ülke müzik keşfetme sırasında Kuzey Avrupa’da durumun biraz daha farklı olduğunu fark ettim. Özellikle viral listesinin yarısından fazlası oldukça genç Kuzeyli sanatçılara ayrılmış. Bu keşif turunda İran asıllı Norveçli Amanda Delara’nın önce müziğine sonra verdiği röportajlardaki tutumuna hayran kaldım.

21 yaşındaki Delara, R&B türünde müzik yapıyor. Şarkı sözleri kadar klipleri de bir o kadar çarpıcı. Dikkat çekici ve oldukça güçlü bir vokali var. İlk parçasını 2016 yılında yayınlayan Delara, yaşıtlarının sabun köpüğünü andıran müziğinin tam tersi bir tutumda. Verdiği röportajlarda politik şarkı sözlerine dair şu yorumu yapıyor: “Müzik yapıyorsanız eğer sınırları aşarak insanların düşünmesini de sağlamalısınız. Bu dünya hakkında bir şey söylebildiğiniz sanata inanıyorum. Bu kadar çok insanın aşk hakkında şarkı yazdığını düşünürsek eğer aşk evrenseldir. Güvenli sanatçılar da buna tutunur. Ben ise zorlu taraftayım.” Genç müzisyenlerin kendinden emin olmasına hep hayran kalmışımdır. Tabii bu bilinçli bir bilgelik. Size yeni ufuklar açan ve yeni melodiler duymaya iten cinsten...

Tarzını en belli eden çalışması ise ‘Dirhazm’ şarkısının klibi. Zaten ilhamları arasında politikacılar olduğunu belirtiyor. Kanye West ve Rihanna gibi isimlerle iş yapan prodüktör The Dream ile çalıştığı ‘New Generation’ şarkısına bayıldım. Yaşıtlarına kendilerini sevmelerini ve zorbalık yerine bir olmaya dair öğüt değil sadece öneride bulunuyor. Elektronik soslu şarkısı ‘We Don’t Run From Anyone’ ise isminin kitlelerce duyurulmasını sağlıyor. Özellikle bu şarkıda sesi oldukça vahşi bir şekilde kulağa tınlıyor...

Bu yılın ortasında çıkardığı ‘Running Deep’ albümü ise müzikal anlamda her geçen gün daha da ileriye gittiğini bize kanıtlıyor. Amerikalı müzisyenlere onların müziğini Norveç’ten yola çıkarak daha iyi nasıl yapılacağını gösteriyor. Norveç basının da dediği gibi ‘pop’un politik de olabileceğini net bir şekilde şahit oluyoruz. Bu albüme dair yine çok yerinde bir açıklama yapıyor, “Bilgi ve bilginin yayılması için yükümlü hissediyorum kendimi. Çünkü nefret ve önyargılar genellikle cehalete çarpıyor”... Vasatlaşan pop müziğin özünü de bu cehalet oluşturmuyor mu zaten? ‘Keep Your Dollars’ şarkısında mesela her şeyin para ile satın alınamayacağını vurgularken, yeni neslin o kadar da sıradan olmadığını biz umutsuzların kafasına vura vura belirtiyor. Delara’nın müziğine dair kafa yorarken sözleri ve İran kökenini es geçmemek gerek. İncelikli düşünülmüş bir müzik ve klasik müzik eğitiminden dolayı sesini geniş ölçüde kullanabilmesi de onun alameti... Şu sıralar yeni şarkılar duymak isteyenler için ısrarla öneririm Amanda Delara’yı!

Devamını Oku

Konserin açılışını yapma meselesi

25 Ağustos 2018

Bir konsere gitmeden ana isimden önce çıkacak ön gruplara da dikkat ederim. Alana gidiş zamanlamasını da ona göre yaparım. Yapılan konserin tamamlayıcısıdır ön isim... Ön grup dışında aralarda çalacak DJ’e kadar her şeyin bir bütün olması gerektiğine inanlardanım. Sahneyi gecenin süper starına bırakmadan önce seyirciyi amiyane tabirle gaza getirmek oldukça zorlayıcı olabilir. Yıllar evvel Rock’n Coke’ta Placebo konseri öncesi Editors sahne almış kalabalık o kadar onları ciddiye almamıştı ki seyirciye sinirlenen Tom Smith, gitarını bizim üstümüze atmıştı. Yine İstanbul’da gerçekleşen Two Door Cinema Club konseri öncesi Metronomy geceyi ısıtmışdı. Alanda Two Door Cinema Club değil de Metronomy için gelen birçok kişiye rastlamıştım. 4 büyüklerin çıktığı efsanevi Sonisphere’de erken saat sahne alan Manowar’dan Joey DeMaio, Türkçe bir şekilde “Bu festivale dört büyük grup geldi diyorlar. S...irin oradan. Ben burada tek büyük görüyorum Manowar” dediğinde seyirci alev almıştı. Ardı arkası çıkan gruplar da bu enerjiden nasibini almıştı.

Konserin ya da festivalin açılışını yapmak oldukça ciddi bir meseledir. Yeni isimleri seyirciye takdim etmede de oldukça önemli bir ayrıntıdır. Bu yıl yurt dışında gittiğim çoğu konserde esas izleyeceğim grup öncesi çıkan çoğu müzisyeni tanımıyordum. Benim için hepsi adeta birer keşif oldu. Yurt dışında isim yapmış gruplar, turneleri sırasında ön grupları kendileri seçer ve seyircisine bir bakıma onları da tanıtmış olur. Şimdinin kitleleri harekete geçiren birçok müzisyeni emin olun bu adımlardan geçmiştir.

Bir konserin açılışını yapmak çok da risklidir. Güneş en tepedeyken sahne almak, başka bir grup için orada olan kalabalığa kendini ispat ettirmek müzisyen egosu açısından en zorlu etaplardandır. Peki, bizdeki organizasyonlarda ön gruplarda ne kadar yenilikçiyiz ya da ne kadar ana ismin müzikal tutumuna uygun bir seçim yapıyoruz?

Mesela Dua Lipa’nın Belek konserinden sonra Mahmut Orhan kabinde yerini almışken, bir anda arkada kablolar toplanmaya başlıyor ve sanki orada işini yapmaya çalışan biri yokmuş gibi davranılıyor. Organizatörler ana gruba gösterdiği önemi bazen Türk müzisyene göstermiyor. Liam Gallagher öncesinde The Ringo Jets ya da In Hoodies’i de izleseydik bir bütünlük ile karşılaşmaz mıydık? İşte bahsettiğim hem keşif hem de ortamı alev aldıracak isimler olmaz mıydı? 2 Eylül günü gerçekleşecek Imagine Dragons konseri öncesi onlarla turnede olan The Vaccines’i izleyeceğiz. Çok doğru bir seçim. Bolca dans edip Imagine Dragons’a fazlasıyla hazır hale geleceğiz. Sahneye çıkan ön gruplar ne kadar ana grubun kitlesine hitap etmiyorsa izleyici de konsere o kadar geç geliyor. Sonra kakofoni oluşuyor, sahneye odaklanma da bir o kadar zorlaşıyor.

Yapılan etkinliğin bir sanat eseri olduğunu düşünmek lazım. Konser için verilen kapı açılış saatinden itibaren katıldığınız etkinlik sizi bir ahengin içinde tutmalı, ana grup çıkana kadar... Bunu başarabilen her etkinlik hafızamızda hep özel olarak kalacaktır.

Devamını Oku

‘İfade edilemeyenleri şarkılar söyler’

19 Ağustos 2018

Bazı konserlerde bağıra bağıra şarkı söyler, bazılarındaysa sadece sahneye kitlenirsiniz. O an onca kalabalığın içerisinde tek başınıza kalmış gibi hissedersiniz ve müzikle içinizdeki birçok duyguyu açığa çıkarırsınız. Konserler bunun için değil midir? Sevdiğimiz müzisyeni canlı kanlı görmenin dışında seninle aynı hislere sahip kocaman bir kalabalıkla bir olmak... Hafta başında BKM organizasyonu ile Küçükçiftlik Park’ta Oasis’in vokalisti Liam Gallagher ve Starsailor’ı izleme şansına sahip olduk. Liam konserine dair tarafsız bir eleştiri size sunamayacağım. Çünkü binlerce kişinin aynı anda ‘Wonderwall’, ‘Live Forever’ ya da ‘Whatever’ gibi hitleri bağırarak söylemesi, Liam’ın bize kıyak geçercesine Oasis’te telif haklarına sahip olduğu şarkıları bol keseden sıralaması, beni fazlasıyla duygusallaştırdı. Yıllardır beklediğimiz anı yaşıyor gibiydi... Günümüz müzik sahnesinin baş aktörleri İstanbul’a gelmeyebilir, o zaman biz de ergenliğimizin yıldızlarına tutunurduk. İşte bu kusursuz gecenin sabahında 2000’li yılların başında hit şarkıları ile hafızamıza kazınmış ön grup Starsailor ile bir araya geldim. Onlar da 8 yıl sonra bir araya gelip yeniden turne yollarına düşmüştü. Vokal James Walsh ve bas gitarist James Stelfox ile müziğin yarattığı o büyülü dünyayı konuştum..


Müzik grubu olmanın büyüsü var

8 yıl aradan sonra geçtiğimiz yıl ‘All This Life’ albümünü çıkardınız. Uzun zaman sonra da turnedesiniz. Bu sizi nasıl hissettiriyor? James Walsh: Kesinlikle yolda olmayı özledim. Biz bir arada çok iyiymişiz. Bu hissi de özlemişim. Bu aynı zamanda da kişilerin birbirleri ile iletişimiyle alakalı bir şey. Çünkü günün 24 saati berabersiniz. Grup ile iletişim halinde de olmanız gerekiyor. Birbirinize katlanmak zorundasınız. Ama grup olmanın bir büyüsü var.

James Stelfox: Biz sadece konserden konsere buluşan bir ekip değiliz değil mi? Biz aynı zamanda iyi arkadaşlarız da...

Devamını Oku

Milyon dolarlık DJ’ler

4 Ağustos 2018

Forbes geçtiğimiz günlerde dünyadaki DJ ekonomisini gözler önüne serdi. Öyle bir ekonomiden bahsediyoruz ki ilk 10’a giren DJ’lerin bir yıllık hasılatı 260 milyon dolara denk düşüyor.

Makalede geçtiğimiz yıl Skrillex turneye çıkmadığı ve sessiz bir yıl geçirdiği için piyasa da 30 milyon dolar kayıp yaşandığını belirtiyorlar. Gençleri peşinden sürükleyen DJ’ler onların kültürel bakışlarını da bir şekilde etkiliyor. Listenin birinci sırasında 48 milyon dolar kazançla Calvin Harris yer alıyor. ‘Elektronik müziğin kralı’ olarak tanımladığı İskoçyalı DJ’in Las Vegas’taki takımı ile nasıl bir şirket mantığı ile de çalıştıklarını belirtiyorlar. Harris, 2011 yılında ülkemizi ziyaret ettiğinde sadece müziğine odaklı bir DJ’di. Cılız vücudu, korkak bakışları ile setini tamamlayıp performansını bitirdiğinde yeniden görüşmek için söz vermişti. Oysa şimdi turne programlarında ülkemizin adı bile geçmiyor. 2014 yılında Sziget Festival’de izlediğimde ise artık o dünya starıydı. Görkemli ışık şovları, seyirciyi coşturmak için konuşmaya bile gerek duymayan, binlerce insanı aynı anda dans ettiren bir DJ’e dönüşmüştü.

Listenin ikinci sırasında The Chainsmokers yer alıyor. Yıllık 45,5 milyon dolar kazanan DJ ikilinin patlama anı ise hiç şüphesiz Coldplay ile “Something Just Like This” parçası ile oluyor. 2014 yılında erken dönem çalışmalarını ortaya koyan ikili bu kadar kısa bir sürede en çok kazanan DJ’lerden olacaklarını tahmin etmediklerini her daim vurguluyor. İkiliden Pall Forbes’ın makalesinde “Bundan sonra ne olacağını merak ediyorum” diye de belirtiyor. İşte şu an dünya gençliğinin yakından takip ettiği The Chainsmokers, geçtiğimiz gün KüçükÇiftlik Park’ta Türk hayranlarının karşısına çıktı. Canlı performans değil de DJ set olarak ülkemize uğradılar. Performansın son yarım saatine yetişebildim. Şu sıra hit olmuş şarkıları ‘Sick Boy’u dinlerken etrafımdaki yaşları oldukça genç kitleye de bakmaktan kendimi alamadım. Anne ve babalar köşede çocuklarını bekliyordu. İkileye ise tüm gençlik ateşi ile karşılık veren bir izleyici kitlesi vardı. Bazen ülkemize geldiğini sosyal medya hesaplarından duyurmayan müzisyenlere inat, yeniden gelmek istediklerini instagram story’lerinde belirtiyorlardı. Bu yeni idoller, kariyerlerinin tepe noktasında olduğunun o kadar farkında bir performans sergiliyor ki DJ kabinini adeta oyun alanına çeviriyorlar.

Beat’lerinin cazibesini ve DJ masasındaki tüm hünerlerini en iyi şekilde dinleyicisine sunuyorlar. İstanbul’u turne programına dahil eden DJ’lerin de buraya yaklaşımı sahne üstünde de aynı saygınlıkla hep devam ediyor. Katiyen müziklerinde ya da enerjilerinde bir eksiklik söz konusu değil. Hal böyleyken milyon dolar değerindeki bu DJ’leri izlemek adeta görsel bir şölen haline de geliyor. Malumunuz zaten DJ’ler yeni rock starlarımız değil mi?

Devamını Oku

Harekete geçiriyor mu?

28 Temmuz 2018

Sertab Erener, yaklaşık dört yıldır adeta bir makine gibi farklı projeler ile hayranlarını heyecanlandırıyor. Müzik kariyerini anlattığı, izleyenlerden tam not alan ‘Sertab’ın Müzikali’ ile sert bir sound ortaya koyan, vokalistliğini üstlendiği ‘Ocean of Noise’ grubu gibi yenliklerle dolu işler ortaya çıkarıyor. Kariyerini tek bir ağacın gölgesine bırakmak yerine çabalıyor, öğreniyor, öğretiyor, kendini yenileyecek sanatın peşinden gidiyor. Bu durum kimine göre risk, kimine göreyse takdir edilesi bir iş azmi... Tüm bu işleri ise hayatının her alanında olduğu gibi büyük bir titizlikle ortaya koyuyor.

Değişime ‘hayır’ demeyen Erener’in son dört yılda orkestrası, ilham aldığı isimler ve kolektif çalıştığı kişilerin de değiştiğini görüyoruz. 2018’de Sertab’ın, Aysel Gürel sözlerindeki güçlü ama aynı zamanda duygulu kadın imajından sıyrıldığını fark ediyorum. Evet, eşsiz bir forma sahip sesi, zamansız şarkılarındaysa her zaman muazzam bir bütünlük var. Ama aynı zamansızlığı geçtiğimiz günlerde çıkardığı yeni single’ı ‘Bastırın Kızlar’ için söylemem mümkün değil. Bu şarkının vermek istediği his, beni katiyen ayağa kaldırmıyor. Ve dinlerken oldukça yoruyor. Şarkının zorlayıcı kısmı ise; Erener’in nefes nefese nakaratı söylerken, aynı nefes nefeselikle ona eşlik eden müziği...

Sözlerini Can Bonomo’nun yazdığı, müziğini Ersel Serdarlı’nın yaptığı, prodüktörlüğünü Emre Kula’nın üstlendiği şarkının basın bülteninde özellikle şu kısmın altı çiziliyor: “Şarkı, bir erkeğin gözünden yazılan, bir kadın şarkısı olarak da dikkat çekiyor.” Zaten söz yazarı Can Bonomo’nun kendi müziğinde de bolca yer alan keskin yaylılar, bu şarkıda da baskınca hissediliyor. Şunu unutmamak gerek pek tabii, Erener’in toplumda sessiz kalmış, harekete geçmekten korkan kadınlara “Sökmez inadınız, bizi ne sandınız, çıktık sokaklara, bastırın kızlar!” diye özgüven vermesi oldukça önemli. Bu şarkıyı dinleyen kadınların yarısı bile hayatlarını kendi ellerinin arasına almak için harekete geçse büyük bir adım atılmış olur. Ama şarkının klibini izledikten sonra ise tamamen kafam karışıyor.

Klipte bir ispatı gözümün içine sokan “Bizi ne sandınız?” gibi söylemlerin yazılı olduğu pankartlar, damadın kafasına geçirilen kese kağıdı ve ondan kaçmak isteyen gelin, kadınların kulaktan kulağa oynaması, eline megafonu alan Erener ve bunun gibi başka bir yüzyılda kalmış oldukça fazla metafor... Kendimizi ispat ediş şekillerimiz bu şekilde mi artık? Zorbalığın internet çağında tavan yaptığı, sadece erkeklerle kalsa iyi kendi hemcinslerinden de ciddi ciddi zarar gören kadınlara da ses etmek gerekmez mi?

Dinleyicide sanat ile yoğrulmuş feminist bir iz bırakmak için artık başka sözlere ihtiyaç olduğunu düşünenlerdenim. Ama şöyle de bir durum var hepimiz aynı şeyleri hissetseydik bu hayatta, ne sanat ne de müzik olurdu...

Devamını Oku

Türkçe pop hala yaşıyor!

21 Temmuz 2018

Yıllar önce Bülent Ortaçgil ile bir sohbetimiz sırasında Türk müzik endüstrisine dair çok önemli bir analiz yapmıştı. Piramidin tepesindeki yani ana akımı yaratan müzisyenlerin çok kuvvetli olması gerektiğini belirtmişti. Ortaçgil, “Ana akım sanayiyi taşıyacak ki alt gruplar yaşama şansı bulacak. Yoksa şans, kader, kısmet olur bu işler” demişti. Ana akım gücünü yaptığı müzikler dışında müzikal tutumları ile de pek tabii sağlamlaştırıyor. Müzik endüstrisinde özellikle pop kategorisinde ana akımı oluşturanlardan Kenan Doğulu, çizgilerinin dışına çıkabilen nadir müzisyenlerden. 2016 yılında caz formlarındaki ‘İhtimaller’ albümü ile sanayinin ona dayattıklarının dışına çıkabilmişti. Bence o piramidin altındaki yeni nesil müzisyenlere ilham olurken, onlara kalıpların dışını da göstermek önemli. Bir sanat eseri ortaya koyarken etkileşimden de kaçınmamak gerek. Keza Kenan Doğulu bunu da başaran isimlerden.

Yeni albümü ‘Vay Be’nin açılışını Bora Uzer ve Ozan Turgut ile beraber çalıştığı ‘Issız Ada’ ile yapıyor. Bora usta olduğu funk ve groovy ritimlerini bu şarkıya çok güzel yedirmiş. Aşırı saçma olmayan ve insanlara ders vermek için çırpınmayan sözleri, sevgisini dile getiren tertemiz bir yaz şarkısı olmuş. Hemen ardından da düzenlemesinden, söz ve müziğine kadar Kenan Doğulu’ya ait olan ‘Boş Sayfa’yı dinliyoruz. Bu şarkının özellikle nakarat kısmına bayıldım. Müzikal olarak tam da bu döneme ait bir şarkı olmuş. Doğulu, müzik trendlerini yakından takip ettiğini de göstermiş. ‘Vay Be’ şarkısı ile klasik bir pop albümüne dönüş yapıyoruz. Ama içinde alaturka tınılarının olduğu. Ve tabii ki Ozan Doğulu düzenlemeleri devreye giriyor, albüm bildik bir ‘Kenan-Ozan Doğulu formatına’ geçiyor. Bu şarkı ile Kenan Doğulu yüzünü artık kemik dinleyicisine dönüyor ve albümün seyri de değişiyor. Doğulu, ana akım tarafına geçiyor.

‘Yosun’ şarkısı ise gerek vokalleri gerekse sözleri ile bu albümün en duygusalı. Özellikle sözlerinde bir kucak açış, bir güç ortaya koyuyor. Destek veriyor dinleyenine... Aynı zamanda da bir ilişkinin başını da anlatıyor.

‘Yapma’ çok daha farklı düzenlemeyi hak edermiş. Doğulu’nun naif vokali oldukça ritmik sözlerle bir bütün oluşturuyor. Dinlerken ise yeniden ve içten içe “Ah ya, bu şarkının müzikal düzenlemesi böyle olmamalıydı” demekten kesinlikle kendimi alamıyorum. Üflemelerin daha baskın olmasını, house sample’ların kullanılması gerektiğini düşünüyorum. Her ne olursa olsun, bu şarkı albümün gizli hiti.

Hemen ardından ise ‘Boğazımdan Geçmiyor’ başlıyor. Sektördeki diğer pop şarkılarından bir farkı olmayan, standart bir parça. Kesinlikle alıcısı çok fazla olacaktır ama özel bir iş değil... Ve albüm ‘Dansa Kaldır’ ile son buluyor. Asla haz etmediğim bir piyasa şarkısı. Evet, oldukça esprili, düğünlerin vazgeçilmezi olacağı da kesin ama bu şarkı değişen Kenan Doğulu için ne kadar gerek bilemiyorum.

Günün sonunda müzik endüstrisinin gelişimi için üreten ve yeni sound’ları keşfetmekten kaçınmayan bir Kenan Doğulu dinliyoruz. Müziğine olan saygısını kaybetmemesi, albümün her detayına dikkat etmesi onu dinleyicisi tarafından özel kılıyor. Bu yazın en iyi işlerinden birine imza attığını belirtmek lazım.

Devamını Oku