Ünlü reklam araştırma şirketi JWT yeme-içme trendlerinin nereye gittiğini araştırmış. Laboratuvarda üretilip pişirilen tavuktan, hayata meydan okuyan performans geliştiricilere gelin önümüzdeki yıllarda ne yiyip içeceğiz öğrenelim.
Şeker tüketimi azalacak
Ülkeler bir süredir fazla şeker tüketiminin yaratacağı sorunlara dikkat çekmeye çalışıyor. Büyük boy şekerli içecekler yasaklanıyor, obezite sorununa karşı kampanyalar düzenleniyor. Bizde Canan Karatay hocamız yıllardır söyler, bazı doktorlar da karşı çıkar… Ama anlaşılan o ki önümüzdeki yıllarda artık daha az şeker tüketeceğiz. İngiltere Sağlık Bakanlığı gıda firmalarından ürünlerinde kullandıkları şekeri bu yıl yüzde 5, 2020’ye kadar ise yüzde 20 oranında azaltmalarını talep etti. Ürünlerin üzerindeki etiketler de elden geçecek. Her ürün ne kadar şeker içeriyorsa açık seçik yazacak.
Sanal alem çıktı mertlik bozuldu. Zaten attığımız her adım kayıt altında. Google bunu biraz daha öteye taşımaya hazırlanıyor. Kişisel hayatın gizliliği uçtu gitti...
Bir süredir internette gezen trajikomik bir hikaye var. Dokunmadan alıntılıyorum.
Gordon Pizza mı?
Hayır efendim Google Pizza!
Yanlış numaraymış, kusura bakmayın.
Hayır efendim doğru, Google olarak Gordon Pizza’yı satın aldık. Her zamankinden mi efendim?
Ne yani, ne sipariş edeceğimi biliyor musunuz?
Elbette. Son 5 keredir aynı siparişi vermişsiniz.
Yeni nesil 'deneyim' peşinde. Bunu da sosyal medyadan paylaşıyor. Adı ise hayatı ‘Instagramlanabilirliğine’ göre yaşamak...
Eli para görmeye başlayan Y kuşağı olarak pazarlama trendlerini epey değiştirdik. 17-37 yaş arasındaki bu nesil öncekilerden çok farklı. Düşünün bir önceki kuşak Madonna'nın 1984'te patlattığı Material Girl şarkısıyla büyümüş. Çoğu dünyayı 'maddiyat' üzerinden tanımlamış. Zenginlik yatlar, katla, lüks saatlerle ölçülmüş. Ama artık bunların gösterişinin yapıldığı günler geride kaldı. Trend hayatı dolu dolu yaşamak ve bunu da sosyal medyada bol bol paylaşmak!
En güzel anılar deneyimlerde yaşanıyor
Instagram sayfamızı azıcık kaydırmak bile yetiyor. Sanki tüm listemiz dünyayı geziyor. Yurtdışındaki müzik festivallerinden, sırt çantasıyla Güney Amerika turuna, köylülerle hasattan, dalış kurslarına... Parası olanın o parayı yatırdığı yer artık çok farklı. Bu grup için mutluluk, ne sahip olduklarında ne de kariyerde. ABD merkezli Harris Group'un yaptığı araştırma bu konuda net. Y kuşağının yüzde 78'i 'bir şey' almaktansa parasını deneyimleyebileceği şeylere yatıracağını söylüyor. Bu oran diğer nesillerde yüzde 59 civarında. En güzel anıları sorulduğunda da çıkan sonuçlar şaşırtıcı değil. Yüzde 77 için en unutulmaz an konser ya da tatil gibi bir deneyimleri.
Festivallere yılda bin lira gözden çıkıyor
Anlamlı ve mutlu bir hayat yaşamak için bir şeyler yaratmalı, paylaşmalı ve anı biriktirmeliler. Mesela araştırmaya katılan Y kuşağı mensuplarının yüzde 69'u evde bir akşam geçirmektense dışarıda arkadaşlarıyla olmayı daha değerli görüyor. Özellikle festivaller bu konuda büyük önem taşıyor. Bir başka araştırmaya göre biletinden giyim kuşamına, Y kuşağının festivaller için yıllık harcaması kişi başı ortalama 924 lira. Her 4 kişiden biri yılda 4 festivalden fazlasına gidiyor. 3'te biri ise en az bir kez yurtdışında bir festivale katılmış. Üstelik bu da yetmiyor. Yüzde 72'i önümüzdeki yıl deneyimledikleri şeyler için ayırdığı bütçeyi daha da artıracağını söylüyor.
Eskiden milyoner olmanın yolu mirastan ya da piyangodan geçerdi. Ama artık dönem hackerların. Geçen haftaki siber saldırıların baş şüphelisi ise Kuzey Kore lideri Kim Jong Un!
Son dönemde siber alemde tehlike çanları çalıyor. Geçen Ekim'de dünya çapındaki saldırıda internete girebilen akıllı ev aletleri dahil birçok cihaz hacklenmişti. Uzmanlar "Hackerlar bir şey denedi ama ne olduğunu sonra anlayacağız" demişlerdi. Daha bunun şokunu atlatamadan yenisi geldi. Aynı haftada hem Disney gibi bir dünya devi hacklendi, hem de 300 bini aşkın bilgisayar WannaCry yani “Ağlamak İstiyorum” isimli fidye yazılımdan etkilendi. Virüs tüm bilgileri şifreledi, silinmemesi için kullanıcılardan 300 dolar istedi. Yani amaç 90 milyon dolar 'fidye' toplamaktı. Yetkililer "Sakın ödemeyin" diye haykırsa da bu yazıyı yazdığım sırada “howmuchwannacrypaidthehacker.com” adresine göre hackerlera 90 bin doları aşkın para yollanmıştı.
Bilgisayar başında 330 bin lira kazandılar
WannaCry saldırısında 150 ülke etkilendi. Dünyaca ünlü anti virüs şirketi Kaspersky Lab'e göre saldırıların yüzde 66'sı Rusya'yaydı. Ama İngiltere'nin sağlık sistemi çöktü, Fransa'da Renault fabrikasında üretim durdu. Çin'de trafik polisi ve okullar olumsuz etkilendi. Milyonlarca dolarlık zarar oldu. Birçok kişiye göre bu, artık sadece yeni nesil terör saldırısı değil, yeni nesil köşeyi dönme yöntemi de... Eskiden zeki olan ticaret yapıp para kazanırdı. Şimdi ise işin içine 'kodlar' girdi. Nitekim hedefe göre küçük olsa da sadece birkaç gün içinde, hackerlar tam anlamıyla oturdukları yerden 330 bin lirayı aşkın para kazanmış oldu. Üstelik uzmanlar uyarıyor. Paranın tadı tatlı geldiyse bu daha başlangıç olabilir.
Kuzey Kore’nin dünyaya açılan bir internet sistemi yok.
Netflix fidyeyi ödemedi, dizisi sızdı!
Geçen haftanın tek siber saldırı haberi WannaCry değildi. Firmaların hacklenip kullanıcı bilgilerinin çalınmasına (maalesef) alıştık ama artık o siber saldırıların da hedefi değişti. Geçen hafta para için çok sansasyonel başka hacklemeler de oldu. Sanal korsanlar Disney'i hackledi ve 26 Mayıs'ta gösterime girecek Karayip Korsanları serisinin yeni filmini 'rehin' aldı. Filmi yayınlamamak için fidye istediler. Disney ise istenen fidye rakamını açıklamadı ancak FBI ile temasta olduklarını, fidyeyi ödemeyeceklerini duyurdu. Geçen haftalarda da Netflix hacklenmiş, 60 bin dolarlık fidye ödenmeyince de Orange is the New Black dizisinin yeni sezonu internete sızdırılmıştı.
Küresel ısınmayla tarım alanları değişiyor. Hazır olun sofralarda da radikal değişime gidiyoruz. Yeterli vitamini almak için artık bambaşka şeyler yiyeceğiz. Sofranızda denizanası salatası ve keçiboynuzlu jöleye yer açın.
2050’de dünyü nüfusu 10 milyar olacak. Tarım alanları azalacak. Farklı besin kaynaklarına yönelmek zorunda kalacağız.
Bundan birkaç yıl öncesine kadar belki sadece uzmanların yorumlarında duyuyorduk. Ama iklim değişikliği artık hayatımızın tam içinde. Nisan ortasında kar yağdırıyor. İlkbahar yaşamadan yaz sıcaklarına geçiliyor. Mevsimlerin de doğanın da dengesi bozuldu. Ama maalesef bunlar yine iyi günlerimiz. Önümüzdeki yıllarda sadece gardıroplarımıza değil, soframıza da etkisi artacak. Çünkü çok değil 2050 yılında neredeyse 10 milyar olacak dünya nüfusu. Ama hem sıcaklıklar yüzünden hem de okyanusların yükselip ısınması nedeniyle tarım alanları azalacak. Biz de gerekli vitamin ve mineralleri olmak için 'farklı' kaynaklara yönelmek zorunda kalacağız. Anlayacağınız alışkanlıklarımızı bir kenara bırakma vakti geldi. Yepyeni sofralara hazır olun.
Et yerine yosun yiyeceğiz
Peki, gelecekte hangi yiyecekler olacak, hangileri ısınan hava ve yükselen sularla birlikte yok olup gidecek? Wist'e göre en büyük fark hayvansal proteinde olacak. Bizler için en önemli protein kaynağı et. Ancak önümüzdeki yıllarda hayvanların sayısının artan nüfusa yetmeyeceği aşikar. Bu nedenle de protein açısından zengin farklı besinlere yönelmek zorunda kalacağız. En ön plana çıkan yiyecek yosun. Çünkü ne temiz suya ihtiyaç duyuyor ne de bakıma. Kendi kendine ürüyor. Üstelik protein açısından çok zengin. Bu nedenle özellikle salatalarda bol bol karşımıza çıkacak. Uzmanların önerisi yosun ve deniz lahanası salatası.
Çikolataya veda edebiliriz
Korkunç haber! Ama maalesef küresel ısınmanın en büyük etkilerinden biri de kakao ağaçlarına. Sıcaklıkların yükselmesiyle ağaçların büyük bir kısmı kuruma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu nedenle de önümüzdeki yıllarda çikolata olmayabilir! Tatlı ihtiyacımızı gidermek için ise keçiboynuzu, çikolatanın yerini alacak. Projeyi yapanlara göre geleceğin tatlısı ise keçiboynuzlu agar (su yosunundan yapılan jöle gibi bir tür jelatin).
Facebook'ta binlerce arkadaşı olan, Instagram'da Snapchat'te durmadan güncelleme yapanlar, farkına varmadan narsisizmin ağına düşmüş olabilirsiniz.
Hepimizin arkadaş listesinde mutlaka 'o' insanlar vardır. Bir mekanın kapısından girdiği anda check-in yapan. Yemeği soğutma pahasına farklı farklı açılardan onlarca poz çeken. Her giydiği kıyafetle ayrı selfieler yapan... Bir de durmaksızın bebeklerinin fotoğraflarını paylaşanları var ki ona hiç girmeyeyim bile... Yapacak bir şey yok sosyal medya artık günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. 2016 sonu itibariyle Facebook'a üye olanların sayısı 2 milyarı geçti. Instagram'a düzenli olarak günde 500 milyon fotoğraf yükleniyor. Twitter'ın 300 milyon aktif kullanıcısı var. Önceki nesillere göre çok farklı hayatlar yaşıyoruz. Bu nedenle de farklılaşıyoruz. Uzmanlar sosyal medya kullanımının karakterimizi de değiştirdiğini söylüyor. Onlara göre en ukala ve kendini beğenen nesil olarak tarihe geçecek bu jenerasyon. Üstelik nedeni de sosyal medya. İçimizde ne kadar mutsuz olsak da dışarı bambaşka bir hayat yansıtıp, durmadan 'mükemmel' yaşamlarımızdan kareler paylaşıyoruz. Kendimizi olduğundan farklı lanse ediyoruz. Ama meğer o iş öyle değilmiş. Yani paylaşım yaptıkça karakterimiz değişmiyormuş. Sosyal medyanın en aktif kullanıcıları zaten kişilik bozukluğu olanlarmış.
Yapılan en kapsamlı araştırma
Almanya'nın Würzburg ve Bamberg Üniversiteleri bünyesinde yapılmış araştırma. Bugüne kadarki en kapsamlı olanı diye geçiyor. Çünkü bu konularda yapılan 57 farklı araştırmayı toplayıp ortak bir sonuca varmışlar. 25 bin kişilik dev bir denek grubu söz konusu. Bu nedenle de sonuçların doğruluk oranı yüksek. Bulgular çarpıcı. Buna göre sosyal medyada gereğinden fazla zaman geçiren kişilerin büyük bir kısmında kişilik bozukluğu var. Çoğu kendini aşırı beğenme olarak tanımlanan narsisizmden muzdarip.
Fotoğrafını sık değiştirenlere dikkat
Sürekli selfieler çeken ya da düzenli olarak profil fotoğrafını değiştiren bir arkadaşınız varsa dikkatli olmanızda fayda var. Belki de bugüne kadar zannettiğiniz gibi bir sosyal medya tutkunu değil de, aldığı 'like'larla kendini tatmin etmeye çalışan bir narsisttir. İlgi dağıldığı anda da yeni bir fotoğraf yükleyerek rüzgarı tekrar estirmeye çalışıyordur. Sadece fotoğraf yüklemek değil. İnsanların paylaşımlarının altına çok sık 'boş' yorumlar yapanlar için de aynısı geçerli. Sadece isimlerinin görünmesi ve dikkat çekmek bile birçok narsistin kendini tatmin etmesi için yeterli.
Kendilerini onaylatmak istiyorlar
Peki, gerekçe ne? Araştırmacılara göre narsist olan kişiler kendilerini seçilmiş olarak görüyor. Çok yetenekli, dikkat çekici ve başarılı olduklarına inanıyorlar. Haliyle bunu da etrafındakilerle paylaşıp, aldıkları beğenilerle kendileri hakkındaki bu düşünceyi onaylatmak istiyorlar. Hal böyle olunca da sosyal medya onlar için vazgeçilmez bir nimet. Çünkü kendilerini 'sunabilecekleri' çok geniş bir kitleye hitap ediyorlar. Üstelik kendi istedikleri bilgileri seçerek yayınlama imkanları var. Yani kendi imajlarını, kendi yaptıkları paylaşımlarla bizzat oluşturuyorlar.
Merkür retrosunda referanduma gidiyoruz, işler karışık, tansiyon yüksek. Kolay değil bir ülkenin kaderi değişecek. Ama tabii her zaman bu denli kritik nedenlerle gitmiyor halk sandık başına. Gelin tarihin en ilginç referandumlarına bir göz atalım.
Kuklası için mücadele eden polis
San Francisco'da bir kişinin azmi, ülkeyi referanduma götürdü. Yıl 1993. Polis departmanı polislere sokakta devriye gezerken 'görünür' olma ve halkın güvenini kazanma talimatı verdi. Bunun üzerine polis memuru Bob Geary de cin bir fikir buldu. Kendisine bir kukla yaptırdı. Adını da Brendan O'Smarty koydu. Sokaklarda o kuklayla gezip çocukların sevgilisi oldu. Herkes tarafından tanındı. Bir süre sonra polis şefi değişti. Yeni gelen şef utanç verici olduğunu söyleyerek kuklayı yasakladı. Geary ise direndi. 10 bin imza toplayıp olayı referanduma götürdü. Çekişmeli geçen sandıktan yüzde 51 ile Geary'e izin çıktı. 2000 yılında emekli olana kadar sokaklarda kuklası Brendan O'Smarty ile devriye gezdi, fenomen oldu.
Tuvalet kağıdı nasıl asılmalı?
Tuvalet kağıdı için de referandum yapılır mı demeyin. Yapan var. 1997 yılında Kanada’nın Saskatoon kentinde seçimler için şehre yeni bilgisayarlı seçim makineleri getirilmişti. Seçim öncesi denenmesi gerekiyordu. Bari bir işe yarasın denildi ve halkın tuvalet kağıtları konusundaki fikri alındı. Kamuya açık alanlarda asılan tuvalet kağıdının sarkan kısım rulonun üstünde mi yoksa altında mı olmalı diye soruldu insanlara. Yüzde 80, "Üstünde" dedi.
Beş yılda 60’a yakın referandum
Referandumların en tuhaf örnekleri İsviçre'den... Doğrudan demokrasinin en doğru uygulandığı ülke tabii. Vekillerin çıkardığı bir yasa 50 bin imzayla, sıfırdan yepyeni bir konu ise 100 bin imza toplanırsa halka soruluyor. Öyle ki son 5 yılda 60'a yakın önemli referandum düzenlendi ülkede. 2012'de yüzde 87.1 "Kumar gelirleri sadece toplum yararına projeler için kullanılabilir" dedi. Yine referandum kararı ile Zürih'te belirli park alanlarına seks işçilerinin kullanması için 'seks kutuları' yerleştirildi, okullarda müzik dersi zorunlu oldu. Geçen yılki referandumda İsviçre vatandaşı olan ya da ülkede yasal izinle 5 yıldır yaşayan herkese çalışmasa da asgari 2 bin 500 dolar maaş ödensin denildi. Öneri yüzde 76.9 oy oranıyla reddedildi.
Kuzey Koreli bir yazar yazdı, aktivistler sayfa sayfa ülke dışına kaçırdı. Kuzey Kore’deki gizemli hayatı anlatan ilk kitap yok satıyor.
Yıllardır sadece devlet televizyonu ne yayınlarsa, o kadarını biliriz Kuzey Kore hakkında. Kimi zaman bir liderin cenazesinde kendinden geçercesine ağlayanlar yansır kameralara, kimi zaman füze denemesini büyük coşkuyla kutlayanlar... Kapalı kapılar ardında, gerçekte neler yaşandığı hep büyük merak uyandırır. Çünkü büyük izinlerle ülkeye gidebilen ve yetkililer tarafından gezdirilen “turistler” bile sadece izin verilirse, belirtilen açıdan birkaç kare fotoğraf çekebilir. Aksi casusluk nedeniyle hapis cezası demektir. Bu gizemli ülkedeki yaşamla ilgili devrim niteliğinde bir gelişme yaşandı geçen ay. O perde ilk kez aralandı.
Filmleri aratmayan kaçırma
Kuzey Kore’de yaşayan biri, yazdığı hikayeleri ülkeden kaçırmayı başardı. Haliyle ismi belli değil. Bandi takma ismini kullanıyor. Korece ateş böceği demek. Ateş böceği gibi karanlığı aydınlatmayı amaçlıyor. Kitabını ülke dışına çıkartmasının ilginç bir öyküsü var. Bandi ülkeden kaçmayı planlayan bir akrabasından yazdığı bu kitabı da ülke dışına çıkarmasını istemiş. Ama idamdan korkan kadın cesaret edememiş. Sınırda Çin polisi tarafından gözaltına alındığında, Bandi’den ve kitabından bahsetmiş. O sırada bölgede iltica işlemlerine yardım etmek isteyen Güney Koreli insan hakları aktivistleri varmış. Planlar yapılmış, Çinli bir grupla anlaşılmış. 750 sayfa, Kuzey Kore’nin propaganda kitaplarının aralarına konularak, zaman içinde Çinli turistler tarafından peyderpey ülkeden kaçırılmış.
Kitap şimdiden yok satıyor
2013’te kaçırılan bu kitap ilk olarak Güney Kore’de basıldı. Türünün ilk örneği oldu. 7 hikayeden oluşan kitap geçen ay İngilizce’ye de çevrildi. “The Accusation” yani “Suçlama” şimdiden Amazon’un en çok satanlar listesinde. Şu an 18 ayrı dilde, 20 ülkede satılıyor.
Önümüzdeki aylarda kaçırılan metinlerden derlenen bir şiir kitabı da çıkacak. Yazarla ilgili çok az bilgi var. Gerçek mesleğinin de yazarlık olduğu söyleniyor. Yıllarca Kuzey Kore’de hükümete bağlı bir dergide yazmış. Şimdi emekli. Hikayeler 1989 ile 1995 yılları arasında geçiyor. Tam da ülkede büyük bir kıtlığın yaşandığı, zorlu bir dönem... Bu nedenle de önemli bir zaman dilimine ışık tutuyor. Üstelik Bandi’nin sergilediği büyük bir cesaret örneği. Çünkü kimliğinin ortaya çıkması ülkede idam edilmesi anlamına geliyor.