‘PKK dışarı’ demek cinnettir

Haberin Devamı

Bursaspor- Diyarbakırspor maçında seyircilerin bir süre “PKK dışarı” diye bağırması bir anda günün olayı oldu. Diyarbakır Başkanı ligden çekilebileceğini bile açıkladı.

Dün gün boyu yapılan yayınlarda “spora siyaset karıştırılmaması gerektiği” üzerinde duruldu.

Oysa bu konu sporla ya da siyasetle ilgili bir durum değil. İşte belki aylardır yazmaya çalıştığım, kimilerinin “Kürt açılımından neden rahatsızlık duyuyorsun” eleştirilerine muhatap olduğum korkutucu bir durumdur bu.

Israrla ve üzerine her seferinde basarak yazdığım bir konu var. PKK terörü nedeniyle 10 binin üzerinde şehit verdik bugüne kadar. Bu da Türkiye’nin dört bir yanından 10 bin şehit cenazesinin kalktığı anlamına gelir.

Bu binlerce cenazenin hiçbirinde Kürt kökenli tek vatandaşımızın bile kılına zarar gelmedi. Kimi cenaze kortejleri Kürt kökenli vatandaşlarımızın yaşadığı mahallerden geçti.

Tek bir dükkân, ev, araç saldırıya uğramadı, Kürt kökenli vatandaşlarımız taciz edilmedi.

Bu, Türk halkının ve Kürt kökenli vatandaşların arasında hiçbir husumet, düşmanlık ve hatta sorun olmadığının kesin kanıtıdır.

Türkler de Kürtler de, bu ülkenin tüm vatandaşları sorunun terör olduğunu, terörün de halkları birbirine düşürmeyi amaçladığını biliyor. Kimse bu oyuna gelmedi bugüne kadar.

Ne zaman ki, iktidar “içi boş olduğu anlaşılan” bir “Kürt açılımını” gündeme getirdi, işte o andan itibaren durum da değişmeye başladı.

Kürt sorunu çözülmezse Türkiye ileri gidemez” veya “Kürt sorununu çözün yoksa çok kan akacak” türünden ifadeler sıradan insanları öfkelendirmeye başladı.

Kürtlerin haklarını savunanların giderek “Kürt hayranlığına dönüşen” tutum, söz ve davranışları öfkeyi daha da artırdı.

Korkum bu öfkenin kabarması ve ülkenin çeşitli yerlerinde kimi tatsız olayların patlak vermesi.

Bursa’daki olay bu nedenle çok önemlidir. Çünkü bir maçta, bir kentin takımını “PKK” olarak nitelemek, öfkenin cinnete dönüşebileceğinin işaretlerindendir.

İçi boş bir Kürt açılımının peşine “sözde demokrasi” adına takılıp aklına geleni söyleyenlerin bir bölümünün bu gelişmelere bakarak kıs kıs güldüklerini düşünmek bile insanı çileden çıkarıyor.

*****

Yandaş medya dememeli miyim?

Pazartesi akşamı Habertürk’te Yiğit Bulut’un hazırlayıp sunduğu Sansürsüz programına katıldım. Konumuz basın özgürlüğü idi. Nazlı Ilıcak, Ayşe Böhürler ve Hakan Yiğit’le birlikte ben de konuşmacıydım.

Yiğit Bulut konuklara sorular yöneltirken beni de “sert muhalif” olarak tanımladıktan sonra “neden yandaş medya diyorsunuz, bunda bir aşağılama yok mu?” diye sordu. Sonra da yanımda oturan Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler’i işaret ederek “Mesela Ayşe Hanım yandaş gazeteci mi?” dedi.

Ben de “Evet” cevabını verdim. Ama kendisini kastetmediğimi, çalıştığı gazetenin kurumsal olarak böyle olduğunu anlattım.

Ama asıl konu şuydu ve gerek programın başında gerekse diğer bölümlerinde açıkladım: Her dönem iktidara yakın gazeteler, gazeteciler olur. Ancak bu dönem bir farklılık var. Gazeteciler sadece iktidarı desteklemekle kalmıyor, birlikte hareket ediyor.

İktidar kimi gazetecilerle bazı konuları konuşuyor, kimi kurumlara yönelik yapacaklarını anlatıyorlar. Sonra bu gazeteciler ortada hiçbir şey yokken bu plan ve projeleri sanki “hissetmişler” gibi yazıyorlar.

Sonra bu yazılanlar bir bir yaşanıyor. İşte “yandaş” tanımını bu nedenle kullanıyorum.

Programda Ayşe Böhürler “Güzel bir kelime değil, siz de kabul ediyorsunuz zaten” deyince ben de “Canım madem bu kadar kızılıyor ben de kullanmam” dedim gülerek.

Yiğit Bulut da “Can Bey söz verdi” diye ilan edip bundan sonra “taraftar dememi” tavsiye etti.

Dün bu programla ilgili çok sayıda mesaj aldım. Okurların en çok takıldığı konu programda üzerime çok gelinmesi olmuş. “Yiğit Bulut neden size bu kadar yüklendi?” diye soruyordu okurlar.

Demek ekrandan öyle görünmüş, ben bunu pek fark etmedim açıkçası.

İkinci konu da “Kızıyorlar diye yandaş demekten vazgeçmeyin sakın, biz herkesin ne olduğunu biliyoruz” uyarılarıydı.

Yandaş ya da taraftar, medyanın bir bölümü bu dönem çok kötü bir sınav veriyor.

*****

Cumhuriyete karşı cenaze

Son Osmanlı şehzadesi Ertuğrul Osman’ın cenaze töreninde çok ilginç görüntüler vardı. Fatih Çarşamba’daki İsmailağa Cemaati’nin yaptığı gövde gösterisi ince mesajlar veriyordu bana göre.

Hepsi neredeyse üniforma gibi beyazlı cüppeler giyen, başları sarıklı cemaat üyeleri cenazenin hâkimi gibiydiler. Cemaatin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu da kalabalıkta sıkıntı çekme pahasına tekerlekli sandalye ile gelmişti.

Peki görünümleri ile Türkiye’de İran benzeri manzaralar oluşturan bir cemaat neden bu cenazeye bu kadar ilgi gösterdi?

Çünkü bu cenaze aracılığı ile Cumhuriyet’e olan düşmanlık büyük bir rahatlıkla sergilendi. Bu cemaat “padişah dönemine olan hasretini” bir cenaze sayesinde ortaya koydu. Bazen bir davranışla hem asıl niyetinizi gösterirsiniz hem de bunun hukuki sonuçlarından kurtulursunuz.

*****

Müzayede

Yıldırım Tuna’dan: Müzayede devam ederken adamın biri yerinden kalkarak kürsüye gelmiş ve sunucunun kulağına bir şeyler fısıldamış.

Sunucu önündeki çana bir kere dokunarak yüksek sesle “Sayın misafirlerimiz” demiş, “Bu beyefendi salonumuzda içinde 10 bin dolar bulunan kahverengi deri cüzdanını kaybetmiştir. Cüzdanı kendisine getirene 2000 dolar mükafat vereceğini söylüyor.”

Bir an bir sessizlikten sonra arka sıralardan biri bağırmış: “2500!..”

*****

Bozuk fren

Arabamı tamirciden almak üzere sanayiye gittim. “Bu modellerin fren balataları bulunmuyor, değiştiremedim” dedi Recai Usta. “Eee?” deyince cevap verdi; “Onun yerine kornanızın sesini yükselttim!”

*****

Trafik

İstanbul Trafik Vakfı’nın keyfi oto çekmesini ve başıma geleni yazmıştım dün. O kadar çok mesaj geldi ki anlatamam. Bu konu çok sayıda kişinin canını yakmış, her yerden öfke sesleri yükseliyor. Demek ki bu konuya devam etmek gerekiyor. Türkiye’nin her tarafındaki keyfi uygulamaları sık sık yazacağım.

DİĞER YENİ YAZILAR